Boryan ve Karibi’nin Eserlerinde : Osmanlı’dan Lozan’a Ermeni Meselesi

Başkent Üniversitesi'nde 26-27 Nisan 2006 tarihinde düzenlenen "Osmanlı'dan Lozan'a Batı'nın Türkiye'yi Paylaşma Projeleri" başlıklı sempozyuma İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Araştırma Görevlisi ve Moskova Uluslararası İlişkiler Devle...

Tarih:

Başkent Üniversitesi'nde 26-27 Nisan 2006 tarihinde düzenlenen "Osmanlı'dan Lozan'a Batı'nın Türkiye'yi Paylaşma Projeleri" başlıklı sempozyuma İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Araştırma Görevlisi ve Moskova Uluslararası İlişkiler Devlet Enstitüsü (Üniversitesi) Stajyer Araştırma Görevlisi Mehmet Perinçek'in sunduğu bildiriyi aşağıda yayınlıyoruz.

Bilindiği üzere Mehmet Perinçek, Moskova Devlet Arşivlerinde yürüttüğü araştırmaları sonucunda "Ermeni Soykırımı" iddialarının uluslararası ve tarihsel bir yalan olduğunu, kuşkkuya yer vermeyecek düzeyde kanıtlayan belgelere ulaşmıştı. Bu belgeler BÜYÜK PROJE 2006 kapsamında Kaynak Yayınları tarafından Türkçe'nin yanısıra, İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça gibi bir çok dilde yayınlanmaya başlandı.

Boryan ve Karibi’nin Eserlerinde
Osmanlı’dan Lozan’a Ermeni Meselesi

(Başkent Üniversitesi, 26-27 Nisan 2006)

Mehmet Perinçek
İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Ar. Gör.
Moskova Uluslararası İlişkiler Devlet Enstitüsü (Üniversitesi) Stajyer Ar. Gör.

Batı’nın Osmanlı’dan Lozan’a kadarki süreçte Türkiye’yi paylaşma planları birkaç koldan yürütülmüştür. Bu planların hayata geçirilmesindeki en önemli ayaklardan biri de Ermeni Meselesi olmuştur. Ermeni Meselesi, 1926 yılında yayımlanan Büyük Sovyet Ansiklopedisi’nin saptadığı gibi “büyük devletlerin Türkiye’de merkezkaç kuvvetleri destekleyerek, Türkiye’nin zayıflatılması ve daha kolay sömürgeleştirilmesi” amacına hizmet etmiştir. Bu temelde “Batı kapitalizminin Ortadoğu’ya taarruza geçtiği anda, Batı ülkeleri kendi güvenlikleri için Türkiye’de köprü mahiyeti taşıyan Ermeni burjuvazisini kullanma yoluna” gitmişlerdir.
Ermeni Meselesi’nin özünü teşkil eden bu saptama, Sovyet Ermenistanı’nın önemli teorisyenlerinden ve siyaset adamlarından B. A. Boryan’ın “Ermenistan, Uluslararası Diplomasi ve SSCB” adlı eserinde ve Menşevik Gürcistanı’nın Toprak Bakanı Karibi’nin (gerçek adı P. P. Goleyşvili) “Kızıl Kitap” adlı çalışmasında tarihsel temelleriyle birlikte net bir şekilde ortaya konmaktadır. Biz de tebliğimizde bu iki eserden yola çıkarak ve gerek Rus-Sovyet arşiv belgelerinden gerekse de diğer kaynaklar da yararlanarak Ermeni Meselesi’ni Osmanlı’dan Lozan’a kadarki süreçte Batı’nın Anadolu’yu paylaşma projeleri çerçevesinde ele alacağız. Ama ilk önce her iki yazarı da tanıyalım.

BORYAN VE KARİBİ KİMDİR?
Bagrat Artemoviç Boryan, önemli Sovyet devlet adamlarından ve parti yöneticilerinden biridir. 1903’ten beri Komünist Partisi üyesi olan Boryan, Nijni Çambarak Elizavetpol bölgesinde bir köylü ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelir. Bakû’de 1905-07 yıllarındaki devrimci hareketin içinde yer alır. 1912-13 yıllarında Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin (RSDİP) Bakû Komitesi üyeliğini yapar. 1913-15 yıllarında partinin Tiflis Komitesi’nin üyesidir. Birinci Dünya Savaşı sırasında Kafkas Cephesi’nde askerler arasında çalışma yürütür. Baskılarla karşı karşıya kalır. 1917 Şubat Devrimi’nden sonra RSDİP (b)’in Petersburg Komitesi üyeliğinde bulunur. 1917-18 yıllarında partinin Bakû Komitesi üyeliği ve Sabunçi-Balahan bölgesi Kızıl Birliği’nin komutanlığı görevlerini yerine getirir. 1917 Ekim Devrimi sırasında Kars’ta askerler arasında devrimci faaliyet yürütmüştür. Kafkaslar’da Sovyet iktidarının kurulmasında aktif rol oynar. Lenin’le kişisel olarak da tanışan ve beraber çalışmış olan Boryan, o dönemde Merkez Komitesi’nin görevlendirmesiyle Bakû, Tiflis, Erivan, Elizavetpol, Gümrü, Kars, Sarıkamış gibi merkezlerde etkin görevler üstlenir. Düzenli olarak Lenin’e bölgeden raporlar gönderir. Daha sonraki yıllarda ise Toprak Halk Komiserliği’nde, Rusya’daki Ermenistan Ticaret Temsilciliği’nde çalışır, SSCB Devlet Bankası idaresinde bulunur, Finans Halk Komiserliği kurulunda yer alır. Partinin 15. ve 16. kongrelerinde Merkez Denetim Kurulu üyeliğine seçilir. Bütün Rusya Merkez Yürütme Kurulu üyeliği yapar. Birçok bilimsel çalışması yayımlanmış olan Boryan’ın Partinin yayın organlarında birçok makalesi çıkmıştır.
