Doğu Perinçek: AKP’yi yıktıktan sonra ne yapacağız?

Bugün Türkiye'nin önündeki soru, "AKP'yi nasıl yıkacağız" sorusu değildir; "Yıktıktan sonra ne yapacağız" sorusudur.

YANGINA VERDİ GİDİYOR
AKP, Türkiyemizi yangına vermiştir ve gidiyor. Bu kesindir! Evet, yangına vermişlerdir! 60 yıllık bir yıkım sürecinin ...

Tarih:

Bugün Türkiye'nin önündeki soru, "AKP'yi nasıl yıkacağız" sorusu değildir; "Yıktıktan sonra ne yapacağız" sorusudur.

YANGINA VERDİ GİDİYOR
AKP, Türkiyemizi yangına vermiştir ve gidiyor. Bu kesindir! Evet, yangına vermişlerdir! 60 yıllık bir yıkım sürecinin son perdesidir bu! Ufak ufak başlamıştır Kemalist Devrim'in yıpratılması. "Küçük Amerika" sürecinde, insani olan, toplumcu olan, ortak yaşama dair her değeri hedef almışlar ve ne yazık ki harap etmişlerdir. Toplumumuzu çıkarcılıkla, bencillikle, bireycilikle zehirlemişlerdir; paragöz, bizden olmayan bir tip yaratmışlardır; en büyük yıkım da budur.

ALIN SİZE MERKEZİ SORU
Evet, AKP'den sonra ne yapacağız, halkımızın önüne İşçi Partisi olarak bu soruyu koyuyoruz.
Aslında soru şudur: Türkiye, emperyalist - kapitalist Batı sisteminin ağında çırpınmaya devam edecek midir, yoksa Asya'dan yükselen yeni, toplumcu uygarlığın öncüleri arasındaki yerini alacak mıdır?

AKP'Yİ HALKLA YIKMAK
AKP, yedi yıldır var. Ancak Türkiye'nin bu batağa saplanması, 1980'lerde başlar. 1945'ten beri yaşadığımız Batı serüveni bataklıkta bitmiştir. Batı, bataklıktır. Batı, batıyor. Biz de Batı'nın içinde batıyoruz.
Anayasa Mahkemesi, AKP'yi kapatmayınca, bir bakıma memnun olmuştum. Bizim İşçi Partisi olarak, tasarımımız AKP'yi halk eliyle yıkmaktı. Batı sistemi, Anayasa Mahkemesi'ni yönlendirerek Tayyip Erdoğan - Abdullah Gül'leri kurtarmıştı; ama halkın elinden değil.

AKP'NİN CENAZE TÖRENİ
Şimdi AKP'yi yıkacak güç yeniden ayağa kalkıyor.
17 Mayıs, bir miting olayı değil, halkın yeniden doğrulmasıdır. Prof. Dr. Türkan Saylan'ın cenaze töreni, aslında AKP'nin cenaze töreni olmuştur.

2007 DERSLERİ
"Yeniden" dedik, çünkü 2007 baharında da Cumhuriyet güçleri ayağa kalkmıştı. O büyük gücü, "solcular CHP'ye, sağcılar MHP'ye oy versin" söylemiyle sistemin içinde tutabilmişlerdi. Bu formül, aslında AKP'yi iktidarda tutma formülüydü.

