F Tipi Gladyo’nun amacı Doğu Perinçek’in ve yurtsever aydınların tahliye olmasını engellemektir

İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Erkan Önsel, 29 Ocak 2010 bir basın açıklaması yaparak F Tipi Gladyo’nun amacının, Doğu Perinçek’in ve yurtsever aydınların tahliyesini engellemek olduğunu belirtti. Vakit, Zaman ve Star gazetelerine 30’ar bin liralık tazminat davas

Tarih:

İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Erkan Önsel, 29 Ocak 2010 bir basın açıklaması yaparak F Tipi Gladyo’nun amacının, Doğu Perinçek’in ve yurtsever aydınların tahliyesini engellemek olduğunu belirtti. Vakit, Zaman ve Star gazetelerine 30’ar bin liralık tazminat davası açıldığını söyleyen Önsel şöyle konuştu:

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yürüme mesafesinde, Tayip Erdoğan’a doğrudan bağlı F Tipi Gladyo Merkezi yeniden harekete geçmiştir.

Amaçları, dağılan ve çöken Ergenekon davasında İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in ve diğer yurtsever aydınların tahliye olmasını engellemektir.

Başta Anadolu’da Vakit, Zaman, Star ve Radikal gazetelerinin düğmesine aynı merkezden basılmış ve harekete geçirilmişlerdir. Şu yalanlara bakınız, 23 aydır cezaevinde tutuklu olan Genel Başkanımız Doğu Perinçek, “Levent Bektaş’ın ekiplerinin yerine ekipler kurulmasını ve Poyrazköy’de kalan malzemelerin korunaklı bölgelere dağıtılmasını” (Anadolu’da Vakit, 28 Ocak 2010) emrediyormuş! Yıkılan güçlerde akıl ve izanın kalmadığının en somut göstergesidir bu haber.

Bugüne kadar iddianamede ortaya konan belgeler teker teker çökertilmiş, iddianamenin belgeleri savunma belgelerine dönüşmüştür. Şaşkınlık ve panik içerisinde olan bu F Tipi Gladyo merkezini, Doğu Perinçek korkusu sarmıştır. Türkiye, bu Galdyo merkezinden hesap sorma dönemine girmiştir.

Partimizin avukatları Anadolu’da Vakit gazetesine 6. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde, Zaman gazetesine 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde ve Star gazetesine 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde, 29 Ocak 2010 Cuma günü, 30’ar bin liralık tazminat davası açmışlardır. Açılan tazminat dava dilekçelerini ekte sunuyoruz.

DAVA DİLEKÇELERİ:

I. VAKİT GAZETESİ'NE

İSTANBUL ASLİYE HUKUK MAHKEMESİNE

DAVACI : Dr. Doğu Perinçek - İşçi Partisi Genel Başkanı
VEKİLLERİ : Av. Mehmet N. Aytekin - Av. Emine Dayar

DAVALILAR : 1. Nuri Aykon
43 ada, No:55 İSTOÇ/İSTANBUL
2. Nuri Aykon Gazetecilik Ltd. Şti. (aynı adreste)

DAVA KONUSU : Müvekkil Dr. Doğu Perinçek’in kişilik haklarına ağır saldırı
nedeniyle davalıların 30.000-YTL manevi tazminata
mahkûm edilmesi istemini içerir dava dilekçesidir.

AÇIKLAMALAR :

1. Davalı Nuri Aykon, Türkiye çapında yayın yapan Anadolu’da Vakit Gazetesi’nin sahibidir. Diğer davalı tüzel kişilik ise aynı gazetenin yayınlayan sıfatına sahiptir. Basın Kanunu 13. madde basılmış eserler yoluyla işlenen fiillerde hukuki sorumluluğu düzenlemektedir.
“Basılmış eserler yoluyla işlenen fiillerden doğan maddi ve manevi zararlardan dolayı süreli yayınlarda, eser sahibi ile yayın sahibi ve varsa temsilcisi, süresiz yayınlarda ise eser sahibi ile yayımcı, yayımcının belli olmaması halinde ise basımcı müştereken ve müteselsilen sorumludur.
Bu hüküm, süreli veya süreli olmayan yayınlarda yayın sahibi, marka veya lisans sahibi, kiralayan, işleten veya herhangi bir sıfatla yayımlayan, yayımcı gibi hareket eden gerçek veya tüzel kişiler hakkında da uygulanır. Tüzel kişi şirketse, anonim şirketlerde yönetim kurulu başkanı, diğer şirketlerde en üst yönetici, şirket ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur”
Bu itibarla, yayınlayan sıfatına haiz tüzel kişiliğin de işlenen haksız fiilden sorumlu olduğunun kabulü gerekmektedir.

2. Adı geçen davalılar Anadolu’da Vakit isimli gazetenin 28.01.2010 tarihli nüshasında yazılan yazı ile müvekkil Dr. Doğu Perinçek’in kişilik haklarına ağır saldırıda bulunmuşlardır. Gazetenin birinci sayfasından, manşet üstü ve sayfanın yarısını kapsayacak biçimde “Silivri’deki Doğu Perinçek’ten kafesçilere şok talimat. KALAN MÜHİMMATI DAĞITIN” başlığı altında yapılan haberde, müvekkil Genel Başkan’a yönelik olarak ve içeriği gerçek olmayan bir yazı yayınlanmıştır.
3. Kamuoyunda Ergenekon Davası olarak bilinen davanın 4. iddianamesi düzenlenip İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ne verilmiş ve Mahkemece de 27.01.2010 günü iddianamenin kabul kararı ile birlikte iddianame örneği önce basına; ardından da şüpheli müdafiilerine verilmiştir. Davalılar da bu iddianameye dayalı olarak bu haberi yapmışlardır.
Elbette ki, davalıların savunma argümanları, “İddianamede var, biz de ona dayalı olarak bu haberi yaptık” biçiminde olacaktır.
Ancak, birincisi dava konusu haber/yazıdaki gibi mutlak ve kesinlik içeren ifadeler iddianamenin kendisinde dahi yoktur.
İkincisi, iddianameyi tanzim eden savcıların dahi iddia etmediği/edemediği bir konuyu haberleştirmişlerdir. Savcılar, böylesi bir konuda müvekkil davacı Genel Başkan’ın ifadesine başvurmamışlar; iddianame içeriğinde de bu konuda her hangi bir kimseye isnatlarda bulunmamışlardır.
Üçüncüsü, dosya şüphelisi bir kişiden dijital ortamda ele geçtiği iddia edilen bir metne dayalı olarak iddianame eki bir belge niteliğinde bir yazıya dayanılmaktadır. Müvekkile kesinlikle ait olmayan ve müvekkili de bu anlamda ilgilendirmeyen ve dosya şüphelisinin dahi varlığını kabul etmediği bir yazıdan yola çıkarak müvekkili sorumlu tutmak ve bu yönde yayın yapmak, doğrudan müvekkilin kişilik haklarına saldırı kastının varlığının kanıtıdır.
Dördüncüsü, kamu gözünde en küçük bir inandırıcılığı kalmamış iddianamenin varlığı ve iddianamede ileri sürülen hususlardır.

Dava konusu yayın içeriğinde yer alan kısımların hukuki muhafaza altında olamayacağı; iddia edilen hususların gerçek olmadığı/olamayacağı, basit söylemi ile vasat bir karalama olduğu hususunu belirtmek zorundayız. Fakat bu noktada davalı yan, sığınılacak liman olarak iddianameyi işaret edecek; dikkat çekilen iddianame esas kabul edilip, bu esastan hareketle de müvekkile yönelik sınırsız bir karalamaya ortak olunmaktadır.

İddianame içeriğinde dahi dava konusu yayına mesnet bir husus olmamakla birlikte, iddianamenin kusursuz bir metin olarak algılanıp müvekkil davacı hakkında yargılara varılacak mesnette yayın yapılması da hukuken korunamaz.
Bu noktada iddianame mevhumu üzerinde durmak ve iddianameyi hazırlayan savcıların görev tanımlarına kısaca değinmeden geçmemek gerekmektedir.
İddianameyi savcı hazırlar.
Savcı Cumhuriyet savcısıdır. Dolayısı ile Cumhuriyet’ten taraftır. Cumhuriyet’in temel nitelikleri ve Cumhuriyet Devrimi’nin yasaları ile bağlıdır. Kimseden talimat alamaz. Delil yaratamaz, öznel yorumlardan kaçınır; cellatlık değil gerçeğin bekçiliğini yapar.
Avukat savunmayı temsil ederken vicdanı ve meslek etiğiyle bağlıdır.
Hakim ise tarafsızdır.
Sonuç olarak savcı taraftır. Fakat görevini yaparken kamu adına şüphelenilen şahıs hakkında olumlu ve olumsuz tüm kanıtları toparlar.

