Dr. Doğu Perinçek: İktisadın siyasetle ilişkisi, artık daha yoğun ve daha karmaşıktır. İktisat, düne göre daha fazla politik iktisattır.

Bilim ve Ütopya dergisinin son sayısında (Temmuz 2009) Marx üzerinden düzeyli bir kapitalizm tartışması yayımlandı. Soyadı sırasıyla Prof. Dr. Korkut Boratav, Kamil Dede, Doç. Dr. Çağatay Keskinok, Prof. Dr. Semih Koray, Doç. Dr. Hüseyin Özel; yaşanan krizi Marx’ın iktisat...

Tarih:

Bilim ve Ütopya dergisinin son sayısında (Temmuz 2009) Marx üzerinden düzeyli bir kapitalizm tartışması yayımlandı. Soyadı sırasıyla Prof. Dr. Korkut Boratav, Kamil Dede, Doç. Dr. Çağatay Keskinok, Prof. Dr. Semih Koray, Doç. Dr. Hüseyin Özel; yaşanan krizi Marx’ın iktisat teorisine yaptığı katkılar bağlamında tartışıyorlar. Meraklarımızı kamçılayan ve bilgilerimizi sorgulayan bu tartışma, zevkle okunuyor. Herkese önerilir.

EŞDEĞERİN DEĞİŞİMİ
Kanımca bu tartışmanın en anlamlı boyutu, günümüz kapitalizmini açıklamada 19. yüzyıl teorisinin ne kadar yeterli olduğudur.
Kapitalizmin işleyişini tahlil eden Ricardo gibi iktisatçılar olsun, Marx olsun, piyasada eşdeğerlerin değiştiğini saptamışlardı. Özetle: Her malın değişim değerini üretilmesi için gerekli ortalama toplumsal emek belirlerdi ve bu anlamda her mal piyasada eşdeğeriyle değişirdi.
Ricardo’nun formülleştirdiği bu değer teorisine Marx’ın katkısı, işgücünün değişim değeri konusunda oldu. Piyasada bir tek işgücü eşdeğeriyle değişmiyordu. Emekçi, ücret olarak, ürettiği ürünün eşdeğerini almıyordu. Emeğin ödenmeyen bir kesimi vardı. İşgücünün fiyatını belirleyen, emekçinin hayatını sürdürmesi için gerekli ihtiyaçlarının karşılanmasıydı.
Marx, işgücünün değerini açıklayan bu teorisiyle artı değerin ya da kârın kaynağını da keşfetmiş oluyordu.

