İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in Teori Dergisi'nin Temmuz sayısında yayınlanan "İşçi Partisi'nin Seçim Dersleri ve Görevler" makalesini dikkatinize sunuyoruz;
İşçi Partisi Örgütlerine ve Üyelerine
Değerli Örgüt Yöneticilerimiz,
Ve Değerli Arkadaşlar,
12 Haziran 2011 Genel Seçimlerinden sonra dikkatinizi çekmiştir; Aydınlık’taki Rota yazılarında, seçim sonuçları üzerine düşüncelerimi yazdım, fakat en önemlisi Partimizin ve Cumhuriyet Güçbirliği’nin aldığı sonuç üzerine bir değerlendirme yapmadım. Nedeni, bulunduğum koşullardır. Sizlerin görüşlerini incelemeden doğru sonuçlara ulaşılamazdı.
Bu arada elime Parti yöneticilerimizin ve bazı arkadaşlarımızın görüşleri geldi. Onları inceledikten sonra yazıyorum.
Aydınlık’ta yazdıklarımı tekrar etmiyorum. Şimdi okuyacaklarınız 13 Haziran 2011 günü şairlere “Mezardan Kalkma vaktidir” çağrımın bir devamıdır. O yazıyı seçim sonuçlarını tahmin ederek 10 Haziran 2011 Cuma günü vermiştim.
I. SEÇİM DERSLERİ
1. Devrim zor günlerde olur
Türkiye’nin çok zor günlere gittiği açıktı. Bütün seçim bildirilerimde buna dikkat çektim. Seçmen tabanına değil, “Kahramanlara” seslendim. Aydınlık’ın 13 Haziran 2011 günü attığı başlık da aynı yöndedir ve yerindedir: “Zor Günlere Doğru”. Basında hiçbir gazete seçim haberini benzer başlıkla vermemiştir.
Bir arkadaşımız yazdığı mektupta, bu “Zor günlere Doğru” başlığının moral bozucu olduğunu söylüyor. O kanıda değilim. Bugünün moralleri sağlamlaştıracak çağrısı budur. Önümüzde zor günler vardır. Moralimizin yükselmesi gerekir. Çünkü devrim, zor günlerde olur. Çarkın işlediği bir sistemi hiç kimse yıkamaz. Zor günler, zor günler yalnız halk için ve devrimciler için değil, düzenin efendileri için de zor günlerdir. Bu seçimin bize bir kez daha hatırlattığı en önemli gerçek budur.
Biz Parti olarak, bir Gladyo-Mafya-Tarikat rejimi kurulduğunu yıllardır söylüyoruz, ama bu saptamamızı tam anladığımız iddia edilemez. Ergenekon tertibi, baskınlar, demir parmaklıklar dahi bize bu yeni durumu yeterince öğretmemiştir.
Hatırlayacaksınız, 2006 yılı sonunda yaptığımız Genel Kongremizde “Feda Olsun” diye sizlere selam veriyordum. Bazı arkadaşlarımız bize birazda alaylı alaylı bakıyorlardı. Niçin “Feda Olsun” idi? Oysa yaptığımız tahlil, bu tavrı partinin önüne getirmiş koymuştu. Nesnel durum, bize “Feda Olsun” kararlılığını dayatıyordu. Şimdi daha çok dayatıyor. Seçim sonuçları için söylenecek aslında bundan ibarettir.
2. Karşıdevrim koşullarında seçim
Biz karşıdevrimden söz ediyoruz. Seçimler, o karşıdevrimin içinde yapılmaktadır. Sistem, kendi içinde yer almayan, kendisini yıkma kararında olan devrimci güçlere karşı boğucudur. Yalnız tertipleri ve zindanlarıyla değil elbette, seçim mekanizmaları, medyası, kültürü ve bütün zorbalık araçlarıyla.
Biz, bu koşullarda Parti olarak, önümüze bazı mevziler kazanma hedefini koyduk. Mecliste devrimin sesi olabilir miydik? Bütün seçim siyasetimizi buna yönelttik.
3. Başarının nesnel tanımı
Güçbirliği ve bağımsız aday siyasetlerimiz bu hedefe bağlı olarak ortaya çıkmıştır. 12 Haziran 2011 günü o hedefe ulaşamadık. Ancak bunu “başarısızlık” olarak nitelemeyi yerinde bulmuyorum. Hatalarımız var, ancak biz o hataları yapmasaydık, durum çok farklı olmayacaktı. Bunu hataları hoş görelim diye söylemiyorum. Nesnel koşullara işaret için belirtiyorum.
Başarının tanımını bizi kuşatan nesnel koşulların dışında yapmak, gerçekçi değildir, idealizmdir.
Şunu da saptamanız gerekiyor: Partimiz, özellikle İzmir’de iyi örgütlenmiş, güçlerini azamiye yakın ölçüde seferber etmiş, yeni güçler kazanmıştır. Bunlar, seçimin kazançlarıdır. Kahramanların bu seçimden bilenerek çıkmaları da bir kazançtır. Morali bozulanlar, henüz kahraman değillerdir. Ancak kahramanlık yolunda bir deneyim kazanmışlardır. Moralleri çok kısa zamanda düzelecektir.
