Asrın davası olarak nitelenen “Ergenekon” davası, Silivri Yüksek Güvenlikli Cezaevinin yüksek duvarları arkasında başladı. Duruşmayı izlemek üzere gelen ve cezaevi önünde toplanan, çoğunluğunu İşçi Partililerin oluşturduğu binlerce yurttaş, duruşma bitinceye kadar Ergenekon tertibini protesto ederek beklediler. Duruşmaların bitiminde İşçi Partisi Genel Başkan vekili Mehmet Bedri Gültekin, bekleyen yurttaşlara bir konuşma yaptı.
Davanın ilk oturumunda İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ve diğer yöneticilerinin avukatları üç konuda itirazda bulundular. Ayrıca Sayın Doğu Perinçek de İşçi Partisi’nin yargılanmak istenmesinin Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası’na aykırılığı konusunda dinleyenlerin “Anayasa ve siyasi partiler hukuku dersi verdi” diye yorumladıkları uzun bir konuşma yaptı.
Duruşmada sanıkların kimlik tespitleri dahi yapılamadan usul tartışmaları güne damgasını vurdu. Önce başta İşçi Partisi yöneticilerinin avukatları olmak üzere çok sayıda sanık vekili söz alarak, duruşmaların cezaevinde yapılmasına karşı çıktılar. Avukatlar, burada yargılama yapılmak istenmesinin "adil yargılanma", "aleniyet", "savunmanın kısıtlanmaması" gibi temel hukuk kurallarının açıkça ihlali olduğunu, ayrıca salonun küçüklüğü nedeniyle avukatlar, izleyiciler ve gazetecilerin salona giremediklerini belirttiler.
Uzun tartışmaların ardından oturuma ara veren mahkeme, duruşmanın burada devamına karar verdi.
Bilahare bir kısım sanık vekili, mahkeme hakimlerinin tarafsızlıklarından şüphe duyduklarını belirterek reddi hakim itirazında bulundular.
Mahkeme, reddi hakim talebi hakkında bir karar vermek üzere duruşmayı 23 Ekim 2003 gününe erteledi.
İşçi Partisi avukatlarının 23 Ekim2008 günü karara bağlanacak itirazları özetini ve itiraz dilekçelerini aşağıda sunuyoruz.
PARTİMİZİN ANAYASAL GÜVENCESİ YOK EDİLİYOR
İddianamede İşçi Partisi’nin yasal faaliyetlerinin suçlandığını belirten avukatlar, bunun siyasi partilere ilişkin anayasal güvencelere aykırı olduğunu, parti faaliyetlerinin ancak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca soruşturulabileceğini ve partilerin Anayasa Mahkemesi’nde yargılanabileceklerini söylediler. Bu sebeplerle Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu’nda öngörülen siyasi parti güvencesine ilişkin hükümler uyarınca İşçi Partisi yöneticileri hakkında açılan davanın tefriki ile Yargıtay C. Başsavcılığı’nca yapılacak değerlendirme sonucunun beklenmesini isteyecekler.
Avukatların itirazlarında şu hususlar yer alıyor:
“Anayasa Mahkemesi kararı ile “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olduğu kesin hükümle saptanan AKP faaliyetlerini serbestçe sürdürmeye devam edecek; temelli kapatılması istemiyle hakkında Anayasa Mahkemesi’nde dava açılmış olan DTP yöneticileri icra-i faaliyetlerine devam edecekler, daha dün olduğu gibi Kandil’de PKK ile toplantılar düzenleyecekler, ama bu siyasi partiler anayasal güvenceden yararlandıkları için yöneticileri hakkında herhangi bir ceza davası açılmayacak… Hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca herhangi bir soruşturma dahi açılmamış İşçi Partisi’nin Genel Başkanı ve diğer merkez yöneticileri salt bu görevlerine ilişkin faaliyetleri nedeniyle ceza mahkemesinde yargılanacaklar… Bunu adalet ve hukukla bağdaştırmak mümkün değildir.”
DAVA ANKARA’DA GÖRÜLMELİDİR
İddianamedeki sözde suçlamanın “hükümeti devirmeye teşebbüs” olduğunu söyleyen İşçi Partisi’nin avukatları, “TBMM, Hükümet Ankara’dadır” diyerek davaya bakmaya İstanbul Mahkemelerinin değil Ankara Mahkemelerinin yetkili oluğunu belirttiler. İddianamenin okunmasından ve sorgulamadan önce yetkisizlik kararı verilerek, dosyanın yetkili Ankara Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesini isteyecekler.
CEZAEVİNDE YARGILAMA YAPILAMAZ
Davanın Silivri’de Cezaevinde görülmesine itiraz eden İşçi Partisi’nin avukatları şunları belirtiyor:
“Adliyeler ve cezaevleri, birbirleriyle eşleştirilecek kuruluşlar olmadığı gibi, işlevleri de birbirinden farklıdır. Adliyelerde, kişilerin suçlu olup olmadığını tespite yönelik çalışmalar yapılırken, cezaevlerinde, mahkemelerce verilen tutuklama veya mahkûmiyet hükümleri infaz edilir. Birinde yargılama yapılır, diğerinde sonuç uygulanır.”
“Halka ve Millete karşı olan yönetimler, yüksek ve kalın saray duvarlarının arkasına saklanırlar. Bundan daha tehlikeli olanı, yargının kalelere hapsedilmesi, kalın duvarların arkasına saklanmasıdır. O zaman savaş yargılaması olur.”
“Oldu olacak, Silivri Cezaevi’nin içine bir de musalla taşı konulsun ve mezarlık yapılsın! Cumhuriyeti, Atatürk Devrimini savunanlar buraya hapsedilsin! Milletin gözlerinden uzakta, yasalara uyulmadan, sözde yargılamalar yapılsın ve mezara konulsunlar.” diyen avukatlar bu uygulamanın Hitler Almanya’sı dışında bir başka örneği bulunmadığını söylediler.”
I.İTİRAZ DİLEKÇESİ:
İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA
DOSYA NO : 2008/209
KONU : Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu’nda öngörülen
siyasi parti güvencesine ilişkin hükümler uyarınca
İşçi Partisi yöneticileri hakkında açılan davanın
tefriki, İşçi Partisi yöneticilerine ilişkin iddialar ve
dayanaklarının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na
gönderilmesi ve tutuklu müvekkillerin tahliyelerine
karar verilmesi istemidir.
AÇIKLAMALAR :
Müvekkiller, 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu uyarınca kurulmuş ve bu yasanın güvencesi altında faaliyette bulunan İşçi Partisi’nin; Genel Başkanı, Genel Sekreteri, Genel Başkan Yardımcısı, Merkez Karar Kurulu üyeleri ve üst düzey yöneticileridir.
