Fazıl Hüsnü, bizi millet yapan, bizi uygar yapan; o büyük emekçilerden, büyük devrimcilerdendir.

İşçi Partisi Genel Başkanı Sayın Doğu Perinçek’in, önceki gün yitirdiğimiz büyük şair Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ardından yazdığı yazısını sunuyoruz.

DAĞLARCA BATI ACISI
Dağlarca, bin yılda bir kez ölüyor. Oysa gazeteler yılda 365 gün çıkıyor. G...

Tarih:

İşçi Partisi Genel Başkanı Sayın Doğu Perinçek’in, önceki gün yitirdiğimiz büyük şair Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ardından yazdığı yazısını sunuyoruz.

DAĞLARCA BATI ACISI
Dağlarca, bin yılda bir kez ölüyor. Oysa gazeteler yılda 365 gün çıkıyor. Gazetelerin birinci sayfa başlıklarına bakıyorum, bin yılın haberi yok. Fazıl Hüsnü Dağlarca, 20. Yüzyılda Yunus Emre’deki yalınlığa ve derinliğe en çok yaklaşan şairdi.
SÖZCÜKLERİN DEVRİMİ
Sözcükler, O’nun şiirinde bildiğimizin ötesinde dururdu. Kavramlara, kendilerini aşan anlamlar yükleyen ustaydı. Her sözcük, O’nun şiirine devrim yaparak girerdi. Artık o sözcük, Dağlarca’nın sözcüğü olurdu. Türkçe sözlük yanında, bir de Dağlarca Sözlüğü vardı. O, Türkçenin doruğunda yeni bir dil gibiydi.
Yalnız sözcükler mi, ünlemler de! “Ha” ünlemini düşünün, bir de Dağlarca’nın “Mustafa Kemal’in Kartalı” şiirindeki ha’ya kulak verin:
“Mustafa Kemal’i de, Mustafa Kemal’di ha!”
“Ha”, burada bir başka “ha” oldu. Unutulmayan bir “ha”.

KARINCANIN SESİ
Ve ses!
Dağlarca’nın şiiri, sesti, sözcükler değil, sesler el ele veriyor. Sesler omuz omuza veriyor. Sesler vuruşuyor. Sesler çarpışıyor. Sesler ayağa kalkıyor. Sesler susuyor, su istiyor. Sesler susuyor, bağıramıyor. Ve sesler gümbür gümbür Köroğlu gibi “hey heeey!” çekiyordu O’nun şiirinde.
Dağlarca’nın şiirindeki ses, bazen dağlara çarpıp gelen sestir; bazen vadide yankılanan, bazen Kızılırmak dalgalarının omuzlarında giden, bazen mağaranın oyuğundan çıkan sestir. Bazen de Sivaslı
Karınca’nın sesidir. O karıncanın sesini, bir tek Fazıl Hüsnü duymuştur ve şiire taşımıştır.
Bugün ses gitmiştir şiirimizden, yalnızca sayıklamalar kalmıştır.
Oysa Fazıl Hüsnü’nün bize bıraktığı “ha”ya kulak verin:
“a” sesi uzuyor uzuyor, gidiyor sonsuza doğru: Haaaaa…

BATI ACISI
1950’ler…
Missouri zırhlısı çoktan yarıp geçmiş Türkiye’nin bağrını.
Davullarla zurnalarla karşılanmış Amerikan emperyalizmi!
“Küçük Amerika olacağız!” diye fermanlar çıkmış.
İşte, o dalgalanmalarda Fazıl Hüsnü Dağlarca, “Batı Acısı”nı yazıyor.
Milletler şairleriyle, düşünürleriyle 50 yıl, yüzyıl ötesini görürler. 1950’lerde Batı acısını Fazıl Hüsnü’ler, Nâzım Hikmet’ler duymuştu. Batı acısı, şimdi bütün milletin acısı; dünyanın acısı. Fazıl Hüsnü’nün “Batı Acısı”, yalnız Türk şiirinin değil, Türk düşüncesinin ve Ezilen Dünya’nın görkemli eserlerindendir.
İki yıl önceydi, Batı Acısı’nı bir daha okumak istedim. Kitaplığımda Varlık Yayınları’ndan çıkan ilk basımı vardı. Kitapların ilk basımlarını ayrı severim. Kime vermişim, bulamadım. Şair Hüseyin Haydar imdadıma yetişti. Üç ayrı basımını verdi.
İki yıldır, içim yandıkça Batı Acısı’nı okuyorum, yana yana. Can Perinçek’e de oku demiştim. Batı Acısı için bir yazı da düşlemiştim, notlarını almıştım okurken. Dağlarca da okusun istiyordum. Bir selam olurdu. O selamı da gönderemedim, ona da yanıyorum. Yarınlarda Batı Acısı üzerine incelememi okuyucuya sunarım.
Fazıl Hüsnü Usta, Batı Acısı’nda, “çağdaşlık” diye zihinlerdeörülen karanlıkları dağıtır. Her iklim, her kara parçası yerli yerindedir orada. Uygarlık, çağdaşlık, sömürü, zulüm, emperyalizm;
zalimler, mazlumlar; her şey yerli yerindedir. Mustafa Kemal Paşa’nın, Mao’nun ve bugün Chavez’in eylemlerindeki gibi veya Lenin’in teorisindeki gibi her şey doğru yerde durmaktadır.
Şimdi kitap yanımda değil, ama yarım yüzyıldır belleğimde kök salan dizelerle söylersek:
“Bizi uyandırdınız peki
Lâmba verdiniz
Kinin verdiniz biliyorum.
Bizi uyandırdınız peki
Sığırlarımı neden götürüyorsunuz?”
Batı Acısı’nı Afrikalı, Dağlarca’nın dilinden böyle seslendirir.

