Eski bakanın “ciddî hizmetkâr” tanımının enlem ve boylamları, MHP, CHP ve DYP yönetimlerinde büyük umutlar kamçılamıştır. Ama bir de bu Atlantik partilerine şemsiye rolleri icat edilmektedir.
Hürriyet gazetesinin 17 Haziran 2006 tarihli başyazısı, önümüzdeki sürece ilişkin işaretleri daha bir belirginleştiriyordu. Son cümlesinde, Tayip Erdoğan Cumhurbaşkanı olursa, bunun “karşıdevrimin zaferi” anlamına geleceği vurgulanıyordu.
WASHINGTON’UN KERAMETİ
Washington’un kerametine bakın siz, Hürriyeti bile icabında “devrimci” yapıyor. Fakat konumuz o değil. Hürriyet’in başyazısı, Atlantik’in öte yakasındaki yeni eğilimin işaretini veriyor. ABD, Büyük Ortadoğu Projesi Eşbaşkanını değiştirmeye karar vermiş gibi. Hayat, bunu dayattı. Çünkü Eşbaşkan’ın Proje’nin Türkiye ayağını yönetebilir olması gerekiyor. Erdoğan, artık ne Orduya hükmedebiliyor, ne Danıştay ve Yargıtay’a, ne de üniversitelere… Ekonomide sürekli ertelenen kriz ise, şimdi görüş mesafesi içindedir. ABD güdümlü Neoliberal ekonomiye bugüne değin hiçbir hükümet dört yıl dayanamadı. Eskidi eskidi, çöpe atıldılar.
EŞBAŞKAN ARANIYOR
Bu karmaşık durumda, aranan Eşbaşkan’ın özelliklerini tanımlamak için, ABD’nin bölgemizle ilgili planını hatırlamak gerekiyor. Washington ve Pentagon’un İran’a karşı karadan saldırıyı düşünemeyeceğini eskiden beri belirtiyoruz. İran operasyonunun iki cephede yürütüleceği görülmektedir. Birincisi, Azerî Türklerinin İran’da karışıklık yaratmak amacıyla kışkırtılmasıdır. ABD’nin bir de hava saldırılarıyla İran’da bunalımı derinleştirme olanağı var. Haçlının amacı, İran’ın da başına bir “Eşbaşkan” getirmektir.
İran operasyonunun düğmesine basılması için, öncelikle Türkiye’de uygun bir yönetim gerekiyor. Uygun yönetimin şifreleri bellidir. Birincisi İran’a karşı mevzilenebilecek; ikincisi Azeri Türklerini kışkırtabilecek, üçüncüsü Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kumanda edebilecek.
Tayyip Erdoğan, yalnız Türkiye’ye ve Ordu’ya hükmedemediği için değil, tabanı nedeniyle de artık elverişsiz sayılıyor. AKP’ye destek olan kesimlerdeki İslamî duyarlılıklar, İran’a karşı uygulamalarda ciddî sorunlar olarak görülmektedir. AKP tabanı zaten Haçlıların Irak harekâtı sırasında yeteri kadar çile çekmiş ve boynunu kısarak görevini yapmıştır. O tabanın hele işsizliğin ve yoksulluğun ağırlaştığı ve ABD’nin Irak’ta yenildiği koşullarda, bir de Haçlının İran seferini kaldıramayacağı ortadadır.
Bu durumda ABD’nin yeni proje görevlisinin bir kez “Mollalar İran’a” diye bağırtılacak sahte laiklerden olması gerekiyor. İkincisi, Azerileri “Türklük” adına kışkırtacak sahte Türkçülerden olması gerekiyor. Üçüncüsü Türkiye’nin federasyonlaştırılması, yani bölünmesi planını, “milliyetçi” maskelerle yürütecek sahte milliyetçilerden olması gerekiyor. Sahte laik ve sahte Türkçü bir yönetimin, Türk Ordusu’nu yatıştıracağı umut edilmektedir.