Yani, bir savcı görev tanımını aşsa, Cumhuriyet değil de hükümetin savcılığına soyunsa… Ya da hükümet savcılığa soyunsa (Başbakan’ın beyanları örnektir)… Adalet bakanları, bulunmuş/atanmış savcısına “Korkmayın biz arkanızdayız” dese… Soruşturmanın her aşaması Neo-liberal/Fetullahçı basına sızsa… Hukuk adına bilinen tüm ilkeler ayakaltına alınsa… Göz göre göre yalanlar, hem de çocuk güldüren yalanlar, cahilce yalanlar, söyleyenin inanamayacağı yalanlar hukuki kimlik kazansa… Yüz binlerce sayfa göz korkutsa… Gülmekten korktukları için kimsecikler okumasa… Siyasi bir kumpas, faşist bir anlayış hukuka egemen olsa… MÜVEKKİLİMİZE, “İDDİANAMEDE VAR YAZIYORLAR HUKUK BUNA ÇARESİZ Mİ” DİYECEĞİZ!
ÇARESİ VARDIR… SAYIN MAHKEMENİZDİR!

Hukuk iyi niyeti korur. İyi niyet gören Mahkemenin vicdanıdır. Görünür gerçeklik deyip görünür yalanı, bariz gerçeğe yeğleyecek miyiz? İddianame görünür gerçek değil, görünürdeki iddiadır! Aslının, Mahkemesinde tartışılacağı iddialardır. Dolayısı ile görünürdeki gerçek kavramı iddiaların var olduğudur. İddiaların gerçek olması değildir. Bu iddiaları gerçekmişçesine yansıtmak ise hukukun korumasında olamaz.

Nitekim, anılan iddianamenin tartışıldığı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi de, iddianamenin tartışılır olması boyutuna iddianame içeriğinde sözü edilen örgütle ilgili olarak “İDDİA EDİLEN ERGENEKON TERÖR ÖRGÜTÜ” ifadesinin kullanılmasını zorunlu kılmış bulunmaktadır.

Bu yargılama kapsamında soruşturma evresinde toplanan deliller ve düzenlenen iddianame, kamuoyunca ve pek çok aydınımızca da eleştirilmiş, Savcıların görev tanımlarını aştıkları hususu oldukça tartışılmış ve iddianameyi tanzim eden savcılar hakkında suç duyuruları ve şikayetler yapılmıştır. Bu şikâyet ve suç duyuruları hakkında da soruşturmalar halen devam etmektedir.

Özetle iddianame içeriğini tek tek yalanlayarak değil; kamu vicdanında yarattığı infial ve yargı adına utanç verici gelişmelere vurgu yapmakla yetiniyoruz.
İtibar edilemeyecek ve içeriği yargılama kapsamında tamamen aksi ispat edilerek yalanlanmış bir iddianame üzerinden “Cumhuriyet düşmanlarına ve yandaş basına” saldırı imkanı yeterince tanınmıştır ki, huzurdaki dava konusu yayına benzer pek çok yayın yapılmakta ve hemen hepsi Sayın Mahkemelerinizin huzuruna gelerek mahkum olmaktadırlar. Zira yapılan yayınlar vasıtası ile hukukun evrensel kuralı olan masumiyet karinesi ihlal edilmekte, yargılama süreci etkilenmeye çalışılmaktadırlar.
Dava konusu yayın içeriğinde ise, yine yukarıda belirttiğimiz “malul” iddianame esas alınarak, iddianame eklerindeki bir belgeden hareketle, müvekkil hakkında beyanlarda bulunulmaktadır. Haber “alıntı olma durumu ile” hukuka uygunluk kriterleri içinde kalmış gösterilmek istense de:

Bir yazının/haberin hukuka uygunluğunun belirlenmesine Yargıtay belli ölçütler getirmiştir:
“Anayasal güvence altında olan basın hürriyetinin, gene yasalarca korunan kişilik haklarına üstün tutulabilmesi için bu hürriyetin (Haber verme, yorum ve eleştiri hürriyetinin) gerçeklik, güncellik, kamu yararı, toplumsal ilgi VE KONU İLE İFADE ARASINDA DÜŞÜNSEL BAĞ kuralları çerçevesinde kullanılması gerekir. Bu kurallardan herhangi birinin ihlali halinde kişisel hakkın saldırıya uğradığı kabul edilir.” (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, T. 9.2.1999, E. 1998/7463, K. 1999/849).

Dolayısı ile davalı yan, dava konusu yayın içeriğindeki beyanların bu kriterlere uyduğu hususunu ispatla mükelleftir. Bu noktada esas dikkat çekmek istediğimiz husus dava konusu yayının ‘konu ile ifade arasındaki düşünsel bağ, öz ve biçim arasındaki denge’yi bozarak; Yargıtay kararında sözü edilen ilkenin ihlal edildiği hususudur. Bu iddialara sığınıp haber yapmanın yanı sıra, gazetecinin bu iddialara yaptığı katkı da dava konusu yayın içeriğinde sorgulanmalıdır.
Belirtmelidir ki, haber/yazıda kullanılan başlık gazeteci mahsulüdür. Kullanılan başlık peşin hükümlü, saldırgan, hedef gösterir ve husumete maruz bırakır mahiyette aşağılayıcı ve müvekkil hakkında şaibe yaratma eğilimlidir.
Müvekkil bu haber başlığı ile haberi yapan tarafından “çoktaaaaaan” mahkûm edilmiştir. Amaç kamuoyu vicdanında da bu mahkûmiyeti sağlamaktır. İnsan haysiyet ve şerefiyle oynayan bu yayının hukuki koruma altında olması beklenemez.

Dava konusu haber ile ilgili olarak görünürdeki gerçeklikle, görünürdeki iddia kavramları arasındaki ayrıma katkı sunması ve bu noktada gazetenin sorumluluğu bakımından aşağıdaki Yargıtay kararlarını yinelemeden geçemeyeceğiz:
“Davaya konu edilen yazı, ister yayın organının kendi adamları, ister abone olduğu bir ajans aracılığı ile sağlanan veya başka bir gazetenin bir gün önceki haberinden elde edilmiş olsun bu nitelikte oldukça bu sorumluluk esasını değiştirmez.” (Yarg. 4. HD. 14.06.1998 gün, E:2485, K:5958 sayılı kararı).
Bir başka Yargıtay kararı da şu şekildedir ;
“Gazeteci bu hak ve görevini yerine getirirken vereceği haberin gerçekliğini araştırmalı, başkasına zarar vermekten kaçınmalıdır. Gerek Dairemizin ve gerekse Hukuk Genel Kurulu’nun benimsediği ilkeye göre, gazetecinin bir haberi yayımlamadan önce kendinden beklenen özeni gösterip haberin ne ölçüde doğru olduğunu araştırması, haberin yayımlanmasında ilgililere zarar getirebilecek yazışlardan titizlikle kaçınması, mesleğinin sosyal önemi ve gazete haberinin kamuoyunda yaratacağı derin tepkiler dolayısıyla ödevlerindendir.” (Yargıtay 4.HD 26.11.1984 gün ve E.8966, K.8768 sayılı kararı).

Yüksek Yargıtay’ın kararları ışığında, yayını yapan gazetenin sorumluluğu ortadadır. Davalıların sahibi ve yayınlayanı olduğu Anadolu’da Vakit Gazetesi, dava konusu haberi yayınlamak suretiyle müvekkilin kişilik haklarına saldırıyı gerçekleştirmiştir. Kaldı ki, yayınlayan gazetenin haberin gerçekliğini araştırmadığı, başkasına zarar vermekten kaçınmadığı, haberi yayımlamadan önce kendinden beklenen özeni gösterip haberin ne ölçüde doğru olduğunu araştırmadığı, haberin yayımlanmasında ilgililere zarar getirebilecek yazışlardan titizlikle kaçınmadığı, hususu da açıkça görülmektedir.

Dava konusu yazı bu ölçütler ışığında değerlendirildiğinde; yayının, güncellik, gerçeğe uygunluk, kamu yararı ve özellikle de konu ile ifade arasında düşünsel bağlılık olarak belirlenen hukuka uygunluk ölçütlerinden uzak olduğunun kabulü gerekmektedir. Haber olduğu biçimi ile verilmeli, kişisel katkı bulunmamalıdır. Kişisel katkı yapılması halinde ise kişilik hakları bakımından zarar verici yazışlardan titizlikle kaçınılmalıdır.

