DÜZENİN NAMUSU VE AYDINLAR

Türkiye, birbiri ardı sıra iki has aydınını kaybetti: Prof. Dr. Uçkun Geray ve Demirtaş Ceyhun

YAPAMADIKLARIYLA BIRAKTIKLARI ATEŞ
Her kaybettiğimiz yaratıcıdan sonra, onunla artık yapamayacaklarımıza yanarız. Aydının ölümü, bir pınarın kuruması gibidir. Ona h...

Tarih:

Türkiye, birbiri ardı sıra iki has aydınını kaybetti: Prof. Dr. Uçkun Geray ve Demirtaş Ceyhun

YAPAMADIKLARIYLA BIRAKTIKLARI ATEŞ
Her kaybettiğimiz yaratıcıdan sonra, onunla artık yapamayacaklarımıza yanarız. Aydının ölümü, bir pınarın kuruması gibidir. Ona her geçen gün daha çok susarız. Aydının pınardan farkı, kaynaktan biz hâlâ su içebiliyoruz. Ancak içtiğimiz su, bize eskiden verdiği sudur.
Büyük aydınlar, bir zamanlar ürettiklerini ve bıraktıkları izleri sonsuza salmış gibidirler. O nedenle hep erken ölürler. Çünkü yapamadıklarıyla yüreklerimize bir ateş bırakmışlardır. Hatta bize, yapamadıkları yaptıklarından daha büyük görünür. Onları özlemek, yapamadan bırakıp gittiklerini özlemek olur.
Bir güzellik üretiminin durduğunu saptamak, uçurumun kenarında vurulduğumuz andır. Aydının bıraktığı boşluğa uçarız. Nereye düşeceğimizi bilmiyoruzdur.

HERKES KENDİSİNİ YAZMIŞ VE KENDİSİNİ TANIMLAMIŞ
Demirtaş Ceyhun için o kadar çok not almışım ki, son kitabı ve açtığı anayasa tartışması üzerine görüşler, eleştiriler, “şu konuyu da işlesenize” diye dilekler… Arkadaşlara “şu kitapları da ulaştırmaları” için ricalar vb. Ondan o kadar çok beklediğimiz vardı ki. İyileşecek, aramıza dönecek ve hepsini yapacaktı…
Demirtaş Ceyhun’un arkasından yazılanlara baktım. Neredeyse herkes kendisini yazmış.
Her yazıda, altındaki imzaya benzeyen bir Demirtaş Ceyhun var.
Bazıları farklı. Bunlardan Turan Özlü ve Mecit Ünal’ın yazdıkları daha da farklı. Niçin diye düşündüm. Örgütlü mücadele tecrübesini en azından hayatlarının bir döneminde yaşamışlar. Bir bakıma onlar da kendilerini yazmış oluyorlar.
İnsanın fikirlerini, toplumsal konumu belirler. Kaybettiklerimiz için düşündüklerimizin istisna oluşturması için bir neden bulunmuyor. Kaybettiklerimize de bulunduğumuz yerden bakıyoruz.
Herkesin birleştiği bir yargı var: Demirtaş Ceyhun önemli bir aydındı.
Peki aydın kimdir? Galiba bu soruya cevap verirken de herkes, kendisini tanımlıyor.

AYDIN KİME DENİR
“Aydın ve Kültür” başlıklı kitapta bu konuyu işledim, meraklılara öneririm.
Aydını üretim sürecindeki konumuyla tanımlayamıyoruz. Onu burjuva veya işçi gibi, üretim aracına sahip olması veya işgücünü satmasından hareketle bir yere oturtamıyoruz. O, kendi sınıfsal konumunu, zihinsel üretimiyle ve örgütlü siyasal faaliyetiyle belirliyor. Yani aydın; yazarken, çizerken, boyarken, yontarken, ama en önemlisi siyasal örgütlü eylemiyle kendisini de tanımlıyor. Bir bakıma aydın, kendi sınıfını kendisi seçiyor; ağadan, beyden, işçiden, çiftçiden bu özelliğiyle ayrılıyor. O nedenle burjuvazinin de aydınları var, emekçi halkın da. Ve görevleri, bağlı oldukları sınıfın ideolojik ve siyasal alandaki gladyatörleri olmalarıdır.
Aydın, siyasal faaliyete girerek, sınıfların öncü kesimi içinde yer alırlar. İşçi, işçi bilincine sahip olmasa da, nesnel olarak işçidir. Aydın ise, bilinciyle aydın olur. Bilincin işareti, aydının siyasal ve örgütsel eylemidir.
Demirtaş Ceyhun ve Uçkun Geray, romanlarıyla, hikâyeleriyle, bilimsel üretimleriyle kamuoyu önünde safa girmişlerdi. Bu safa girme kavramı, çok açıklayıcı, çok vurgulu! Nâzım Hikmet’in o şiirini yayımlamalı!
Rıfat Ilgaz da, “Aydın ol” şiirinde aynı çağrıyı yapar. En sonunda, “eğer hiçbir şey yapamıyorsan, kollarını aç ve korkuluk ol.” der. Korkuluk olmak, yine de bir eylemdir.