Gerçek adı P. P. Goleyşvili olan Karibi ise Gürcü Menşevizminin önemli yayıncılarından ve parti yöneticilerinden biridir. Karibi, Menşevik Gürcistanı’nın Jordanie hükümeti döneminde Toprak Bakanlığı yapmıştır. Karibi, daha sonra Bolşeviklere katılmıştır.
Her iki önemli siyaset adamını da Ermeni Meselesi üzerine otorite olarak kabul etmek gerekir. Dönemi üst düzeylerde yöneticiler olarak birebir yaşamışlar, olayların en yakından tanıkları olmuşlardır.

ESERLER HAKKINDA GENEL BİLGİ
Boryan’ın “Ermenistan, Uluslararası Diplomasi ve SSCB” adlı eseri, 1928 ve 1929 yıllarında Devlet Yayınevi tarafından Moskova ve Leningrad’da yayımlanır. İki cilt olarak çıkan kitap yaklaşık 1000 sayfayı bulmaktadır. Eser, Rusça olarak 2000 adet basılmıştır. Boryan, sunuş bölümünde kitabını Ermenistan tarihini ele almak amacıyla yazmadığını belirtir. Bugünkü Ermeni milliyetçileri tarafından bu kitabı dolayısıyla hain ilan edilen Boryan, Ermenistan tarihinden ve Ermenilerin yaşamından belirli kesitleri alarak bunları uluslararası diplomasinin politikaları çerçevesinde incelediğini ifade eder. Yazar, bu temelde Ermenilerin tarihinin ta derinliklerine inerek bugünkü süreci yaratan koşulları saptar ve gelinen noktayı açıklığa kavuşturur. Belirli tutarsızlıkları barındırmakla birlikte Boryan’ın eseri, esas olarak bu alandaki temel kitaplardan biridir.
1920 yılında Tiflis’te basılan Karibi’nin “Kızıl Kitap”ı ise Ermeni iddialarına Gürcüler tarafından verilen yanıttır. Karibi’nin Toprak Bakanı olduğu dönemde kaleme aldığı eser, Taşnaklar tarafından hazırlanan ve 1919 yılında Rostov’da Rusça olarak basılan Kızıl Kitap’a karşı yazılmıştır. Taşnakların Kızıl Kitap’ı, Mavi Kitap’a karşı İttihat ve Terakki hükümetinin çıkardığı Beyaz Kitap’a karşı basılır. Paris Barış Konferansı’na hazırlık döneminde ünlü Taşnak yayıncılarından Grigor Çalhuşyan’ın yazdığı ve en üst düzeydeki Taşnak yöneticilerinin onayını alan bu Kızıl Kitap, Avrupa kamuoyunu etkilemek amacıyla Fransızca ve İngilizce olarak da yayımlanır. Taşnak Kızıl Kitap’ı Türkleri, Azerileri ve Gürcüleri Avrupa kamuoyuna şikâyet ederken, bu milletlerin barbar olduklarını ve Avrupa kültürünün devamı olarak bölgedeki tek uygar milletin Ermeniler olduğunu kanıtlayamaya çalışmaktadır. Gürcü Menşevik hükümeti, Taşnakların bu yayını üzerine 1920 yılında kendi Kızıl Kitap’ını yayımlar. Gürcü Kızıl Kitap’ı Ermeni iddialarına cevap verirken Taşnakların bölge halklarına karşı işlediği suçları bir bir ortaya koyar ve Ermeni Meselesi’ni köklerine inerek inceler.
Şimdiye kadar Türkçe olarak yayımlanmamış her iki eser de birbirine paralel olarak ve birbirini tamamlayarak Ermeni Meselesi’nin Türkiye’nin Batı tarafından paylaşılması açısından oynadığı rolü gözler önüne sermektedir.

GENEL HATLARIYLA ERMENİ MESELESİ
Türkiye’nin paylaşılması çerçevesinde Ermeni Meselesi’ni tarihsel süreç içerisinde ele almadan önce ilk olarak Boryan ve Karibi’nin meselenin genel hatlarına ilişkin yorumlarını aktaralım.
Boryan, emperyalist diplomasinin ezilen dünyada amaçlarına ulaşmak için iki yol izlediğini belirtir. Birinci yol, rüşvet, cinayet, yalan ve vaat yoluyla kamuoyunu belirlemek ve ayrıca emperyalist çıkarları açısından bir silaha dönüştürerek ezilen milletlerin siyasi parti temsilcilerini ve önderlerini ideolojik olarak boyunduruk altına almak. İkinci yol ise kimi zaman uluslararası antlaşmalar, kimi zaman da savaşlara varan saldırgan politikalar olmaktadır. İşte Ermeni Meselesi, Boryan’a göre bunun tipik bir örneğidir.
Bu yüzden Ermeni Meselesi, Doğu Meselesi’nin bir parçasıdır ve çözümü Ermenilerin kendi hareketlerine değil, Doğu’da çıkarları çatışan devletlerin güç dengesine bağlı olmuş bir meseledir. Ve bu meselede esas rolü siyasi ve ekonomik faktörler oynamaktadır. Yoksa insan sevgisi veya Hıristiyanlık inancı değil.