Müvekkiller hakkında açılan dava, Yargıtay C. Başsavcılığı’nın ve Anayasa Mahkemesi’nin soruşturma ve yargılama alanını da kapsadığından Anayasa’nın 68. maddesinde yer alan anayasal güvence ve Siyasi Partiler Kanunu’nun 98. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Müvekkillere yönelik suçlamalar, siyasi parti yöneticisi sıfatıyla yürüttükleri siyasi faaliyetler ve parti çalışmalarıdır. Dayanılan kanıtlar, İşçi Partisi’nin kamuya açık siyasal faaliyetleri, Parti belgeleri, Partinin basın açıklamaları ve Parti binalarında yapılan aramalarda elde edildiği iddia edilen belge, CD ve bilgisayar kayıtlarıdır.
SPK’nun “bir siyasî partinin yasak eylemlere odak olması hali”ni düzenleyen 103. maddesinde; Genel Başkan ile merkez karar ve yönetim organlarında görevli üyelerin faaliyetlerinin o siyasî partiyi bağlayacağı belirtilmiştir. Genel Başkan, SPK’na ve İşçi Partisi Tüzüğüne göre Parti organıdır. Siyasi parti genel başkanlarının, tek başına giriştikleri her türlü siyasal eylem ve söylemlerinin, genel başkanı bulunduğu siyasal partiyi bağlayacağı ve bunları yargılama yetkisinin Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkisi içinde bulunduğu, Anayasa Mahkemesi’nin kesin ve istikrarlı görüşüdür.
SPK’nun düzenlediği “parti yasakları” ile Türk Ceza Kanunu’nun bazı “suç” tanımları arasında özdeşlik ve örtüşme vardır. 5237 sayılı TCK’nun İkinci Kitap, Dördüncü Kısım’ında yer alan “Millete ve Devlete Karşı Suçlar ve Son Hükümler” başlıklı bölümlerindeki suç tanımlarının önemli bir kısmı, parti kapatma nedenleri ile özdeşlik taşımaktadır. Bu nedenle bir siyasal partinin kapatma nedeni olarak kabul edilen eylemlerinin sabit olup olmadığının ve suç olarak tanımlanan bir amaç taşıyıp taşımadığının araştırılmasının, ilk bakışta hem anayasal yargıyı hem de ceza yargılamasını ilgilendirdiği açıktır. Ne var ki; mevcut hukuk sistemimizin, Anayasa Mahkemesi ile ceza mahkemelerinin aynı eylem hakkında ayrı ayrı yargılama yapmasını öngördüğü ileri sürülemez ve böyle bir iddia kabul edilemez. Ceza mahkemesi, Anayasa Mahkemesi’ne talimat anlamı taşıyacak bir hüküm vermiş olur. Bu, hukuka aykırıdır.
Anayasa koyucu, iki ayrı kesin hüküm yaratabilecek süreçlerin aynı zamanda sürdürülmesi halinde, kesin hükümler arasında doğması mümkün ve muhtemel bulunan, aykırılıkları giderecek bir düzenlemeyi benimsemiştir. Anayasa’nın, siyasi partilere güvence sağlayan hükümleri, üstün hukuk normu niteliğindedir; ceza mahkemesini de bağlar.
Müvekkillerimizin ceza yargılamasına konu edilmek istenen eylemlerini, öncelikle Anayasal norm çerçevesinde ele almak gerekir. Bu siyasal eylemler hakkında Anayasa Mahkemesi’nin değil, mahkemenizin yargılama yapması anayasal düzenlemeye aykırıdır. Çünkü, bir bütün olan yargının; aynı siyasal partinin faaliyetleri ve amacı konusunda iki farklı karar alması düşünülemez.
SPK’da siyasal partilerin denetimi Yargıtay C. Başsavcılığı’na bırakılmış ve 10. maddesinde Yargıtay C. Başsavcılığı’nca her siyasi parti için bir sicil dosyası tutulacağı öngörülmüştür.
SPK’nun “İdari Mercilerin, Savcıların ve Mahkemelerin Görevi” başlıklı 106. maddesine göre; SPK’da siyasi partilerin kapatılma nedenlerinin düzenlendiği 101, 103 ve 104. maddelerinde belirtilen fiil ve haller hakkında bilgi edinen mahkemeler, bu gibi fiil ve halleri öğrendikleri zaman durumu derhal Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na bildirmekle yükümlüdürler. Anayasa’nın öngördüğü bu yükümlülük, “bildirim” yükümlülüğüdür. Bu aşılara doğrudan yargılama yapılması, yetki tecavüzüdür.
Çünkü SPK’nun 98. maddesinde, siyasi partiler hakkında dava açma yetkisi Yargıtay C. Başsavcılığı’na verilmiş ve iddianamesine esas teşkil edecek olayların araştırılması ve soruşturulmasında, davanın açılması ve yürütülmesinde Cumhuriyet savcılarına ve sorgu hâkimlerine tanınan bütün yetkilere sahip olduğu belirtilmiştir. Siyasi partiler hakkında açılan davalara bakmaya ise Anayasa Mahkemesi’nin yetkili olduğu bilinmektedir.
Nitekim Askeri Yargıtay Başsavcılığı’nın 25.01.1984 gün ve 1984/262 sayılı MSP Davası Tebliğnamesi; 30.04.1984 gün ve 1984/1134 sayılı TİKP Davası Tebliğnamesi ve 12.06.1984 günlü Ek Tebliğnamede konu etraflı olarak ele alınmış ve şu saptamalarda bulunulmuştur:
Anayasa Mahkemesi’nce kapatılmamış parti yasaldır. Birden fazla suç duyurusunda bulunulduğu halde, C. Başsavcılığı bir parti hakkında kapatma davası açmamış ise o partinin yasal olduğu, yasalar doğrultusunda faaliyet gösterdiği saptanmış demektir. Ceza yargısının da bunu benimsemesi “hukuk devletinin bir gereğidir”. Partinin ve yöneticilerinin faaliyetlerinin yasadışına çıkıp çıkmadığının tartışılmasına ceza mahkemesi yetkili değildir; böyle bir değerlendirmeyi, ancak C. Başsavcılığı ve Anayasa Mahkemesi yapabilir. Partinin ve yöneticilerinin faaliyetlerinin yasallığını tartışan ceza mahkemesi kendisini “Anayasa Mahkemesi yerine” koymuş olur.
Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 03.12.1975 gün ve E.1975/42 K. 1975/49 sayılı kararı da konuya ışık tutmaktadır:
Anılan kararda TSİP Ankara İl Yönetim Kurulu üyeleri olan sanıkların hukuki durumlarının takdir ve tayini için parti hakkında bir soruşturma olup olmadığı ve sonucunun saptanması, ayrıca suçlanan bildirinin “Partinin tüzük ve programına uygunluk derecesinin” araştırılması gerektiği belirtilmiştir.
Sorunu somut olarak ortaya koyacak olursak iddianamede yer alan, Sayın Doğu Perinçek ve arkadaşları hakkındaki suçlamalar ve suç kanıtları, Parti kararları ve Parti faaliyetidir:
• İşçi Partisi Genel Başkanı Sayın Doğu Perinçek’in 25 Kasım 1999 tarihinde “Devletin Yeniden Yapılanması Üzerine” başlığıyla Partinin merkez organı olan Başkanlar Kurulu’na sunduğu ve anılan organca kabul edilen karar metni “Ergenekon” yapılanmasına atfedilen “Ergenekon Analiz, Yeni Yapılanma Yönetim ve Geliştirme Projesi-İstanbul / 29 Ekim 1999” başlıklı yazı ile kasten karıştırılmaktadır. Oysa yargılama konusu yapılan İşçi Partisi Başkanlık Kurulu’nun kararı iddiaların tam aksini göstermektedir.
İşçi Partisi’nin bu kararında, “Ordunun birliği” savunulmakta, “Orduya sızma ve nifak gayretleri” eleştirilmekte, “Ordu içinde ordu ve devlet içinde devlet” yapılanmalarına karşı çıkılarak şöyle denilmektedir:
“Genelkurmay Başkanlığı, yürütme faaliyeti içinde, ulusal güvenliğin silahla sağlanmasından birinci derece sorumlu komuta makamıdır. Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesindeki herhangi bir yeniden yapılanma çalışmasının doğrudan Genelkurmay Başkanlığı’nın komutası altında olması, tartışılmaz bir ilkedir ve bu kamu faaliyetinin ulusal amaca uygunluğu ve meşruluğu açısından da en temel güvencedir. Komuta zinciri dışındaki veya hiyerarşiyi zayıflatacak yapılanmalar, çıkış noktasında yurtsever amaçlarla açıklansa bile, Ordunun ve Türkiye’nin birliğine zarar veren eğilimlere kapılma tehlikesini barındırırlar. Dünyanın çeşitli ülkelerindeki tecrübeler komuta kademesinin denetimi altında yürütülmeyen denemelerin ordu içinde ordu ve devlet içinde devlet gibi oluşumlara yol açtığını gösterir.”
Görüldüğü gibi İşçi Partisi’nin bu kararının özü, Gladyo’nun tasfiyesidir. Türkiye’nin Gladyo’dan arındırılmasını düzenleyen biricik parti programıdır. Bu program, “Ergenekon’un Yeniden Yapılandırılması” diye anılan CIA markalı programla kasıtlı olarak karıştırılmakta, davada baş kanıt olarak getirilmektedir.
İşçi Partisi’nin bu kararında “Hükümeti yönetecek öncü örgütlenme” de açıkça “İşçi Partisi” olarak tanımlanıp gösterilmektedir.
• Keza iddianamenin 72, 92, 130 ve devamı sayfalarında tekrar tekrar
aktarılan İşçi Partisi Genel Başkanı Sayın Doğu Perinçek’in, İşçi Partisi Genel Merkezi’nde bulunan “Kuşatma Nerden ve Nasıl Yarılır – 16 Kasım 2003” başlıklı yazısı suç kanıtı olarak gösterilmektedir. İşçi Partisi Genel Başkanı’nın Partiyi bağlayan resmi bir basın toplantısıyla kamuoyuna açıkladığı, çeşitli televizyon kanallarında Millete duyurduğu, 16 Kasım 2003 tarihli Aydınlık dergisinde yayınlanan bu Parti bildirisinde; Türkiye’nin iç ve dış cephelerden kuşatıldığı tahlil edilmekte, Tayyip Erdoğan hükümetinin düşürülerek bir Milli Hükümet kurulması gerektiği saptanmakta ve bunun için Milli Güçbirliği’ne gereksinim olduğu vurgulanmaktadır.
İddianamede, yasal bir siyasi partinin Genel Başkanının bu siyasal tespitleri; “mevcut ‘hükümetin düşürülmesi’ için Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde bir yapılanmaya gidilerek, ‘Milli Kuvvetler’ oluşturulması bu şekilde hükümetin devrilmesinin planlandığı açıkça görülmektedir” şeklinde değerlendiriliyor.
Söz konusu yazıda açıkça “Millet-Ordu işbirliği, hiçbir zaman saray darbesi anlamını taşımamaktadır” denilmiş olmasına rağmen bunun bir “darbe planı” olduğu ileri sürülüyor. Bir siyasi partiyi bağlayan bu metin, Anayasal güvence hiçe sayılarak böyle yorumlanıp, doğrudan ceza yargılamasına konu edilmeye çalışılıyor. Böylece, Anayasa Mahkemesi’nin yetkisine tecavüz ediliyor.
• İşçi Partisi Genel Başkanı Sayın Doğu Perinçek’in Parti Genel Merkezi’nde bulunan ve kamuoyunda “İkiz Sözleşmeler” olarak bilinen uluslararası sözleşmelerin onayına ilişkin yasanın geri çevrilmesi istemiyle Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer’e yazdığı 11 Haziran 2003 tarihli mektubu, iddianamenin 140–141, 1415. ve diğer sayfalarında suçlama konusu yapılmaktadır.
• Yine iddianamenin 377 ve diğer bazı sayfalarında, İşçi Partisi Genel
Başkanı Sayın Doğu Perinçek’in, Partinin yayın organı Teori dergisinin Haziran 2000 tarihli sayısında yayımlanan “Türk ve Kürdün Birlikte Örgütlenme Projesi” başlıklı yazısı suç kanıtı olarak değerlendirilmektedir.
• İşçi Partisi Tüzüğüne göre bir Parti organı olan Ulusal Strateji Merkezi
(USMER)’nin bilim adamları ve uzmanların katılımıyla Milli Anayasa Taslağı hazırlaması, bunu imzaya açması ve kamuoyuna açıklaması, iddianameye göre suç kabul edilmektedir. (İddianame, s. 144, 1419, 1448, vd.)
• İşçi Partisi’nin, Emniyet teşkilatı içindeki yasadışı örgütlenmelerin
soruşturulması istemiyle C. Başsavcılıkları ve İçişleri Bakanlığı’na yaptığı suç duyuruları dahi atılı suçun kanıtları olarak gösterilmiştir.
