ABD Büyükelçisi ile Türkiye'deki seçim süreçlerini iki saat yalnız görüşmenin anlamı açıktır. Deniz Baykal, ABD iktidar planında hangi rolü üstleneceğini konuşmuş oluyor. Kendi partisini kapının dışında bırakması da bu nedenledir. Oysa ABD'nin sırlarını paylaşmak, bundan böyle ABD'nin bozgununu paylaşmaktır.
Deniz Baykal, 6 Aralık 2006 Perşembe günü ABD Büyükelçisi Ross Wilson ile Hürriyet'in yazdığına göre iki saat kadar görüştü. Olabilir, siyasal partilerin genel başkanları yabancı devlet adamlarıyla ve büyükelçilerle elbette görüşebilirler. Ancak görüşmenin yalnız yapılması ve konu başlıkları işin niteliğini değiştiriyor. CHP'de Onur Öymen gibi, Şükrü Elekdağ gibi Türkiye-ABD ilişkilerini iyi bilen genel başkan yardımcıları vardır. Bu görüşmede Baykal'a yardımcı olacak başka genel merkez yöneticileri de bulunmaktadır. Deniz Baykal, CHP yöneticilerinin görüşmede bulunmasını istememiştir.
BAŞ BAŞA GÖRÜŞMENİN MANTIĞI
Siyasette baş başa yapılan bütün görüşmeler, bir sır içerir. Veya şöyle de söylenebilir: Eğer bir görüşme bir sır içerecekse, üçüncü bir kimse alınmaz. Deniz Baykal, ABD Büyükelçisi ile tek başına görüşüyor. Yanında danışacağı, görüşüne başvuracağı veya söylenenleri tutanağa alacak bir arkadaşını bile bulundurmuyor.
Hiçbir ciddi devlet adamı, bu tür görüşmeleri tek başına yapmaz. Görüşme sırasında gereğinde uzmanlığına başvurmak, görüşmeden sonra konuşulanları değerlendirmek, yorumlamak ve partiye rapor sunmak için daima kurmayların yardımına gerek vardır. Atatürk'ün ve Cumhuriyetin devrimci dönem yöneticilerinin yabancı bir devlet temsilcisi ile baş başa görüştüğüne dair tek bir örnek hatırlamıyorum. Bütün görüşmelerde kurmaylar bulunmuş ve tutanak yapılmıştır. O tutanaklar Cumhurbaşkanlığı ve Dışişleri Bakanlığı arşivlerinde durmaktadır. Ben de hayatımda çeşitli ülkelerin devlet başkanları, hükümet yöneticileri, parti başkanları ve büyükelçileri ile görüştüğüm zaman, danışmak, değerlendirmesini almak ve tutanak tutmak için daima arkadaşlarımın yardımına başvurmuşumdur. Şarttır ve doğal olan budur.
ABD İLE SEÇİMLERİ PLANLAMAK
Deniz Baykal ile ABD Büyükelçisi arasındaki görüşmede nelerin konuşulduğunu, hangi yükümlülükler altına girildiğini, hangi sözlerin verildiğini ABD hükümeti biliyor; ancak CHP yönetimi bilmiyor. Denebilir ki, nasıl ABD Büyükelçisi kendi devletine rapor verdiyse, Deniz Baykal da kendi partisini görüşme hakkında bilgilendirecektir. Baykal, CHP yönetimine doğru ve tam bilgi vermeyi düşünseydi, görüşmeye bir arkadaşını alırdı. Demek ki, Baykal'ın kafasında en azından bu görüşmenin bazı sırları içereceği konusunda bir peşin değerlendirme vardı. Baykal, ABD devleti ile paylaşacağı sırları, kendi partisinin yönetimi ile paylaşmak istememiştir. Görüşmeye kendi arkadaşlarını almayarak, ABD ile sırdaş olmayı kararlaştırmıştır.
Görüşmede konuşulan konuları Baykal şöyle sıralıyor: "Önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimi ve bir genel seçim var. Türkiye-AB ilişkileri bakımından bir dönüm noktasından geçiliyor. Hal böyleyken bir ana muhalefet partisi lideri ile Amerikan büyükelçisinin kapsamlı ayrıntıyı bir görüşme yapmasını çok doğal görmek lazım." [1]
Bir parti lideri, ABD büyükelçisi ile Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçiminin nesini görüşecektir, genel seçimin neresini görüşecektir? Yabancı bir devletle Türkiye'de iktidarı belirleyecek süreçleri iki saat görüşmenin anlamı nedir? Çok açıktır, bu görüşmenin konusu, Deniz Baykal'ın önümüzdeki döneme ilişkin ABD iktidar planında hangi rolü üstleneceğidir. Baykal'ın sıraladığı başlıklar, aslında bir itiraftır. Baykal, ABD Büyükelçisine, "Bu süreçlere müdahale edemezsiniz ve ben sizinle bunları konuşmam, Türkiye ABD ilişkilerini görüşelim" diyebilmiş midir? Bunu söyleyecek kıratta bir devlet adamı olsa, o görüşme 20 dakikada biterdi.
ABD ile seçimleri konuşmak, bir hizmet sözleşmesinin şartlarını belirlemek anlamına gelir. Kişiyi bağlayan bir görüşme yapılmıştır. Deniz Baykal 'ın kendi partisini görüşmenin kapısının önüne koyması da, bu nedenledir. Çünkü ABD ile hizmet sözleşmesi, CHP ile ABD arasında değil, fakat Deniz Baykal ile ABD arasındadır.
SIRDAŞLIK GELENEĞİ
Batı işbirlikçisi politikacılar arasında, bu ABD ve AB sırdaşlığı bir gelenek haline geldi. Tayyip Erdoğan, 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra, Batı başkentlerine yaptığı ziyaretlerde, arkadaşlarını kapının dışında bırakmış, hatta çevirmen olarak dahi görüştüğü yabancı devletin memurlarına güvenmişti. Abdullah Gül de, kısa başbakanlık döneminde, 4 Nisan 2003 günü ABD Dışişleri Bakanı Powell ile baş başa görüşmüştü. Daha sonra bu görüşmede "iki sayfa dokuz maddelik gizli bir antlaşma" yaptığını kendi ağzıyla itiraf etmişti. [2]
Türkiye'nin 1980'den bu yana bir yazılı anayasası vardır; bir de yaşanan anayasası. Yazılı anayasaya göre, egemenlik milletindir. Yaşanan anayasa farklıdır: Egemenlik Washington'dadır. Düzen partilerinin liderleri, iktidar mührünü ABD yönetiminden alacaklarına iman etmişlerdir. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın imanı da öyledir.
Ancak dün olan, yarın olmayacaktır. Türkiye'yi dün yönetenler, yarın yönetemeyecektir. İşte oraya geliyoruz. Çünkü ABD güdümü devam ederse, AB kapısına bağlanmışlığa bir çare bulmazsak, Türkiye kalmayacaktır. Bir millet, hele Türkiye gibi büyük imparatorluklar ve devrimler geleneği olan bir ülke, varolmak için başka çare kalmayınca, zincirini kırar.
Koşullar çok elverişlidir. ABD yöneticileri bile, Ortadoğu'da yenildiklerini itiraf etmektedirler. Bir tek ABD'ye iman etmiş olanlar, bu yenilgiyi kabul edemiyorlar. Sanıyorlar ki, Türkiye'de iktidarları yine ABD belirleyecektir. Oysa ABD'nin sırlarını paylaşmak, bundan böyle ABD'nin bozgununu paylaşmaktır.