Bulundukları coğrafyanın stratejik konumu, Ermenileri devamlı olarak emperyalist diplomasinin bir nesnesi haline getirmiştir. Bu yüzden Ermenistan ve Ermeniler, haklarını ve özgürlüklerini korumanın bir öznesi değil, pazarlıkların bir nesnesi, özellikle İngiltere ve Rusya gibi büyük emperyalist devletler için bir araç olmuşlardır. Boryan, bu tespitlerini şu ifadelerle daha da netleştirmektedir:
“Ermeni milletinin ‘temsilcilerinin’ önderliğinde Ermeni halk kitlelerinin hareketi, her zaman büyük devletlerin diplomatları tarafından dikte edilmiştir. Bu ‘temsilciler’, her zaman büyük işgalcilerin ellerinde birer silah olmuşlardır.”
“Berlin Konferansı’ndan sonra Ermeni Meselesi, büyük devletlerin diplomasisi için Türkiye’ye bir baskı aracı haline dönüşmüştür. İngiliz ve Rus diplomasisi (1880, 1895-1896), onları takiben Rus ve Alman diplomasisi (1913-1914), Ermeni Meselesi’ni Doğu’daki sömürgeci politikalarının bir aracı olarak kullanmışlardır.”
Karibi de meseleye aynı temelde fakat değişik bir açıdan yaklaşmaktadır. 1890’lara kadar Ermeni Meselesi diye bir meselenin olmadığını belirten Karibi, Batı devletlerinin, meseleyi Türkiye ile Rusya’nın arasını açmak ve ayrıca Türkiye’nin içişlerine karışmak için uygun bir ortam yaratmak amacıyla yapay olarak ortaya çıkardığını vurgular:
“1880’lerin sonunda Avrupa diplomasisi, Türkiye’deki Ermenilerin memnuniyetsizliğini büyük bir ustalıkla kullandı. Ortadoğu’daki siyasi dengeleri altüst edecek Türkiye ile Rusya arasında güçlü bir anlaşmanın sağlanmasını ve Rusya’nın boğazlara ilerleyişini engellemeyi umarak bu memnuniyetsizliği körüklemeye başladı.
“Bu tehdide karşı Avrupa diplomasisi, elinden geleni ardına koymadı. Bir şeklide Rusya’yı Türkiye’yle yeni bir savaşa çekmeye ve Türkiye’yi iç çekişmelerle zayıflatarak Rusya için karlı bir ortak olmaktan çıkarmaya çalıştı.
“Batı Avrupa siyaset adamları, bu yönde amaçlarına ulaşmak için sinsice Ermenileri Türkiye’deki durumlarının ne kadar kötü olduğuna inandırdı ve onların bu durumdan ancak Avrupa’nın desteğiyle çıkabilecekleri fikrini empoze etti.”
Her iki yazarın da tespit ettiği gibi bir emperyalizm meselesi olan Ermeni Meselesi’nin iyi anlaşılması açısından Ermenilerin tarihsel köklerine inmek de büyük fayda vardır. Bu bakımdan meselenin özüne ilişkin tanımlamaların ardından tarihsel süreçteki gelişimini incelemeye geçebiliriz. Buna da Ermenilerin tarih boyunca egemen bir devletleri olup olmadığı sorusuyla başlayalım.

ORTAÇAĞ’DA ERMENİLER
Eserinde bu noktayı ayrıntılı olarak inceleyen Boryan, bu soruya kesin bir cevap verir: Ermeniler, hemen hemen her zaman başka devletlerin iktidarı altında bulunmuşlardır. Bölgede Ruslar, İranlılar, Türkler gibi köklü devlet geleneklerine sahip milletlerin oluşu, iç kavgalar ve Ermeni feodalizminin kendine özgü gelişimi, birkaç istisna dışında (II. Artaşes ve II. Tigran dönemi) Ermenilerin kendine ait bir devlet yapısı geliştirmesine engel olmuştur. Bu bakımdan Ermeniler, tarih boyunca İran’a, Yunanistan’a, Roma’ya, Bizans’a, Araplara, Selçuklulara vd. bağlı yaşamıştır:
“Açıktır ki, Ermeni kralları, bağımsız bir rol oynamamıştır ve egemen hükümdarlar olmamışlardır. Tarihleri boyunca, birkaç küçük istisna dışında, görüyoruz ki, büyük dünya devletleriyle ‘birlik’ içinde yer almışlardır. Büyük devletlerin elinde bir silah olarak hizmet ederek bağımsız bir egemen devlet kuramamışlardır. Ermeni tarihçileri, krallarını Kir’in Roma’nın, Babil’in vd. müttefikliğine kadar yükseltse de bunu milliyetçi-şovenist bir bakış olarak ele almak ve tarihsel gerçeklere, olgulara üstünkörü bir yaklaşımın sonucu olarak değerlendirmek gerekir.”
Bu tespitle birlikte Boryan, o dönemli ilgili başka önemli bir noktaya dikkat çekmektedir. Esas olarak başka devletlerin hükümranlığı altında yaşayan Ermenilere Batı’nın ilgisi Ortaçağ’ın ilk dönemlerinde başlamıştır. Batı’nın Katolik kralları, Ermenileri Papa’ya bağlayarak onları sömürgeci politikalarında kullanma amacı gütmüşlerdir. Papa, Ermenileri Filistin’deki haçlılara yardımın etmek için önemli bir araç olarak görmüştür. Ermeniler, Katolikleştirilerek Haçlı Seferleri’nde silahlı bir kuvvet olarak kullanılabilecektir. Böylece Ermeniler, Müslüman Doğu’da Batı için askeri ve siyasi bir silaha dönüşebilecektir. Ayrıca İpek Yolu’nun kontrolü Ermeni tüccarlar aracılığıyla ele geçirilebilecektir. Bu amaçla Ermenilerin yaşadıkları bölgeler misyoner akınına uğramıştır.