EMPERYALİZM ÇAĞINDA ÖDENMEYEN EMEK
18. ve 19. yüzyıl kapitalizminin pratiğinden çıkarılan değer teorisi, emperyalizm öneminin değişim ilişkilerini bütün boyutlarıyla açıklayabiliyor mu?
İşgücünün fiyatından başlayacak olursak: Emperyalizm döneminde gelişmiş kapitalist ülkelerin sermaye ihracı yalnız uluslararası düzlemde değil, kapitalist ülkelerin içindeki sınıfsal ilişkilerde de çok önemli değişikliklere yol açtı. Emperyalist ülkelerin burjuvazisi, Ezilen Dünyadan elde ettiği sömürünün bir kesimini kendi işçi sınıfıyla paylaştı; böylece ülke içindeki sınıfsal çelişkileri yumuşattı. Bu yeni olay, Marx’ın işgücünün fiyatı konusundaki teorisinin emperyalizm döneminde sorgulanmasını da gerekli kıldı. Gelişmiş kapitalist ülkelerde işgücünün piyasa değerini açıklamada emekçinin hayatını sürdürebilmesi kavramı artık yetersiz kalıyordu. Bunu gören Lenin, bu milletlerin “burjuva milletlere” dönüştüğünü saptadı. Emperyalist ülkelerin işçi sınıfları da Ezilen Dünyanın ödenmeyen emeğinden bir pay alıyordu ve burjuva milletin bir parçası haline gelmişti. Bu milletler, burjuvası ve işçisiyle emperyalist illetler olmuşlardı. Bunu ben söylemiyorum, Lenin ortaya koydu ve Komünist Enternasyonal programın temeline oturttu.
Ödenmeyen emek, artık büyük ölçüde uluslararası mekanizmaların verisi haline gelmişti. Kapitalist ülkelerdeki işgücünün değeri de, artık ancak bu yeni ilişkiler dikkate alınarak açıklanabilirdi.
İşgücünün değerini belirleyen bu yeni ilişkiler, daha önemlisi 19. Yüzyılın devrim teorisini değiştirdi.
Lenin’in ve Mao’nun önemle vurguladıkları gibi, artık devrim, gelişmiş kapitalist ülkelerin içindeki sınıfsal çelişmelerin ürünü değil, emperyalist sistem ile ülke arasındaki çelişmelerin ürünü olacaktı. Başka deyişle devrimi belirleyen çelişme, artık mülkiyetin özel olması-üretimin toplumsal olması arasındaki çelişme değil, emperyalizmin zayıf halkası” kavramında ifadesini bulan çelişmeler yumağı idi. Bu nedenle devrimin merkezi, gelişmiş kapitalist ülkelerden Ezilen Dünya’ya, başka deyişle Batı’dan Doğu’ya kaydı. 20. yüzyıl devrimlerinin hepsi, vatan savunmasında gerçekleşti. 19. yüzyıldaki gibi keskinleşen burjuva-proleter çelişmesi üzerinden Marksizm yapanlar, hâlâ Atlas Okyanusu ufuklarında devrim gözlüyorlar. Ancak 20. yüzyıl, birbiri ardı sıra, göreli geri ülkelerdeki devrimlere sahne oldu. Tablo hâlâ aynı.
Devrimler, ülkeleri bağımsızlaştırdı, birleştirdi ve üretici güçleri özgürleştirdi. Emperyalizm ise, ülkeleri böldü. Sovyet Devrimi de bunu doğrular. Rusya’yı bir tek Bolşevikler birleştirebilirdi. Nitekim onların iktidarının yıkılması ve kapitalizme geri dönüş, ülkenin parçalanmasını getirdi.
Özetleyecek olursak, emperyalizm çağında ödenmeyen emeği önemli ölçüde uluslararası mekanizmaların belirlemesi, 19. yüzyıl teorisiyle açıklayamadığımız sınıfsal ilişkileri ve devrim modelini doğurmuştur.
Sistemin krizlerini de, krizlerin çözümünü de ancak bu yeni ilişkiler bağlamında açıklayabiliriz.