Geçmiş dönemlerde, bu tür gazetecilik örneği yoktu… İftira ve gerçeğe aykırı haber yapma amaç ve gayretinde olanlarda dahi etik değerlere belli ölçüde de olsa bağlılık hissedilir ve gerçeğe aykırı yapılan haber “Bir doğrunun yanına bir yalan ekleme” suretiyle yapılırdı. İtaat ruhunun hakim olduğu, teslim alınmış kalemlerin gazetecilik yaptığı bu günlerde ise durum değişmiş “Bir yalanın yanına on yalan ekleme” biçimine dönüşmüştür.

Hatta, dezenformasyon (bilgi çarpıtma, yanıltma haber) öylesine abartılmıştır ki; haberde kullanılan yalan, asıl dayanak yapılmakta; buna bağlı olarak da örgü yalanlar etrafına dizilmektedir. Böylece, geniş okuyucu bilincinde, haberdeki ‘civardaki yalan’ olarak tanımlanacak kısımlar kabul edilmemekte; ancak, yine kendisi de bir yalan olan asıl yalanın okuyucu bilincinde yer etmesine neden olunmaktadır.

Bu şekilde yapılan haberler sonunda, ortalama okuyucu, daha evvel bilincinde yer ettiği asıl dayanak haberle yeniden karşılaştığında; sorgusuz, bunun doğruluğunu kabul etmekte ve haberin muhatabını kendi bilincinde gerçeğinden ve olgudan kopartarak farklı bir yere koymaktadır. Hakkında psikolojik savaş yürütülen kişi de, psikolojik savaşın argümanı olan bu husus sayesinde geniş okuyucu nezdinde mahkum edilmektedir.

Yapılan haberlerin esas amacı budur ve haberi yapanlar açısından gerek ceza hukuku anlamında gerekse tazminat hukuku anlamında buradan çıkacak sonucun önemi bulunmamaktadır. Çünkü, amaç hasıl olmuştur. Sayın Mahkemelerce takdir edilecek tazminat veya ceza, yapılan haberle elde edilenin çok daha altındadır.

Yapılan haberde hangi yalanı karşılayacağımız, hangisine yanıt vereceğimiz hususunda tereddüt yaşamaktayız. “Haber/yazı yalandır” demek bile bize zul gelmektedir.

4. Müvekkil Dr. Doğu Perinçek, 40 yılı aşkın süredir bağımsız ve demokratik bir Türkiye için özgürlüğü ve canı pahasına mücadele eden, bu değerler için bedeller ödeyen, bu konularda onlarca kitap, yüzlerce makale yazmış; dürüstlüğü, kararlılığı ve mücadeleciliği ile dostun-düşmanın hayranlığı ve saygısını kazanan bir kişilik olarak siyaset alanında yer almaktadır. Ülke çapında faaliyet gösteren, yerel ve genel tüm seçimlere katılan İşçi Partisi’nin Genel Başkanı’dır. Yalnızca Türkiye’de değil, dünya çapında tanınan bir siyasal kişiliktir. Bu konumuyla, söz konusu yazının müvekkile çok büyük manevi zarar verdiği açıktır.
Dava konusu haber/yazıda, davalılar, yayınladıkları haberde yer alan olguların doğru olmadığını göz ardı etmişler ve söz konusu haksız saldırıyı gerçekleştirmişlerdir. Bu bakımdan davalıların müvekkil Dr. Doğu Perinçek’e husumet duygularıyla saldırmış olmaları; hem de bu saldırıyı Mahkemelerce verilen pek çok mahkûmiyet kararına aldırış etmeksizin devam ettirmeleri Sayın Mahkemece verilecek kararın önemini bir kez daha arttırmaktadır. Bu nedenle, davalıların dava konusu haksız fiilleri nedeniyle mahkûmiyetlerine hükmedilmesi gerektiği görüş ve kanaatindeyiz. Zira, davalıların şahsında, milletimiz içine parçalanma tohumlarını atmak isteyenlerin Türk Mahkemelerinden gereken yanıtı almaları, milletimizin birliği açısından hayati bir önem taşımaktadır.

Son dönemde, mücadele ettiği çevrelerin bir tertibi sonucu gülünç iddialarla son derece hukuksuz bir şekilde tutuklanmış bulunan davacı müvekkil, yazılı ve görsel medyanın bir kısmı tarafından adeta linç edilmek istenmektedir. Şahsı ve genel başkanı olduğu İşçi Partisi ile ilgili pek çok yalan haber, iftira ve saldırı yazıları yayınlanmaktadır. Müvekkil Genel Başkan’ın tutuklu bulunması kişilik haklarına saldırabilineceği manasına gelmemelidir. Hukukun koruyucu şemsiyesi, her kişiye her dönemde ihtiyaç duyulan bir ‘olmazsa olmaz’dır.

Davalıların fiili ile oluşan ve giderilmesi olanaksız manevi zararın bir ölçüde de olsa giderilmesi bakımından, müvekkil İşçi Partisi Genel Başkanı Dr. Doğu Perinçek için 30.000(otuz bin)-TL manevi tazminatın, yayın tarihi olan 28.01.2010 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmekteyiz.
Belirttiğimiz nedenlere dayalı olarak kişilik hakları saldırıya uğrayan müvekkillerin Türk Medeni Kanunu 24 ve devamı maddeler ile Borçlar Kanunu 49. maddesi kapsamında düzenlenmiş bulunan hukuki korumadan faydalandırılması amacıyla işbu davamızı Sayın Mahkemeniz huzuruna getirmekteyiz.

KANITLAR : Anadolu’da Vakit Gazetesi’nin 28.01.2010 tarihli nüshası, İşçi Partisi Genel Başkan Vekili’nin 28.01.2010 tarihli basın açıklaması, tarafların ekonomik-sosyal durum araştırması ve her türlü yasal kanıt.

SONUÇ VE TALEP : Belirttiğimiz nedenlerle; davalıların fiili ile oluşan ve giderilmesi olanaksız manevi zararın bir ölçüde de olsa giderilebilmesi bakımından müvekkil Genel Başkan Dr. Doğu Perinçek adına;
• Dava konusu yazının bütünü bakımından davalıların 30.000(otuz bin)-TL manevi tazminat ödemeye mahkum edilmesi,
• Sayın Mahkemece takdir edilecek tazminat miktarına her iki davalının müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulması,
• Sayın Mahkemece takdir edilecek tazminat miktarına haksız fiil tarihi olan 28.01.2010 tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesi,
• Yargılama giderleriyle vekalet ücretinin davalı yana yükletilmesi
hususlarında karar verilmesini Sayın Mahkemenizden arz ve talep ederiz.
Saygılarımızla. 29.01.2010
Davacı vekili
Av. Emine Dayar

II. STAR GAZETESİNE

İSTANBUL ASLİYE HUKUK MAHKEMESİNE



DAVACI : Dr. Doğu Perinçek - İşçi Partisi Genel Başkanı
VEKİLLERİ : Av. Mehmet N. Aytekin - Av. Emine Dayar

DAVALI : 1. Star Medya Yayıncılık AŞ
Yeni Bosna Merkez Mah. Kavak Sok. No: 3/2 İstanbul
2. Helin Şahin (aynı adreste)

DAVA KONUSU : Müvekkil Dr. Doğu Perinçek’in kişilik haklarına ağır saldırı
nedeniyle davalıların 30.000-YTL manevi tazminata
mahkûm edilmesi istemini içerir dava dilekçesidir.

AÇIKLAMALAR :

1. Davalı Star Gazetecilik AŞ, Türkiye çapında yayın ve dağıtım yapan ‘Star’ isimli gazetenin sahibidir. Diğer davalı Helin Şahin de haberi yapan gazete çalışanı muhabirdir. Anılan gazetenin 28.01.2010 tarihli nüshasında müvekkil İşçi Partisi Genel Başkanı Dr. Doğu Perinçek’in kişilik haklarına saldırı amacı taşıyan “Perinçek’in emri belgede, Poyrazköy’ü dağıtın” başlıklı bir haber yayınlanmıştır.
2. Adı geçen davalılar Star isimli gazetenin 28.01.2010 tarihli nüshasında yazılan yazı ile müvekkil Dr. Doğu Perinçek’in kişilik haklarına ağır saldırıda bulunmuşlardır. Gazetenin birinci sayfasından ve yine 12. sayfasından ayrı ayrı olmak üzere “Perinçek’ten gelen emirler” başlığı altında yapılan haberde, müvekkil Genel Başkan’a yönelik olarak ve içeriği gerçek olmayan bir yazı yayınlanmıştır.