Kürsüye hakim olanlar, ayağa kalkan kitleyi "laiklik" talebi içine hapsetme anlayışının temsilcisiydiler. Oysa meydanlarda toplanan halk, "Ne ABD, Ne AB, Tam Bağımsız Türkiye" diyordu.
Batı sisteminin denetimindekiler için, Cumhuriyet mitingleri Ankara, İstanbul, İzmir, Manisa, Çanakkale, Samsun'da bitiyordu. İşçi Partisi, Diyarbakır da Türkiye'dir dedi, ama onları ikna edemedi; Diyarbakır İstasyon Meydanı'nda Türk bayrağını tek başına dalgalandırdı. ABD, BOP planıyla oraları ikinci İsrail yapma kararı vermişti. O nedenle sistemin dışına çıkmanın başta gelen şartlarından biri, Türkümüzle Kürdümüzle bütün milleti birleştirmekti. Atatürk devrimcisi için iktidar yolu o gün de bugün de Diyarbakır'ı kazanmaktan geçiyor.
2007 baharında İşçi Partisi olarak çok dil döktük: "Seçimlere AKP iktidarıyla gitmeyelim, geçici bir hükümetle gidelim." Bu mümkündü, Cumhurbaşkanı Sezer, Tayyip Erdoğan'ı BOP Eşbaşkanı olduğu için istifaya davet etmeliydi. Çankaya'ya başvurduk. Baykal'a ve herkese önerdik. Bu yapılsaydı, AKP o büyük Cumhuriyet dalgasının önünde duramazdı ve Türkiye seçime AKP iktidarı altında gitmez, göreli demokratik bir seçim yaşardı. Hükümeti kaybeden AKP, iktidar olamazdı ve Çankaya ABD ile gizli anlaşma yapanların eline geçmezdi.
Olmadı, çünkü Ahmet Necdet Sezer de, CHP de, MHP de, Genelkurmay da, hepsi sistemin içindeydi.

NATOTÜRKÇÜLÜK MÜ?
ATATÜRKÇÜLÜK MÜ?
Bugün AKP yıkılırken, Türkiye yeniden Natotürkçülük ile Atatürkçülük arasında bir yol ayrımına gelmiştir.
Önce şunu açık olarak saptamak gerekir: Yaşanan iniş çıkışlarda Türkiye'nin baş meselesi, Laiklik değil, bağımsızlıktır.
Bağımsızlığı amaçlamayan "Laikçilerimiz" özde değil sözde laiktirler. Çünkü laiklik, milli egemenliğin bir yüzüdür. İktidarın kaynağı Tanrı değil halktır. Laiklik işte budur. O nedenle milli egemenlik, yani bağımsızlık yoksa laiklik hiç olmaz.
Bizim 19. Yüzyıl ve 20. Yüzyıl tarihimiz de bunu kanıtlamıştır. Türkiye bağımsız olabildiği kadar laik olmuştur.

AYNI NEHİRDE BİR KEZ DAHA YIKANILACAK MI?
Bir nehirde iki kez yıkanılabilir mi?
Cumhuriyet mitingleri, bir kez daha 2007 açmazını mı yaşayacak?
AKP'yi yıkacak bir halk var!
Peki bu halkın başına geçip, AKP'nin ABD güdümlü mafya - tarikat rejiminin yerine halkçı - devrimci bir Türkiye kuracak bir öncü, bir iktidar seçeneği var mı?
İşte soru burada düğümleniyor!
Yani soru, halkta değil, öncüde düğümleniyor.
Bu halk 2007'de de vardı. Ama Türkiye'yi Kemalist Devrim rotasına sokacak öncü, o sürece damgasını vuramadı.
Sistem, hep öncüyü kuşatır, etkisiz kılmaya odaklanır. O nedenledir ki, F Savcısı, "Ergenekon soruşturmasının merkezinde İşçi Partisi var" dedi. (ATV, 23 Temmuz 2008)
Öncüsüz halk, her zaman sistemi yeniden üretir. Halk yoksa hiçbir şey yapılamaz; ama o halkın büyük gücüyle ne yapılacağını öncü belirler. Binlerce yıllık halk hareketlerinin dersi budur.