SIFIRLARIN MÜREKKEP DEĞER
Kapitalist piyasada eşdeğerlerin değişimini de, günümüz dünyasındaki yeni olgular ışığında irdelemek yerinde olur.
Piyasada malların eşdeğerleriyle değişmesi, kapitalist meta dolaşımının temelini oluşturur. Kapitalizmin ve piyasanın akılcılığı da en sonunda bu eşdeğerlerin değişimine dayanır. Verimlilik, kâr, sermaye birikimi, sermaye hareketleri, teknolojinin gelişmesi, toplu olarak belirtirsek kapitalizmin bütün akılcılık iddiaları, en sonunda bu eşdeğerlerin değişimi zemininde geçerlik kazanır.
Mekanizmanın özü, emeğin fiyatını ucuzlatmaktır. Çağımızda ucuz emek, gelişmekte olan ülkelerdedir. Bu olgu da göstermektedir ki, işgücünün fiyatını 19. yüzyıl teorisine göre belirleyen bir uluslararası emek piyasası yoktur.
Olay, işgücü piyasasıyla sınırlı değildir. Sermaye piyasasına bakalım. Örneğin ABD kâğıtları dünya piyasasında eşdeğeriyle mi değişiyor?
Veya şöyle soralım: ABD’nin kâğıtları, dolar, devlet tahvilleri vb, eşdeğerlerin değişimine mi aracı oluyor? ABD tahvilini satın alırken ödediğiniz değerin eşdeğerini o tahvili satarken alabilecek misiniz? Büyük tefeci faizleri nereye sığıyor? Gelişen kapitalizmin faizi ortadan kaldırması gerekirken, tefeci sermayesi sanayi sermayesini kenarlara sürmüştür.
Kapitalizmin teorisini yapanlar, malların mallarla değiştiğini, paranın ise bir değişim aracı olduğunu belirtmişlerdi. Menkul değer borsalarına bakıyoruz, hâlâ öyle mi? Artık “kumarhane” gibi kavramlar kullanılıyor. Hangi kumarda, eşdeğerlerin değişimi geçerlidir?
Bugün elinde büyük miktarda ABD kâğıdı bulunduran ülkelerin, dolar kapanına kısıldığından söz ediliyor. Yığdıkları o dolar ve tahviller, üzerlerinde yazılı olan değerleri taşımıyor. ABD Doları ve tahvilleri, artık bir değişim değeri değil, olsa olsa bir kullanım değeridir. Yani o kâğıtlarla artık kalorifer kazanlarını çalıştırabilirsiniz veya onları kâğıt fabrikalarına gönderip kâğıt hamuru imalinde kullanabilirsiniz. Bu arada kâğıtların üzerindeki bol sıfırlar da mürekkep olarak yeniden bir kullanım değerine dönüştürülebilir mi? Bunu da kimya mühendislerine sormamız gerekiyor. Daha basit ve biraz da abartarak söyleyecek olursak, ABD kâğıtları da tıpkı sahte imzalı “İrtica Eylem Raporu” gibi kâğıt parçalarına dönüşmektedir.
Geldiğimiz yerden bakarsak, bu kâğıt parçaları, dünya piyasasında eşdeğerleriyle değişmemiştir; eşdeğerlerin değişimine aracı da olmamıştır.

DOLAR SALTANATI 19. YÜZYILDA OLABİLİR MİYDİ?
20. yüzyılın ikinci yarısında oluşan dolar saltanatını 19. yüzyıl iktisadı içinde düşünebiliyor muyuz?
ABD’nin uluslararası kaynak aktarımını 19. yüzyıl iktisat teorisine sığdırabiliyor muyuz?
Yalnız kâğıt parçası ihracıyla değil, diğer yol ve yöntemleriyle, emperyalist–kapitalist mekanizmanın bütününü dikkate alarak soruyoruz bunu.
Yine ulusal devletin uluslararası kaynak aktarımı mekanizmalarını sınırlayan rolü, ulusun içindeki sınıfsal çelişmeleri temel alan 19. Yüzyıl teorisiyle ne kadar anlaşılabiliyor?
Kapitalizmin krizini, tek başına kapitalist ülkelerin iç süreçleriyle açıklamak artık mümkün müdür?
Krizin uluslararası olması, krizin nedenlerinin de aynı zamanda uluslar arası olmasıyla bağlantılıdır.
Kriz, yalnız ABD’nin krizi değil, sistemin krizidir.
Kriz, yalnız emperyalist–kapitalist ülkelerin ekonomilerinden değil, aynı zamanda o ekonomilerin kendilerini sürdürebilme olanaklarını sınırlayan direniş cephesinin varlığından da kaynaklanıyor. Krizi Ezilen ve Gelişen Dünyaya yıkma olanakları da krize girmiştir.