3. Kamuoyunda Ergenekon Davası olarak bilinen davanın 4. iddianamesi düzenlenip İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ne verilmiş ve Mahkemece de 27.01.2010 günü iddianamenin kabul kararı ile birlikte iddianame örneği önce basına; ardından da şüpheli müdafiilerine verilmiştir. Davalılar da bu iddianameye dayalı olarak bu haberi yapmışlardır.

Elbette ki, davalıların savunma argümanları, “İddianamede var, biz de ona dayalı olarak bu haberi yaptık” biçiminde olacaktır.

Ancak, birincisi dava konusu haber/yazıdaki gibi mutlak ve kesinlik içeren ifadeler iddianamenin kendisinde dahi yoktur.
İkincisi, iddianameyi tanzim eden savcıların dahi iddia etmediği/edemediği bir konuyu haberleştirmişlerdir. Savcılar, böylesi bir konuda müvekkil davacı Genel Başkan’ın ifadesine başvurmamışlar; iddianame içeriğinde de bu konuda her hangi bir kimseye isnatlarda bulunmamışlardır.
Üçüncüsü, dosya şüphelisi bir kişiden dijital ortamda ele geçtiği iddia edilen bir metne dayalı olarak iddianame eki bir belge niteliğinde bir yazıya dayanılmaktadır. Müvekkile kesinlikle ait olmayan ve müvekkili de bu anlamda ilgilendirmeyen ve dosya şüphelisinin dahi varlığını kabul etmediği bir yazıdan yola çıkarak müvekkili sorumlu tutmak ve bu yönde yayın yapmak, doğrudan müvekkilin kişilik haklarına saldırı kastının varlığının kanıtıdır.
Dördüncüsü, kamu gözünde en küçük bir inandırıcılığı kalmamış iddianamenin varlığı ve iddianamede ileri sürülen hususlardır.

Dava konusu yayın içeriğinde yer alan kısımların hukuki muhafaza altında olamayacağı; iddia edilen hususların gerçek olmadığı/olamayacağı, basit söylemi ile vasat bir karalama olduğu hususunu belirtmek zorundayız. Fakat bu noktada davalı yan, sığınılacak liman olarak iddianameyi işaret edecek; dikkat çekilen iddianame esas kabul edilip, bu esastan hareketle de müvekkile yönelik sınırsız bir karalamaya ortak olunmaktadır.

İddianame içeriğinde dahi dava konusu yayına mesnet bir husus olmamakla birlikte, iddianamenin kusursuz bir metin olarak algılanıp müvekkil davacı hakkında yargılara varılacak mesnette yayın yapılması da hukuken korunamaz.
Bu noktada iddianame mevhumu üzerinde durmak ve iddianameyi hazırlayan savcıların görev tanımlarına kısaca değinmeden geçmemek gerekmektedir.
İddianameyi savcı hazırlar.

Savcı Cumhuriyet savcısıdır. Dolayısı ile Cumhuriyet’ten taraftır. Cumhuriyet’in temel nitelikleri ve Cumhuriyet Devrimi’nin yasaları ile bağlıdır. Kimseden talimat alamaz. Delil yaratamaz, öznel yorumlardan kaçınır; cellatlık değil gerçeğin bekçiliğini yapar.
Avukat savunmayı temsil ederken vicdanı ve meslek etiğiyle bağlıdır.
Hakim ise tarafsızdır.
Sonuç olarak savcı taraftır. Fakat görevini yaparken kamu adına şüphelenilen şahıs hakkında olumlu ve olumsuz tüm kanıtları toparlar.

Yani, bir savcı görev tanımını aşsa, Cumhuriyet değil de hükümetin savcılığına soyunsa… Ya da hükümet savcılığa soyunsa (Başbakan’ın beyanları örnektir)… Adalet bakanları, bulunmuş/atanmış savcısına “Korkmayın biz arkanızdayız” dese… Soruşturmanın her aşaması Neo-liberal/Fetullahçı basına sızsa… Hukuk adına bilinen tüm ilkeler ayakaltına alınsa… Göz göre göre yalanlar, hem de çocuk güldüren yalanlar, cahilce yalanlar, söyleyenin inanamayacağı yalanlar hukuki kimlik kazansa… Yüz binlerce sayfa göz korkutsa… Gülmekten korktukları için kimsecikler okumasa… Siyasi bir kumpas, faşist bir anlayış hukuka egemen olsa… MÜVEKKİLİMİZE, “İDDİANAMEDE VAR YAZIYORLAR HUKUK BUNA ÇARESİZ Mİ” DİYECEĞİZ!
ÇARESİ VARDIR… SAYIN MAHKEMENİZDİR!

Hukuk iyi niyeti korur. İyi niyet gören Mahkemenin vicdanıdır. Görünür gerçeklik deyip görünür yalanı, bariz gerçeğe yeğleyecek miyiz? İddianame görünür gerçek değil, görünürdeki iddiadır! Aslının, Mahkemesinde tartışılacağı iddialardır. Dolayısı ile görünürdeki gerçek kavramı iddiaların var olduğudur. İddiaların gerçek olması değildir. Bu iddiaları gerçekmişçesine yansıtmak ise hukukun korumasında olamaz.

Nitekim, anılan iddianamenin tartışıldığı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi de, iddianamenin tartışılır olması boyutuna iddianame içeriğinde sözü edilen örgütle ilgili olarak “İDDİA EDİLEN ERGENEKON TERÖR ÖRGÜTÜ” ifadesinin kullanılmasını zorunlu kılmış bulunmaktadır.

Bu yargılama kapsamında soruşturma evresinde toplanan deliller ve düzenlenen iddianame, kamuoyunca ve pek çok aydınımızca da eleştirilmiş, Savcıların görev tanımlarını aştıkları hususu oldukça tartışılmış ve iddianameyi tanzim eden savcılar hakkında suç duyuruları ve şikayetler yapılmıştır. Bu şikâyet ve suç duyuruları hakkında da soruşturmalar halen devam etmektedir.

Özetle iddianame içeriğini tek tek yalanlayarak değil; kamu vicdanında yarattığı infial ve yargı adına utanç verici gelişmelere vurgu yapmakla yetiniyoruz.

İtibar edilemeyecek ve içeriği yargılama kapsamında tamamen aksi ispat edilerek yalanlanmış bir iddianame üzerinden “Cumhuriyet düşmanlarına ve yandaş basına” saldırı imkanı yeterince tanınmıştır ki, huzurdaki dava konusu yayına benzer pek çok yayın yapılmakta ve hemen hepsi Sayın Mahkemelerinizin huzuruna gelerek mahkum olmaktadırlar. Zira yapılan yayınlar vasıtası ile hukukun evrensel kuralı olan masumiyet karinesi ihlal edilmekte, yargılama süreci etkilenmeye çalışılmaktadırlar.

Dava konusu yayın içeriğinde ise, yine yukarıda belirttiğimiz “malul” iddianame esas alınarak, iddianame eklerindeki bir belgeden hareketle, müvekkil hakkında beyanlarda bulunulmaktadır. Haber “alıntı olma durumu ile” hukuka uygunluk kriterleri içinde kalmış gösterilmek istense de:

Bir yazının/haberin hukuka uygunluğunun belirlenmesine Yargıtay belli ölçütler getirmiştir:
“Anayasal güvence altında olan basın hürriyetinin, gene yasalarca korunan kişilik haklarına üstün tutulabilmesi için bu hürriyetin (Haber verme, yorum ve eleştiri hürriyetinin) gerçeklik, güncellik, kamu yararı, toplumsal ilgi VE KONU İLE İFADE ARASINDA DÜŞÜNSEL BAĞ kuralları çerçevesinde kullanılması gerekir. Bu kurallardan herhangi birinin ihlali halinde kişisel hakkın saldırıya uğradığı kabul edilir.” (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, T. 9.2.1999, E. 1998/7463, K. 1999/849).

