Atatürk’ün cumhuriyet tanımı eşsizdir: “Kimsesizlerin kimsesi”. O kimsesizler, bir İstiklâl Savaşı vermişlerdir. Düşmanı Doğu’da Kafkas dağlarına, güneyde çöllere sürmüş, batıda denize dökmüşlerdir. Atatürk, kimsesizlere güvendi, onlarla birleşti ve onlar için vardı. Türkiye Cumhuriyeti, kimsesizlerin kimsesi olarak kuruldu; Atatürk’ün deyişiyle “Bir Halk Devleti”, “halkın devleti” olarak tasarlanmıştı.
Cumhuriyet, bir halk devleti olarak, halkın devleti olarak yaşayabilirdi. Kimsesizler kimsesiz kalınca, Türkiye de cumhuriyetsiz kalmıştır. Meğerse o 10 Kasım günü yalnız Atatürk ölmemiş. O gün, kimsesizler, kimsesiz kalmış. Bir cumhuriyetin ölmeye başladığı tarihtir, o tarih!
Cumhuriyetin başına bir mafya ve tarikat zümresi çöreklenmiştir. Üstelik bu zümre, ABD güdümlüdür ve dolar vurgunculuğunu, faizciliği, hortumculuğu, hep o ABD sayesinde ve AB kapısında yürütmektedir.
Halkı soyanlar, emperyalistlerle işbirliği halinde, milleti bölmekte, vatanı parçalamakta ve cumhuriyeti yıkmaktadır. Halk, yoksullaşmakta ve kimsesizleşmektedir.
Her 10 Kasım’da Atatürk’ün sonsuza kadar yaşayacağını söyleriz.
Nasıl?
ABD güdümlü mafya-tarikat diktatörlüğüyle mi?
Atatürk, ancak devrimle yaşar ve devrimle yaşatılır.
Türk milletinin ve Türk ordusunun onuru ile oynandığı günleri yaşıyoruz. Bir savaş başlamıştır. PKK, ABD tarafından Hâkkari'de sınırı geçirip üzerimize sürülmüştür. Askerlerimiz şehit edilmiştir. Bu bir savaş başlangıcıdır. Ve gelen haberler de hep savaş haberleridir.
Bu yalnızca bir terör değildir, terörün ötesinde bir olaydır. Düşman sınırlarımızdan bastırmaktadır. Artık Türkiye'nin gündemi iç cephesiyle, dış cephesiyle vatan savunmasıdır
Bu koşullarda Atatürkçünün görevi nedir?
Mafya-tarikat rejimini yıkmak ve Türkiye’yi yeniden Altı Ok programıyla tanımlanmış Cumhuriyet Devrimi rayına oturtmak; kısacası milli demokratik devrimi tamamlamak!
Hedef, İKTİDARDIR!
Görev, DEVRİMDİR!
Atatürkümüzü saygıyla anıyoruz.