Doğu Perinçek Tekirdağ F Tipi Cezaevi'nden yazdı: TEKİRDAĞ’DAN TÜRKİYE’Yİ SEYREDİYORUM

Tekirdağ 1 No.lu F Tipi Cezaevi’nden Türkiye’yi seyrediyorum.
Türkiye bu çözülmeden, bu dağılmadan bir tek devrimle kurtulabilir.

Çocuklarına Ekmek Götüremeyen Baba
Ancak iki yavrusunun beynine kurşunu sıktıktan sonra kendi hayatına son veren işsiz babayı a...

Tarih:

Tekirdağ 1 No.lu F Tipi Cezaevi’nden Türkiye’yi seyrediyorum.
Türkiye bu çözülmeden, bu dağılmadan bir tek devrimle kurtulabilir.

Çocuklarına Ekmek Götüremeyen Baba
Ancak iki yavrusunun beynine kurşunu sıktıktan sonra kendi hayatına son veren işsiz babayı artık bir devrim bile kurtaramaz.
Giden gitmiştir. Görevini yapmadan gitmiştir; yavrularına ekmek götürememiştir.
İkincisi; Tayyip Erdoğan’ın yüklediği üçüncü çocuk görevini de yerine getiremeden gitmiştir.
Birden ürperiyorum, ya üçüncü çocuğu da olsaydı, bir kurşun da onun kafasına sıkacaktı.

Beyefendi Gazeteciler
Seyrediyorum Türkiye’yi Tekirdağ 1 No.lu F Tipi Cezaevi’nden.
Yeni Şafak ve Milliyet Gazetelerinin 3 hafta önceki tantanalı haberleri düşüyor aklıma: Türk subayları “Doğu Perinçek’in referansıyla” Barzani ve Talabani’ye 24 bin silah götürmüşler. Hem de 12 tır yükü. Ve 6 bini yine Türk subayları tarafından PKK’ya teslim edilmiş. Mehmetçiği vuran silahları, o Mehmetçiğin komutanları teslim ediyor PKK’ya!
Kimlerdir bu koca koca puntolarla manşetten veren Yeni Şafak Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni, haber müdürleri, sorumluları? Onlar adına da üzülmemek için gazetenin künyesine bakmıyorum. İsimlerini bilmemek daha iyi!
Telefonla Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin’i arıyorum. Konuşmama fırsat vermiyor, mazeretini açıklıyor hemen, Milliyet’i O’da uçakta okumuş.
Milliyet’in o psikolojik savaş haberini verdiği gün bütün yöneticiler mi İzmir’deydi acaba? Artık gazeteyi çıkaran sorumlular kendi gazetelerini uçakta mı okuyorlar? Peki, kimler yayınlıyor bu Fethullahçı Gladyo imalatlarını?
Üç beş gün önce, bu kez Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nde yine Milliyet’i açıyorum. Haber başlığı “Doğu Perinçek’i yakan ifade!” Altını okuyorum, Doğu Perinçek Çin ajanıymış, Rus ajanıymış!
Gülüyorum, Sayın Sedat Ergin dostumuz yine İzmir’e gitti herhalde diyorum. Bu işin şakası! İzmir falan değil, Sedat Ergin öyle görülüyor ki Bilderberg’ten hiç dönmemiş! Veya dönmüş de vicdanını orada vestiyerde bırakmış.

Örtüyü Kaldırıyorum
Beyefendi gazetecidir, görünüşte pek terbiyelidir; severim de kendisini. Ama sistem terbiyelisine terbiyesizine bakmıyor; hepsine görevler yüklüyor. Sedat Ergin’lere şu görev, Fehmi Koru, İsmet Berkan, Emre Aköz’lere o görev!
Mehmet Barlas’da efendi adamdır. “Bu efendi görüntüleri, bu terbiyeli halleri neyi örtüyor” diye soruyorum kendi kendime. Örtüyü kaldırıyorum., altında bir vicdan kırıntısı, bir hakikat ve sadakat sığınağı, bir sorumluluk duygusu var mı diye bakıyorum. Gördüğüme üzülüyorum, göremediğime de… Hiç olmazsa Dostoyevski’nin “insancıklarını” bulsaydım. İnsan yetersiz olabilir, düşkün olabilir, gördüklerimiz başka bir şey!
Bilmiyorlar mı onlar Doğu Perinçek’in İşçi Partisi Genel Başkanı olduğunu, başka örgütlerin emir ve disiplini altına alınamayacağını, Türkiye’deki devlet dâhil hiçbir devlete boyun eğmediğini ve eğmeyeceğini?
Bilirler! Ancak bu çözülen Türkiye’de onlara yüklenen misyon, bilgi vermek değildir; bilgiyi kirletmektir; gerçekleri çiğnemektir; bu milleti ayakta tutan, birbirine bağlayan değerleri yıkmaktır.