• İddianamenin birçok yerinde, İşçi Partisi Genel Başkanı, Genel Başkan Vekili ve Genel Sekreteri ile diğer merkez yöneticilerinin; “Susurluk Özel Örgütü PKK’ya Silah Sattı”, “CIA-MOSSAD Ekibi, ‘Perinçek’e Suikast’”, “Devlete yuvalanmış CIA’cıların İşçi Partisi’ne Karşı Giriştikleri Tertip Boşa Çıkacaktır!” (24 Eylül 1998), “CIA-Fazilet Partisi İlişkisi Abdullah Gül Üzerinden Yürütülüyor” (7 Kasım 1998), “Kırcı, Çiller Özel Örgütünün Kara Kutusudur”, “İşçi Partisi’nden MGK’ya Fethullah Raporu” (12 Ocak 1999), “Varan 3: İsim İsim Danıştay Saldırısı Tertibi…” (27 Mayıs 2006), “Danıştay Suikastını Ulusalcılara Yıkma Tertibinde MİT Bağlantılı Üç Eleman…” (1 Haziran 2006), “Fethullahçı Gladyo’nun Gladyo Operasyonu” (26 Ocak 2008), “Ergenekon Senaryosunda Son Uydurmalar” (6 Mart 2008), Savcı Zekeriya Öz hakkında HSYK Başkanlığına yapılan şikâyet, (30 Nisan 2008 tarihli basın açıklaması) gibi yıllardır yapılagelmiş basın duyuruları, “Tayyip Erdoğan’ın ABD Büyük Ortadoğu Projesindeki Görevi”ne ilişkin Parti açıklamalarına bolca yer veriliyor ve suçlama konusu yapılıyor.
• İddianameye göre; İşçi Partisi’nin Genel Kongre kararıyla kabul edip
Yargıtay C. Başsavcılığı’na verdiği “Milli Hükümet Programı” başlıklı Parti Programı ve 2007 seçimleri öncesinde, iktidara geldiğinde Türkiye’yi yönetmek üzere tek tek bakanlarını belirleyip Millete ilan ettiği “Milli Hükümet Listesi” ağır suç kabul ediliyor.
• İddianamede, İşçi Partisi tarafından 9 Haziran 2007 tarihinde Diyarbakır’da yapılan “Birlik ve Kardeşlik Mitingi” başta olmak üzere birçok yasal eylemi suçlama konusu yapılıyor.
• İddianamede İşçi Partisi yöneticilerinin parti çalışmalarına, ilişkin birbirleriyle ve üçüncü kişilerle yaptıkları telefon görüşmeleri suç kanıtı olarak getirilmiştir.
Evet, bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. İşçi Partisi’nin yıllardır anayasal güvence altında sürdürdüğü siyasi parti çalışmalarına iddianamede yer verilmiştir. Parti organlarının kararları ve parti adına kamuoyuna yapılan açıklamalar, iddianamenin ekindeki klasörlere yerleştirilerek yargılama konusu yapılmaya çalışılmaktadır.
Nitekim soruşturmayı yürüten Savcı Zekeriya Öz, 23.07.2008 günü ATV Ana Haber Bülteni’nde yayınlanan açıklamasında, “Soruşturmanın merkezinde İşçi Partisi var” diyerek, bir siyasi partiyi siyasi faaliyetlerinden dolayı soruşturduğunu açıkça itiraf etmiştir.
Sıfatları nedeniyle İşçi Partisi’ni bağlayıcı konumlarda bulunan müvekkillerin iddianameye konu eylemleri, bütünüyle anılan Partinin siyasi faaliyetleri niteliğindedir; atılı suçlar aynı zamanda parti yasakları kapsamındadır; bu faaliyetleri SPK’na göre izlemekle görevli Yargıtay C. Başsavcılığı’nca Anayasa Mahkemesi’nde açılmış bir dava (ve hatta bildiğimiz kadarıyla bir soruşturma dahi) yoktur. Ancak, bu iddianame ile henüz Yargıtay C. Başsavcılığı’nın saptamadığı bir yasaya aykırılık İstanbul C. Başsavcılığı’nca soruşturularak, Mahkemenizce hükme bağlanması talebinde bulunulmuş olmaktadır.
Böylece Mahkemeniz, Yargıtay C. Başsavcılığı’nca iddia veya hatta soruşturma konusu dahi kılınmamış bir konuda karar vermek durumunda bırakılmaktadır.
Bu durum, iki ayrı yargı organı arasında çelişme çıkmasının ötesinde hukuk devleti ilkesinin de açıkça zedelenmesidir. Böylece, demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez ögesi olan siyasal partilerle ilgili anayasal güvencenin içi boşaltılmış olmaktadır.
Konu, sadece parti yöneticilerinin bu sıfatla yürüttükleri faaliyetleri nedeniyle cezai sorumluluklarının olup olmadığı da değildir. Tabii ki, bu faaliyetler suç oluşturuyorsa bu kişiler cezaî açıdan da sorumlu tutulacaktır. Sorun bu değildir. Sorun bu kişilerin parti yöneticisi sıfatıyla yürüttükleri faaliyetlerin yasaya aykırı olup olmadığını hangi yargı organının saptayacağıdır. Çünkü bu faaliyetlerin suç olarak belirlenmesi halinde ceza mahkemesi kaçınılmaz olarak siyasî parti hakkında da karar vermiş, Anayasa Mahkemesi’nin yetki alanına girmiş olacaktır. Çünkü ceza yargısı, ancak parti kapatma nedeni olmayan bireysel fiilleri yargılayabilir.
Şüphesiz, bu düzenlemenin ifade ettiği siyasi partilerle ilgili anayasal güvence, “suçluyu kurtaran” bir anayasal kural değildir. Partilere sağlanan bu güvence, anayasanın üstünlüğünün gereğidir. Ortada “suçlu cezasız kalacak” diye telaşlanmayı gerektiren bir durum yoktur; fakat anayasa yargısının yaptırım uygulanmasına gerek görmeyeceği eylemler nedeni ile hukuk düzenimizin öngörmediği biçimde partilerin Anayasa Mahkemesi dışında etkisiz hale getirilmesi önlenmektedir.
Nitekim İşçi Partisi’nin Gençlik Kolu olan Öncü Gençlik Genel Başkan Yardımcısı Tunç Akkoç hakkında verilen, Mahkemeniz Hâkimliği’nin Sorgu No: 2008/65, Soruşturma No: 2007/1536 sayılı ve 03.07.2008 tarihli Kararında bu konuda özen gösterilmiştir. Anılan kararda; “isnat edilen eylemin… şüpheli Tunç’un siyasî bir partinin eylemleri kapsamında değerlendirilebilecek çalışmaları” olduğu belirtilmiş ve tutuklanması istemi reddedilmiştir.