EMPERYALİST EKONOMİZM
Günümüzün en büyük yanılgılarından biri, bu krizi bütün dünyanın ortak krizi olarak görmektir. “Hepimiz aynı gemideyiz” tekerlemesini sürekli yineleyenlere dikkat ediniz!
Oysa önümüzdeki süreç ABD ile Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya, İran, Venezuela, Türkiye gibi ülkelerin aynı kadere sahip olmadığını gösterecektir.
Lenin’in dünyayı iki kampa ayıran tahlili, bugün daha da geçerlidir. Ezen–Ezilen Dünya kamplaşması, artık Emperyalizm ile Gelişen Dünya arasındaki kamplaşmadır.
19. yüzyıldan farklı olarak, 20. Yüzyılda uluslararası alanda yoğunlaşan ve kesinleşen sınıfsal çelişmeler, aynı zamanda bir kriz etkenidir.
Emperyalist–kapitalist sistemi bu temel sınıfsal çelişmeden soyutlayarak, yalnız emperyalist–kapitalist ülkelerin iç çelişmeleriyle açıklamak gerçekçi olmaz.
Lenin, bu eğilimler için Emperyalist Ekonomizm tanısında bulunmuştu. Onun “Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm” başlıklı o özlü kitapçığı bugün ayrı bir anlam kazandı. Yeniden incelenmeli ve tartışılmalıdır. Kaynak Yayınları yeniden basmalıdır.


EMPERYALİST DEVLETİN EKONOMİDEN ÖZERKLİĞİ
Yukarıda belirtilen bütün olgular göstermektedir ki, kapitalizmin 18. ve 19. yüzyıldaki meta dolaşımı yasaları, artık delinmiştir. Kapitalizm, emperyalizm aşamasında kendi yasalarını delmiştir. Bugün Ricardo ve Marx’ın değer teorilerinin, kaynakların dağılımını açıklamada artık yetersiz kaldığı yeni ilişkilerle karşı karşıyayız.
Krizlerin nedenini oluşturan üretim fazlası olgusu, olayın ekonomik temelini açıklıyor. Ancak krizin ekonomi ötesindeki boyutunu görmezden gelemeyiz.
ABD’nin dolar saltanatını ve dünya piyasasında alıcı bulabilen kâğıt parçası ihracını, hangi ekonomik verilerle açıklayabiliyoruz?
İktisatçılarımız, özellikle Çin’in 2 trilyon dolarlık kâğıt parçalarını hangi akılla satın aldığını anlamadıklarını belirtiyorlar.
19. yüzyılın iktisat teorisinin yeteriz kaldığı düzlem, 20. ve 21. Yüzyılın emperyalizm gerçeğidir; özellikle de emperyalist devlet olgusudur.
Lenin ve Mao, Hilferding gibi iktisat teorisyenlerinin ötesinde, emperyalizmin büyük devletlerarasında aynı zamanda silahlı güçlere dayanılarak yürütülen hegemonya rekabeti olduğunu vurguladılar. Çağımızda iktisat ile politik iktisadın sınırını bu saptama çiziyor.
20. yüzyıldaki iki dünya savaşı, Sovyetler Birliği’nin kapitalizme geri dönmesinden sonraki boyutlarıyla Soğuk Savaş, günümüz dünyasındaki hegemonya çatışması ve Gelişen Dünyanın emperyalist devletlere karşı direnişi, zaman zaman ekonomik düzlem açısından da belirleyici hale gelen etkenlerdir.
Örneğin ABD’nin Irak’ı ve Afganistan’ı işgal savaşları, ekonomik düzlemde açıklanan, ama belli tarihsel durumlarda ekonomik süreçleri de belirleyen büyük siyasal eylemlerdir. Irak petrolleri dört ABD ve İngiliz şirketinin eline geçmiştir. Bu kârlı değişimi, hangi kapitalizmle açıklıyoruz? Televizyonlarda sürekli konuşan ekonomi yorumcuları, bu olayı hangi iktisat teorisiyle açıklıyorlar?
ABD’nin kâğıt parçalarındaki bol sıfırlara değer kazandıran da, yine ABD’nin silahlı gücüdür. O kâğıt parçaları eşdeğerleriyle değişmiyor; alıcılarına silahla dayatılıyor.
AB ülkeleri açısından da, Japonya açısından da, Çin Halk Cumhuriyeti açısından da, iktisatla açıklanmayacak bir ticaretin (değişimin) nedeni, en sonunda ABD’nin sahip olduğu askeri güçtür. Bu güç, AB ve Japonya için bir “güvenlik şemsiyesi” diye yasallaştırılırken, Çin ve Rusya için bir tehdit kaynağıdır.
ABD’nin silahlı gücüne dayanarak haraç toplaması, eşdeğerlerin değişiminin geçerli olmadığı hayli geniş bir “değişim” hacminin oluştuğunu gösteriyor.
Bu koşullarda Çin, dolar kozunu, kendisine de ekonomik zararlar vereceği için değil, ABD’nin saldırganlığını tahrik etmemek için gündeme getirmiyor. Çin, o kâğıt stokunu, ekonomik kayıpları bilerek yığdı. Öncelikle ekonomik nedenlerle değil, siyasal nedenlerle.
Emperyalizm olgusu, kapitalizmin akılcılığı (rasyonali) olarak ifade edilen piyasada sermayenin verimliliğe göre hareketine öldürücü darbeler indiriyor. Bu çürüme, özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinden başlayarak vahim denecek bir aşamaya ulaşmıştır.
Değer kaybına uğrayan, yalnız ABD’nin kâğıt parçaları değil, kapitalizmin (piyasanın) kaynakları verimliliğe göre dağıtma iddiası, açıkçası kapitalizmin kendisidir.

