Sosyal-İş Genel Başkanı Sayın Özcan Kesgeç, 2005/11sayılı Sosyal-İş Dergisindeki başyazısına “Karnından Konuşmak” başlığını koymuş. “Düşüncesini, düzenlediğini açıkça ifade etmemek…her yana çekilebilecek cümlelerle konuşmak ve yazmak” diye tarif ediyor bunu. DİSK’ in 16 Ekim 2005 tarihli “hayır yaptığımız parti kurmak değil” diyerek, Başkanlar Kurulu Kararına geçen girişim, Sayın Kesgeç’in yukarıdaki “Karnından Konuşmak” deyimine çok uyuyor.
Çelebi Sol Partiyi nasıl tarif ediyor?
11 Ekim 2005 tarihinde DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi imzası ile bir toplantı çağrısı yapıldı. Yeni bir sol partinin gerekçesi bir sayfayı aşan bir yazı ile belirtilmiş, iki günlük program ve çağırılan şahısların isimleri çağrı metnine eklenmiş. Mektupda “..solda bir boşluk olduğunu, iktidar seçeneği sunulamadığını ve güçlü bir siyasal muhalefet yapılamadığını” belirten Çelebi, AKP Hükümetinin işsizlik, eğitim, sağlık gibi temel sorunları çözemediğini, “siyasal demokrasinin temellerini geliştirmek, örgütlü, katılımcı ve çoğulcu toplumu oluşturmak, insan haklarını ve özgürlükleri geliştirmek” için “solda değişimi arzulayanlarla bir girişimin başlatılması gerektiğini” yazıyor.
Çelebi için Sol’un üzerinde durması gereken temel sorunlar bunlardır.
Çelebinin “Sol”u Ulusal Bağımsızlıkçı değil AB’cidir
Çelebinin solu Bağımsızlıkçı değil AB’cidir. AB sürecini hararetle destekleyen, “Hak-İş ve KESK ile Türkiye AB Karma Sendikal Koordinasyon Kurulu” adıyla AB devletinin hazırladığı eğitimleri, yine AB devletinin verdiği paralar ile yaptıran, sendikacılarımızı AB cenderesine sokan DİSK yönetimidir. 3 Ekim Çerçeve Belgesinin Tayip-Gül ikilisi tarafından imzalanmasını ise hararetle destekliyor Çelebi. “Gelinen durumun 80 yıllık çağdaşlaşma sürecinin ürünü olduğunu, DİSK’in son 10 yılda önemli bir çaba gösterdiğini ve somut katkılarda bulunduğunu” belirttiği süreç, AB üyeliğidir, ulusal devletin, bağımsızlığın ortadan kaldırılmasıdır. 3 Ekimdeki “kararın alınmasında DİSK önemli bir rol oynamıştır” diyor Çelebi.
Çelebinin “Sol”unu AKP hükümetinin AB uygulamalarından arınan bir yaklaşım var mıdır? Hayır. Neyin muhalefetini yapacaktır bu konuda?
AB’ciliği, 80 yıllık sürecin sonu olarak göstermesi, Kurtuluş Savaşı, bağımsız bir devletin kurulması ve Cumhuriyetin ilanı ile başlatması ise en hafif deyimi ile gaflettir.
Oysa 1967 yılında DİSK’i kuranlar ”Kuruluş Bildirisine” şöyle yazmışlardı: “Emperyalizmin, devletimizin ve milletimizin hayatına yeniden kastedme çabalarının arttığı ve bir avuç aracının, kapkaççının ve sömürücünün bu çabalara katıldığını gören bizler, Büyük Atatürk’ün daha 1921 de ilan ettiği gibi savaşmaya and içmiş sendikacılarız”.
Yine DİSK’in kurucuları sendikanın Kuruluş Tüzüğünün, amaç bölümündeki 3 maddesinde, “DİSK…Türkiye’nin her bakımdan bağımsız olmasını ve hızlı bir kalkınma yoluna girmesini öngörür….İşçi sınıfının meseleleri tam bağımsızlığa kavuşmuş, toplumcu bir düzende çözümlenir..” diyorlar.
40 yıl sonranın DİSK yöneticileri ise, ağızlarına emperyalizm kelimesini almaktan kaçınır oldular. Kaçınmakla da kalmadılar, AB Emperyalizmin ülkemizi yutması için, AKP hükümetine yardımcı olmaktalar. Çelebi’nin en büyük düşmanları, varsa yoksa IMF ve Dünya Bankasıdır.
Çelebi’nin “sol”u, Kıbrıs’ta ABD ve AB’nin yanındadır.