Dolayısı ile davalı yan, dava konusu yayın içeriğindeki beyanların bu kriterlere uyduğu hususunu ispatla mükelleftir. Bu noktada esas dikkat çekmek istediğimiz husus dava konusu yayının ‘konu ile ifade arasındaki düşünsel bağ, öz ve biçim arasındaki denge’yi bozarak; Yargıtay kararında sözü edilen ilkenin ihlal edildiği hususudur. Bu iddialara sığınıp haber yapmanın yanı sıra, gazetecinin bu iddialara yaptığı katkı da dava konusu yayın içeriğinde sorgulanmalıdır.
Belirtmelidir ki, haber/yazıda kullanılan başlık gazeteci mahsulüdür. Kullanılan başlık peşin hükümlü, saldırgan, hedef gösterir ve husumete maruz bırakır mahiyette aşağılayıcı ve müvekkil hakkında şaibe yaratma eğilimlidir.
Müvekkil bu haber başlığı ile haberi yapan tarafından “çoktaaaaaan” mahkûm edilmiştir. Amaç kamuoyu vicdanında da bu mahkûmiyeti sağlamaktır. İnsan haysiyet ve şerefiyle oynayan bu yayının hukuki koruma altında olması beklenemez.

Dava konusu haber ile ilgili olarak görünürdeki gerçeklikle, görünürdeki iddia kavramları arasındaki ayrıma katkı sunması ve bu noktada gazetenin sorumluluğu bakımından aşağıdaki Yargıtay kararlarını yinelemeden geçemeyeceğiz:
“Davaya konu edilen yazı, ister yayın organının kendi adamları, ister abone olduğu bir ajans aracılığı ile sağlanan veya başka bir gazetenin bir gün önceki haberinden elde edilmiş olsun bu nitelikte oldukça bu sorumluluk esasını değiştirmez.” (Yarg. 4. HD. 14.06.1998 gün, E:2485, K:5958 sayılı kararı).
Bir başka Yargıtay kararı da şu şekildedir ;
“Gazeteci bu hak ve görevini yerine getirirken vereceği haberin gerçekliğini araştırmalı, başkasına zarar vermekten kaçınmalıdır. Gerek Dairemizin ve gerekse Hukuk Genel Kurulu’nun benimsediği ilkeye göre, gazetecinin bir haberi yayımlamadan önce kendinden beklenen özeni gösterip haberin ne ölçüde doğru olduğunu araştırması, haberin yayımlanmasında ilgililere zarar getirebilecek yazışlardan titizlikle kaçınması, mesleğinin sosyal önemi ve gazete haberinin kamuoyunda yaratacağı derin tepkiler dolayısıyla ödevlerindendir.” (Yargıtay 4.HD 26.11.1984 gün ve E.8966, K.8768 sayılı kararı).

Yüksek Yargıtay’ın kararları ışığında, yayını yapan gazetenin sorumluluğu ortadadır. Davalıların sahibi ve yayınlayanı olduğu Anadolu’da Vakit Gazetesi, dava konusu haberi yayınlamak suretiyle müvekkilin kişilik haklarına saldırıyı gerçekleştirmiştir. Kaldı ki, yayınlayan gazetenin haberin gerçekliğini araştırmadığı, başkasına zarar vermekten kaçınmadığı, haberi yayımlamadan önce kendinden beklenen özeni gösterip haberin ne ölçüde doğru olduğunu araştırmadığı, haberin yayımlanmasında ilgililere zarar getirebilecek yazışlardan titizlikle kaçınmadığı, hususu da açıkça görülmektedir.

Dava konusu yazı bu ölçütler ışığında değerlendirildiğinde; yayının, güncellik, gerçeğe uygunluk, kamu yararı ve özellikle de konu ile ifade arasında düşünsel bağlılık olarak belirlenen hukuka uygunluk ölçütlerinden uzak olduğunun kabulü gerekmektedir. Haber olduğu biçimi ile verilmeli, kişisel katkı bulunmamalıdır. Kişisel katkı yapılması halinde ise kişilik hakları bakımından zarar verici yazışlardan titizlikle kaçınılmalıdır.

Geçmiş dönemlerde, bu tür gazetecilik örneği yoktu… İftira ve gerçeğe aykırı haber yapma amaç ve gayretinde olanlarda dahi etik değerlere belli ölçüde de olsa bağlılık hissedilir ve gerçeğe aykırı yapılan haber “Bir doğrunun yanına bir yalan ekleme” suretiyle yapılırdı. İtaat ruhunun hakim olduğu, teslim alınmış kalemlerin gazetecilik yaptığı bu günlerde ise durum değişmiş “Bir yalanın yanına on yalan ekleme” biçimine dönüşmüştür.

Hatta, dezenformasyon (bilgi çarpıtma, yanıltma haber) öylesine abartılmıştır ki; haberde kullanılan yalan, asıl dayanak yapılmakta; buna bağlı olarak da örgü yalanlar etrafına dizilmektedir. Böylece, geniş okuyucu bilincinde, haberdeki ‘civardaki yalan’ olarak tanımlanacak kısımlar kabul edilmemekte; ancak, yine kendisi de bir yalan olan asıl yalanın okuyucu bilincinde yer etmesine neden olunmaktadır.

Bu şekilde yapılan haberler sonunda, ortalama okuyucu, daha evvel bilincinde yer ettiği asıl dayanak haberle yeniden karşılaştığında; sorgusuz, bunun doğruluğunu kabul etmekte ve haberin muhatabını kendi bilincinde gerçeğinden ve olgudan kopartarak farklı bir yere koymaktadır. Hakkında psikolojik savaş yürütülen kişi de, psikolojik savaşın argümanı olan bu husus sayesinde geniş okuyucu nezdinde mahkum edilmektedir.
Yapılan haberlerin esas amacı budur ve haberi yapanlar açısından gerek ceza hukuku anlamında gerekse tazminat hukuku anlamında buradan çıkacak sonucun önemi bulunmamaktadır. Çünkü, amaç hasıl olmuştur. Sayın Mahkemelerce takdir edilecek tazminat veya ceza, yapılan haberle elde edilenin çok daha altındadır.
Yapılan haberde hangi yalanı karşılayacağımız, hangisine yanıt vereceğimiz hususunda tereddüt yaşamaktayız. “Haber/yazı yalandır” demek bile bize zul gelmektedir.

4. Müvekkil Dr. Doğu Perinçek, 40 yılı aşkın süredir bağımsız ve demokratik bir Türkiye için özgürlüğü ve canı pahasına mücadele eden, bu değerler için bedeller ödeyen, bu konularda onlarca kitap, yüzlerce makale yazmış; dürüstlüğü, kararlılığı ve mücadeleciliği ile dostun-düşmanın hayranlığı ve saygısını kazanan bir kişilik olarak siyaset alanında yer almaktadır. Ülke çapında faaliyet gösteren, yerel ve genel tüm seçimlere katılan İşçi Partisi’nin Genel Başkanı’dır. Yalnızca Türkiye’de değil, dünya çapında tanınan bir siyasal kişiliktir. Bu konumuyla, söz konusu yazının müvekkile çok büyük manevi zarar verdiği açıktır.
Dava konusu haber/yazıda, davalılar, yayınladıkları haberde yer alan olguların doğru olmadığını göz ardı etmişler ve söz konusu haksız saldırıyı gerçekleştirmişlerdir. Bu bakımdan davalıların müvekkil Dr. Doğu Perinçek’e husumet duygularıyla saldırmış olmaları; hem de bu saldırıyı Mahkemelerce verilen pek çok mahkûmiyet kararına aldırış etmeksizin devam ettirmeleri Sayın Mahkemece verilecek kararın önemini bir kez daha arttırmaktadır. Bu nedenle, davalıların dava konusu haksız fiilleri nedeniyle mahkûmiyetlerine hükmedilmesi gerektiği görüş ve kanaatindeyiz. Zira, davalıların şahsında, milletimiz içine parçalanma tohumlarını atmak isteyenlerin Türk Mahkemelerinden gereken yanıtı almaları, milletimizin birliği açısından hayati bir önem taşımaktadır.

Star Gazetesi’nin müvekkile yönelik kastı öyle büyüktür ki; yapmış olduğu bir başka yayın içeriğinde Antalya’da Akdeniz Üniversitesi’nde gerçekleşen ve televizyonlarda görüntüleri yayınlanan, ülkücü olduğu iddia olunan bir meczubun silahlı saldırısını dahi getirip müvekkil Genel Başkan’a bağlamıştır. Bu haber nedeni ile de manevi tazminat ödemeye mahkûm olmuştur. Star Gazetesi’nin bu haberdeki saiki müvekkili davadan önce kamuoyu nezdinde mahkûm ettirmektir.
Mevcut siyasal iktidarın sesi konumundaki Star Gazetesi’nin maddi kaynakları sınırsız olmalı ki çekinmeden yalan haber yapabilmekte ve Sayın Mahkemelerce takdir edilecek tazminatlara ödenek ayırabilmektedir.