Ayrıca Partinin başarılarını yalnız seçim sonuçlarına bakarak saptamak da eksiktir.
Ergenekon tertibini canla başla göğüslemek, Parti yönetiminin büyük başarısıdır. Kolay mı?
2010 yılı Kasım ayında Aydınlık’ı günlük çıkarma kararı aldık. Dört ay içinde bunu başardık ve günlük basında etkili, satışı yüksek bir Aydınlık var. Bu büyük işi başaran arkadaşlara teşekkür ediyoruz. Yayın alanında önümüzdeki gündeme donanımlı giriyoruz.
Çok etkili ve güçlü bir gençlik örgütlenmemiz var.
Türkiye’nin aydın ve sanatçı birikimi içinde etkin bir gücüz.
Bir değerlendirme yaparken, bunların hepsi terazinin kefesine konmalıdır.
4. Karamsarlık baş düşmandır
Bu seçimin sonunda söylenecek en doğru sözü TGB Genel Başkanı İlker Yücel Arkadaşımız dile getirmiştir:
“Karamsarlık baş düşmanımızdır.”
Balzac, şöyle der: “Umut, cesaretin yarısıdır.”
Umutsuz ve karamsar kimseler, cesur olamazlar ve hep yenilirler. En fazla intihar ederler.
Büyük devrimleri başarmış önderlerin en önemli özelliklerinden biri, her koşulda başarı yolunu görmeleri, göstermeleri ve umut aşılamalarıdır. Her komutan, askerlerine “Vurun arslanlarım, vurun yiğitlerim” der. Karamsarlar ise, o komutan ve askerlere bakıp “Bunların yelesi nerede, pençesi nerede” derler. Bir bakıma haklıdırlar. Ancak karamsarlıkta diretirlerse, bozguncu olmaları tehlikesi bile vardır.
En büyük örneklerden biri Mustafa Kemal Paşa’dır. Eskişehir-Kütahya Muharebeleri sonrasında, karamsarlıkla savaşarak ve umut aşılayarak cepheyi toparlamış ve Sakarya zaferini kazanmıştır. TBMM tutanakları bu açıdan çok zengin bir hazinedir.
Bazı arkadaşlarımız, bu devrimci tutumu anlayamıyorlar. Bizim iyimserliğimiz, hayalci değildir veya partimiz üyelerini “dolduruşa” getirmek hiç değildir.
5. Türkiye bu süreçten devrimle çıkacak
Türkiye karşıdevrim ile devrimci çözümün cephe cepheye geldiği bir döneme girmiştir. Karşıdevrim devrimi kıstırırsa, iyimserlik eleştirisi yapan arkadaşlar haklı çıkar. Bizim onların arasında olmayacağımız açıktır. Devrim, üstte kalırsa, iyimserler haklı çıkar. İşte biz onların arasında oluruz.
Partimizin önderliği, boş bir iyimserlik yaymıyor; hep zorluklara vurgu yapıyor. Ama Türkiye’nin birikiminin bu zorlukları aşacağına güveniyor. Bu tutumun eleştirilmesi yerinde değildir; hele alaya alınması üzücüdür.
Türkiye’nin bu süreçten devrimle çıkacağından eminim. Bunu gerçeklere dayanarak belirtiyorum.
Bir: Türkiye, emperyalizmin dayattığı bölünme ve dağılmayı kabul etmeyecektir.
İki: ABD, baş aşağı gitmektedir ve iflası kesindir.
İşte, bu iki sürecin kesiştiği noktada, Türkiye Milli Demokratik Devrimini tamamlayacaktır.
İyimserliğimiz, bu tahlile dayanmaktadır ve gerçekçidir.
Kaldı ki, eğer karşıdevrim sonsuza kadar sürecekse(!) biz İşçi Partisi önderlerinden, hiç kimse Mafya-Tarikat rejimine teslim olmamızı beklememelidir.
Biz, bu büyük devrim yoluna girerken gemileri yakmışız. Herhangi bir yenilgi tehlikesi, kararımızı değiştirmemiştir ve değiştirmeyecektir. Her arkadaşımı davet ettiğim sade ve sağlam çözüm budur.
6. Doğrularımız ve hatalarımız
İP MKK’nin, 19 Eylül 2010 tarihinde belirlediği Güçbirliği seçenekleri için çalışmak ve başarılı olmazsa son seçenek olarak belli illerde bağımsız adaylarla seçime girme politikası kanımca doğruydu.
Güçbirliği seçenekleri hayata geçmeyecek olursa, Parti olarak seçime girme görüşünde de kuşkusuz önemli doğrular ve duyarlılıklar vardır. Bu görüş de devrimcidir.
Bizim birinci yanlışımız, uyarılara rağmen seçim siyasetini çok geç belirledik ve çalışmaya çok geç başladık.
Belki de daha önemlisi, Parti önderliğimizin Güçbirliği seçeneklerini bir an önce bertaraf ederek bağımsız aday seçeneğine yönelmesidir. Oysa Güçbirliği için Genel Merkezin yoğun bir çalışma yürütmesi, bağımsız aday seçeneğine kuvvet toplayarak ulaşmamızı sağlayacaktı. Güçbirliği çalışmaları birkaç arkadaşın gayretine terk edildi ve bu seçeneklerin bir an önce gündemden çıkması beklendi. Değerli yazar Sabahattin Önkibar ve değerli Sonar Yöneticisi Hakan Bayrakçı, Güçbirliği için bizden daha istekli ve gayretli idi.
