Bu raporu Türk bir gazeteci yazsaydı hapse girerdi

“Türkiye’nin Ergenekon Soruşturması / Gerçekle Fantezi Arasında” adında bir rapor kaleme alan İngiliz gazeteci Gareth H. Jenkins’e göre raporu bir Türk yazmış olsa örgüt üyesi olmaktan tutuklanabilirdi

20 yıldır İstanbul’da yaşayan İngiliz gazeteci Gareth H....

Tarih:

“Türkiye’nin Ergenekon Soruşturması / Gerçekle Fantezi Arasında” adında bir rapor kaleme alan İngiliz gazeteci Gareth H. Jenkins’e göre raporu bir Türk yazmış olsa örgüt üyesi olmaktan tutuklanabilirdi

20 yıldır İstanbul’da yaşayan İngiliz gazeteci Gareth H. Jenkins, ağustos sonunda Ergenekon soruşturmasını analiz eden “Gerçekle Fantezi Arasında” başlıklı raporunu yayımladığında, onun Türk gazetecilerin yapamadığını yaptığını söyleyen de oldu; Jenkins’i yerden yere vuranlar da... Jenkins; Johns Hopkins Üniversitesi İleri Uluslararası Çalışmalar Okulu ile İsveç Güvenlik ve Kalkınma Politikaları Enstitüsü’nün ortak araştırma merkezi Orta Asya-Kafkaslar Enstitüsü İpek Yolu Çalışmaları’nın talebiyle yazdığı raporda “İddianamedeki gibi bir Ergenekon yapılanması mümkün değil, Türkiye derin devleti temizleme fırsatını kaçırdı” diyordu özetle.

Jenkins’le soruşturmanın ne kadarının gerçek ne kadarının fantezi olduğunu konuşmak üzere Caddebostan’daki evinde buluştuğumuzda aldığı tepkilerden biraz tedirgindi. Tarafsız olarak değerlendirilmediğinden yakındı ve “Kimse söylediklerime katılmak zorunda değil” dedi, “İddianameleri okusalar yeter”.

Raporunuzun başlığı “Gerçekle Fantezi Arasında”. Ergenekon soruşturması hangisine daha yakın sizce?

Bence Ergenekon diye bir teşkilat yok, o bir fantezi. Ama derin devlet bir gerçek. Raporun temellerinden biri bu; kanıt yok. Böyle bir teşkilat yok. Belki bir çay bahçesinde iki-üç adam böyle bir örgüt kuralım demiştir; ama herkesi ve her şeyi kontrol eden bir teşkilat yok. Olmaz da...

Neden olmaz?

İşlemez. Zaten derin devletin böyle olmadığını biliyoruz. Bu kadar büyük olsa parası nereden gelecek, nasıl toplanacak, nasıl iletişim kuracaklar? Gizli örgütün küçük olması lazım, bir hücre sistemi olmalı. Yoksa hareket edemez.

İddianamelerde sözü geçen büyüklükte bir örgütün dünyada örneği var mı?

Tarih boyunca böyle bir şey olmadı. Söylediğim gibi olmaz da. İddianamenin bazı yerlerinde Ergenekon’un PKK’yı kontrol ettiği söyleniyor, bazı yerlerinde de Hizbullah’ı. Bir kere PKK ile Hizbullah savaşıyordu 1995’e kadar, birbirlerini öldürüyorlardı. İddialar hem çelişik hem de kanıt yok. Hitler’in propaganda bakanı Goebbels demişti ki “Eğer bir yalan söyleyeceksen büyük bir yalan söyle. O zaman kimse yalan olduğunu düşünmez”. Ergenekon da öyle...
Önce böyle bir örgütün var olduğuna karar verdiler, sonra onu kanıtlamaya çalıştılar. Oysa adalet sistemi tam tersine işler, kanıttan başlar sonuca varırsın. Ergenekon sürecine bakınca sonuçtan başladıklarını görüyorsun.

“Batı dünyasının Ergenekon’a bakışı 12. dalgayla değişti”

Kim “onlar”?

Tam bilmiyorum. Bazı polisler gerçekten böyle bir örgüt olduğuna inanıyor. Kanıt yok dediğinde bazıları onların “kanıt bırakmayacak kadar zeki olduğunu” düşünüyor. Batı’da olsa savcı kanıt olmadığı görülünce hemen istifa ederdi. Gözaltındaki birkaç kişinin melek olmadığını biliyoruz. 60-70 kişinin görüşlerini antidemokratik, hatta ırkçı buluyorsam da bu suçlu oldukları anlamına gelmez. Ama geride kalanlar tamamen masum. Herkes karıştı. Masumları suçlularla bir araya koyduğunuzda hiç kimse adalet görmez. En büyük eleştirim buna.