Son dönemde, mücadele ettiği çevrelerin bir tertibi sonucu gülünç iddialarla son derece hukuksuz bir şekilde tutuklanmış bulunan davacı müvekkil, yazılı ve görsel medyanın bir kısmı tarafından adeta linç edilmek istenmektedir. Şahsı ve genel başkanı olduğu İşçi Partisi ile ilgili pek çok yalan haber, iftira ve saldırı yazıları yayınlanmaktadır. Müvekkil Genel Başkan’ın tutuklu bulunması kişilik haklarına saldırabilineceği manasına gelmemelidir. Hukukun koruyucu şemsiyesi, her kişiye her dönemde ihtiyaç duyulan bir ‘olmazsa olmaz’dır.

Davalıların fiili ile oluşan ve giderilmesi olanaksız manevi zararın bir ölçüde de olsa giderilmesi bakımından, müvekkil İşçi Partisi Genel Başkanı Dr. Doğu Perinçek için 30.000(otuz bin)-TL manevi tazminatın, yayın tarihi olan 28.01.2010 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmekteyiz.
Belirttiğimiz nedenlere dayalı olarak kişilik hakları saldırıya uğrayan müvekkillerin Türk Medeni Kanunu 24 ve devamı maddeler ile Borçlar Kanunu 49. maddesi kapsamında düzenlenmiş bulunan hukuki korumadan faydalandırılması amacıyla işbu davamızı Sayın Mahkemeniz huzuruna getirmekteyiz.

KANITLAR : Star Gazetesi’nin 28.01.2010 tarihli nüshası, İşçi Partisi Genel Başkan Vekili’nin 28.01.2010 tarihli basın açıklaması, tarafların ekonomik-sosyal durum araştırması ve her türlü yasal kanıt.
SONUÇ VE TALEP : Belirttiğimiz nedenlerle; davalıların fiili ile oluşan ve giderilmesi olanaksız manevi zararın bir ölçüde de olsa giderilebilmesi bakımından müvekkil Genel Başkan Dr. Doğu Perinçek adına;
• Dava konusu yazının bütünü bakımından davalıların 30.000(otuz bin)-TL manevi tazminat ödemeye mahkum edilmesi,
• Sayın Mahkemece takdir edilecek manevi tazminattan davalıların müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulması,
• Sayın Mahkemece takdir edilecek tazminat miktarına haksız fiil tarihi olan 28.01.2010 tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesi,
• Yargılama giderleriyle vekalet ücretinin davalı yana yükletilmesi
hususlarında karar verilmesini Sayın Mahkemenizden arz ve talep ederiz.
Saygılarımızla. 29.01.2010 Davacı vekili
Av. Emine Dayar

III. ZAMAN GAZETESİ'NE

İSTANBUL ASLİYE HUKUK MAHKEMESİNE


DAVACI : Dr. Doğu Perinçek - İşçi Partisi Genel Başkanı
VEKİLLERİ : Av. Mehmet N. Aytekin - Av. Gönenç Laçin – Av. Emine Dayar

DAVALILAR : 1.Feza Gazetecilik AŞ
Çobançeşme Mah. Kalender Sok. No:16 Yenibosna/İST.
2. Melik Duvaklı (aynı adreste)

DAVA KONUSU : Müvekkil Dr. Doğu Perinçek’in kişilik haklarına ağır saldırı
nedeniyle davalıların 30.000-YTL manevi tazminata
mahkûm edilmesi istemini içerir dava dilekçesidir.

AÇIKLAMALAR :

Adı geçen davalılar Zaman isimli gazetenin 28.01.2010 tarihli nüshasında yazılan yazı ile müvekkil Dr. Doğu Perinçek’in kişilik haklarına ağır saldırıda bulunmuşlardır. Gazetenin 17. sayfasında, “Fabrikatör’ün Kafes’teki konumu Başkan” başlığı altında yapılan haberde, müvekkil Genel Başkan’a yönelik olarak ve içeriği gerçek olmayan bir yazı yayınlanmıştır.

Kamuoyunda Ergenekon Davası olarak bilinen davanın 4. iddianamesi düzenlenip İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ne verilmiş ve Mahkemece de 27.01.2010 günü iddianamenin kabul kararı ile birlikte iddianame örneği önce basına; ardından da şüpheli müdafilerine verilmiştir. Davalılar da bu iddianameye dayalı olarak bu haberi yapmışlardır.

Elbette ki, davalıların savunma argümanları, “İddianamede var, biz de ona dayalı olarak bu haberi yaptık” biçiminde olacaktır.

Ancak, birincisi dava konusu haber/yazıdaki gibi mutlak ve kesinlik içeren ifadeler iddianamenin kendisinde dahi yoktur.
İkincisi, iddianameyi tanzim eden savcıların dahi iddia etmediği/edemediği bir konuyu haberleştirmişlerdir. Savcılar, böylesi bir konuda müvekkil davacı Genel Başkan’ın ifadesine başvurmamışlar; iddianame içeriğinde de bu konuda her hangi bir kimseye isnatlarda bulunmamışlardır.
Üçüncüsü, dosya şüphelisi bir kişiden dijital ortamda ele geçtiği iddia edilen bir metne dayalı olarak iddianame eki bir belge niteliğinde bir yazıya dayanılmaktadır. Müvekkile kesinlikle ait olmayan ve müvekkili de bu anlamda ilgilendirmeyen ve dosya şüphelisinin dahi varlığını kabul etmediği bir yazıdan yola çıkarak müvekkili sorumlu tutmak ve bu yönde yayın yapmak, doğrudan müvekkilin kişilik haklarına saldırı kastının varlığının kanıtıdır.

Dördüncüsü, kamu gözünde en küçük bir inandırıcılığı kalmamış iddianamenin varlığı ve iddianamede ileri sürülen hususlardır.

Dava konusu yayın içeriğinde yer alan kısımların hukuki muhafaza altında olamayacağı; iddia edilen hususların gerçek olmadığı/olamayacağı, basit söylemi ile vasat bir karalama olduğu hususunu belirtmek zorundayız. Fakat bu noktada davalı yan, sığınılacak liman olarak iddianameyi işaret edecek; dikkat çekilen iddianame esas kabul edilip, bu esastan hareketle de müvekkile yönelik sınırsız bir karalamaya ortak olunmaktadır.
İddianame içeriğinde dahi dava konusu yayına mesnet bir husus olmamakla birlikte, iddianamenin kusursuz bir metin olarak algılanıp müvekkil davacı hakkında yargılara varılacak mesnette yayın yapılması da hukuken korunamaz.
Bu noktada iddianame mevhumu üzerinde durmak ve iddianameyi hazırlayan savcıların görev tanımlarına kısaca değinmeden geçmemek gerekmektedir.
İddianameyi savcı hazırlar.
Savcı Cumhuriyet savcısıdır. Dolayısı ile Cumhuriyet’ten taraftır. Cumhuriyet’in temel nitelikleri ve Cumhuriyet Devrimi’nin yasaları ile bağlıdır. Kimseden talimat alamaz. Delil yaratamaz, öznel yorumlardan kaçınır; cellatlık değil gerçeğin bekçiliğini yapar.
Avukat savunmayı temsil ederken vicdanı ve meslek etiğiyle bağlıdır.
Hakim ise tarafsızdır.
Sonuç olarak savcı taraftır. Fakat görevini yaparken kamu adına şüphelenilen şahıs hakkında olumlu ve olumsuz tüm kanıtları toparlar.

Yani, bir savcı görev tanımını aşsa, Cumhuriyet değil de hükümetin savcılığına soyunsa… Ya da hükümet savcılığa soyunsa (Başbakan’ın beyanları örnektir)… Adalet bakanları, bulunmuş/atanmış savcısına “Korkmayın biz arkanızdayız” dese… Soruşturmanın her aşaması Neo-liberal/Fetullahçı basına sızsa… Hukuk adına bilinen tüm ilkeler ayakaltına alınsa… Göz göre göre yalanlar, hem de çocuk güldüren yalanlar, cahilce yalanlar, söyleyenin inanamayacağı yalanlar hukuki kimlik kazansa… Yüz binlerce sayfa göz korkutsa… Gülmekten korktukları için kimsecikler okumasa… Siyasi bir kumpas, faşist bir anlayış hukuka egemen olsa… MÜVEKKİLİMİZE, “İDDİANAMEDE VAR YAZIYORLAR HUKUK BUNA ÇARESİZ Mİ” DİYECEĞİZ!
ÇARESİ VARDIR… SAYIN MAHKEMENİZDİR!
Hukuk iyi niyeti korur. İyi niyet gören Mahkemenin vicdanıdır. Görünür gerçeklik deyip görünür yalanı, bariz gerçeğe yeğleyecek miyiz? İddianame görünür gerçek değil, görünürdeki iddiadır! Aslının, Mahkemesinde tartışılacağı iddialardır. Dolayısı ile görünürdeki gerçek kavramı iddiaların var olduğudur. İddiaların gerçek olması değildir. Bu iddiaları gerçekmişçesine yansıtmak ise hukukun korumasında olamaz.