Zaman zaman Ermeni kralları bu meseleye olumlu bakmışlar, hatta Haçlı Orduları’nın yardım etmesi karşılığında Katolik kilisesini tanıyacakları sözü vermişlerdir. Ancak Batı’nın vaatleri o zaman da boş çıkmıştır. Ermeniler, Batı tarafından yalnız bırakılmıştır. İlerleyen yıllar Batı’nın bu planlarından vazgeçmediğini ve bu projeyi tekrar yürürlüğe koyacağını gösterecektir.

OSMANLI DEVLETİ VE ERMENİLER
Ermeni Meselesi’nin gerçek yüzünün açıklığa kovuşturulmasındaki en önemli noktalardan biri de Türkiye Ermenilerinin Osmanlı döneminde hangi siyasi, sosyo-ekonomik şart ve koşullarda yaşadıklarının incelenmesidir. Lenin’in yakın mesai arkadaşlarından Boryan, bu noktanın üzerinde ayrıntılarıyla durur ve bugüne kadar hep çarpıtılagelmiş tarihsel gerçekleri gözler önüne serer:
“Türkiye Ermenilerinin siyasi-ekonomik ve hukuksal durumu, iki periyoda ayrılmaktadır: Birinci periyot, 1877-1878 Türk-Rus Savaşı’na kadar; ikinci periyot ise Berlin Anlaşması’ndan bugüne kadar. Bu ayırım, bir taraftan Ermeniler açısından istenmeyen sonuçlar doğuran olguların açıklığa kavuşturulması, diğer taraftansa uluslararası diplomasinin, özellikle de Rus diplomasisinin, Ermeni Meselesi’nin çözümündeki rolünün ortaya konması açısından önem taşımaktadır. Bunun için Türkiye Ermenilerinin içinde bulunduğu durumu, gerçekten kötü mü yaşadıklarını açıklığa kavuşturmak, Rusya’nın iktidarı altına girmek mi istediklerini ya da milli özerkliğe ve kendi devlet yapılarına sahip olmaya can mı attıklarını netleştirmek gerekmektedir.
“Ermeni ve diğer tarih literatüründe ve yayımlarında Ermenilerin Türk iktidarı altında İslam’ın baskısı, hukuksuzluğu, sömürüsü ve tecavüzleri altında en karanlık dönemlerini yaşadıklarını, Hıristiyan halklar için utanç verici bu durumdan kurtulmaya can attıklarını ileri süren bakış açısı geniş bir şekilde yaygındır.
“Çıkarları topraklarını genişletmekten ve yeni pazarlar ele geçirmekten geçen hâkim sınıflar ve en önce diplomatlar; bilim adamı, ‘manevi kültürün’ temsilcileri gibi uşakları aracılığıyla, basın yayın organlarıyla kendilerine gereken ‘kamuoyunu’ yaratırlar ve bu şekilde sömürüye, tecavüze ve talana dayanan işgalci amaçlarını aklarlar. Doğaldır ki, Batı Avrupa Hıristiyan devletlerinin çıkarları, onları toplum katmanları ve Avrupa halk kitleleri arasında Asya’nın Müslüman dünyasına karşı uygun bir şekilde kamuoyu yaratmaya itti. Böylece kamuoyu, güya ezilen Hıristiyan halkları, özellikle de ‘Slav kardeşlerini’ Türk boyunduruğundan kurtarma amacıyla Türkiye’ye karşı savaş ilanına hazırlanacaktı.”
Ermenilerin durumunun özellikle 1878 yılından sonra uluslararası diplomasi tarafından Osmanlı’nın içişlerine müdahale aracı olarak kullanıldığına dikkat çeken Boryan, bu tespitlerin ardından Hıristiyanların ve Ermenilerin yaşam koşullarıyla ilgili gerçekleri ve olguları ele alır.
Ermeni Bolşeviklerinin önemli liderlerinden B. A. Boryan, İstanbul’un Türkler tarafından fethinin İslam’ın Hıristiyanlık üzerinde kültürel bir üstünlük sağlamasına yol açtığını ifade eder. Ünlü Rus şarkiyatçısı Bartold’un “Müslüman dünyasının kültürü, Hıristiyan dünyasından üstündü” sözlerinin altını çizen Boryan, şöyle devam eder:
“Avrupa’nın müdahalesine, yani Batı’nın ve Rusya’nın saldırgan politikalarına kadar Hıristiyanların Osmanlı İmparatorluğu’ndaki durumu, emekçi kitlelerinin Hıristiyan devletlerindeki durumundan daha iyiydi. Bartold, ‘Hıristiyanların Müslüman iktidarı altındaki durumu ilk dönemlerde iyiydi’ diye yazmaktadır. Hıristiyan köylüler, kendi milli toprak ağaları tarafından o kadar sömürülüyor ve köleleştiriliyordu ki, onlar Türk iktidarı altında bulunmayı kendi milli asilleri hâkimiyeti altında kalmaya tercih ediyorlardı.”