Harcananlar Tarihine Geçenler, Başı Dik Yazarlarımız
Bir de Radikal Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan var. O, Sedat Ergin, Mehmet Barlas türünden değil; Fehmi Koru, Şamil Tayyar, Zihni Çakır, Perihan Mağden, Engin Ardıç, Emre Aköz türünden. Başka deyişle cepheye sürülen özel görevlilerden! Yazdığı “Ergenekon Darbeler Tarihine” bakınız, bütün darbeleri kendi gazeteciliğine vuruyor; ismini harcananlar tarihine yazdırıyor.
Basınımızın kahramanları da var; başı dik gazetecilerimiz, hakikat aşkıyla yaşayanlar. Onlar, milletin ayağa kalkan vicdanıdır:
Erol Manisalı’lar, Bekir Coşkun’lar, Melih Aşık’lar, Rıza Zelyut’lar, Rahmi Turan’lar, Hasan Pulur’lar, Mehmet Türker’ler, Emin Çölaşan’lar, Behiç Kılıç’lar, daha niceleri ve gerçekleri halka taşımak için fedakarca çalışan haberciler.

Yurtseverlik Terör Listesinde
Misyon belirlenmiş. Hem de yüksek merkezlerden. Yurtseverlik yasadışı ilan edilmiş. Milliyetçilik ABD’nin, AB’nin ve elbette Tayyip Erdoğan’ın, İçişleri Bakanlığı’nın Terör Listesi’ne alınmıştır.
Eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal’ın Vatan Gazetesi’nde yayınlanan açıklamasını dikkatle okuyunuz. PKK, Türkiye için tehdit listesinden aslında çıkartılıyor, ulusalcılık listenin başına yazılıyor.
Öyleyse vurun yurtseverliğe, vurun milli devlete, vurun o milli devletin kurucusu Atatürk’e!
Yakın Almanya’da Türklerin evlerini! Beysbol sopalarıyla döve döve öldürün Danimarka’da gazete dağıtan Türk çocuğu Deniz’i!
Türk’ü yakmak, Türk’ü vurmak, Türk’e sövmek ırkçılık değildir; Avrupa standartlarıdır.
Müslüman’ı yakmak, Müslüman’a vurmak, Hz. Muhammed’e hakaret etmek; yobazlık değildir; Kopenhag Kriterleridir.

Göğsü Daralan Yargıç
Tekirdağ’ın “dağı” var ya, işte eğilip bükülmeyen kişiliğimle, teslim alınamayan vicdanımla, devrimci bir hayatla oluşmuş bilincimle, emekçi halka bağlılıktan ve bilimsellikten beslenen kararlılık ve söze bağlılığımla, o dağın üzerinden İstanbul’a bakıyorum.
Beşiktaş’ta bir yargıç kürsüde, yüzüme bakamıyor, göğsü daralmış, derin derin soluklanıyor. O’na nasıl yardım edebilirim, vicdanına oksijen mi çekmek istiyor diye düşünüyorum. Hayır, tersine vicdanına oksijen gitmesin istediği için göğsü sıkışıyor. İnsanın vicdanına direnmesi zor iş!
Belki üç çocuğunu tamamlamış, belki kolejde okuyorlar. Düzen kurulmuş, Fethullahçı Gladyo tezgâhı çalıştırıyor. O tezgâhın tıkır tıkır işlemesi ile göğsü daralan yargıcın ve çocuklarının kurulu düzeni ister istemez aynı sistemde buluşuyor.
Birden aklıma yeniden, yakınları ile telefonda helalleştikten sonra yavrularının kafalarına kurşun sıkan işsiz baba geliyor. Göğsü sıkışan yargıcın bozulmasın istediği küçük dünyası ve o işsiz babanın yıkılan dünyası, hepsi aynı dünyanın manzaraları.
Vicdanları soluksuz kalan küçük dünyalar ve çocuğuna ekmek götüremeyen, sönen dünyalar… Biri olmasa, öbürü de olmayacak!