Oysa Partimiz, Güçbirliği yönelişini açıkça ifade eden yurtsever partilerdeki ve kuruluşlardaki olumlu süreçlere katkıda bulunabilirdi. Yine Güçbirliği için çok önemli olan seçkin bağımsız öncülerin kazanılması için çalışma yapılabilirdi. Bunlar, varolan gizilgüç (potansiyel) görülmediği için topyekun yüklenerek yapılmadı. Yapıldığı zaman seçkin öncüleri çevremizde toplayacağımız görüldü. Ancak çok gecikmiştik ve bizim topladığımız güçler, CHP’ye yöneldiler.
AKP iktidarından kurtulmak, AKP’ye muhalif halk içindeki en güçlü talepti. Dördüncü bir gücün meclise girmesi, bu talebi kısmen arkasına alıyordu. Biz, bunun önemini görmediğimiz için, o dördüncü gücü yaratma çabasına soğuk baktık. Bu seçeneğe yüklensek, bağımsız aday seçeneğine daha geniş bir Güçbirliğiyle gelecektik.
Bu hatadan çıkaracağımız ders, Parti siyasetini yürüten önderlerin, kendi kafalarındaki siyaseti değil, Parti kararını var güçleriyle uygulamasıdır. Parti hukuku, kurum ve önderlik görevleri konusunda gelişmemiz gerekiyor.
Dördüncü gücün oluşturulması mümkün olmayınca, bağımsız aday seçeneğini de uygun temalarla yürütmemiz gerekirdi. AKP’yi yıkma formülü artık gerçekçi değildi ve oyların Yeni CHP’ye yönelmesine hizmet ediyordu. Partimiz, bağımsız aday seçeneğinin gerektirdiği seçim temasına da çok geç geldi. Kıvrak ve çevik davranamadı. Son günlerde, “Meclise Güçbirliği adayları gerekli” teması işlenmeye başlandı, ama çok geçti.
Daha önemli bir yanlışımız ise, bazı dostların “Ziyan olan oyları toplama” söylemine dahi itibar etmemizdir. Bu hatamızı Partimiz programına özgüven eksikliğinden ve öncü devrimci sorumluluğumuzu yeterince üstlenemeyişimizden geliyor. Geniş halk yığınlarındaki CHP eğilimi karşısında kendi devrimci programımızı özgüvenle anlatmak yerine, “çöplüğe gidecek oylara” talip olan üzücü sahneler sergiledik. Bu hatamızı düzelttik ama bu arada epeyi zaman ve oy kaybettik. Bu hatamızın kaynağında, Neo-CHP’yi tanımamak ve kuyrukçu eğilimler yatmaktadır. Neo-CHP’yi de en sonunda anladık. Ama yine gecikmiştik.
II. NE YAPMALIYIZ
1. Merkez Yönetimi Sorunu
Bazı arkadaşlarımız, MYK’nin istifasını istemektedirler. Haklarıdır. Organlar karar verir.
Bizim gibi öncü partilerde istifa talebinden çok, hangi arkadaşlarla yeni bir MYK’nin kurulacağını önermek ışık tutucu olur.
İstifa talep eden arkadaşlar, yerine kimlerle Partimizi başarılara ulaştıracaklarını belirtselerdi, tartışma daha verimli olurdu.
İstifası istenen arkadaşlarımız başta Genel Başkan Vekilimiz Mehmet Bedri Gültekin olmak üzere, bırakalım partimizi, Türkiyemizin ziynetleridir. Şu anda Partimizde, bu arkadaşların görevini daha başarılı, daha devrimci yürütecek bir kadro oluşmuş değil. Bu olağandır. Çünkü devrimci, partilerin kadroları, büyük tecrübelerle yetişiyor.
Partimiz, M. Bedri Gültekin, Ferit İlsever gibi 1968 ve 1971’den bu yana çok büyük sınavlardan geçmiş kadroların değerini, onlar görevde olmadığı zaman anlar.
Partimize çok önemli bir saptamamı vurgulayarak sunuyorum:
İşçi Partisi’nin önder kadro birikimi, Türkiye’nin hiçbir partisinde yoktur. Sistemin mafya partilerinde olmayacağı doğaldır; ancak soldaki partilerde de yoktur.
Bu kadrolar,
1. 1968 yükselişinin içinden geliyor.
2. 12 Mart 1971 darbesine karşı savaştılar.
3. 1970’lerin Türkiye’sinde çok önemli tecrübeler kazandılar.
4. 12 Eylül 1980 darbesinde sınavdan geçtiler.
5. 1980 sonrasındaki Neo-liberal eğilime göğüs germişlerdir.
6. 1990 sonrasında ABD’nin komşumuz olduğu süreçte yeni tecrübeler kazanmışlardır.