LENİN VE GRAMSCİ’DEKİ DENEK TAŞI
Toplumsal mücadele, örgütlü oluyor. İnsanın hayata müdahale aracı, siyasal örgüttür; siyasal partidir. Lenin ve Gramsci’nin aydın tanımlamalarında, partili olmak, denek taşıdır; hem emekçi sınıfların aydını hem de burjuva aydını için!
Demirtaş Ceyhun’un ve Prof. Uçkun Geray’ın sanat ve bilim alanındaki üretimlerini biliyoruz.
O ürünler ile onların eylemleri ve partili hayatları kuşkusuz bağlantılıydı. Konumları açık ve kesindi. Kendi bilinçlerinde kesinleştirdikleri o saf, onların kişilik ve karakterini de kesinleştirmişti. Hakikat aşkı, dürüstlük, açıklık, cesaret, gereğinde en yakın arkadaşına “olmaz” demesini bilmek, insan sıcaklığı, gönül zenginliği, hepsi kuşkusuz toplumsal mücadeledeki kararlılıkla bütünleşiyordu.

SINIRIN ÖTESİNDEKİ DEMİRTAŞ CEYHUN
Partisiz fikir ve sanat emekçileri; çeşitli sınıflarla dans edebilme, cilveleşme, en azından göz süzerek, kaçamak bir bakışla her kampa bir umut verme olanaklarını elde tutmaya büyük değer yüklüyorlar.
Hasan Yalçın, Aydın Rantı başlıklı o eşsiz kitabında aydınların bu hallerini anlatmıştı. Aydın rantı, yalnız bir aydın hali değil, insanlık halidir.
O yazıları yazanlar, Demirtaş Ceyhun’un o mücadelelere örgütlü olarak girdiğini bilmezler mi?
Kuşkusuz bilirler, ama bilmezden gelmeleri gerekir. O nedenle gerçeği yazmazlar. Yazacak olsalar, kendi sınırlarını geçmiş olurlar. Kendi sınırlarını, Demirtaş Ceyhun’un sınırları haline getirince de, Demirtaş Ceyhun gerçeğinden kopmuş oluyorlar.
Demirtaş Ceyhun, onların ölümlerini yazarken böyle yapar mıydı? Yani onları yazarken, kendisini mi yazardı?
Burada yeniden öncü örgütlenmenin, bir fikir emekçisini aydın kılan işlevine ulaşmış oluyoruz.
Bireycilik ile toplumculuk arasındaki farktır bu!
DÜZENİN NAMUSU
Düzenle bağı olan aydın için bir siyasal örgütlenme ihtiyacı yoktur. Düzen zaten örgütlüdür ve çark dönüyor. O dönen çarka müdahale edecek bir örgütlü faaliyeti etkisiz kılmak, düzen için bir namus meselesidir.
Hakim sınıfların kendi aydınına yüklediği işlev, sistemi zihinlerde yeniden üretmektir. Bu işlevi yerine getirmenin sırrı, “bireysel özgür” konumlarda kalmaktır. O konumda durduktan sonra, yaramazlıklarda bulunmak, sıra dışı tavırlar icat etmek, hatta anarşistlik yapmak, aydın rantını yükseltir.
İznin bittiği yer, düzene karşı örgütlü, kolektif bir faaliyete katılmaktır. O nedenle düzenin namusuna sığmayan eylem, örgütlü duruştur. Eğer bazı dostlarımız işte o namusun içinde kalmamışlarsa, onların bu eylemlerinin duyulmaması, düzenin namusunu korumanın gereğidir. Bunu her yazar-çizer bilir.

DEVRİMCİNİN NAMUSU
Oysa örgütlü olmak, sistemin karşısındaki aydın için, bir güvence, bir sağlamlık etkenidir. Sadakat ve vefa gibi büyük insani değerler, bireysel ilişkiler alanının dışına çıkıldığı zaman, örgüt ister. Vatana bağlılık, emekçi halka sadakat, devrime vefa; hep örgütle olur; örgütle sağlamlaşır ve örgütle hayata geçirilir.
Saim Bugay’ı da yeni kaybettik. Onunla, Demirtaş Ceyhun’la, Uçkun Geray’la, özetle yaratıcı gönül insanlarıyla yaşanan güzelliklerin, paylaşılan mutlulukların benzeri yoktur.
Ancak o güzelliklerde örgütlenmiş olan bir rakı masası değildir. Onun ötesinde öncüleri kucaklayan, toplumu ilgilendiren bir örgütlenme, sadakat, vefa gibi büyük değerlerin ufkunu insanlığa açar.
Derin arkadaşlıklar, yurda sadakat, emekçi halka vefa, devrime bağlılık büyük değerler ağı içinde somutlaşır ve göğerir.

SINIRLARI AŞMAK
İşte burada, kişisel arkadaşlıkların ötesinde, Türk Devrimciliğinin ve Dünya Devrimciliğinin fedailer geleneğine dahil oluyoruz. Kendini milletin özgürlüğü ve emekçi halkın iktidarı gibi büyük davalara veren aydınları anlamak, onlardan olmayı gerektirir. Toplumdan her zaman alacaklı olan kalem sahiplerinin zorlandıkları yer burasıdır.
Saim Bugayları, Demirtaş Ceyhunları, Uçkun Gerayları anlamak ve örnek almaktaki sınırlar, bizim kendi hayatımıza koyduğumuz sınırlardır. Partili olmak, o sınırları aşmak için biricik girişimdir; yola girmektir; yol oğlu olmak, yol neferi olmaktır. Hakikati aramak ve paylaşmak, o yolun eşsiz güzellikleridir.

www.doguperincek.info
www.doguperincek.com.tr