Pekin’de ilk beş günü kapsayan yoğun görüşmelerden sonra Çin’in Batı Bölgesindeki Gansu Eyaleti’nde Dunhuang ve Lanzhou kentlerine gittik. Programı yapan Çinli yetkililere göre, Çin’in daha az gelişmiş olan Batı Bölgesi’ndeki Gansu’nun ziyaret programına dâhil edilmesi, heyete Çin gerçeğini olumlu olumsuz bütün yönleriyle gösterebilme amacını taşımaktaydı.
Pekin’de, ÇKP Merkez Komitesi Dış İlişkiler, Propaganda ve Dış Propaganda Bakan Yardımcıları tarafından kabul edildik, Batı Asya ve Kuzey Afrika Masası’nın Başkanı ve çeşitli müdürleriyle ayrıntılı görüşmelerde bulundu. Ayrıca Çin Sosyal Bilimler Akademisi Marksizm Araştırma Enstitüsü tarafından davet edilen heyet, enstitüde de görüşmelerde bulundu. Yapılan bütün görüşmelerin üstünde yoğunlaştığı iki nokta vardı:
1- Çin’e özgü sosyalizmin inşasındakazanılan başarılar ve karşılaşılan sorunlar
2- Dünyada, Türkiye’de ve Ortadoğu’dakison durum.
“HER ŞEY HALK İÇİN” İLKESİ
ÇKP yetkilileri görüşmelerde, Çin’de önümüzdeki döneme damgasını vuracak olan anlayışın “bilimsel gelişme” olduğunu vurguladılar. Çin’in doğusunun çok büyük oranda sanayileşip kalkındığını, batısının ise gelişemediğinden yakınan parti yöneticileri, ülkelerinin dengesiz büyümesinden rahatsızlar. Batı şehirlerini
kalkındırabilmek için çalışmaya başladıklarını anlattılar. Her yıl 9 milyon kişinin köylerden kente göçtüğünü belirten ÇKP yöneticileri, istihdam yaratılması gereken 24 milyon kişiden de sadece 12 milyonuna iş bulabildiklerini söylediler. Zaten, “Bilimsel Gelişme” formülüne de bunun için ihtiyaç duyuyorlar.
Bilindiği gibi daha önce, azgelişmişliği alt etmeden sosyalizmin temelinin oluşturulamayacağı düşüncesinden hareketle, kalkınmanın mutlak ilke olduğu anlayışı benimsenmekteydi. Ancak o dönemde de, bu formülün uygulanmasının yol açacağı sorunların önem ve ciddiyetinin farkında olunduğu, ama iktisadi büyümeyi sürdürmenin bir varlık yokluk sorunu olarak ele alınması gerektiği ileri sürülmekteydi. “Bilimsel gelişme” anlayışına göre, yine gelişme esastır. Ancak artık sosyalist piyasa ekonomisinin ortaya çıkardığı dengesizliklerle yoğun bir mücadeleye girişmeden, gelişmenin sürdürülebilirliği sağlanamaz. Bu dengesizlikler, özellikle köy-şehir ve bölgeler arası eşitsizliklerde ciddi boyutlara ulaşmış olan insan-insan ilişkilerine ait dengesizlikler; toplumsal gelişme ile iktisadi gelişme arasındaki dengesizlik; çevre kirliliği ve kaynakların aşırı kullanımı biçiminde kendini gösteren insan-doğa dengesizliği ve dış ticaret-iç pazar arasında oluşan dengesizliktir. Buradan, “her şeyin halk için olduğunu ve gelişmenin halkın desteğini sağlamadan sürdürülemeyeceğini unutmadan, bu dengesizliklere karşı mücadele ederek, sosyalist uyum toplumunu
yaratmalıyız” sonucu çıkarılıyor. Temel değişiklik, anılan dengesizlikleri gelişmeyi sürdürülebilir kılacak ölçüde yumuşatacak kadar gelişmeden özveride bulunmak biçiminde özetlenebilir. Bu yaklaşım, ÇKP’li yetkililerin sıkça dile getirdiği devrim partisi-iktidar partisi ayrımında da kendini gösteriyor. Buna göre, ÇKP’ye düşen görevler artık bir devrim partisinin değil, bir iktidar partisinin görevleri. İktidar partisine düşen de, halkın desteğini sağlama ve pekiştirme gereksinimini göz ardı etmeden, iktisadi büyümeyi sürdürmek ve Çin’i azgelişmişlikten kurtarmak. ÇKP, Parti’yi sosyalizmde ısrarın temel güvencesi olarak görüyor, bu nedenle de anılan dengesizliklerin Parti içine yansımalarına karşı uyanık olmaya önem veriyor. Partililerin yolsuzluklara karışmasına karşı özellikle ödünsüz bir tutum takınılmakta, Parti içinde halka hizmet ruhunun yüksek tutulması için Çin Devrimi’nin geleneklerine daha çok gönderme yapılmakta. Sosyalist uyum toplumunun yaratılması içinse, halk içinde Çin’in geçmiş kültüründeki bütün olumlu unsurlardan yararlanılıyor.
BAŞARININ ÖLÇÜTÜ GANSU MU, PUDONG MU?