7. Bir grup nitelikli önder kadromuz ise, geçmişte çeşitli partilerde ve TSK içinde çok önemli tecrübelerden geçmişlerdir ve Partimize o birikimlerini kattılar.
Bu, süzülmüş gelmiş bir kadrodur; birikim ve yetenekleri çok üstündür. Kendisini adamış, fedai kültür ve ahlakını 40 yıllık bir mücadele hayatı içinde pekiştirmişlerdir. İstikrarlıdırlar ve güvenilir önderlerdir. Bu arkadaşların Türkiye halkından ve partimizden istedikleri hiçbir şey yoktur. Hep vermişlerdir. Her görevi yaparlar. Her göreve hazırdırlar. Partiye küstükleri görülmemiştir.
Bunları bildiğim için, bu arkadaşlar hakkındaki kibirli ve hatta bazen alaycı ifadeleri, bizim devrimci parti usul ve erkânı içinde görmediğim gibi, gerçekle de buluşturamıyorum.
Olsun, zararı yok. İşçi Partisi’nin devrimci yöneticileri hayatları boyunca hep haksızlığa uğradıkları için bu tür davranışların da üzerinde durmayacaklardır. Birikimli önder kadrolarımız değerlerinin bilinmesini dahi istemiyorlar ama Partimizin hele girdiğimiz dönemde onlara çok ihtiyacı var. Bu arkadaşlarımızın eleştirilerden yararlanacaklarına da güveniyorum.
Partimiz önderliği kuşkusuz önümüzdeki yıllarda taze kanla beslenecek ve gelişecektir. Bu açıdan geleceğe güvenle bakıyoruz. Çünkü çok yetenekli ve kitle hareketinde önemli tecrübeler kazanan yeni bir genç önder kuşağı geliyor.
Bu genç kuşak önderler ile 1968’lerden gelen tecrübeli ve sınanmış önderliği kaynaştıran çok verimli bir önderlik kurmalıyız. Usta-çırak ilişkisi çok önemlidir. Böylece genç kuşak önderler, eski birikimi alacaklar ve kendi dinamizm ve yeni deneyimlerini de Parti önderliğine katacaklardır. Bütün organlarımızda ve çalışmalarımızda bu bileşimi sağlamak, örgütsel yeteneklerimizi çok geliştirecektir.
Bunlar, benim görüşlerimdir. İstifa taleplerini değerlendirecek olan kuşkusuz Parti organlarımızdır ve bu konular enine boyuna özgürce ele alınmalıdır. Bu tür ciddi konularda yukardan dayatma olmamalıdır. Zaman zaman böyle yanlışlar yapılmaktadır.
Nitekim Merkez Karar Kurulumuzun, 18-19 Haziran 2011 günü Ankara’da yapılan genişletilmiş toplantısında, bu konunun ele alıp enine boyuna tartıştığı ve oybirliği ile istifayı gerektirecek bir neden bulunmadığı kararına vardığını öğrenmiş bulunuyoruz.
2. Tutulacak halka
Bugün partimizin çalışmalarında tutulacak halka, yayın organlarını güçlendirerek parti örgütlenmesidir.
Türkiye’de önümüzdeki dönem ittifaklar ve cephe örgütlenmesi kuşkusuz yoğun olarak yaşanacaktır. Çünkü emperyalizmle milli hesaplaşma ve emekçi halkın yaşam sorunları gündemdedir. Cumhuriyet Güçbirliği, bir başlangıçtır. Ancak şu an Parti örgütlenmesini esas alırsak, Cumhuriyet Güçbirliği’nin gelişmesine de en önemli katkıda bulunuruz.
Herkes şunu çok iyi bilmelidir: Türkiye’nin en değerli, örgütlü insan varlığı, İşçi Partisi’dir. Programı, kadroları, adanmış ahlâkı ve fedakâr örgütleriyle eşi yoktur. Bu kadroları bugün Parti dışında olan, bir kesimiyle Güçbirliği içinde birlikte çalıştığımız öncülerle Partide birleştirmeliyiz.
İşçi Partisi’ni hafife almak, devrimi hafife almaktır. Bugün Türkiye parlamenter süreçlerde çırpınıyor. Altüst oluşlar ve devrimci süreçlerde İşçi Partisi’nin vazgeçilmez önemi görülecektir. Ancak bunu halktan önce, Partimiz kadro ve üyelerinin bilmeleri gerekir. Bilmeyenler kendi tecrübeleriyle öğreneceklerdir.
Türkiye’de, bir “yeni” merakı var. Oysa tarihte “yeni” olan herhangi bir örgütün, devrime önderlik ettiğini gösteren tek bir örnek yoktur ve olamaz da. Çünkü devrim, eski olanla, yani tarihsel birikim ve mirasla yapılır. Lavoisier’nin kimya bilimi için dediği toplumlar için de geçerlidir: Hiçbir şey yoktan varolmaz. “Yeni” olanla, köksüz ve geleneksiz olanla hiçbir şey yapılamamıştır. Yeni toplum eskinin içinde filizlenir. Gökten inmez. “Yeniden başlayalım” diyen maymun iştahlı öneriler, ortalıkta dolaşır ancak denenince, geçersiz olduğu hep görülmüştür.