Sayın Çelebi’nin Kıbrıs’la ilgili açıklamalarında, ABD’nin ve AB’nin adadaki planlarına ilişkin bir cümle bulamadık. Bu emperyalist devletlerin adadaki askeri varlıklarına, ada ile ilgili planlarına bir eleştiri yapılmıyor. Tam tersine, Annan Planı’nın oylanmasından önce, KESK ve HAK-İŞ yöneticileri ile birlikte Kıbrıs’a giderek, Annan Planı lehinde toplantı ve açıklamalar yapıldı. Yine “Kıbrıs Sorununun Çözümü Barış ve Dostluğu Pekiştirecektir” başlıklı yazısında Çelebi, “3 Ekim 2005 sonrasında da Annan Planının kabul edilmesi gerektiğini” belirtiyor. “Annan Planı’nın referanduma götürülmesi ile Kıbrıs sorununda bir çözüm ihtimali belirmişti…Kıbrıs sorununun nihai çözümü için yeni bir Birleşmiş Milletler inisiyatifi gerekiyor. AB’de sorunun çözümüne katkıda bulunmalıdır”. İşte Çelebi’nin Kıbrıs formülü. Bu programın AKP hükümetinin programından bir farkı var mıdır?
Çelebi AKP’nin Kıbrıs planına destek vermekle kalmıyor, Emperyalistleri Kıbrıs meselesini “çözmeye” çağırıyor. Çelebi’nin “Sol”u Kıbrıs konusunda AKP hükümetine hangi muhalafeti yapacaktır?
DİSK Devletçiliği ve Devrimciliği savunmuyor?
DİSK’in son yıllardaki metinlerinde, ve yöneticilerinin konuşmalarında devletçilik kavramına rastlamak mümkün değil. Özelleştirmelere karşı çıkarken, “sosyal devlet ilkesinin zayıfladığından, tüccar devlete geçildiğinden, sendikaların ve emekçilerin zarar göreceğinden” söz ettiler hep. Oysa özelleştirmelerin AB ve ABD tarafından dayatılmasının asıl nedeni, bağımsız ekonominin kurmayı ve belkemiği olan kamu ekonomisinin tasfiye edilmesiidi. Sonuçlar bugün daha berrak ortaya çıkmışken bu niyeti hala görmeyişleri ise, AB yolculuğuna bağlanmaları yüzündendir.
Oysa solculuk ulusal ekonomiyi savunmaktır. Yine DİSK’in kurucularına dönelim. “Kuruluş Bildirisi”nin “Borçtan Kurtulmak İçin Devrim” başlığında şöyle diyor: “ Geri kalmışlıktan kurtulma, ancak Anayasanın öngördüğü karma ekonomiye dayanan ve kapitalist olmayan bir yoldan kalkınmayı zorunlu kılar. Bu da emekten yana planlı bir devletçiliğin kurulmasını gerektirir”
DİSK’in “sol”culuğunda Devrim kavramı yıllardır rafa kaldırıldı. Devrim sadece DİSK adının içinde var. DİSK yöneticileri “Emeğin Avrupa”sını kurmanın peşindedir. Türkiye içinde, Türkiye bağımsız kalarak yapacakları bir amaçları kalmadığı için, Kamuculuk ve Devletçilik de tarihe karıştı DİSK yöneticileri için.
Çelebi’nin Sol’u “Kamu Reformu”na Karşı Çıkmıyor.
Irak’ın işgalinin o hararetli günlerinde bile, ABD, Türkiye’yi kendi planlarına dahil eden bir yatıştırmayı sağlamak için 8.5 milyar dolar borç vermeyi teklif etmiş, ama iki şartından biri olarak “Kamu Reformu”nun yasalaşmasını istemişti
ABD’nin Ortadoğu’da BOP, BOKAP gibi ülkeleri parçalama planlarını ilan etmiş olmasına, Irak’ı işgal etmiş ve parçalamış olmasına rağmen, ABD kaynaklı AB’nin desteklediği bu girişimde, DİSK yöneticileri emperyalizmin izlerini göremediler, görmediler. Hatta Kamu Reformu şöyle olmalıdır gibi dolaylı bir destek bile verdiler.
Tasarı yasalaşırsa ülkenin eyaletlere parçalayacağını başta Yol-İş Sendikası olmak üzere, Türk-İş ve Kamu-Sen’in uyarmasına rağmen, DİSK, KESK ve HAK-İŞ sendikalarının yöneticilerinin Ulusal Devlet ve Üniter yapı ile ilgili bir endişeleri olmadı.