Boryan, bu tespitini Milan dükünün elçisiyle Kral Alfonso’nun yaptığı görüşmeyi örnek göstererek pekiştirir. Görüşme tutanaklarına göre Arnavut köylüleri, Türk hâkimiyetini kendi asillerinin hâkimiyetine tercih etmektedir. O bölgede yaşayan insanlar, iyi ve insancıl Türk yöneticilere karşı sadıktır. Bunun sonucunda da birçok Arnavut, İslam’ı kabul etmiştir. Ayrıca Boryan’a göre Avrupa’nın hâkim sınıfları arasındaki ihtilaflar ve Katolik din adamlarının Papa’nın iktidarında teokratik bir devlet kurma çabaları, onların maddi çıkarları ve en kısa zamanda Türk iktidarı altında yaşamayı tercih eden emekçileri sömürme amacıyla açıklanabilmektedir.
Boryan, ardından özel olarak Ermenilerin Osmanlı dönemindeki durumlarını ele alır ve şu tespitleri yapar:
“İstanbul’un 1453 yılında II. Mehmet tarafından fethi, Ermenilere yönelik hiçbir zulme yol açmamıştır ve genel olarak onlar açısından hiçbir olumsuz sonuç doğurmamıştır. Tam tersine tarihsel kaynaklar, Mehmet’in Ermenileri sevdiğini ve Ermeni milletini devlet için yararlı bir öğe olarak gördüğünü, tebaasına insancıl yaklaştığını, tecrübelerine ve mali işlerdeki bilgilerine saygı duyarak Ermeni zanaatkâr ve tüccarlarını İstanbul’a davet ettiğini yazmaktadır. Aynı şekilde Sultan I. Selim de 1513 yılında Tebriz’i fethederek diğerleriyle birlikte bütün Ermeni zanaatkârları da İstanbul’a getirttirmiştir. ‘Milli Ermeni tarihi, Türk sultanlarının XVI. Yüzyıldan itibaren bugüne kadar (1876) Ermenileri esas olarak sevdiklerini ve imkânları ölçüsünde desteklediklerini ileri sürmektedir.’ Onlara yönelik genel bir baskı olmamış, hükümet, tebaasının çıkarlarını gözetmiş ve tek tek kişilerden ve hükümet memurlarından Ermenilere yönelik baskı teşebbüslerinin kökünü kurutmuştur. Ermeniler tarafından bakacak olursak; onlar, sadece barış içerisinde yaşamamış, ayrıca Türk silahının başarılarından büyük mutluluk duymuştur. 1606 yılında Kıbrıs’taki Rum ayaklanmasının Türkler tarafından bastırılması Ermeniler arasında mutluluk yaratmıştır. 1780 yılında Suvorov, raporunda İran Hanlığı hâkimiyeti altındaki Ermenilerin ezildiğini ve sömürüldüğünü ve bunların birçoğunun Türkiye’ye kaçtığını yazar. Öyle ki Türkiye’deki Ermeniler, İran’dakilere oranla daha iyi yaşamışlardır. Rusya’dakilerle ilgili olarak ise Linch, ‘Ermenilerin birçoğu uzaklara gidiyor, özellikle de Türk hükümetini tercih ediyorlar’ demektedir.
“1821 yılında Hassan Han, Kars bölgesinden esirler almış ve Ermeni esirler, Agasi tarafından kurtarılmıştır. Agasi, dindaşları olan Ermenilerden Rus topraklarında yaşamalarını istemiş, fakat Ermeniler reddederek Türkiye’ye geri dönmüşlerdir. Bu olayı, H. Abovyan anlatmaktadır. Ermenilerin Türkiye’ye geçişinde 1795 yılı önemlidir. XVII. Yüzyılda, Akop Karnetsi’nin yazdığına göre, Türkiye’de örnek olacak bir düzen hüküm sürmektedir. Yazar, Hıristiyan devletlerinde bir Müslüman ülkesi olan Osmanlı İmparatorluğu’ndaki gibi bir düzenin olamadığından yakınmaktadır.”
Boryan, bu durumun önemli olduğu kadar Ermeni Meselesi’nin ciddi olgularla aydınlatılması açısından bir o kadar az dikkate alındığını ifade eder. Boryan’a göre Çarlık diplomatları ve Avrupalı bilim adamları, Ermeni Meselesi’ne sadece Osmanlı İmparatorluğu’nun Hıristiyanlara, özellikle de Ermenilere karşı barbar politikaları çerçevesinde yaklaşmışlardır. Boryan, 1802 yılında Rus ordularının Bambak’ı işgal ettiğinde Türkiye Ermenilerinin Rus Genelkurmay Başkanı’na gönderdiği mektubu örnek göstererek bu görüşleri çürütmeye devam etmektedir:
“Böyle biliniz: Biz, Türk sultanına öyle bir sadakat duyuyoruz ki, onun düşmanlarını istemiyoruz. Gelişinizin ve ordularınızla ülkemize yerleşmenizin iyi bir tarafı (faydası, kabul edilebilirliliği) yoktur. Ülkenize geri dönünüz. Eğer ülkenize gitmezseniz o zaman başınız bizimle belada olacaktır. Tanrı iyi nedir bilir, yoksa bizden günah gider.”
Bu örnek üzerine Boryan, 1828-1829 Rus-Türk Savaşı’nın Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu’nun en sadık tebaası olduğunu kesin olarak kanıtladığını belirtir. Boryan’ın ifadesiyle Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki durumlarından memnundurlar ve Çarlık Rusyası’nın hükümranlığını reddetmektedirler. Bunda Rusya’daki vergilerin yüksek oluşu da rol oynamaktadır. Bambak Ermenileri, Osmanlı iktidarında 1969 ruble vergi öderken, 1807 yılından itibaren Rus hükümranlığı altında 4023 ruble vergi ödemişlerdir. Bu yükün esas kısmı ise Ermeni köylüsünün sırtına binmektedir.