Geçen sene Güneydoğu’da PKK yandaşlarıyla konuşuyordum. Güngören olayından bahsettim, “PKK böyle şey yapmaz, o Ergenekon işi” dediler. İşte bu çok tehlikeli. Güngören yüzde 99 PKK işi, ya da taşeronlarının... Bu PKK’yı güçlendiriyor.

Ergenekon iddialarının PKK’yı güçlendirdiğini mi söylüyorsunuz?

Evet. Gördüm bunu Güneydoğu’da. Şemdinli olayını rapora koymamın nedeni de bu. Şemdinli’de işe karışan üç kişi vardı, bu kesin. Ondan sonra Büyükanıt’ı suçlamaya çalıştılar, herkes Büyükanıt’a odaklandı. Ama işe karıştığı bilinen üç kişi geride kaldı. Aynı durum, aynı siyasallaşma Ergenekon’da da var.

Raporunuza Batı’dan gelen tepkiler nasıldı?

Türkiye’de yabancıların Türklere karşı komplo kurduğu düşünülür. Yurtdışına gidince ilgi seviyesi çok düşük halbuki. Türkler hep yabancılar onları düşünüyor sanıyor, halbuki o kadar az bilgi var ki yabancılarda. Ancak İngilizce kaynakları takip edebiliyorlar. Eskiden Turkish Daily News okurlardı, şimdi en çok Todays Zaman okuyorlar. En fazla yere o ulaşıyor çünkü. Batı’da yavaş yavaş gerçeği görmeye başladılar. Dönüm noktası Nisan’daki 12. dalgaydı. Türkan Saylan, Baba Beni Okula Gönder ekibi ve rektörlere yapılanlar... Herkes biliyor ki, Türkan Saylan -düşündüklerini beğen beğenme- kesinlikle bir terörist değildi.

Batı dünyasında eğer bütün iddianameyi hayali bir örgütün üzerine kurar ve kanıtlayamazsan bütün dava düşer. Herkes bunu bilir. Burada ise kimseye bir şey olmuyor. Mesela Deniz Feneri’ne baktığımızda kanıt ortada, para kayboldu. Üç kişi itiraf etti Almanya’da, dekontlar var. Ama daha yeni yeni üstüne gitmeye başladılar. Bu iki davayı yan yana koyarsak çok büyük bir fark görüyoruz. Adalet sisteminin işleyişi çok farklı. Ergenekon’da polis ve savcı ne isterse yapabiliyor ama Deniz Feneri davasında bu şevki görmüyoruz onlarda. Eskiden, Ak Parti’den önce yolsuzluk çoktu. Erdoğan iktidara geldiğinde “Biz farklıyız” dedi, Deniz Feneri bunu kanıtlamak için çok büyük fırsattı. Ama iyi değerlendirilmedi.

Neden?

Bunu ona sormanız lazım.

Ergenekon’un da kaçırılmış bir fırsat olduğunu yazdınız raporda.

Evet. Derin devlet konusunda bağımsız bir komisyon kurulsaydı Türkiye ve Güneydoğu için çok iyi olurdu. İddianamede Ergenekon’un her şeyi kontrol ettiği söyleniyor; ama 1990’larda Güneydoğu’ya bakınca görüyorsunuz ki orada kontrol filan yok. Devletin çatısı altına saklanan bazı çeteler ne yapmak istiyorlarsa yaptılar. Ama savcılar Ergenekon’u bulmak konusunda o kadar heyecanlıydılar ki, gerisini umursamadılar. Dava “Bu adam AKP’ye karşı çıktı, o zaman kesinlikle Ergenekon üyesi olması lazım” haline geldi. Bir bakımdan da bir panik var dalgalara bakınca. Ergenekon’u bulamayınca, paniğe kapılıp herkesi gözlatına almaya başladılar.

“Arkadaşlarım tutuklanmamdan korkuyor”

Siz de gözaltına alınmaktan korktunuz mu?

Beni içeri alacaklarını hiç düşünmedim, çünkü bir yabancıyım. Yabancı bir gazeteciyi içeri alırlarsa hemen Avrupa’da ve ABD’de birinci haber olur. Ama arkadaşlarım korktular benim için, hâlâ da korkuyorlar. Erol Mütercimler’in Ergenekon’dan bahseden ilk adam olduğunu biliyoruz, ama o da gözaltına alındı.

Sizce bu raporu Türk gazeteci yazsaydı ne olurdu?