Yabancılara toprak satışları, Kuzey Irakta Kurulan Kukla Devlet ile ülkemizi bölme girişimleri, Ekümenik girişimleri, “Ermeni Soykırımı” baskıları, DİSK için önemli mücadele konuları olmamıştır bugüne kadar.
Çelebi’nin icadı yeni midir?
Ulusal Bağımsızlığı savunmayan, AB emperyalizminin Türkiye Cumhuriyetini tasfiye etmesi için çalışan, Kıbrıs’ta ABD ve AB planlarının yanında olan, Devletçilikten ve devrimcilikten vazgeçmiş, Atatürk’ü ağzına almayan, Ulusal Bayrağı taşımakta tereddüt gösteren, yanı başımızdaki ABD’nin Kukla devleti için bile bir refleks göstermeyen, emekçilerin sorunlarını AB emperyalizminin içinde “emeğin Avrupa’sını” yaratmaya havale eden “sol” nasıl bir sol olacaktır?
Devrimcilikten ve Devletçilikten vazgeçmiş, AB’ye girmek için AKP ile yarışan “sol”, nasıl soldur?
Nedir yeni olan? Sosyal-İş Genel Başkanı Sayın Özcan Kesgeç bunun yanıtını veriyor. Sosyal-İş Dergisinin 10. sayısındaki “Yek Dam, Dü Heva” başlıklı yazısında Sayın Kesgeç “…ben daha iyiyim, ben daha iyi yaparım” anlayışının, “…’Sol’un AKP’sini kuruyoruz’ diyen solcular(!) ile, ‘kitlesel bir sol parti yok’diye timsah gözyaşı dökenlere” yol açtığına dikkat çekiyor.
Mevcut “sol” partiler, AKP hükümetine karşı bağımsızlığı savunmadıkları, üniter devlete sahip çıkmadıkları, Kıbrıs’ta emperyalist planlarıyla mücadele etmedikleri, Devletçiliği savunmadıkları, Kamu Reformu’na karşı çıkmadıkları için eleştirilmiyor. Ne için eleştiriliyor? Belli değil. Peki bunları savunmadan AKP’den farkınız ne olacak? Üstelik bunu sol adına yaparak?
Parti’nin temellerini atacak olanlar özenle seçilmiş.
14-16 Ekim toplantısına “Sol” partinin kuruculuğunu konuşmak için çağrılanlar arasında Erinç Yeldan, Zekeriya Temizel, Hikmet Çetinkaya gibi isimlerin yanında, Burhan Şenatalar, Can Dündar, Derya Sazak, Yalçın Doğan, Zafer Üskül, Oral Çalışlar gibi isimler de var.
Birinci oturumun konusu “AB süreci: Türkiye’deki Gelişmeler ve Sol”, İkinci oturumun adı “Küreselleşen Dünya: Ülkemizde Ekonomik, Sosyal Gerçekler ve Sol”. Bu başlıkların bile, olaylara nasıl yaklaşıldığını anlatmaya yeteceğini sanıyorum.
Gazeteler, Celal Doğan’a da kuruculukta yer alması için DİSK yöneticileri tarafından çağrı yapıldığını yazıyorlar. Kadro, birkaç eksiği ile tamamdır.
Şimdi 10 Aralık 2005 günü ikinci toplantı yapılıyor İstanbul’da. Fatmagül Berktay, Burhan Şenatalar, İbrahim Kabaoğlu, Rutkay Aziz ve Fuat Keyman’ın da konuşmacı oldukları panellerle DİSK yoluna devam ediyor.
DİSK’in sendikalarını çağırmadığı toplantı.
14- 16 Aralıkta yapılan toplantı, ilk olarak 29-30 Mayıs 2005 tarihinde planlanmıştı. Sosyal-İş Sendikası toplantıyı önemli bularak, masrafları kendilerince karşılanmak üzere yönetim kurulu üyelerinin toplantıyı izlenmesi için DİSK yönetimine yazılı olarak başvuru yapıyorlar. DİSK yönetimi 12 Mayıs 2005 tarihindeki cevap yazısında toplantının “Aydınlar Konferansı” olduğunu, “…özellikle katılımcı akademisyen ve gazetecilerle yapılan görüşmeler sonucunda salonun fiziki yetersizliği de dikkate alınarak…katılımcıların belirli bir sayıda tutulmasının kararlaştırıldığını” bildiriyor.
Sosyal-İş aynı gün tekrar yazı ile başvurarak talebini yeniliyor. 13 Mayısta DİSK yönetiminin ikinci cevabı ile “toplantının Akademisyen ve gazeteciler ile yuvarlak masa toplantısı olacağı” belirtilip, ikinci kez reddediliyor. Birkaç gün sonra da beklenen katılımın gerçekleşmeyeceği anlaşılınca toplantı erteleniyor.