Gemicikleri Olan Çocuklar
Yalnız o Beşiktaş’taki yargıcın, yalnız o terbiyeli gazetecilerin, yalnız o evine ekmek götüremeyen işsiz babaların çocukları yok; başka çocuklarda var bu Türkiye tablosunda.. Stadyum uzunluğunda gemicikleri olan çocuklar… Büyük hırsızların, sıcak para komisyoncularının, haram yiyen faizcilerin, tarikat rantçılarının çocukları…
O gemicikleri olan zavallı çocukların beyinlerine, vicdanlarına, hayatlarına sıkılan kurşunları, akıtılan zehirleri düşünüyorum; bir baba olarak, o işsiz babanın şu an bulunduğu yer daha iyi.

Yaman Çelişme
Tablo şimdi tamamlanıyor. O haram yiyici babalar çocuklarına gemicikler alsın diye, o işsiz baba evine ekmek götüremiyor! Ve işsiz baba henüz “üç çocuk yapın” talimatını tamamlayamadan, iki kız evladının beynine o iki kurşunu sıkıyor.
Ve o zavallı çocukların altına gemicikler çekilirken, bir cumhuriyet yıkılıyor! Atatürk terör listesine alınıyor ve çözüm zindanlara tıkılıyor. ABD ve AB’den milliyetçiliği tehdit eden fetvalar geliyor.
İşte yaman çelişme!
Çocuğuna gemicik alan haram yiyiciler ile çocuğuna ekmek götüremeyenlerin çelişmesi!
Küresel zalimler ile devletsiz ve vatansız bırakılmak istenen koskoca bir milletin çelişmesi!
SüperNATO güdümlü Fethullahçı Gladyo ile Namık Kemal’lerin, Mustafa Kemal’lerin, Doğan Özler’in, Eşref Bitlis’lerin, Uğur Mumcu’ların 150 yıllık çelişmesi!
Peki, o beyefendi gazeteciler, o göğsü sıkışan yargıç bu çelişmenin neresinde?
Sisteme herkes üç çocuğuyla bağlanıyor; küçük dünyalarıyla!

Dört Çocuğumuz Var
Bizim, sağolsun Şule Perinçek, dört çocuğumuz var. Tayyip Erdoğan bilse, bzi çok sevecek. Üç çocuktan bir fazla yaptık.
Onlara gemicik almaya yönelmedik; kâğıttan gemi yapmayı öğrettik; emek vermeyi bilsinler, yaratıcı olsunlar diye.
Hiç birinin ehliyeti yok, işlerine ve okullarına otobüsle dolmuşla gidiyorlar; yurttaşlarıyla omuz omuza.
Onlara okumayı, öğrenmeyi , varlıklarını gerektiğinde milletleri için feda etmeyi, devrimciliği öğrettik;
- Hiçbir baba çocuğuna ekek götüremez hale düşmesin diye.
- Ve hiçbir anne, hiçbir gelin, şehit olan yavrusunun ve nişanlısının tabutuna kapanıp ağlamasın diye.
Evet, bizim dört çocuğumuz var: bizi mahcup etmiyorlar.
Türk milletinin de 24 milyon çocuğu var.
Bütün alametler devrime işaret ediyor. Kıyametin kutsal kitaplardaki tanımı değil mi şu yaşananlar:
PKK iftihar listesine girdi.
Biz terör listesine!
Bu durumda Türkiye’de devrim listesine!
Peki, Tayyip Erdoğan – Abdullah Gül ikilisi hangi listede? 150 yıllık Türk Devrimi tarihine bakın, özellikle İstiklâl Mahkemesi tutanaklarına, orada yazıyor.
www.doguperincek.gen.tr