Ekonomik gerekçelerin yanında Osmanlı’daki hukuksal durumlarının Rusya’ya oranla daha sağlam olması da Ermenilerin Türk hükümetini korumalarını gerektirmiştir. Birçok Ermeni, Rusya’da para kazanırken, yakınlarını Türkiye’de bırakmakta ve gelirlerini Türkiye’ye aktarmaktadır. Boryan, bu tespitlerini örneklendirir:
“‘Aileleri Türk paşalıklarında bulunuyor ve ülkenin zenginliklerini yurtdışına götürüyorlar’ diye yakınmaktadır bir Rus memuru. 1835 yılında Baron Vrangel, Baron Rozen’e ‘Gümüşhane’de idari makamlar, Rum ve Ermenilere dini ayinleriyle ilgili hiçbir baskı yapmıyorlar. Ticaret, tamamen onların, Rumların ve Ermenilerin, elinde’ şeklinde yazmaktadır. Marx ise ‘Hıristiyanlar, Türkiye’de dinsel özgürlüklerden Avusturya ve Rusya’dakilere oranla daha fazla yararlanıyorlar’ demektedir. Bu arada Avrupa devletleri, kendi ülkelerinde emekçilerin çok daha kötü şartlarda yaşadığını gizleyerek ve Türklere karşı yağma seferlerini aklamak için Hıristiyanlara özgürlük sloganını kullanarak Türkiye karşıtı kampanya yürüttüler. Bu şekilde Hıristiyanların uyduruk ağır durumları sömürgeci işgallerini gerçekleştirmek için bir araç oldu. 1830 yılında Pankratov, Kont Paskeviç’e ‘Türk ağaların hemen hemen bütün toprakları, gâvurlar (Hıristiyanlar) tarafından işletiliyor ve neredeyse bütün ticaret ve bütün zanaat Hıristiyanların elinde’ diye yazar. Neredeyse her yerde Türkiye ekonomisi, Hıristiyanların elinde olmuştur. Bu durum, Ermenilerin Türkiye’nin çıkarlarını kıskançça savunmalarını açıklamaktadır. 1828 yılında Paskeviç, Nesselrode’ye ‘Benim Gümrü’ye (önceden Aleksandrapol, şimdi Leninakan) gelişime kadar Türkler, Ermeni ajanları aracılığıyla bizim topraklarımızda ne olup bittiğini oldukça iyi bir şekilde öğreniyorlardı’ şeklinde yazar. Bundan da görülmektedir ki, Ermeniler Çarlık hükümetine İran’la ilgili bilgi gönderdikleri zaman onları ‘onurlu’, Rus hükümetine sadık saymışlar; aynısını Türk komutanlığına yaptıkları zaman ise onları ajan ilan etmişlerdir. Çar memuru, Ermenilerin Türk hükümetinden memnun olmasını ve Osmanlı İmparatorluğu’nu ve bununla birlikte kendi yurttaşlarını Rus sömürüsünden korumasını bir türlü kabullenememektedir.”
Boryan, eserinin bu bölümünde Türkiye’de yaşayan halkların birbiriyle olan ilişkilerine de değinir:
“Türkiye’de yaşayan halkların karşılıklı iç ilişkileri, kendi işgalci amaçları için Türkiye’ye karşı bir silah olarak kullanma imkânı açısından Rus diplomasisinin ilgi alanı içinde bulunmuştur. Ancak gerçek şudur ki, Türkiye’deki halklar tam bir uyum içinde yaşamıştır, onları kullanmak ihtimal dışı gözükmektedir. Bu meseleyle ilgili Paskeviç, 1829 yılında Nesselrode’ye şöyle yazar: ‘Nestorianların , Ermenilerin, Haldeylerin çoğunluğu Yezidiler gibi katlanılamaz tarikatlara mensup Müslümanlarla eşit şartlarda Kürtlerin yanında sığınacak yer buldular ve birlikte tam bir uyum içinde yaşıyorlar.’
“Türkiye’de farklı inançlara mensup halkların düşmanlık ve nefretten yoksun bir biçimde yaşadıklarını Kırım seferi zamanındaki olgular da kanıtlıyor: ‘Alaşkert Sancağı eski Müdürü Mamed Bey, bu sancağa 200 Kürt atlısıyla birlikte geldi. (…) Bütün yerli halkla dostane ilişkiler kurdu ve kışı geçirmek üzere Malazgirt’e gitti.’ Kürt beyleri, savaş zamanında olduğu gibi sonrasında da Ermenileri himaye etmiş ve onları korumuştur.
“Kürtler, Ermenilerle sadece dostça yaşamamış, hatta yaşlı Martirosyan’ın Azerbaycan Başpiskoposu İsak Sasunyants’a yazdığı1855 yılındaki mektuptan anlaşıldığı gibi Ermenilerin etkisinde de kalmışlardır: ‘Ermeniler, Nestorianlar gibi Kürtler de benim sözümü saygıyla dinliyor. Bu durumu güçlendirmek için Sayın Konsolos’a (Rus-BB) takdim edilmek üzere size saygın Ermenilerin, Nestorianların olduğu gibi saygın Kürtlerin de mühürlü mektubunu gönderebilirim.’ Yukarıdaki alıntılar, meselemizi ilgilendiren noktaları, Ermenilerin Türkiye’de köleleştirilip köleleştirilmediğini ve hiçbir hakka sahip olup olmadığını ve kurtuluşları için Rusya’nın himayesine ihtiyacı olup olmadığını netleştiriyor. Yukarıdaki olgular, açık. Ancak boşluk bırakmamak için birkaç alıntı daha yapalım.”