Bizim, yaşayan kuşaklar açısından yarım yüzyıllık bir Partimiz var. Mirasını taşıdığı geleneği de hesaba katarsanız, kökleri bir yandan 1876’nın Genç Osmanlı, İttihat Terakki ve Kemalist Devrim geleneğine, bir yandan da o devrimci gelenekle iç içe olan Şefik Hüsnü, Hikmet Kıvılcımlı, Nâzım hikmet, Mehmet Ali Aybar, Mihri Belli geleneğine uzanır. “Yeni” denen hiçbir seçenek, bu birikimle kıyaslanamaz. Bu birikimi kucaklayan seçenekler ise, yeni değildir. O da olacaktır.
Bu nedenlerle bir kısım arkadaşların eleştirilerinde PARTİ vurgusunu eksen almaları, bizim için çok değerlidir ve bu yöndeki eleştirilere hepimiz teşekkür borçluyuz.
3. Parti hukuku ve Kurumlaşma
Yapılan eleştirilerden çıkardığım en önemli ders, Parti Hukukunu titizlikle uygulamak, kurumlaşmaya özen göstermek, geliştirmek ve Parti organlarını çalıştırmaktır.
Önümüzdeki dönem, bunlara çok ama çok önem vermeliyiz. Bizim parti yönetimimizde 1970’lerden kalma, yukardan yönetim ve hatta keyfi uygulamalar vardır.
Önümüzdeki dönem, İşçi Partisi olağanüstü bir büyüme gösterecek ve kitleselleşecek. Bunu başarıyla yürütebilmek için,
- Parti hukukuna özen,
- Kurumlaşma,
- Organları çalıştırma,
- Yerel parti örgütlerine inisiyatif,
- Parti adaylarını belirlemede öncelikle demokrasi ve sonra merkezin katkısı şarttır.
Partimizin merkezi önderliğinin Türkiye gerçeğini bilmesi için, hem parti içi demokrasi, canlı bir fikir hayatı ve tartışma gereklidir. Hem de partimiz dışındaki uzmanlık birikiminden ve doğrudan doğruya halktan öğrenmeyi yerleştirmemiz gerekiyor. Bu eksik, partimiz önder kadrolarında ve her düzeyde yönetimlerde ciddi olarak vardır. Bizim zihinsel (entelektüel) gücümüzde kayıplar olmuştur. Yeni kazanımlara mecburuz.
Parti organlarını, sırf partiyi yönlendirmek için değil, daha önemlisi hayata uyan devrimci kararlar alabilmek için çalıştırmalıyız. Özgürlükten kesinlikle korkmayalım. Bakınız, Zeki Saruhan arkadaşımız açıkça Neo-liberalizmi savunuyor; yazısında Yeni CHP’nin de ötesinde AKP-BDP ittifakıyla birleştiği gözüküyor. Kemalistlerin ve ulusalcıların tasfiyesinden de memnun bir havada. Bu fikirleri de yayımlayalım. Devrime güvenelim, kendimize güvenelim. En yanlış görüşlerde bile öğrenilecek bir şey bulunur. Biz onu arayalım.
Partimizin merkezden aşağı doğru her kademedeki önderleri, yalnız organlarda değil, günlük çalışma ve özel hayatlarında da toplumla ve partili arkadaşlarıyla çok sıcak ilişkiler içinde olmalı, onları sorular sorarak konuşturmalı, onlardan öğrenmelidir. Bu açıdan Türkiye’nin uzman ve aydın birikiminden sürekli öğrenmeye çalışmalıyız. Genç kadrolarımıza da geniş zaman ayırmalı, hem onları dinlemeli, hem de onlara yarım yüzyıllık birikimi aktarmalıyız. Bunun çalışma ve eylem içinde olması, kuşkusuz en verimli sonuçları getirecektir.
4. Bazı ideolojik ve siyasal sorunlar
Türkiye, Kemalist Devrimin yıkımının sonuçlarını yaşıyor ve fiilen bölünmüştür. Bu nesnel durum, elbette Atatürk Devrimiyle kazandığımız millet, vatan ve çağdaşlaşma mirasını öne çıkarıyor. Ancak bu mirasa, muhafazakâr bir tutumla sarılmak yanlıştır. O zaman harabelerin bekçisi durumuna düşeriz, 1927 yılında değiliz. Biz bu mirası bir devrim mirası olarak benimsiyoruz ve önümüzdeki devrimin maddi gücü olarak değerlendiriyoruz. Bizim artık korunacak değil, yeniden kurulacak bir Cumhuriyetimiz var. Ve elbette eski deneyimin aynen tekrarı da mümkün değildir.
Günümüz süreçlerini tahlil etmek yerine, yaşadığımız olayları hep tarihteki Erzurum Kongresi’ne, Sivas Kongresi’ne, Sakarya veya Büyük Taarruza vb. benzetmek, çok tehlikeli bir düşünce tembelliğidir. Kendisine Atatürkçüyüm diyen çevrelerde, bu analoji (benzetme) yöntemi yüzünden hiçbir teori, program ve tahlil üretilemiyor. Bu çevreler, Atatürk’ü bir peygamber haline getirmiş ve orada donmuş kalmışlardır.