Nitekim, anılan iddianamenin tartışıldığı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi de, iddianamenin tartışılır olması boyutuna iddianame içeriğinde sözü edilen örgütle ilgili olarak “İDDİA EDİLEN ERGENEKON TERÖR ÖRGÜTÜ” ifadesinin kullanılmasını zorunlu kılmış bulunmaktadır.

Bu yargılama kapsamında soruşturma evresinde toplanan deliller ve düzenlenen iddianame, kamuoyunca ve pek çok aydınımızca da eleştirilmiş, Savcıların görev tanımlarını aştıkları hususu oldukça tartışılmış ve iddianameyi tanzim eden savcılar hakkında suç duyuruları ve şikayetler yapılmıştır. Bu şikâyet ve suç duyuruları hakkında da soruşturmalar halen devam etmektedir.

Özetle iddianame içeriğini tek tek yalanlayarak değil; kamu vicdanında yarattığı infial ve yargı adına utanç verici gelişmelere vurgu yapmakla yetiniyoruz.

İtibar edilemeyecek ve içeriği yargılama kapsamında tamamen aksi ispat edilerek yalanlanmış bir iddianame üzerinden “Cumhuriyet düşmanlarına ve yandaş basına” saldırı imkanı yeterince tanınmıştır ki, huzurdaki dava konusu yayına benzer pek çok yayın yapılmakta ve hemen hepsi Sayın Mahkemelerinizin huzuruna gelerek mahkum olmaktadırlar. Zira yapılan yayınlar vasıtası ile hukukun evrensel kuralı olan masumiyet karinesi ihlal edilmekte, yargılama süreci etkilenmeye çalışılmaktadırlar.

Dava konusu yayın içeriğinde ise, yine yukarıda belirttiğimiz “malul” iddianame esas alınarak, iddianame eklerindeki bir belgeden hareketle, müvekkil hakkında beyanlarda bulunulmaktadır. Haber “alıntı olma durumu ile” hukuka uygunluk kriterleri içinde kalmış gösterilmek istense de:

Bir yazının/haberin hukuka uygunluğunun belirlenmesine Yargıtay belli ölçütler getirmiştir:
“Anayasal güvence altında olan basın hürriyetinin, gene yasalarca korunan kişilik haklarına üstün tutulabilmesi için bu hürriyetin (Haber verme, yorum ve eleştiri hürriyetinin) gerçeklik, güncellik, kamu yararı, toplumsal ilgi VE KONU İLE İFADE ARASINDA DÜŞÜNSEL BAĞ kuralları çerçevesinde kullanılması gerekir. Bu kurallardan herhangi birinin ihlali halinde kişisel hakkın saldırıya uğradığı kabul edilir.” (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, T. 9.2.1999, E. 1998/7463, K. 1999/849).
Dolayısı ile davalı yan, dava konusu yayın içeriğindeki beyanların bu kriterlere uyduğu hususunu ispatla mükelleftir. Bu noktada esas dikkat çekmek istediğimiz husus dava konusu yayının ‘konu ile ifade arasındaki düşünsel bağ, öz ve biçim arasındaki denge’yi bozarak; Yargıtay kararında sözü edilen ilkenin ihlal edildiği hususudur. Bu iddialara sığınıp haber yapmanın yanı sıra, gazetecinin bu iddialara yaptığı katkı da dava konusu yayın içeriğinde sorgulanmalıdır.
Belirtmelidir ki, haber/yazıda kullanılan başlık gazeteci mahsulüdür. Kullanılan başlık peşin hükümlü, saldırgan, hedef gösterir ve husumete maruz bırakır mahiyette aşağılayıcı ve müvekkil hakkında şaibe yaratma eğilimlidir.
Bu noktada davalı gazetecinin ön plana çıkardığı başlığı irdelemek ve müvekkil bakımından aşağılayıcı bir sıfatlamaya dönüşüm sürecini de belirtmek gerekir. Müvekkil hakkındaki “Fabrikatör” şeklindeki sıfatlama ilk olarak MİT içindeki görevlerinden uzaklaştırılması akabinde ABD’ne giderek uzunca bir süre ülke kamuoyunu orada kurduğu ve yayın yaptığı internet sitesi içeriğindeki dezenformasyonlarla meşgul eden Mehmet Eymür’e aittir. Mehmet Eymür aynı sıfatlamayı “sentez” isimli kitabında da kullanmış ve tarafımızca bu yayına karşı İstanbul 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2006/73 esas sayılı dosyası kapsamında dava ikame edilmiştir. Manevi tazminat talepli davamızda Yargıtay’ın bozma ilamına dayalı olarak 2009/98 esas sayılı dosyası kapsamında Sayın Mahkeme neticede davalı Mehmet Eymür’ü manevi tazminat ödemeye mahkum etmiştir. Bu sıfatlamanın yapıldığı belge ve içeriği ise daha sonra Ergenekon Davası ismi ile maruf İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2008/209 esas sayılı dosyası kapsamına sunulan iddianame içeriğinde yer almıştır. Dolayısıyla bahsi geçen belge ve bu belgeye dayalı sıfatlama, hukuka aykırılığı tespit edilmiş bir belge olmakla, yayınlanmış fakat güncelliği de kalmamış bir belgedir.
Bu noktada Eymür’ün belgeyi hazırlaması anlaşılabilir. Fakat, kendi hakkında yazılmış bu metnin müvekkilden elde edilmesi işin tabiatına ne kadar uygunsa, Ergenekon savcılarının bu metni iddianamedeki iddialarına dayanak yapması o kadar abestir.

Davalı yan bu belgeye dayanarak daha önce de pek çok yayın yapmıştır. Öyle ki bu yayınlar Ergenekon Davasından da önceydi. Bu belgenin ne kadar önemsiz ve popüler söylemiyle basit bir kağıt parçası olduğunu davalı yan da bilmektedir. Öyleyse belgenin haber konusu yapılması ancak saldırı kastıyla izah olunabilir. Davalı yanın da davamıza konu haberi yapması halkı bilgilendirmek, haber yapmak değil “Fırsatını buldum saldırayım” şeklinde izah olunabilir.
Davalı bir kez daha müvekkilin gündeme gelmesi ile bu belgeden kaynaklanan sıfatlamayı yapmış ve müvekkili aşağılama şansını yakalamıştır. Sonuç olarak salt bu ifadeyi kullanarak haber yapılması dahi hukuka aykırılık oluşturmaktadır.
Müvekkil bu haber başlığı ile haberi yapan tarafından “çoktaaaaaan” mahkûm edilmiştir. Amaç kamuoyu vicdanında da bu mahkûmiyeti sağlamaktır. İnsan haysiyet ve şerefiyle oynayan bu yayının hukuki koruma altında olması beklenemez.
Dava konusu haber ile ilgili olarak görünürdeki gerçeklikle, görünürdeki iddia kavramları arasındaki ayrıma katkı sunması ve bu noktada gazetenin sorumluluğu bakımından aşağıdaki Yargıtay kararlarını yinelemeden geçemeyeceğiz:
“Davaya konu edilen yazı, ister yayın organının kendi adamları, ister abone olduğu bir ajans aracılığı ile sağlanan veya başka bir gazetenin bir gün önceki haberinden elde edilmiş olsun bu nitelikte oldukça bu sorumluluk esasını değiştirmez.” (Yarg. 4. HD. 14.06.1998 gün, E:2485, K:5958 sayılı kararı).
Bir başka Yargıtay kararı da şu şekildedir ;
“Gazeteci bu hak ve görevini yerine getirirken vereceği haberin gerçekliğini araştırmalı, başkasına zarar vermekten kaçınmalıdır. Gerek Dairemizin ve gerekse Hukuk Genel Kurulu’nun benimsediği ilkeye göre, gazetecinin bir haberi yayımlamadan önce kendinden beklenen özeni gösterip haberin ne ölçüde doğru olduğunu araştırması, haberin yayımlanmasında ilgililere zarar getirebilecek yazışlardan titizlikle kaçınması, mesleğinin sosyal önemi ve gazete haberinin kamuoyunda yaratacağı derin tepkiler dolayısıyla ödevlerindendir.” (Yargıtay 4.HD 26.11.1984 gün ve E.8966, K.8768 sayılı kararı).