Belirtilen nedenlerle, müvekkiller hakkındaki davanın tefriki ile anayasal güvence gereği öncelikle Yargıtay C. Başsavcılığı’nca soruşturulabilecek ve Anayasa Mahkemesi’nce incelenebilecek siyasi parti faaliyetlerini kapsayan iddiaların Yargıtay C. Başsavcılığı’na bildirilmesi, sonucuna göre işlem yapılması hukukun gereğidir. Davamıza konu edilen bu eylemler nedeniyle, Anayasa Mahkemesi’nce partinin kapatılmasına karar verilmesi halinde, ancak o zaman bireysel cezai sorumluluk gündeme gelecek ve ceza mahkemesi önüne getirilebilecektir.
Dosyanın incelenmesinden İşçi Partisi yöneticileri olan müvekkiller hakkındaki bu iddialar, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nca daha önce 2008 Nisan ayında Yargıtay C. Başsavcılığı’na bildirilmişse de İşçi Partisi hakkında bugüne değin herhangi bir kapatma davasının açılmadığı bilinmektedir.
Hatta 28 Temmuz 2008 günü Yargıtay C. Başsavcılığı’na tarafımızdan başvurulmuş; “İşçi Partisi hakkında açılmış herhangi bir soruşturma bulunup bulunmadığı” sorulmuştur. Yargıtay C. Başsavcılığı’nca 31 Temmuz 2008 günü verilen yazılı yanıtta; “Siyasi parti faaliyetlerinin izlenmesi Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası hükümleri gereğince Cumhuriyet Başsavcılığımızın görevleri arasındadır” denilmiş ve İşçi Partisi hakkında açılmış herhangi bir soruşturmadan söz dahi edilmemiştir.
Yine üçüncü kişilerin iddianamede yer alan iddialar nedeniyle İşçi Partisi’nin kapatılması için Yargıtay C. Başsavcılığı’na başvurularda bulundukları ancak kapatma davası açılmadığı basına da yansımış bilgilerdendir. Bu kişilerin Yargıtay C. Başsavcılığı’nın İşçi Partisi hakkında kapatma davası açmaması nedeniyle yaptıkları başvuru Yargıtay Başkanlar Kurulu’nca da değerlendirilmiş ve Yargıtay 1. Başkanlık Kurulu’nun 22.09.2008 gün ve 112 sayılı kararıyla, konunun Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın takdirinde olduğuna hükmedilmiştir.
Müvekkiller ile diğer sanıklar arasında örgütsel bir bağ olmadığı sabittir. Evet, müvekkiller bir örgütün mensuplarıdırlar. Bu örgüt, İşçi Partisi’dir. Müvekkilleri birbirine bağlayan bağ, İşçi Partisi’nin disiplinidir. Bu disiplinin gereği olan hiyerarşi ve bu hiyerarşi içinde sürdürülen çalışmalar ceza yargılamasına konu edilmek istenmektedir.
Anayasa Mahkemesi karar ile “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olduğu kesin hükümle saptanan AKP faaliyetlerini serbestçe sürdürmeye devam edecek; temelli kapatılması istemiyle hakkında Anayasa Mahkemesi’nde dava açılmış olan DTP yöneticileri icra-i faaliyetlerine devam edecekler, daha dün olduğu gibi Kandil’de PKK ile toplantılar düzenleyecekler, ama bu siyasi partiler anayasal güvenceden yararlandıkları için yöneticileri hakkında herhangi bir ceza davası açılmayacak… Hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca herhangi bir soruşturma dahi açılmamış İşçi Partisi’nin Genel Başkanı ve diğer merkez yöneticileri salt bu görevlerine ilişkin faaliyetleri nedeniyle ceza mahkemesinde yargılanacaklar… Bunu adalet ve hukukla bağdaştırmak mümkün değildir.
Gece yarısı operasyonlarıyla bir Partinin Genel Merkezi ve il örgütlerine baskınlar düzenlenerek aramalar yapılması, bilgisayarlarına, kayıt, belge ve yazışmalarına el konulması; Genel Başkan, Genel Başkan Yardımcısı, Genel Sekreter, Merkez Karar Kurulu üyeleri ve yayın faaliyetlerinden sorumlu üst düzey yöneticilerinin gözaltına alınıp, tutuklanmaları; “gizli” olması gereken soruşturma hakkında aylarca basına servis yapılarak bu Parti aleyhine propaganda sürdürülmesi ve Parti faaliyetlerinin ceza yargılamasına tabi tutulması, o Partinin anayasal güvence altında olması gereken çalışmalarının engellenmesi, eylemli olarak kapatılması girişimidir.
İSTEM : Açıklanan nedenlerle;
Yargıtay C. Başsavcılığı’na bilgi gönderme tarihinin
Nisan 2008 olması ve bu tarihten sonra dosyaya
başkaca bilgi ve belgelerin de girmiş olduğu
gözetilerek, İşçi Partisi yöneticilerine ilişkin
iddialar ve tüm dayanaklarının SPK’nun 106.
maddesine göre değerlendirilmek üzere Yargıtay C.
Başsavcılığı’na gönderilmesine;
Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu’nda öngörülen
siyasi parti güvencesine ilişkin hükümler uyarınca
İşçi Partisi yöneticileri hakkında açılan davanın
tefriki ile Yargıtay C. Başsavcılığı’nca yapılacak
değerlendirme sonucunun beklenmesine;
Tutuklu müvekkillerin tahliyesine;
Karar verilmesini vekâleten ve saygı ile dileriz.
20.10.2008
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek
İşçi Partisi Genel Sekreteri Nusret Senem
İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ferid İlsever
İşçi Partisi Merkez Karar Kurulu Üyesi Serhan Bolluk
İşçi Partisi Merkez Karar Kurulu Üyesi M. Adnan Akfırat
İşçi Partisi Genel Merkez Basın Bürosu Başkanı Hikmet Çiçek
İşçi Partisi İzmir Ulusal Strateji Merkezi Üyesi Hayati Özcan
II. İTİRAZ DİLEKÇESİ:
YETKİ İTİRAZI
İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA
DOSYA NO : 2008/209
KONU : 5271 Sayılı CMK’nun 12 ve 18. maddeleri uyarınca davaya bakma yetkisi Ankara Mahkemelerine ait olduğundan, yetkisizlik itirazımızın kabulü ile dosyanın yetkili Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesi ve tutuklu müvekkillerin tahliyesi istemidir.
İSTEM GEREKÇELERİMİZ :
Genel anlamda iddianamede sanıklara isnat olunan amaç suç, “Silahlı Terör Örgütü Kurma, Yönetme, Zorla Hükümeti Iskata Teşebbüs T.C. Hükümetine Karşı Silahlı İsyana Tahrik, Açıklanması Yasak Belgeleri Temin Etmek”tir.