Hapse girerdi. Türk olsaydım “Böyle bir şey yazdığına göre kesin Ergenekon üyesisin” deyip gözaltına alacaklardı. Türkiye’de asıl problem şu: AKP, özellikle de Gülen hareketi bir tarafta demokratlar, öbür tarafta antide-
mokratlar var diyor. Hayır, her iki tarafta da antidemokrat olanlar var.

Şahin Alpay da sizi tarafları doğru tanımlamamakla eleştirdi.

Herhalde eleştirecek bir şey bulamadığı için bana hakaret etmeye kalktı. Oryantalist dedi, Batılı Kemalist dedi; İslamofobisi var bile dedi. Öyle olsa ben mazoşist miyim ki 20 yıldır Müslüman bir ülkede oturuyorum? En sevdiğim din adamı da Mevlana’dır üstelik.

Sizce nasıl sonlanacak bu dava?

Şu anda iki sene iki ay oldu, böyle giderse çoğu hapiste ölecekler. Böyle bir örgüt olsa bile, hata herkesi aynı davada içeri sokmak. Ayrıca Dev Yol gibi örneklerden biliyoruz ki toplu davalar bir türlü bitmez, 30-40 sene sürer Türkiye’de. Şahin Alpay beni eleştirdi, “Biz demokratız” dedi. Eğer demokratsanız sizin gibi düşünmeyen insanların da haklarını savunmalısınız. Evet, ben de bazılarının görüşlerini paylaşmıyorum ama demokratsak onların haklarını savunacağız.

“İddianameyi okurken sıkıntıdan çok kilo aldım”

Mart ayının başında Stokholm’de bir konferansa gidip Ergenekon soruşturmasıyla ilgili bir sunum yaptım. Birkaç hafta sonra da konu hakkında bir rapor yazmamı istediler. Kabul ettim ama hemen pişman oldum. Çünkü iki iddianameyi de okumak zorunda kaldım. İşkence gibiydi, dili kötü, cümleleri çok çok uzun... Raporda da örnek verdim, 8,5 sayfalık cümleler vardı. Koltuğa oturup 4500 sayfa okudum, haftalar sürdü. O yüzden çok kilo aldım, her gün 150 sayfa okumaya çalışıyordum. 50 sayfadan sonra “Tamam bir bisküvi, bir çikolata alayım, kendimi ödüllendireyim” diyordum. Ondan sonra da şiştim.

“Hep karşılaştığım soru şu: ‘Casussun değil mi?”

Türkiye’de yabancı gazeteci olmaktan söz edelim...

Genelde ilk soru “Türkiye’yi seviyor musun?” oluyor. Bazen sevmiyorum ama her zaman âşığım. Aşk zaten mantıklı bir şey değil. Hep şunu soruyorlar: “İtiraf edebilirsin, sen casussun değil mi?” Ama aynı zamanda çok iyi davranıyorlar. Zaten Türkler birbirlerine yabancılara davrandıkları gibi davransalar burası çok daha mutlu bir ülke olur.

Nasıl âşık oldunuz Türkiye’ye?
Ne zaman olduğumu bilmiyorum ama ne zaman fark ettiğimi biliyorum. Bir şubat ayıydı, hava çok kötü, yağmur yağıyordu. Trafik felç, hava çok kirli, “Bıktım” diyordum, “tamam artık gideceğim”. Sonra bir dükkana girip bir şey sordum, adam o kadar iyi davrandı ki, onu boğmak istedim. Tam karar vermişim gitmeye, yine âşık olduğumu fark ettim. İlk 1989’da geldim, iki sene filan kalacaktım. Daha önce Yunansitan’da ve Mısır’da biraz kaldım. Üniversitede antik Latince ve Yunanca okudum. Ne yapacağımı bilmiyordum. İki sene diye geldim yirmi sene kaldım.

Hep burada mı kalacaksınız artık?

İngiltere’ye dönmem. Türkiye’de her zaman yabancı olduğumu biliyorum. Ama İngiltere’ye gittiğimde de yabancıyım artık. Küçük bir kasabada doğup büyüdüm, sokaklarda yürüdüğümde gençliğimi hatırlıyorum. Ama sonra yeğenlerim konuştuğunda, argo da kullanıyorlar, anlamıyorum. Dil değişmiş.
Kızım 16 yaşında şu anda, Suadiye’de annesiyle oturuyor. Lise ikiye geçti bu yıl, üniversite için ABD’ye gitmek istiyor. Tabii beni atmaları, basın kartımı iptal etmeleri de mümkün. Ama şu anda gitmeyi düşünmüyorum, kızım giderse durum değişebilir.

(Bu röportaj, 13.09.2009 günlü Milliyet gazetesi Pazar ekinde yayınlanmıştır)