Oysa bizim Partimiz, hep somut durumun somut tahlilini yapıyor ve günümüzün program ve siyasetlerini üretiyor. Bu anlayışı bütün partimize benimsetmeliyiz. Yoksa Atatürk’ün devrimciliğiyle bir ilgisi olmayan tutucu ve yuvarlak bir Atatürkçülük veya yuvarlatılmış ve sınıfsal özünden kopartılmış bir ulusalcılıkla varacağımız bir yer yoktur.
9 Haziran 2009 günü Aydınlık Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım arkadaşıma Partimizdeki ideolojik- siyasal sorunu şöyle özetlemiştim:
“Bizim Partide şu sıra vatan, millet, vatanseverlik, Atatürk, Kemalist Devrim gibi kavramları yuvarlaklaştırma, düşmanlarına kabul ettirecek hale getirme kolaylığı var. Toplumla birleşmek böyle olur sanılıyor. ABD emperyalizmine, NATO’ya, işbirlikçilerine, mafya ekonomisine, toprak ağalığına devrimci bir tavır almaksızın kolay (ve elbette yanlış) bir ‘yurtseverliğe’ veya ‘Atatürkçülüğe’ sığınıyoruz. Böyle bir ‘yurtseverlik’ ve ‘Atatürkçülük’ yok! Natotürkçü olunuyor!
“Bugün Türkiye’de yurtseverlik ve Atatürk Devrimciliği, daha doğrusu Kemalist Devrim’i tamamlamak mücadelesi, devrimci ve sınıfsal olmak zorunda.
“Şöyle sınıfsal: Hortumcu, kara paracı, tefeci ve tarikat rantçısına (dört sülük) ve Ortaçağ kalıntısı hâkim sınıflara karşı cepheden tavır almak ve bunların kökünü kazımak zorundasın. Yoksa Türkiye bağımsız olmaz, aydınlanmış ve laik de olmaz. Milli Demokratik Devrim bu! NATO denetiminde bunu başaramazsın, ciddi bir kanunlaştırma (Hortumcunun malına el koyma, özel okul ve yurtları kamulaştırma vb) olmadan bu amaca ulaşamazsın.
“Yuvarlatılmış sözde yurtseverlik bizi düzenle birleştirir, ama bu hedefe yöneltmez; yöneltmiyor.
“Burada Milli Demokratik Devrimi tamamlamak, sonuna kadar götürmek programı önümüze çıkıyor.
“Buna kim, hangi sınıf, hangi parti önderlik edebilir?
“Milli Demokratik Devrim, eğer nihaî (sonul) program olarak kabul edilirse, tamamlanamıyor!
“Atatürk’ün ‘arasız devrimler’ fikri o nedenle çok önemliydi. Ancak Kemalist Devrim ve Pozitivizm yazısında da (Bilim ve Ütopya) belirttiğim gibi, Kemalist Devrimciler İkinci Dünya Savaşı sonrasına hazır değillerdi; hazır olmadıkları ortaya çıktı. Atlantik Sistemi’nin kucağına düştüler. Buna CHP içinden pek karşı çıkan olmadı. Niçin? Milli Demokratik Devrim’in ötesine geçen (arasız devrimler) tutarlı bir programları olmadığı, hedefleri bulanık kaldığı için!
“Bunları belirttiğim için, arkadaşlarımızdan mektup aldım, ‘Kemalist Devrim önderliğini eleştiriyorsun’ diye. Elbette eleştireceğiz.
“Çin Devrimi ile Türk Devrimi’ni karşılaştırmak gerekir.
“Biri Milli Demokratik Devrimi tamamlayamadığı için, devrimini de yitirdi.
“Diğeri ‘arasız devrimler’le 21. yüzyıl uygarlığının başına geçti.
“Tabii Çin ile Türkiye süreçlerinin karşılaştırılması, basit bir program farkına indirgenemez. Emperyalizme karşı, daha uzun bir savaş süreci ve köylü ayaklanmaları Çin Devrimi’nin daha ileri sonuçlara ulaşmasına temel oldu. Türkiye ise, emperyalizme karşı çetin savaş sürecini Ortaçağ’ın kökünü kazıyan bir köylü devrimiyle tamamlayamadı. Bu iradi bir olay değil; Atatürk’ün iradesiyle olamazdı, buralara girmiyorum. Nesnel olarak böyle.
“Türkiye’nin Bilimsel Sosyalistleri de çok yetersiz ve çocuksu kaldılar, İstiklal Savaşı ve sonrasında.
“Kurtuluş Savaşı’nda İstanbul’da tramvay işçilerine bildiri dağıtan bir Bilimsel Sosyalist Parti, 19. yüzyıl Marksizminin içinde çırpınıyordu. Mao, 20. yüzyılda olduğu için farklıydı. Şefik Hüsnü’ler komünist oldukları için o hataya düşmüş değiller, Bilimsel Sosyalizmi hayatla birleştirmedikleri için tarihin kenarında kaldılar.