İddiaya göre bu örgüt, eylemleriyle ülkemizde bir askeri darbeyi gerçekleştirerek, T.C. Hükümetini düşürme girişimi içindedir. Bu amaçla, T.C. Hükümetine karşı silahlı isyanı tahrik ettiği iddia edilmektedir. Silahlı isyanın gerçekleştirilmesinin ise ancak Türk Silahlı Kuvvetlerinin eyleme iştiraki ile mümkün olabileceğinde kuşku yoktur. Sanıklara yapılan diğer bir suçlama da açıklanması yasak belgeleri temin etmektir. Yine iddiaya göre bu belgelerin sahipleri de genellikle Milli İstihbarat Teşkilatı ve daha çok Genelkurmay Başkanlığı’dır.
TBMM, T.C. Hükümeti ve Genelkurmay Başkanlığı, Türkiye Cumhuriyetinin başkenti Ankara’dadır. Burada yargılanan İşçi Partisi Genel Başkanı, Genel Sekreteri ve Genel Başkan Yardımcıları, Partinin seçilmiş organlarını temsil etmektedir. Siyasal partilerin görevli doğal yargıcı Anayasa Mahkemesi, doğal savcısı da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısıdır. İddianamede kanıt bulmak için arama yapılan partinin Genel Merkezi de Ankara’dır.
Her ne kadar yetki konusunda İstanbul Ümraniye ve Eskişehir’de elde edilen patlayıcı maddeler bir çıkış noktası kabul edilerek Mahkemenizin yetkili olduğu düşünülmüşse de; iddianamede en son suçlama konusu yapılan Danıştay baskınında herhangi bir patlayıcı ve bomba kullanılmamış, saldırı silahla gerçekleştirilmiştir. Danıştay baskını ile ilgili davada görevli ve yetkili Mahkeme olan Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi davayı sonuçlandırmıştır. Ancak, basından öğrenildiğine göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı elde edilen yeni delillerin de değerlendirilmesinden sonra yeniden karar verilmesi gerektiği görüşüyle dosyanın geri gönderilmesini içeren Tebliğnamesini açıklamıştır. Yargıtay ilgili Ceza Dairesi, Tebliğnameye uyduğu takdirde dosya yeniden Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüşülecektir. Bu olay Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmekte olan derdest bir dava olduğu için, CMK’nun 223/7 maddesi gereğince İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi yeniden yargılama yapıp hüküm kuramayacaktır. Aksi, usul ekonomisine de aykırıdır. Zira olayın mağdurları, tanıkları, varsa keşif gibi bütün delilleri Ankara’dadır. Yargıtay ilgili Dairesi, Tebliğnameyi benimsemeyip kararı onayladığı takdirde kesin hüküm nedeniyle bir yargılama engeli oluşturacaktır.
İddianamede suç yerleri dahi davanın yetkisiz mahkemede açılabilmesini sağlamak amacıyla tahrif edilmiştir. Örneğin müvekkillerden Doğu Perinçek’in, İşçi Partisi Genel Başkanı olduğu ve İşçi Partisi Genel Merkezi’nin Ankara’da olduğu bilinmektedir. Kendisi de Ankara’da gözaltına alınmıştır.
Keza yalnızca 6136 sayılı yasaya muhalefet nedeniyle davaya dahil edilmiş ve Ankara’da gözaltına alınmış olan, İstanbul’da herhangi bir faaliyetleri ileri sürülmeyen müvekkiller Aydın Gergin, Yusuf Tunçer ve Mahir Çayan Güngör’ün suç yerleri gerçeğe aykırı şekilde İstanbul olarak gösterilmiştir.
İddianamenin tümü okunduğu zaman işlenemez suç niteliğindeki soyut, varsayımlı ve kuşkuya dayalı suçlamaların gerçekleşme olasılığı hiç bulunmamakla birlikte, iddia edilen varsayımların sonuçlanmasının etkileri de geniş çapta ve öncelikle Ankara’da hissedilecektir. Belgelerin üretildiği, korunup saklandığı yerlerin yönetimleri, yani MİT Müsteşarlığı ve Genelkurmay Başkanlığı da Ankara’dadır.
5271 sayılı CMK’nun 12. maddesinin talebimize dayanak fıkraları aynen şu hükmü içermektedir:
“Madde 12 – (1) Davaya bakmak yetkisi, suçun işlendiği yer mahkemesine aittir.
(2) Teşebbüste son icra hareketinin yapıldığı, kesintisiz suçlarda kesintinin gerçekleştiği ve zincirleme suçlarda son suçun işlendiği yer mahkemesi yetkilidir…”
CMK’nun 18. maddesi ise yetkisizlik iddiasının ilk derece mahkemelerinde duruşmada en geç sorgudan önce bildirilmesi gerektiğini amir bir hüküm olarak düzenlenmiştir.
İSTEM : Kamu düzenine ilişkin bu yetki sorununun ön mesele olarak kabul edilerek, iddianamenin okunmasından ve sorgulamadan önce itirazımızın kabulü ile dosyanın yetkili Ankara Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine, tutuklu müvekkillerin tahliyesine karar verilmesini, saygı ile bilvekale arz ve talep ederiz. 20.10.2008
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek
İşçi Partisi Genel Sekreteri Nusret Senem
İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ferid İlsever
İşçi Partisi Merkez Karar Kurulu Üyesi Serhan Bolluk
İşçi Partisi Merkez Karar Kurulu Üyesi M. Adnan Akfırat
İşçi Partisi Genel Merkez Basın Bürosu Başkanı Hikmet Çiçek
İşçi Partisi İzmir Ulusal Strateji Merkezi Üyesi Hayati Özcan
İşçi Partisi Üyesi Yusuf Tunçer
İşçi Partisi Üyesi Aydın Gergin
İşçi Partisi Üyesi Mahir Çayan Güngör
İşçi Partisi Üyesi Yusuf Beşirik
III. İTİRAZ DİLEKÇESİ:
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına
Silivri
Dosya No : E. 2008/209
Konu : Yargılamanın cezaevinde yapılmasına itirazlarımız
Açıklamalar :
Mahkemeniz, İstanbul ili Beşiktaş ilçesindeki, İstanbul Adliyesinde görev yapmaktadır. Bakmakta olduğunuz davaların tamamının yargılaması İstanbul Adliyesi mahkeme salonunda yapılmaktadır. Mahkemeniz, 2008/209 esas sayılı davada, bu uygulamadan vazgeçerek, yargılamanın Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampusu’nda yapılmasına karar vermiştir. Verilen bu kararın uygulanması halinde yargılama cezaevinde yapılacaktır. Bu karar ve bu karar doğrultusunda yapılacak yargılama, yargılamanın açıklığı ilkesine, sanıkların masumiyeti ilkesine, savunmanın kısıtlanmaması ilkesine aykırıdır.