Sosyal-İş Dergisi Ekim sayısında, ertelen toplantı hakkında DİSK yöneticileri tarafından üye sendikalara hiçbir bilgi verilmediğini, toplantının 14-16 Ekimde Bolu Koru Otelde yapılacağını ise, Milliyet yazarı Taha Akyol’un köşesinden öğrendiklerini yazıyor.
Dergi 19 Eylül günü DİSK’ten gelen yazıda toplantının konu başlığı yerine medyada, “zemin yoklaması”, yeni parti girişimi” olarak yazılmasını ise anlayamadıklarını belirtiyor. Süleyman Çelebi “bu beyin jimnastiği” diyormuş. Gürbüz Çapan ve Ertuğrul Günay gibi Baykal muhaliflerinin de adının geçtiği bu girişim için o günün gazetelerinin, Genel Başkanlık için Fuat Keyman ve Burhan Şenataların adının öne çıkarıldığını aktarıyor dergi.
Toplantının sponsoru Sarıgül’mü?
Bolu’daki üç günlük toplantının masraflarının Şişli Belediye Başkanı Sarıgül tarafından karşılandığına dikkat çekiliyor.
Şişli Belediyesi’nin Belediye-İş sendikasına üye işçilerinin, Sarıgül-Çelebi işbirliği ile DİSK’e bağlı Genel-İş’e geçirilmeleri haftalar süren tartışma konusuydu. Belediye-İş Genel Başkanı Nihat Yurdakul bu işbirliğinin çok açık olduğunu belirtiyor. İşveren marifeti ile sendika değiştirme sırasında, işçiler arasında çatışma olmuş, Belediye-İş üyesi bir işçi bıçaklanarak ağır yaralanmıştı.
CHP milletvekilleri içindeki Sarıgül yanlısı olarak bilinen Hasan Aydın ve Mehmet Tomambay’ın da 10 Aralıktaki toplantıya katılacakları, toplantıdan sonra Sarıgül taraftarlarının bir basın açıklaması yapacakları bekleniyor.
DİSK tabanında çalkantı
DİSK yönetiminin, bağlı sendikaların genel merkez yöneticileri ile dahi bir tartışma yapmadan böyle bir işe soyunması, sendikalarda önemli huzursuzluklar yarattı.
Lastik-İş yöneticilerinin, başkanlar kurulunda, siyasi görüş farkları yüzünden aynı parti altında olmalarının mümkün olmadığını, parti kurmaya çalışmasının sendikal birliği sarsacağı uyarısı, giderek artacak gibi görünüyor.
Özcan Kesgeç, aynı kulvarda başka partiler varken, onlarla işbirliği aramak yerine, “ben daha iyi yaparım” anlayışının öne çıktığını belirtiyor. “Sendikanın parti kuruculuğuna soyunmak yerine, emekten yana partilerle program ortaklığını aramasının doğru olacağını” belirtiyor.
Genel-İş İstanbul Anadolu Yakası 2 Nolu Şube Başkanı Hüseyin Durmaz, “DİSK Yönetimine Açık Mektup” başlıklı basın açıklamasında, “CHP’de kendine yer bulamayan kimi siyasetçilerin kendileri için bir alan yaratmaya çalıştıklarını, DİSK’in bu kişilerin kişisel hırslarının değirmenine su taşımaktan vazgeçmesi gerektiğini, bu maceradan geri durmadıkça tüm DİSK’lilerin demokratik haklarını kullanacaklarını” belirterek uyarıyor.
DİSK, AB’nin yeni “sol” partisini yaratmak için koştukça, sendikadaki kaynama daha da artacak.
DİSK’e tarihindeki anti-emperyalist köklere yeniden sarılmasını, AB’ciliğin DİSK’i hızla yıprattığını, işçi sınıfının gerçek gündeminden ve ülke sorunlarından kopardığını bir kez daha hatırlatalım. AB’nin yeni sol partisi ise, DİSK’in dağılmasına yol açabilir.
DİSK’in kurucularının “Kuruluş Bildirisi”ne yazdıkları şu sözlerin DİSK için uyarı olmasını diliyoruz:
“….Bütün gücünü işçi sınıfının bilincinden alan bizler, yurt ve dünya olayları karşısında ulusumuzun ve emekçi halkımızın menfaatlerini ve memleketimizin bağımsızlığını her şeyin üstünde tutacak, en küçük özgürlüğümüz ve hakkımız için bilinçli bir dayanışma içinde bütün gücümüzü harekete geçireceğiz.”
İşte DİSK budur.