Yüksek Yargıtay’ın kararları ışığında, yayını yapan gazetenin sorumluluğu ortadadır. Davalıların sahibi olduğu Zaman Gazetesi, dava konusu haberi yayınlamak suretiyle müvekkilin kişilik haklarına saldırıyı gerçekleştirmiştir. Kaldı ki, yayınlayan gazetenin haberin gerçekliğini araştırmadığı, başkasına zarar vermekten kaçınmadığı, haberi yayımlamadan önce kendinden beklenen özeni gösterip haberin ne ölçüde doğru olduğunu araştırmadığı, haberin yayımlanmasında ilgililere zarar getirebilecek yazışlardan titizlikle kaçınmadığı, hususu da açıkça görülmektedir.

Dava konusu yazı bu ölçütler ışığında değerlendirildiğinde; yayının, güncellik, gerçeğe uygunluk, kamu yararı ve özellikle de konu ile ifade arasında düşünsel bağlılık olarak belirlenen hukuka uygunluk ölçütlerinden uzak olduğunun kabulü gerekmektedir. Haber olduğu biçimi ile verilmeli, kişisel katkı bulunmamalıdır. Kişisel katkı yapılması halinde ise kişilik hakları bakımından zarar verici yazışlardan titizlikle kaçınılmalıdır.

Geçmiş dönemlerde, bu tür gazetecilik örneği yoktu… İftira ve gerçeğe aykırı haber yapma amaç ve gayretinde olanlarda dahi etik değerlere belli ölçüde de olsa bağlılık hissedilir ve gerçeğe aykırı yapılan haber “Bir doğrunun yanına bir yalan ekleme” suretiyle yapılırdı. İtaat ruhunun hakim olduğu, teslim alınmış kalemlerin gazetecilik yaptığı bu günlerde ise durum değişmiş “Bir yalanın yanına on yalan ekleme” biçimine dönüşmüştür.
Hatta, dezenformasyon (bilgi çarpıtma, yanıltma haber) öylesine abartılmıştır ki; haberde kullanılan yalan, asıl dayanak yapılmakta; buna bağlı olarak da örgü yalanlar etrafına dizilmektedir. Böylece, geniş okuyucu bilincinde, haberdeki ‘civardaki yalan’ olarak tanımlanacak kısımlar kabul edilmemekte; ancak, yine kendisi de bir yalan olan asıl yalanın okuyucu bilincinde yer etmesine neden olunmaktadır.

Bu şekilde yapılan haberler sonunda, ortalama okuyucu, daha evvel bilincinde yer ettiği asıl dayanak haberle yeniden karşılaştığında; sorgusuz, bunun doğruluğunu kabul etmekte ve haberin muhatabını kendi bilincinde gerçeğinden ve olgudan kopartarak farklı bir yere koymaktadır. Hakkında psikolojik savaş yürütülen kişi de, psikolojik savaşın argümanı olan bu husus sayesinde geniş okuyucu nezdinde mahkum edilmektedir.

Yapılan haberlerin esas amacı budur ve haberi yapanlar açısından gerek ceza hukuku anlamında gerekse tazminat hukuku anlamında buradan çıkacak sonucun önemi bulunmamaktadır. Çünkü, amaç hasıl olmuştur. Sayın Mahkemelerce takdir edilecek tazminat veya ceza, yapılan haberle elde edilenin çok daha altındadır.

Yapılan haberde hangi yalanı karşılayacağımız, hangisine yanıt vereceğimiz hususunda tereddüt yaşamaktayız. “Haber/yazı yalandır” demek bile bize zul gelmektedir.

Müvekkil Dr. Doğu Perinçek, 40 yılı aşkın süredir bağımsız ve demokratik bir Türkiye için özgürlüğü ve canı pahasına mücadele eden, bu değerler için bedeller ödeyen, bu konularda onlarca kitap, yüzlerce makale yazmış; dürüstlüğü, kararlılığı ve mücadeleciliği ile dostun-düşmanın hayranlığı ve saygısını kazanan bir kişilik olarak siyaset alanında yer almaktadır. Ülke çapında faaliyet gösteren, yerel ve genel tüm seçimlere katılan İşçi Partisi’nin Genel Başkanı’dır. Yalnızca Türkiye’de değil, dünya çapında tanınan bir siyasal kişiliktir. Bu konumuyla, söz konusu yazının müvekkile çok büyük manevi zarar verdiği açıktır.
Dava konusu haber/yazıda, davalılar, yayınladıkları haberde yer alan olguların doğru olmadığını göz ardı etmişler ve söz konusu haksız saldırıyı gerçekleştirmişlerdir. Bu bakımdan davalıların müvekkil Dr. Doğu Perinçek’e husumet duygularıyla saldırmış olmaları; hem de bu saldırıyı Mahkemelerce verilen pek çok mahkûmiyet kararına aldırış etmeksizin devam ettirmeleri Sayın Mahkemece verilecek kararın önemini bir kez daha arttırmaktadır. Bu nedenle, davalıların dava konusu haksız fiilleri nedeniyle mahkûmiyetlerine hükmedilmesi gerektiği görüş ve kanaatindeyiz. Zira, davalıların şahsında, milletimiz içine parçalanma tohumlarını atmak isteyenlerin Türk Mahkemelerinden gereken yanıtı almaları, milletimizin birliği açısından hayati bir önem taşımaktadır.

Son dönemde, mücadele ettiği çevrelerin bir tertibi sonucu gülünç iddialarla son derece hukuksuz bir şekilde tutuklanmış bulunan davacı müvekkil, yazılı ve görsel medyanın bir kısmı tarafından adeta linç edilmek istenmektedir. Şahsı ve genel başkanı olduğu İşçi Partisi ile ilgili pek çok yalan haber, iftira ve saldırı yazıları yayınlanmaktadır. Müvekkil Genel Başkan’ın tutuklu bulunması kişilik haklarına saldırabilineceği manasına gelmemelidir. Hukukun koruyucu şemsiyesi, her kişiye her dönemde ihtiyaç duyulan bir ‘olmazsa olmaz’dır.

Davalıların fiili ile oluşan ve giderilmesi olanaksız manevi zararın bir ölçüde de olsa giderilmesi bakımından, müvekkil İşçi Partisi Genel Başkanı Dr. Doğu Perinçek için 30.000(otuz bin)-TL manevi tazminatın, yayın tarihi olan 28.01.2010 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmekteyiz.
Belirttiğimiz nedenlere dayalı olarak kişilik hakları saldırıya uğrayan müvekkillerin Türk Medeni Kanunu 24 ve devamı maddeler ile Borçlar Kanunu 49. maddesi kapsamında düzenlenmiş bulunan hukuki korumadan faydalandırılması amacıyla işbu davamızı Sayın Mahkemeniz huzuruna getirmekteyiz.

KANITLAR : Zaman Gazetesi’nin 28.01.2010 tarihli nüshası, İşçi Partisi Genel Başkan Vekili’nin 28.01.2010 tarihli basın açıklaması, tarafların ekonomik-sosyal durum araştırması ve her türlü yasal kanıt.

SONUÇ VE TALEP : Belirttiğimiz nedenlerle; davalıların fiili ile oluşan ve giderilmesi olanaksız manevi zararın bir ölçüde de olsa giderilebilmesi bakımından müvekkil Genel Başkan Dr. Doğu Perinçek adına;
• Dava konusu yazının bütünü bakımından davalıların 30.000(otuz bin)-TL manevi tazminat ödemeye mahkum edilmesi,
• Sayın Mahkemece takdir edilecek tazminat miktarından davalıların müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulması,
• Sayın Mahkemece takdir edilecek tazminat miktarına haksız fiil tarihi olan 28.01.2010 tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesi,
• Yargılama giderleriyle vekalet ücretinin davalı yana yükletilmesi
hususlarında karar verilmesini Sayın Mahkemenizden arz ve talep ederiz.
Saygılarımızla. 29.01.2010
Davacı vekili
Av. Emine Dayar