1. Duruşmanın Silivri’de Yapılması Haklı Sebeplere Dayanmamaktadır
Duruşmanın Mahkeme salonu dışında başka bir yerde yapılması, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 152. maddesinde düzenlenmiştir. CMK’nun 152. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendi hükmü şöyledir:
“Mahkeme, güvenliğin sağlanması bakımından duruşmanın başka bir yerde yapılmasına karar verebilir.”
Savaş hali veya sıkıyönetim söz konusu değildir. Bu nedenle anılan hüküm, hakkın özünü ortadan kaldıracak biçimde uygulanamaz.
Mahkemenin duruşmanın başka bir yerde yapılmasına karar vermesi halinde, sanıkların, vekillerinin, sanık yakınlarının, en önemlisi de, davayı izlemek isteyen halkın en kolay ulaşabileceği, yeterli büyüklükte merkezi bir yeri seçmesi gerekmektedir.
Davanın Silivri’de görülmesine, İstanbul’da merkezi bir yerde, salon bulamamak gibi bir sebep gösterilemez. İstanbul’un en merkezi yerlerinde, özel ve genel bütçeli idarelerin, kamu iktisadi teşebbüslerinin, il özel idarelerinin ve belediyelerin, yeterli büyüklükte çok sayıda yeri vardır. CMK’nun 250. maddesinde belirtilen suçlar nedeniyle, soruşturmanın gerekli kılması halinde, savcılığın bu gibi yerleri geçici olarak tahsis talebinde bulunması mümkündür. Talep üzerine bu gibi yerlerin tahsis edileceğinden kuşku yoktur. Geçmişte bunun örnekleri vardır.
CMK’nun 250. maddesinin 7. fıkrası hükmü şöyledir:
“250. maddede belirtilen suçlar nedeniyle Cumhuriyet savcıları, soruşturmanın gerekli kılması halinde geçici olarak, bu mahkemelerin yargı çevresi içindeki genel ve özel bütçeli idarelere, kamu iktisadi teşebbüslerine, il özel idarelerine ve belediyelere ait bina, araç, gereç ve personelden yararlanmak için istemde bulunabilirler.”
Madde hükmü, yer temini konusunda bir sıkıntının olmadığını göstermektedir
İstanbul’da, İstanbul Adliyesine yakın, ulaşımı kolay, çok daha büyük salonlar temin etmek mümkün iken, Silivri Cezaevinin yargılama yeri olarak seçilmesinin hiçbir haklı yanı yoktur.
2. Cezaevi Salonunda Yargılama Yapılması
Toplumun Sanıkları Suçlu Kabul Etmesi Sonucunu Yaratır
Yargılanmanın yapıldığı yerin ana giriş kapısında “Adalet Bakanlığı Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampusu“ yazılıdır. Yargılamanın yapılacağı salon bu kampus içindedir. Duruşma salonunun, tutuklu ve hükümlülerin bulunduğu birimden ayrı olması durumu değiştirmez. Sonuç itibariyle yargılamanın yapıldığı yer bir cezaevidir.
Adliyeler ve cezaevleri, birbirleriyle eşleştirilecek kuruluşlar olmadığı gibi, işlevleri de birbirinden farklıdır. Adliyelerde, kişilerin suçlu olup olmadığını tespite yönelik çalışmalar yapılırken, cezaevlerinde, mahkemelerce verilen tutuklama veya mahkûmiyet hükümleri infaz edilir. Birinde yargılama yapılır, diğerinde sonuç uygulanır.
Cezaevleri her ne kadar içinde tutuklu ve hükümlüleri barındırsa da, toplum, cezaevlerini suçluların kaldığı yer olarak algılamaktadır. Oysa yargılama sürecinde sanık masumiyet karinesinden faydalanmakta, masum kabul edilmektedir.
Bu davanın soruşturması, büyük bir psikolojik savaş eşliğinde yürütülmüştür.
Başbakan, kendisini bu davanın “savcısı” ilan ederken, Adalet Bakanı soruşturmayı yürüten savcıların hiçbir şeyden çekinmemelerini istemiş ve savcılara, “hiçbir mağduriyete uğramayacaksınız” teminatını vermiştir (25 Şubat 2008 tarihli Zaman Gazetesi). Soruşturmayı yürüten savcılarla ilgili şikâyetlerde de soruşturma izni vermeyerek sözünün gereğini yerine getirmiştir. Aynı Başbakan, Alman Mahkemesi’nin “Deniz Feneri Davası” kararını açıklayan basına olanca öfkesiyle yüklenmiş, Adalet Bakanı üzüntülerini belirtmiştir. Bir gazetecinin ne yapılacağını sorması üzerine de “bana ne ya” demiştir. Bu iki olayda Başbakan ve Adalet Bakanı’nın sergilediği iki farklı tutum, bu davanın soruşturmasındaki siyasal yönlendirmeyi göstermektedir.
Bu davanın soruşturması sırasında yaşanan haksızlıkların, iftira ve yalanların, hukuksuzlukların Türkiye tarihinde bir başka benzeri olmadığı gibi, faşist rejimler dışında dünya tarihinde de benzeri yoktur.
Bir kısım gazeteciler, gözaltı işlemleri başlamadan çok önce kimlerin gözaltına alınacağını tefrika halinde yayınlamış, televizyonlarda açıklamış, dalga dalga operasyonlarda, isimleri zikredilenler gerçekten gözaltına alınmışlar, kâhin gazetecilerin kehanetleri doğrulanmıştır.
Bir yılı aşkın süre insanlar neyle suçlandıklarını bilmeden cezaevinde tutulurken, “Ergenekon” kitapları yazılmıştır.
Soruşturmanın gizliliği ilkesine, ayrıca gizlilik kararı verilmiş olmasına rağmen, şüphelilerin emniyette, savcılıkta, mahkemede verdikleri ifadeler, yandaş medyada polisiye dizilerini aratmayacak üsluplarla yayınlanmıştır. Aramalarda el konulan belgeler anında yandaş medyaya servis edilmiştir. En önemlisi de, Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi, 16 Temmuz 2008 tarihli Hürriyet gazetesindeki köşesinde, basına servis işini soruşturmayı yürüten Savcı Zekeriya Öz’ün bizzat yaptığını yazmıştır.
Yandaş medya, soruşturmanın her evresinde sızdırılanlara kendi yalan ve iftiralarını da ekleyerek büyük bir bilgi kirliliği yaratmış, şüphelileri Türkiye’de meydana gelmiş önemli suçların sorumlusu olarak topluma sunmuştur.