“Mustafa Kemal, aslında Şefik Hüsnü veya Mustafa Suphi’den daha materyalist, daha gerçekçi, 20. yüzyılı ve Lenin’in teorisini daha iyi anladığı için başarılı oldu. Başka deyişle İstanbul’da bildiri dağıtanlar, 19. yüzyılda kaldıkları, 20. yüzyılın Bilimsel Sosyalizmini uygulayamadıkları, Mao gibi olamadıkları için o yanlışlara (Revizyonizm) düştüler. Revizyonisttiler diye mahkûm etmiyoruz, ama yetersiz ve çocuksu ve geçmişte kaldıkları, eylemlerinden belli. Mustafa Suphi grubu, daha da yanlıştı. Başka bir ülkeden yönetiliyordu.
“Bizim 1920’lerin Sosyalistlerini eleştirmemiz, Bilimsel Sosyalizm adınadır; yoksa Bilimsel Sosyalizme bir tavır değil.
“Bugünün ‘Sosyalistim’ diyenlerine şu mesajı veriyoruz:
“Siz kendinize ‘komünist’ de deseniz, eğer devrimin aşamasını ve güncel somut görevleri anlamaz ve uygulamazsanız, tarihin kenarına düşer, burjuva devrimcileri kadar bile olamazsınız; hatta karşı devrim safına bile sürüklenebilirsiniz.
“Burada Bilimsel Sosyalist tavır var; yoksa Bilimsel Sosyalizmi küçümsemek veya ondan vazgeçmek değil.
“Aynı olay Küba Devrimi’nde de yaşandı. Castro Havana’ya girerken, Küba Komünist Partisi. Amerikancı diktatör Batista ile birlikteydi. Bir Parti’nin adının değil, pratiğinin Bilimsel Sosyalist olması gerekiyor.
“Kimse kendisine ‘komünist’ veya ‘Marksist – Leninist’ adı vermekle hayatta devrimci cevaplar üreten bir konuma giremiyor. O nedenle isim ve simgelerden çok öz (içerik) önemli. O öz, kendisini devrimci pratikte ortaya koyuyor.
“Mustafa Kemal’in devrimci pratiği, Şefik Hüsnü veya Mustafa Suphi’nin pratiğinin daha ilerisindeydi. Burada Mustafa Kemal’in Lenin’in Ezen – Ezilen Millet kamplaşmasını, Şefik Hüsnü veya Mustafa Suphi’den daha tutarlı uyguladığını görüyoruz.
“Çin Devrimi’nde de Mao, sözde komünistler tarafından ‘Zengin köylü çizgisinin temsilcisi’ olarak suçlandı uzun yıllar. Çünkü Mao’nun pratiği ve programı, 19. yüzyılın eskimiş ‘Marksizminden’ köklü bir kopuştu. 20. yüzyılın doğru anlaşılmasıydı. Hayata uygundu. Haklı çıktı.
“Bizim arkada kalan iki yüzyıldan ders çıkarmamız gerekiyor.
“Öyle hayatın dışında hazır bir ‘Bilimsel Sosyalizm’ yok!
“Somut durumun, somut tahlilini yapmamız, teorimizi ve programımızı pratik içinde sürekli üretmemiz gerekiyor. Bunun güvencesi, emekçi halka bağlılıktır.
“Bunu başarabilmek için, kapitalizmin ancak ve ancak sosyalizmle aşılabileceğini, sosyalizmin de insanlığın macerasında yine aşılacak bir süreç olduğunu bilmemiz gerekir.
“Türkiye, Kemalist Devrim’i tamamlayacak, Altı Ok Programını tutarlı olarak uygulayacak, önümüzde bu var. Ancak toplum elbette Altı Ok Programına kazık çakıp orada kalacak değil. ‘Arasız devrimler’ kaçınılmazdır. Elbette sosyalizme ilerlenecektir.
“Bu tarihsel ufuk, bu derinlik olmazsa, Kemalist Devrim tamamlanamaz.
“Kemalist Devrim’i Türkiye’de en iyi bizim Partimiz anladı; Atatürkçüler değil. Çünkü bizim Partimizin, Kemalist Devrim’in ötesine geçen bir ufku var; tarihsel derinliği var. İşte bunu kaybetmememiz lazım. Kaybetmeyiz de!
“…
“Herkesi, İşçi Partisi’nin Kemalist Devrim’i uygulamadaki tutarlılığı üzerinde düşünmeye yöneltmeliyiz. ‘Atatürkçüyüm’ diyenler bu tutarlılığı gösteremedi. Çünkü Bilimsel Sosyalizm gibi bir kılavuzları yok. Kemalizmin kaynaklarındaki, Narodnizmi (Halkçılık) ve Bilimsel Sosyalizmi (Sovyet Devrimi) tırpanladılar; Kemalizmi bu kökünden koparınca, Fransız Devrimi kökünden de koptular. Çünkü çağımızda (Emperyalizm ve Devrimler Çağı) Milli Demokratik Devrim, Fransız Devrimi örneği izlenerek başarılamamıştır.
“Ezilen Dünya’nın devrimlerine bakalım, Kemalist Devrim, Çin Devrimi, Vietnam, Küba, Kore, Hindiçini, Ortadoğu’da BAAS önderliğinde devrimcilik, Latin Amerika’da Bolivarcı ve bugün Venezuella ve Brezilya gibi ülkelerde yaşanan süreçler. Afrika’da Lumumba, Mugabe, Nukrumah vb; hepsi de şu veya bu ölçüde kamucudur; toplumcudur.