Ardından Boryan, Poruçik Militski’nin 1834 yılında Baron Rozen’e gönderdiği raporun uzun bir bölümünü aktarır. Rapor, Rus hâkimiyetinden kaçıp Türkiye’ye sığınan Rusya Ermenileri üzerinedir. Bu meseleyi araştırmakla görevlendirilen Militski, kaçan Ermenilerin kesinlikle geri dönmek istemedikleri, hatta ailelerini de Türkiye’ye getirdikleri bilgisini veriyor. Boryan, Militski’nin raporunun Türkiye Ermenilerinin ekonomik, siyasi ve hukuksal olarak Rusya Ermenilerine oranla kesinlikle daha iyi şartlarda yaşadığının bir kanıtı olduğunu tekrar ediyor. Boryan, o bölgedeki Rusya Ermenilerin hepsinin Türkiye’ye kaçamamasını ise Çarlık hükümetinin kaçakları en ağır şekilde cezalandırmasına bağlıyor. Boryan, bu iddiasını da Rozen’in Nesselrode’ye gönderdiği başka bir mektupla kanıtlıyor. Boryan, ayrıca Rusya’da ağır şartlarda yaşayan Ermeni köylülerin açlıktan kurtulmak için Türkiye ve İran’a kaçtığını gösteren başka bir belgeyi de örnek gösteriyor.
Boryan, ardından Ermenilerin Türkiye’deki ekonomik durumuyla ilgili şu tespitleri yapıyor:
“Rus ordusu, Türkiye’ye seferleri sırasında Türkiye Ermenistanı’nda inanılmaz miktarlarda hayvanlarla ve dolu ambarlarla karşılaştı. Öyle ki, Rusya Ermenistanı’nın ve Transkafkasya’nın hiçbir bölgesinde böyle bir manzarayla karşılaşamazsınız.
“Türkiye’deki Ermenilerin ekonomik yaşam koşullarına bir göz atalım ve verilen haberlerin gerçeğe mi uyduğunu yoksa çağdaşların ipsiz sapsız açıklamaları mı olduğunu görelim.
“İlk önce toprağın kullanımı. ‘Türkiye’de Ermeni köylüleri, toprak azlığından şikâyetçi değil. Oysa Gümrü’de (Rusya’da-BB) korkunç bir şekilde toprak azlığı hüküm sürüyor.’ Türkiye’de toprak sahipliği ve toprak kullanımı işletim için hiçbir sınırlamaya tabii değil. Hıristiyan köylülerin ekonomik durumu, Müslümanlardan, Türklerden, Kürtlerden vd., daha iyi. Bir Ermeni gezgini ve milliyetçisi olan A-do’nun Türk ve Kürtler Ermenilere kıyasla nasıl yaşıyorlar sorusuna Ermeni köylüleri şöyle cevap veriyor: Kürtler, Ermenilere oranla daha fazla esaret altında. Türk köylüler de sömürülüyor ve köleleştiriliyor; milliyetin burada hiçbir önemi yok: ‘Sömürücüler için milli ayrım yok’; Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkim sınıflarının ekonomik sömürüsü ve Türk hükümetinin hukuki normu, köylü nüfusa eşit muamele yapıyor, ‘ister Ermeni, ister Süryani, ister Kürt ya da Türk olsun’, Türk hükümetinin bu ayırım yapmama durumu hâkim sınıfların çıkarlarını koruyor.
“Yetkili kişilerin genel devlet sömürüsü dışında Kürt yetkililerin sömürüsü var. Bunlar, ‘Türk hükümetinin zayıflığını ve güçsüzlüğünü kullanarak Kürtleri olduğu gibi Hıristiyanları ve Müslümanları da hükümet yetkililerinden ve mültezimlerden daha çok sömürüyor’; bu ise maraba kurumuyla doğrulanıyor.”
Maraba kurumunu ayrıntılı bir şekilde açıklayan Boryan, ardından şu noktalara dikkat çekiyor:
“Kürt ağa için milli bir kimlik yoktur. Kürt maraba, hukuksal ve ekonomik olarak Ermenilerden de daha kötü durumdadır. Gezginin Kürtler maraba olarak nasıl yaşıyorlar ve Kürt ağa onlara nasıl davranıyor sorusuna Ermeniler şöyle cevap verirler: Aynı durumdaki Ermenilerle karşılaştıracak olursak Kürtlerin durumu daha da ağır. A-do’nun hazırladığı tablodan görüyoruz ki, Kürt ağaya bağlı 77 köyden 62’si marabalardan, 15’i ise özgür köylülerden oluşuyor. Birinci gruptaki Ermeni köylerinin sayısı 18, ikinci grupta ise 8. Görüldüğü gibi milli ayrım hiçbir rol oynamıyor.
“Müslüman köylülerin durumu, daha iyi değildi ve onlar da baskılardan ve sömürüden Hıristiyanlara oranla daha az çekmediler. Onların da şikâyetleri sonuçsuz kaldı, kimi zaman onlar da vergi toplayıcılarının ‘yağmasına’ ve sultanın ve Türk hükümetinin kanunları yerine getirmemesine karşı Avrupa’nın korumasını talep ettiler.
