DÖRT BÜYÜK TARTIŞMA

İşçi Partisi 8. Olağan Kurultayı "Muhyettin Öksün Kurultayı" 17-18 Nisan 2010 günlerinde Ankara'da toplanacak.
Kurultay sürecinde İşçi Partisi bütün örgütleri ve üyeleriyle yoğun bir çalışma içinde, mevcut durumu tahlil ediyor, çözümleri tartışıyor, güncelliyor...

Tarih:

İşçi Partisi 8. Olağan Kurultayı "Muhyettin Öksün Kurultayı" 17-18 Nisan 2010 günlerinde Ankara'da toplanacak.
Kurultay sürecinde İşçi Partisi bütün örgütleri ve üyeleriyle yoğun bir çalışma içinde, mevcut durumu tahlil ediyor, çözümleri tartışıyor, güncelliyor, Partinin eksiklerini, giderme yollarını tespit ediyor.
İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Semih Koray'ın, bu hafta Aydınlık dergisinde başyazı olarak yayımlanan "Dört Büyük Tartışma" başlıklı makalesi, tartışmalara ve geleceğe ışık tutan çok önemli bir inceleme ve değerlendirme. Sadece İşçi Partililerin değil, bütün aydın ve emekçilerin okuması gereken bu yazıyı dikkatinize sunuyoruz.

DÖRT BÜYÜK TARTIŞMA
CUMHURİYET KÖYLÜLERİ VE TEKEL İŞÇİLERİ NEYİ KANITLADI ?
8. Genel Kurultayımıza adını veren Muhyettin Öksün'ün önderlik ettiği Cumhuriyet
köylülerinin mücadelesi de, Tekel işçilerinin mücadelesi de, 2006 Suphi Karaman Kurultayı'ında yaptığımız Tüzük ve Program değişikliklerini doğrulamaktadır. Tekel işçilerinin mücadelesi, Partimizin kucaklamayı hedeflediği Türkiye'nin “milliyetçi, halkçı ve sosyalist birikimi”ne çıkış yolu için gerekli toplumsal gücün nerede olduğunu bir kez daha göstermiştir. Hangi siyasi kökenden gelirse gelsin, vatan savunmasını esas alanlar, tekel işçilerinin mücadelesi karşısında, hiç tereddütsüz ortak bir tutum almaktadır. Demek ki, vatan ve emek mücadelesinin öncülerini Partimizin bağrında birleştirmek hem mümkündür, hem de ülkenin yakıcı ihtiyacıdır.

Bu iki mücadeleyi aynı nehirde birleştirmek, bugün Türkiye'nin tek çıkış yoludur ve İşçi Partisi dışında bunu hedefleyen hiçbir siyasi parti yoktur. İşçi sınıfı dışındaki milli sınıfların, emperyalist sistem dışına çıkmaya yönelen herhangi bir siyasi örgütü mevcut değildir. Eğer devrimin gücü bu iki damarın birleşmesinden oluşacaksa ve bu birleşmenin gerçekleşebileceği başka bir yer yoksa, o zaman devrimci partinin bu birleşmeyi kendi bağrında gerçekleştirmeyi mümkün kılacak değişiklikleri yapmış olması, devrimin ihtiyacına uygun tek çözümdür. 2006'da yapmış olduğumuz tüzük ve program değişikliği, o günün koşullarına göre emekçi sınıfların mücadele sahnesinde olmamaları nedeniyle yapılmış taktik bir uyarlama olmayıp, aslında o günden çok bugünler içindir. Hatta önümüzdeki dönem, devrimin başarısı için göreceği işlev, kendini daha da belirgin bir biçimde açığa vuracaktır. Emek mücadelesi yükseldikçe, bu değişikliğin anlamını yitirmesi bir yana, tam tersine, “Kemalist Devrimi tamamlama ve arasız devrimlerle sınıfsız, kaynaşmış, imtiyazsız bir topluma ilerleme”yi mümkün kılacak temel güç daha büyük bir kuvvetle sahneye çıktığı için, bu değişiklik gerçek anlamını bulacaktır.

Cumhuriyet köylülerinin mücadelesi, aslında Tüzük ve Program değişikliğimizi doğrulamanın ötesinde, bu değişikliklerin bir esin kaynağını oluşturmaktadır. Çünkü Cumhuriyet köylüleri, ağalığa karşı mücadelenin ancak Cumhuriyet'i savunma temelinde yapılabileceğini keşfederek, vatan ve emeği kendi mücadelelerinde birleştirmişlerdir.