GÖRÜCÜYE ÇIKANLAR
Yeni Eşbaşkan tanmlarına uygun olduğunu düşünen adayların hemen sahne aldıkları da gözlerden kaçmıyor.
“Milliyetçi” gözükeceksin ama emperyalizme karşı olmayacaksın, hatta Azerî kışkırtıcığı için biçilmiş kaftan olacaksın, Devlet Bahçeli’den iyisi bulunmaz.
“Laik” söylemlerle halk avcılığı yapacaksın, bu arada Fethullah’a selamlar yollayıp AB kapısına bağlanmışlıkta kendisinden daha sadık bir aday bulunmadığını ispat gayreti içinde olacaksın, böylece Haçlılarla ve Haçlı irtica ile kaderini birleştireceksin. Deniz Baykal bu tanımın içinde olduğunu göstermek için elhak bütün marifetlerini sergilemektedir.
Hem “milliyetçi” hem “laik” görüntüler vereceksin, bir yandan da “Apo’ya büyük iş düştüğünü” söyleyerek ABD’ye en açık federasyon mesajları yollayacaksın, bu gayret de Mehmet Ağar’dan geliyor.
Yeni role başka talipliler de var. Geçen hafta Aydınlık’ta çıkan, ABD Büyükelçisi ile Demirel-Haberal-Büyükerşen çevresi arasındaki temaslara ilişkin haberde, eski bir bakan, “ABD’nin ciddi bir hizmetkâr” aradığını söylüyordu.
Eski bakanın “ciddî hizmetkâr” tanımının enlem ve boylamları, MHP, CHP ve DYP yönetimlerinde büyük umutlar kamçılamıştır. Ama bir de bu Atlantik partilerine şemsiye rolleri icat edilmektedir. Veya onlara dirsek atarak “ciddî hizmetkâr” görevine kendilerini layık bulan yeni simalar da bulunmaktadır.
YERİNE KİMİ GETİRECEĞİZ
Daha 1996 yılında, Washington’un Tayyip Erdoğan’ı “başbakanlığa”, Abdullah Gül’ü de “Dışişleri Bakanlığı”na hazırladığını açıklamıştık. 23 Ekim 1996 tarihli Aydınlık’ın kapağına veya 16 Şubat 1997 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Leyla Tavşanoğlu’nun benimle yaptığı söyleşiye bir göz atmanızı özellikle rica ederim. Altı yıl sonra bu atama uygulamaya konunca, 3 Kasım 2002 akşamı Kanal D ekranından, Tayyip Erdoğan yönetiminin Cumhuriyet yıkıcısı ve yasadışı olduğunu, bu iktidar sahiplerinin kestiği etin yenemeyeceğini ve bunların önünde selam durmanın ağır sorumluluk olduğunu belirtmiştim. İşçi Partisi, bu tavrını, dört yıldır her durum ve koşulda bağıra bağıra ilan ediyor.
12 Eylülden beri halk muhalefeti, hep kimleri iktidardan indireceğine kilitlendi; kimi getireceğini belirlemedi. Her getirilen, götürüleni arattı. Şimdi bütün mesele, Tayyip Erdoğan’ın yerine “ciddî bir hizmetkâr” getirmek değil, bir “Millî Hükümet” kurmaktır.
“Ciddî hizmetkâr” rolünü, program ve pratiğiyle reddeden ve Cumhuriyetimizi yeniden kurma yeteneği gösteren tek parti, İşçi Partisi’dir. Türkiye’yi bu darboğazdan çıkaracak başka bir partinin ortaya çıkması artık mümkün değildir. Bu işi İşçi Partisi yapacaktır.
Her siyasetçinin, her aydının ve her halk önderinin önünde bugün üç yol bulunmaktadır: Birinci yol, bugünkü seçenektir, yani “laubâli hizmetkârlık”tır. İkincisi, “ciddî hizmetkâr” rolüne soyunarak milleti bir kez daha aldatmaktır. Üçüncü ve aslında biricik yol, Millî Hükümet kurmak için İşçi Partisi’nde görev üstlenmektir.