“20. yüzyıl demokratik devrimleri, Fransız Devrimi gibi rekabetçi kapitalizmi ve ferdiyetçiliği uygulamadılar; kamucu ve toplumcu oldular; pencereleri sosyalizme açıktı. Bu çok anlamlı. Atatürk’ün Halkçılığı da bir tür Sosyalizmdi; pencerenin daha ileri bir sosyalizme açık olmasıydı. Bunlar üstü kapalı ifade de edildi. Ama devrimin ufku olarak açık biçimde formülleştirilmedi ve programlaştırılmadı. Sebepleri uzun. 1930’lar iyi fırsattı. ‘Devlet Sosyalizmi’ gibi ifadeler ders kitaplarına kondu. Planlar ve devletçilik çok önemliydi. O koşullarda İkinci Dünya Savaşı geldi ve Türkiye Atlantik güdümüne düştü. Atatürk’ün ölümün eşiğinde TEK VASİYET olarak, Sovyet dostluğu öğüdünü bırakması çok anlamlıdır. Celal Bayar, Tevfik Rüştü Aras ve Kılıç Ali’ye bir arada bunu söyledi. Ayrıca İnönü ve Ali Fuat Paşa (Cebesoy)’ya da aynı öğüdünü son görüşmesinde ifade etti. O vasiyet uygulansa, ABD güdümüne girmezlerdi.
“Nutuk’un sonu, Gençliğe Hitabe, karşı devrime isyan talimatıyla biter. Bursa Nutku da öyle!
“Öncü Gençlik Genel başkanımız Tunç Akkoç’a yazdım. Parti eğitiminde Kurtuluş Savaşı’nın İdeolojisi -Hakimiyeti Milliye Yazıları- ve Doğu Perinçek’in Kemalist Devrim–5 Kemalizmin Felsefesi ve Kaynakları iyi incelenmeli. Mehmet Perinçek’in Atatürk’ün Sovyetlerle Görüşmeleri’nin de iyi bir özeti yapılmalı.
“Kemalist Devrim’i iyi anlarsak, devrimci yönünü ve yarım kalan devrimi iyi tahlil edersek, yuvarlatılmış sözde Atatürkçülük, daha doğrusu NATOtürkçülük tuzağına düşmeyiz.
“Kolay devrimcilik yok.
“İçeriği boşaltılan, kamuculuktan ve sınıfsal özünden koparılan bir yurtseverlik veya milliyetçilik, bizi düzenle birleştirir.
“Devrim her zaman mülkiyet sisteminde değişikliktir. Bir sınıfın mülkiyetine el koymak için o sınıfı iktidardan indirmektir. Emperyalizm, mafya, tarikat üçlüsü, sınıfsal bir hakimiyet rejimidir.
“Sınıflara karşı sınıflar!
“Atatürk de öyle yaptı.
“Toplumun önündeki sınıfsal çözümü iyi saptamalıyız!
Milli çözüm de sınıfsal bir çözümdür; krallardan, padişahlardan, ağalardan ve şeyhlerden kurtulmak!
“20. ve 21. yüzyılda bu sınıflara emperyalizm de eklendi. Bu sınıflar hedefleri tasfiye etmekten korkan bir demokratik devrim olamaz!
“O nedenle Cumhuriyet mitinglerinin program ve hedeflerinin de zaman içinde berraklaşması kaçınılmazdır.
“Deniz Arkadaş,
“Bu mektubu dizdir.
“Partimiz yönetimine ve Teori’ye de ver lütfen.
“…
“Teori’de ise bir ‘Arasız Devrimler ve Kemalist Devrim’ sayısı çıkaralım. TKP’yi de aydınlatalım, aynı zamanda bizim Partide görülen ‘kolay yurtseverlik’ eğilimini de irdeleyelim.”
Tam iki yıl önce bir mektupla bildirdiğim ideolojik sorunlar bugün de geçerlidir.
Sonuç: Görev başına, iş başına!
Göreceksiniz, AKP’nin zafer havası, üç-beş ay içinde bütünüyle dağılacaktır. Türkiye, büyük gerçekleriyle yüz yüze gelecektir.
Türkiye’nin sorunları artık yalnız devrimle çözülür.
Diktatörlükler seçimle gelir ama seçimle gitmez!
Şuanda bunun farkında olan bizden başka çok az sayıda aydın var.
Türkiye’nin milli güçleri ve emekçi halkı bunu kendi tecrübeleriyle anlayacaktır.
İşte bu koşullarda halkın devrimci öncüsü, başka deyişle kurmay örgütü, aslında her şeyidir.
İşçi Partisi tarihsel görevinin bilincindedir.
Doğru mevzidedir.
Kendisini halkına ve devrime adamıştır.
Kadroları fedai ruhludur.
Bizim Türkiye’nin öncüleriyle ve halkımızla birleşeceğimiz, büyük güçleri yöneteceğimiz günler önümüzdedir.
Bütün Parti görev başına!
Bütün üyelerimiz iş başına!