ABD, YENİDEN SAVAŞA HAZIRLANIYOR


ABD'nin inişinin, Gelişen Dünya açısından olumlu bir ortam yarattığı açıktır. Avrupa'daki merkezkaç kuvvetlerinin artması, bu olumlu ortama katkıda bulunmaktadır. Ancak ABD'nin durumu kabullenip, kendi kabuğuna çekilmesine yol açacak koşullar bugün mevcut mudur?

ABD'nin kendisi henüz “dünyanın tek efendisi olma iddiasıyla gücü arasındaki orantısızlığı” kabullenmemiştir. Bu kabullenmemenin ardında yatan tek etken, ABD'nin kendisini askeri bakımdan dünyanın geri kalanına göre en üstün güç olarak görmesi değildir. ABD, hâlâ yeni askeri harekatlara giriştiğinde, Gelişen Dünya'nın kendisine karşı tek bir cephede birleşmesini engelleyebileceği değerlendirmesini yapmaktadır. Bush'un “benimle birlikte hareket etmeyen düşmanımdır” söyleminin yerini, Obama'nın dilinde ”benimle birlikte hareket ederseniz kârlı çıkarsınız” söylemi almıştır. ABD'yi savaştan caydıracak olan şey, Gelişen Ülkelerin bu tehdide karşı örgütlü bir cephe oluşturmasıdır. ABD'nin derin devletinin Obama yönetimine yüklediği işlev, Gelişen Dünya'nın böyle bir uluslararası örgütlü gücü oluşturmasını engellemesi ya da en azından geciktirmesidir.

ABD, içinde bulunduğu zorluklardan çıkışını, dünyanın kural koyucu hakim gücü konumunu yeniden elde etmede görmektedir. Bu açıdan sahip olduğu tek koz da, askeri gücüdür. Bu ülkenin, iktisadi bunalım koşullarında, kendi kabuğuna çekilmenin doğuracağı iç sorunlarla baş edebilme yeteneği son derece sınırlıdır. ABD'nin 2010 yılı askeri bütçesi, boyutları ve bileşimi açısından, savaştan çekilen değil, yeni savaşlara hazırlanan bir ülkenin bütçesi niteliğindedir. ABD, aynı zamanda Latin Amerika'daki askeri varlığını ve hazırlıklarını da yoğunlaştırmaktadır. Venezuela, bu yılki ABD İstihbarat Topluluğu Yıllık Tehdit Raporu'nda ABD açısından tehdit oluşturan ülkeler arasında sayılmaktadır.

ABD'nin Türkiye üstündeki baskı, dayatma ve tertiplerinin olağanüstü bir düzeyde yoğunlaşması da, ABD'nin savaş hazırlığı çerçevesinde değerlendirilmelidir. Irak'ın kuzeyini bir mevzi olarak elinde tutmak, ABD'nin kuşkusuz en önemli önceliklerinden biridir. Ancak niyetinin bununla sınırlı olduğu saptamak, gerçekçi olmaz.

İran sorunu, ertelenmiştir. Ama erteleme, belirsiz değil, belirli bir tarihe yapılmıştır. Amerikan askeri istihbaratı, İran'ın bir ila beş yıl arasında bir süre içinde nükleer silah üretebilir duruma geleceğini açıklaması bu takvimle ilgilidir. ABD'nin Irak'taki birliklerini ülkemiz üstünden sevk etmesi durumunda, başka şeylerin yanı sıra, Türkiye'nin İran'a karşı yöneltilmesinde bizi bir oldu bittiyle karşı karşıya bırakmayı amaçlayan provokasyonlara açık tehlikeli bir zemin yaratılmış olacaktır.

ABD'nin Türkiye'ye yönelik planlarını, BOP Eşbaşkanlığı'ndan kurtularak milli bir hükümetin kurulması yoluyla boşa çıkartmak mümkündür. Bütün etkenler, ülkemizde milli bir hükümetin kurulması ve Batı Asya Birliği'nin oluşturulmasının, bütün dünya açısından taşıdığı aciliyete işaret etmektedir.


GELİŞEN DÜNYA

Emperyalist Ülkeler - Gelişen Ülkeler saflaşması kavramı son derece önemli ve günümüzü anlamak için üstünde derinleşilmesi gereken temel bir kavramdır. Bugün bir dünya savaşı çıkarsa, bu savaşın tarafları doğrudan doğruya Emperyalizm ve insanlığın geleceğini temsil eden Gelişen Dünya olacaktır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyanın ve insanlığın geleceğini belirleyecek olan mücadelenin cereyan ettiği yer, dünyanın büyük çoğunluğu tarafından ABD ve Sovyetler Birliği ekseni olarak algılanmaktaydı. Üçüncü Dünya'nın insanlığın gelişmesine damgasını vuran bir güç haline gelmesi, daha çok felsefi düzlemde ve toplumsal bir gerçekliğe dönüşmesi uzun erime bırakılan bir olgu olarak ele alınıyordu.