KARŞILIKSIZ AŞK!
Ve insancıllık!
Çürüyen kapitalizmin “Hümanizmi” ile Ezilen Dünya’nın öncüsü Türk halkının insancıllığı:
“Ben Almanları severim
Almanlar makinaları sever.”
Bu iki dize, milletler, sınıflar ve iklimler arasındaki karşılıksız aşkı anlatan en güzel şiirden alınmıştır.
Bugün şöyle de yazabilirsiniz:
Biz Amerikalıları severiz.
Amerikalılar otomobillerini ve evlerini sever.
ABD’nin eski Adalet Bakanı, çok değerli, unutulmaz dostum Ramsey Clark, Diyarbakır uçağında bana şunu söylemiştir: Bugün Amerikalılar, çocuklarını, eşlerini veya “sevgililerini” sevmezler; yalnız arabalarını ve evlerini severler.

YEDİ İKLİMİN OZANI
Fazıl Hüsnü, Batı Acısı’nda ve her nefesinde Afrikalıdır; Latin Amerikalıdır ve hele hele Asyalıdır. Aynı zamanda bütün değerlerini artık Ezilen Dünya’ya terk etmiş olan Devrimci Batı’nın büyük ozanıdır. Has şairidir insanlığın. Neruda gibi evrenselliğin biricik kapısındadır; Mazlum milletimin şairidir; Namık Kemal gibi vatan şairidir. Nâzım Hikmet gibi, emekçinin ve emperyalizme karşı savaşın şairidir.
Kurtuluş Savaşı’nın, Mustafa Kemal’in, devrimimizin şiiri, Nâzım Hikmet, Cahit Külebi ve Attila İlhan ile birlikte Fazıl Hüsnü’dedir. “Mustafa Kemal’in Kartalı”, her yurtseverin dağlarında kanat açar. “Elif’in Kağnısı” asırlardır gıcırdayan tekerlekleriyle beynimizde döner ha döner.

EN BÜYÜĞÜMÜZ
Cemal Süreya, Fazıl Hüsnü üzerine söyleşirken, “O en büyüğümüzdür.” demişti.
Çok şaşırdım. Çünkü yine Cemal Süreya, bir gün “Kendisini en büyük şair saymayan, zaten şair değildir” demişti. O sözünü hatırlattım. Gülümsedi, “Fazıl Hüsnü’ye gelince, o söz geçerli değil” dedi.
İşte Fazıl Hüsnü, böyle bir şairdi. Ozanların ozanı!

DÜNYAMIZA GİREN SİVASLI KARINCA
Şiiri her Türk sever. Şiir, Türk olmanın bir temel taşıdır sanki.
Ama şiire tutku, Türk olmanın doruğundadır. Şiire tutku, Fazıl Hüsnü gibi,
Nâzım gibi, Cemal Süreya, Edip Cansever, Attila İlhan gibi büyük şairlerle tanışmakla
başlar. Şair Hüseyin Haydar bugünlerin umududur; “Doğu Tabletleri” ile 21. yüzyılı
yakaladı; çeke çeke geliyor.
Bizim kuşaklar, Fazıl Hüsnü’lerle, Nâzım Hikmet’lerle şiire tutuldu. Erdoğan Alkan,
sanki oyuktan çıkan sesiyle dura dura okurdu:
“Çocuklar korkunç, Allahım
Bebek yaparlar haçları”
Önce Fazıl Hüsnü’nün Çocuk ve Allah’ıyla cezbeye geldik; şiir beynimizde dönüyor;
biz de pervane gibi şiirin ateşinde dönüyorduk. Sonra “Sivaslı Karınca” girdi dünyamıza.
Hem karıncaydı; hem Sivaslı’ydı ve hem de bozkırın uçsuz bucaksızlığında yürüyordu.
Derinliklerimizde derin izler bırakarak. Daha sonra “Delice Böcek” geldi.

TÜRKÇENİN KARTALI
Milletleri millet yapan, kültürleri uygarlık yapan büyük işler, büyük eylemler vardır. O büyük işleri, büyük emekçiler yapar; büyük devrimciler yapar.
Fazıl Hüsnü, bizi millet yapan, bizi uygar yapan; o büyük emekçilerden, büyük devrimcilerdendir. Türkçenin, yere hiç konmayan kartalıdır.
www.doguperincek.info