DEVLET VE POLİTİK İKTİSAT
Kapitalist devlet, kapitalist hâkim sınıfın devletidir. Ama aynı zamanda tek tek kapitalistlerden farklı, onların çıkarlarıyla bağlı olmakla birlikte, onlardan özerk bir örgütlenmedir.
Emperyalist-kapitalist devlet, dünya hegemonyası için rekabet yürütecek kuvvet araçlarının sahibi olarak da, kapitalistlerden özerktir. Devletin elindeki büyük savaş aygıtı, bu özerkliğe başıbozuk boyutlar dahi kazandırabilmektedir. O savaş aygıtından yoksunluğun ekonomik sonuçları ise, AB örneğinde incelenebilir.
Emperyalist devleti dışlayan, salt iktisadi teoriler, günümüz krizini açıklamaya yetmiyor. Nitekim süreci yalnız iktisadi boyutta tahlil edenler, daha iki–üç yıl öncesine kadar krizin bu boyutlara varacağını görmediler. Kapitalizmin olası bir krizi kendi ekonomik mekanizmalarıyla yatıştıracağını düşündüler.
Bilim ve Ütopya dergisindeki tartışmada da yerinde olarak vurgulandığı gibi, Marx kapitalist devletin teorisini yapmadı. Kapitalizmi, kapitalist devletten soyutlayarak inceledi. Oysa devletten bağımsız bir kapitalizm hiçbir zaman olmadı ve olamaz da. Dahası Marx, emperyalist devletin teorisini yapamazdı. Çünkü böyle bir pratiği yaşamadı.
20. yüzyıl, hele 21. yüzyıl pratiği, emperyalist-kapitalist devletin iktisatla ilişkisinin yalnız belirlenmiş olma düzleminde açıklanamayacağını kanıtladı. Emperyalist devlet, iktisatla ilişkisinde zaman zaman belirleyen bir etkendir. İktisat ile devlet ilişkisi, tek yönlü değildir.
Hele Neoliberal iktisadın bütünüyle iflas ettiği bugünkü koşullarda, önümüzdeki dönemin dinamikleri emperyalist devleti daha özerk konumlarda sahneye itmektedir.
İktisadın siyasetle ilişkisi, artık daha yoğun ve daha karmaşıktır. İktisat, düne göre daha fazla politik iktisattır.
24 Temmuz 2009