Bugün herkes, 21. yüzyılı bir Avrasya Yüzyılı olarak görmektedir. ABD yönetimine gelen Savaş Kliği'nin mensuplarının 1990'ların ortalarında oluşturdukları gruba verdikleri ad, “Yeni Bir Amerikan Yüzyılı Projesi”dir. Sovyetler Birliği'ni, Gorbaçov'un ağzından “kapitalizm kazandı, biz kaybettik” dedirterek alt edenlerin kendilerine bu adı takmaları, kendilerini Avrasya Yüzyılı gibi çok ciddi bir rakiple karşı karşıya olarak algılamalarından dolayıdır.

Bugün insanlığın geleceğini belirleyecek olan mücadele, artık doğrudan doğruya Emperyalizm ile Gelişen Ülkeler arasındadır. ABD emperyalizmini tahtından indirmekte olan da, artık yeni yükselen başka bir emperyalist güç değil, ezilen ulusların yükselen dünyasıdır.

Kapitalist sistemin emperyalizm altında insanlığın önüne koyacağı hiçbir gelecek tasarısı kalmamış; kapitalizm, insanlığın gereksinimlerini karşılayabilmek bir yana, insanı ve doğayı yıkıma uğratan bir sistem haline gelmiştir. Ezilen ülkeler de, emperyalizmi sınırlandıran, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmayı hedef edinen ülkeler olmaktan çıkıp, çağdaş uygarlık düzeyini temsil etmeye başlayan ve kapitalist sistemin yerini alacak yeni milli demokratik sistemleri oluşturan ya da oluşturmaya aday olan ülkelere, Gelişen Ülkelere dönüşmüşlerdir. Bu, aynı zamanda çağımızın milli demokratik devrimler çağı olduğunun bir ifadesidir. Sosyalizmi kurma girişimleri de, Gelişen Dünya'nın ülkeleri açısından kuşkusuz zengin bir deneyim kaynağı oluşturmaktadır.



ÖRGÜTSEL GÜÇ YARATAMAYANA İKTİDAR YOK: TEMEL ÖRGÜTLER

Milli bir hükümeti iktidar yapacak olan güç, emperyalizmin sistem içi bütün imkanları kullanarak dağıtmaya çalıştığı milletin ve emekçi halkın gücüdür. Sistemin içinde böyle bir iktidarın dayanağını oluşturacak hazır bir güç mevcut değildir. Onun için birinci vazifemiz, bu örgütsel gücü inşa etmektir. İşçi Partisi'nin kitle içindeki gücünü inşasının aracı, temel örgütlerdir. Temel örgüt, mücadele temeline göre oluşturulmazsa kağıt üstünde kalır ve özel siyasetleri olmazsa hayatiyet kazanamaz.

Baskıların artması bazılarının kenara çekilip etkisizleşmesine yol açarken, başkalarına da devrim ihtiyacını daha yakıcı biçimde duyumsatıp onları öne çıkartmaktadır. Karşı-devrimin doğrudan milletin varlığına kastettiği gerçeğinin üstünün örtülmesi giderek imkansızlaşmaktadır. Milletin varlığına kasteden böyle bir sürecin kendisine karşı çıkanları marjinalleştirmesine imkan yoktur. Bu nedenle, bir temel örgütün başarı ölçütü, Parti'ye üye kazanmasının yanı sıra, etrafında oluşturduğu etki halkasının genişliği olmalıdır. Devrim ihtiyacının yükselişi, bu halkanın önemli bir kesimi ile Partimiz arasındaki bağları hızla sıkılaştıracak ve halkayı daha da genişletecektir.

Temel örgütlerin ihmal edilmesinde, Partimiz içinde bir dönem oldukça yaygın olan kolay ve çabuk başarı beklentilerinin de etkisi olmuştur. Tarihsel olarak doğru olanın, kendiliğinden toplumsal bir gerçekliğe dönüşeceği sanısı, sabırlı bir örgütlenme sürecine girmemizi engellemiştir. Başarı kolay ve çabuk gelmeyince de, tarihsel gelişmenin kavranmasının yarattığı coşku, yerini zaman zaman karamsarlığa bırakmıştır.

Emekçi kitlelerin mücadelesinin yükselişi, eksiklik ve yanlışlıklarımızı giderme konusunda bize öğretmenlik yapacaktır. İktidar olmakla, kitle mücadelelerine önderlik etmek, benzer kurallara tabidir. Buradaki temel kural, Atatürk'ün “iktidar, hiç kimse tarafından hiç kimseye ilim gereğidir diye görüşme ve tartışmayla verilmez” deyişinde en özlü ifadesini bulmaktadır.