SİSTEM KONTROLÜ KAYBEDİYOR
Bir nehirde iki kez yıkanılamıyor. 2007 yılında bu büyük halk hareketini denetleyenler, artık kontrolü kaybediyor.
Yandaş gazeteler hep yazdı: "17 Mayıs 2009'da TESUD ve falanca sivil toplum örgütleri yok!" Başka deyişle "biz yokuz" dediler. Mitingi akılları sıra baltaladılar. Baskılara, tehditlere rağmen, Tandoğan'da yüz binler toplandı.
17 Mayıs 2009'un 300 bini, 14 Nisan 2007'nin 1 milyonundan daha etkin bir güçtür. Ahmet Altan'ların, Fehmi Koru'ların, Nazlı Ilıcak'ların dehşete düşmeleri boşuna değildir.
14 Nisan 2007'de Org. Yaşar Büyükanıt da vardı; halk hareketini laiklik eksenine hapsetmek isteyenlerin hepsi vardı. Hatta dizginler onların ellerindeydi.
Şimdi dizgin onların ellerinden kaçmaktadır.

OBAMACI CUMHURİYET KURTARICILARI
Her şeyi açık konuşmak zorundayız. Obamacı laiklerimiz var. Obama'ya "Cumhuriyetimizi kurtar" mesajları açıkça verildi ve hala veriliyor. Obama, TÜSİAD beyleriyle birlikte hangi Cumhuriyeti kurtarabilir?
Dahası, ABD'ye "AKP'yi bırak, Ortadoğu ve Ortaasya projelerinde hizmete hazırız" mesajları yıllardan beri kamuoyu önünde veriliyor.
CHP ve MHP'nin konumları ortada. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komuta kademesi de, Hilmi Özkök'ten beri bu tehlikeli programın dışında durmamıştır.
Batı'ya sadakat yeminleri, her zaman Atatürk'e ihanet olasılıklarını içinde barındırır.
CHP'nin büyük oy kazanma olanağı içerdiği halde, AKP'yi hiçbir zaman BOP Eşbaşkanlığı ve Amerikancılık açısından hedef almayışı gözlerden kaçmıyor. CHP, Abdullah Gül'ün Powell ile yaptığı "2 sayfa 9 maddelik gizli anlaşma" yı görmezden geliyor.
MHP ise, ABD'nin sahte milliyetçi iktidar projesi için, görücüye çıkmışlar gibi kırıtıp durmaktadır.

HER ŞEY ÖNCÜ MİSYONUNDA
17 Mayıs geliyorum diyordu ve geldi.
Sevinerek çok zaman yitirmeyelim ve rahatlamayalım.
Türkiye'nin önünde kolay çözüm yok.
Zorlukları görmek, başarının şartıdır.
Obama'yla dans eden laikçi çizgi, eğer iktidar olursa, tıpkı AKP gibi sistemin krizinin altında kalmaya mahkûmdur.
Bakın sistem; 1980'den beri kaç partiyi harcadı: ANAP, DYP, SHP, DSP, AKP... Yıkımın altında hasara uğrayanlar da var: MHP, CHP...
Sonu sistemin iktidarlar mezarlığında bitecek yeni bir parti mi bulunacaktır, yoksa bu karanlık sistemden kurtulup, yeniden Kemalist Devrim rotasına mı girilecektir, mesele budur.
İşte bu sorunun eşiğinde her şey, İşçi Partisi'nin bu yükselen Cumhuriyet dalgasıyla, bir öncü olarak birleşebilmesine bağlıdır.
CHP'den, MHP'den, Cindoruk'un DP'sinden, DSP'den ve sosyalist solun 19. Yüzyıla saplanmış partilerinden vazgeçiyor değiliz. Ama onların önümüzdeki çözüme katkıda bulunabilmesi bile, İşçi Partisi'nin yetenek ve birikimini geliştirmesine bağlıdır.
Öyle gözüküyor ki, Aydınlık'ın başyazılarının önümüzdeki haftalar, aylar ve yıllardaki birinci gündemi, öncünün rolü ve görevinde yoğunlaşacaktır.
Tarih, bir önderlik misyonunu getirip önüne koyduğuna göre, bugün en çok eleştirilmesi gereken parti, İşçi Partisi'dir.