İzlenen siyasetleri görüştükten sonra, Pekin’de, Gansu’da ve Şanghay-Pudong’da bu siyasetlerin uygulama örneklerini bir arada görmek bizim için çok öğretici oldu. Pekin civarında topraklarının dağıtılmasını reddedip, kolektif mülkiyeti koruyarak Çin’in en önemli ekolojik çiftliklerinden birini oluşturmuş olan Liu Min Ying’i de gördük, Dunhuang’da topraklar kiralanmaya başlandıktan sonra, buğday yerine üzüm yetiştirmeye başlayarak gelirini Pekin’deki bir bakanlıkta çalışan genel müdürün maaşının üstüne çıkaran köylüyle de tanıştık. Gansu’nun başkenti Lancau’da bir devlet şirketinin yabancı sermayeyle işbirliği halinde, Çin’in uzaya gönderdiği uydunun jeneratörünü yapmış olan fabrikayı da gördük; Çin’in en ileri bölgesi olan Şanghay’ın
Pudong kesiminde yine bir devlet şirketiyle General Motors’un ortaklığındaki otomobil fabrikasını da gezdik. Gobi Çölü’nün ortasındaki bir vahada kurulu Dunhuang’da çöle karşı yürütülen mücadeleyi gördükten birkaç gün sonra, gökdelen çeşitliliği bakımından dünyanın en zengin kenti haline gelmiş olan Şanghay’ı ziyaret ettik.
Pekin’i, Gansu’yu ve Şanghay’ı birleştiren ortak sorun, piyasa ekonomisinden kolektif mülkiyetin değişik biçimlerine uzanan bir yelpazeden, Çin’in bütün üretim güçlerini açığa çıkaracak bir biçimde yararlanırken, aynı zamanda bu gelişmenin halkın refahına yansımasının nasıl sağlanabileceğini bulmak. Bu evrensel soruna getirilen Çin’e özgü çözümde başarının ölçütünü nerede aramak gerekir? Belki de bu sorunun yanıtı devrim partisi-iktidar partisi ayrımında yatıyor: Devrim partisi başarıyı Gansu’da ararken, iktidar partisi Pudong’ta arayacaktır.
ÇKP, ABD’NİN BAŞ DÜŞMANININ ÇİN OLDUĞUNU BELİRLİYOR
Pekin’deki görüşmelerimiz sırasında, Türkiye, Ortadoğu ve dünyadaki son durum üstünde yoğun tartışmalar yaşandı. ÇKP, ABD’nin sonuçta baş düşmanının Çin Halk Cumhuriyeti olduğunu açık bir biçimde belirliyor. Ancak dünyadaki “kısmi barış ve güvenlik ortamının”, bir süre daha Çin’in inşasını sürdürmeye elverecek
biçimde korunabileceği kanısında ve dış politikasını da bu temel üstünde oluşturuyor. Bu dönem için, ABD’ye karşı olan tutumunu “hem mücadele, hem işbirliği” formülüyle ifade ediyor. Türkiye’ye, Ortadoğu’ya ve Avrupa’ya bakışını da bu yaklaşım şekillendiriyor. ABD ile dünyanın gerisi arasındaki çelişmelerden
hem yararlanmak, hem de bu çelişmelerin çatışmaya dönüşmesini mümkün olduğu kadar sınırlamak ve ertelemek: Çin’in bugünkü dış politikasının temel hedefleri böyle özetlenebilir.
TÜRKİYE’YLE İLGİLİ YANILGI
Türkiye, Çin’den bakılınca, Asya’yı Avrupa’ya bağlayan konumu nedeniyle önemli bir ülke olarak gözüküyor. Ancak Çin’in dış politikası çerçevesinde, Türkiye’deki seçim sonuçları ve olası gelişmeler değerlendirilirken, ABD hesaba katılacak bir unsur olmakla birlikte, Türkiye’nin kendi iç çelişmeleri belirleyici unsur olarak ele alınıyor. O zaman “Ilımlı İslam”, ABD’nin BOP’u uygulamasının bir aracı olmaktan çıkıp, Türkiye’nin kendi iç dinamiklerinin oluşturduğu bir unsur haline geliyor. Türkiye’nin büyümesi, içerik ve bileşimine bakılmaksızın, Çin’in büyümesiyle karşılaştırılabilir bir olgu olarak değerlendiriliyor. Türkiye’deki büyümenin, ülkenin üretim gücünde bir artışa yol açmadığı için refah olarak halka yansımadığı belirlemesi, fareyi tutan kedinin rengi önemsenmeyince, anlaşılması zor bir olguya dönüşüyor.
“AVRASYA İTTİFAKI ÇATIŞMAYI ÖNE ALMAMALI”
Aynı çerçevede Avrasya ittifakı anlayışı da, tek kutupluluğu dengeleyen, uluslararası güvenlik ve barış ortamına katkıda bulunan yönüyle olumlu bulunurken, çatışmayı öne alabileceği kaygısıyla belli bir ihtiyatla karşılanıyor. Çin’in sorunları ve çözümleri ne kadar Çin’e özgüyse, Türkiye’nin sorunları ve çözümleri de, o kadar Türkiye’ye özgüdür. ÇKP’li bütün yetkililer, arkadaşça ve sıcak bir ortamda cereyan eden tartışmaların sonunda bize Çin’le ilgili söyledikleri her şeyi, Çin’den ayrıldıktan sonra unutmamızı önerdiler. Biz de, onların bu önerisine seve seve uyacağımızı, ama onların da buna karşılık, Türkiye’deki ve Ortadoğu’daki gelişmeleri izlerken, bizim söylediklerimizi unutmamalarını rica ettik.