Yandaş medya, sanıklar yargılanmadan suçluluklarına hükmetmiş, toplumun bir kesimini buna inandırmaya çalışmıştır.
Bu davanın soruşturma döneminde yaratılan bilgi kirlenmesi, sanıkların gözaltına alınma biçimleri, sorgulamalarda izlenen yöntem ve dalga dalga operasyonlara bir de cezaevinde yargılama eklendiğinde, toplumun kalan kısmı da hüküm verilmeden, sanıkların suçluluğuna inandırılmış olacaktır.
Bugüne kadar, olağan dönemlerde “Abdullah Öcalan davası” dışında cezaevinde yargılama yapılmamıştır. O davada gerçekten güvenlik boyutu önem taşımaktaydı.
Bu davada vatanı, Cumhuriyeti savunanlar yargılanmaktadır. Medya üzerinden yürütülen psikolojik savaşa karşı sanıkların ve savunmanın söyleyeceklerini kamunun bilmesi gerekmektedir. Cezaevinde yargılamayla bu önlenmek istenmektedir. Cezaevi duvarlarıyla çevrili, kamudan uzak bir yerde yargılama yapılması asla kabul edilemez.
3. Silivri’de Yargılama Yapılması Savunma Hakkını Sınırlandıracaktır
2450 sayfalık iddianameli, 441 klasörlük delilli bir davada, yargılamanın uzun yıllar alacağı kuşkusuzdur. Davada, çeşitli barolara kayıtlı avukatlar görev alsa da istisna boyutunu aşmayacaktır. Esas olarak bu davada İstanbul Barosu’na kayıtlı avukatlar savunma görevini yürüteceklerdir. İstanbul’un merkezi yerlerinde bir salonda duruşmaların yapılması halinde, avukatlar, bürolarındaki işlerini çok fazla aksatmadan bu davada temsil görevlerini yerine getirebilirler. Yargılamanın Silivri’de yapılması halinde, bir avukat ancak başka işlerini tasfiye ederek, davanın başından sonuna kadar vekillik görevini layıkıyla yerine getirebilir. Bu ise bir avukatın kolay kolay göze alabileceği, yapabileceği bir durum değildir.
Ayrıca, davanın Silivri’de görülmesi avukatlara, Silivri’de çalışmak ve konaklamak için yer temini gibi ek külfetler de getirmektedir.
Bütün bunların toplamı, savunma hakkının sınırlandırılması sonucunu yaratacaktır.
4. Cezaevinde Yargılama Yapılması
Duruşmanın Açıklığı İlkesine Aykırıdır
Anayasa’nın “Duruşmaların Açık ve Kararların Gerekçeli Olması” başlığı altında yer alan 141. maddesinde;
“Mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlakın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde karar verilebilir” hükmü yer almaktadır.
Bu Anayasa hükmü, CMK’nun 182. maddesinde de aynen yer almıştır.
Şu halde temel kurala göre; “duruşma herkese açıktır”.
Bu genel ilkeye göre, duruşma salonuna her isteyen kişi girerek, duruşmayı izleyebilir. Duruşmanın herkese açık olduğu ilkesinin uygulandığını söyleyebilmek için, duruşmanın yapılacağı mekânın yer ve kapasite itibariyle buna uygun seçilmesi gerekmektedir. Silivri, İstanbul’un uzak ilçelerinden biridir. Silivri’ye gelmenin, konaklamanın ek maliyetleri vardır. Buna zaman faktörü de eklendiğinde, duruşmayı izlemek isteyen çok sayıda kişi, bu sebeplerle duruşmayı izleyemeyecektir. Duruşmanın aleniliği ilkesi, bu fiili durum sebebiyle uygulanamaz hale gelmektedir.
Duruşma salonu kapasite itibariyle, halkın davayı izlemesine olanak verecek durumda değildir. İddianamede sanık sayısı 86’dır. Bu soruşturma kapsamında tutuklananlar da eklendiğinde sayı yaklaşık 100 kişiyi bulmaktadır. Duruşmaları izlemek isteyen sanıkların eşleri, çocukları, anne ve babaları, kardeşleri ve diğer yakınları toplamı dahi büyük bir yekûn teşkil etmektedir. Duruşma salonunun olanakları, bırakalım dışarından gelmek isteyenleri, sanıkların yakınlarına bile yetecek durumda değildir.
Duruşmanın açıklığı ilkesi, bir formalitenin yerine getirilmesinden ibaret değildir. Toplumun, yargılamayı izlemesine olanak sağlayarak, yargılamaya toplum denetimini katmak, adil yargılama yapıldığına toplumu inandırmaktır.
Surlarla çevrili, kamudan kaçırılmış, cezaevi içinde yapılacak yargılamanın adilliğine toplumu inandırmak mümkün değildir.
Yargılamanın Silivri’de, üstelik de cezaevinde yapılması, savunma hakkını kısıtlayıcı niteliktedir.
5. Yargı Kalelere Hapsedilmemelidir
Halka ve Millete karşı olan yönetimler, yüksek ve kalın saray duvarlarının arkasına saklanırlar. Bundan daha tehlikeli olanı, yargının kalelere hapsedilmesi, kalın duvarların arkasına saklanmasıdır. O zaman savaş yargılaması olur.
Bari. Silivri Cezaevi’nin içine bir de musalla taşı konulsun ve mezarlık yapılsın! Cumhuriyeti, Atatürk Devrimini savunanlar buraya hapsedilsin! Milletin gözlerinden uzakta, yasalara uyulmadan, sözde yargılamalar yapılsın ve mezara konulsunlar.
İşte uygulamanın zihniyeti ve amacı budur.
İstem : Açıklanan sebeplerle;
Yargılamanın Silivri L Tipi Cezaevi salonunda yapılmasına
ilişkin karara itirazlarımız kabul edilerek, yargılamanın
sanık, avukat ve izleyici sayısı da gözetilip, CMK’nun 250/7.
maddesine uygun olarak İstanbul merkezinde belirlenecek
bir salonda yapılmasına karar verilmesini arz ve talep ederiz.
20.10.2008
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek,
İşçi Partisi Genel Sekreteri Nusret Senem,
İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ferid İlsever,
İşçi Partisi Merkez Karar Kurulu Üyesi Serhan Bolluk,
İşçi Partisi Merkez Karar Kurulu Üyesi M. Adnan Akfırat,
İşçi Partisi Genel Merkez Basın Bürosu Başkanı Hikmet Çiçek,
İşçi Partisi İzmir Ulusal Strateji Merkezi Üyesi Hayati Özcan