“Trabzon bölgesinde Müslüman olan Oflu köylüler yaşar. Yaklaşık 60-70 bin kişi. 1893 yılında aşar nedeniyle mültezimle aralarında ihtilaf çıkar. Oflular, mültezimin haksızlığını protesto ederler, kaymakama, valiye şikâyette bulunurlar ve sultana telgraf gönderirler. Hiçbir cevap alamazlar ve şikâyetleri sonuçsuz kalır. Bunun üzerine Oflular, II. Wilhelm’e şu içerikteki telgrafı göndermek için Batum’a bir heyet yollarlar: ‘Kayzer, sen bizim sultanımızın samimi dostusun. Sultanın kendi yazdığı kanunları tatbik etmelerini emir vermesi için senin aracılığını rica ediyoruz, yalvarıyoruz. Vergi toplayıcıları bütün kanunlara karşı gelerek ve onları ihlal ederek bizleri soyuyor. Eğer sen bizi bu dayanılamayacak durumdan kurtaramazsan, yalvarırız iltica edecek, gidecek bir yer ayarla.’ Wilhelm, telgrafı aldıktan sonra İstanbul’daki elçisi aracılığıyla sultana içeriğini bildirir. 1894 yılında inceleme yapmak üzere iki müfettiş gönderilir, ama meselenin üstü örtülür ve kapatılır.
“Aktarılan bu olay göstermektedir ki, Ermenilere yönelik baskı yapmak üzere özel bir uygulama yoktur; uygulamalar, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan bütün emekçi nüfusa yöneliktir. İşaret etmek gerekir ki, hatta o dönemlerde Ermeniler, Müslümanlardan daha iyi yaşamıştır. Bu durum, özellikle önem taşımaktadır, çünkü diğer kaynakların aksine Ermenilerin kendileri, Ermeni şovenistlerinin bile zikrettikleri bu durumu doğrulayan olguları tespit etmektedir.”
Boryan, Türkiye Ermenilerin ezilmesinin dini değil, sınıfsal bir karakter taşıdığının altını çizer. Özellikle geniş Ermeni kitleleri, Ermeni kapitalistlerinin altında ezilmektedir. Türkiye Ermenileri arasındaki sınıf savaşı, Müslümanlar arasındakine oranla çok daha keskindir. Ermeni hâkim sınıfları, geniş Ermeni emekçi kitlelerini despotik bir şekilde sömürmekte ve köleleştirmektedir. Hatta bu yüzden Türkiye Ermeni emekçileri, Müslüman boyunduruğunu dindaşlarının boyunduruğuna tercih etmektedir.
Boryan, eserinde Türkiye Ermenilerinin anayasasını da değerlendirir. Boryan’a göre Ermeni anayasası, Ermenilere, milli-kültürel özerklikten fazlasını, devlet özerkliğinden daha azını vermiştir. Boryan, ayrıca Ermeni tarihçilerin anayasa ile ilgili yaptıkları çarpıtmaları da gözler önüne serer ve gerçekleri ortaya koyar.
Kitabının bu bölümünü esas olarak 19. Yüzyıl Ermeni kaynaklarına dayanarak yazan Boryan’ın tespitlerine Karibi’nin eserinde de rastlamak mümkündür:
“Ermeniler, Türkler, Kürtler, bilindik komşuluk tartışmalarının sınırlarını aşmayan herhangi bir anlaşmazlık olmadan birlikte yaşadılar. Öyle ki hepsi tamamen benzer koşullarda bulunuyordu.”
Sovyet Ermenistanı’nın önemli devlet ve bilim adamlarından Artaşes Balasiyeviç Karinyan da aynı vurguları yapar. Karinyan, 1926 yılında iki cilt halinde yayımlanan “Eski Türkiye ve Türkiye Ermenileri” başlıklı kitabında Ermeni milliyetçi tarihçiliğinin gerçeği çarpıtarak Türkiye Ermenilerinin sosyo-ekonomik durumunu karamsar bir şekilde yansıttığını belirtir. Osmanlı döneminde Türkiye Ermenilerinin Ermenistan Ermenilerinden çok daha refah ve bolluk içinde yaşadıklarını vurgular. Karinyan, başka bir yazısında da yapılan çarpıtmalara dikkat çekerek şunları belirtir:
“Grigori Artsruni ‘Türkiye Ermenilerinin Ekonomik Durumu’ başlıklı bu broşüründe, Ermeni köylülerin ve Türkiye halkının diğer tabakalarının ekonomik durumuna sadece birkaç genel nitelikli, yüzeysel ve bulanık yargılar içeren sayfa ayırmıştır. Broşürün içeriğinden anlaşıldığı üzere, araştırdığı konuya tamamen yabancı olan Artsruni, söz konusu dönemde var olan yabancı kaynaklara, konsolos raporlarına ve gümrük birimlerinin resmi raporlarına birer yardımcı malzeme olarak başvurmaya bile gerek görmemiştir. Ermeni sivil toplum kuruluşlarının arşivlerinde bulunan veriler de fevkalade anlamlı olabilirdi. İstanbul periyodik basını sayfalarında yer alan toplantı tutanakları ve ayrı ayrı konulara ilişkin özetlerden de zengin malzeme temin edilebilirdi. Fakat Artsruni, söylediğimiz gibi, bu kaynakların hiçbirisine başvurmamıştır. Belki bunun bir sebebi de, söz konusu kaynakların tamamının Ermeni liberalizminin esasen yanlı olan tezini temelden sarsmasıdır.”
Karinyan’ın ifadesiyle Türkiye’de “milli edebiyat ve kültürün” durumu, Türkiye Ermenilerin ifade ettiklerine göre, çoğu zaman Güney Kafkas’taki Ermeni okullarının ve edebiyatının durumundan iyidir. Türkiye’de Ermenilerin kendilerine ait bir özyönetim düzeni vardır. Okullar ve kültür kuruluşları daha iyi koşulları sahiptir. Türkiye Ermenileri bunu kendi gazetelerinin sayfalarında sürekli vurgulamışlardır.
Görülmektedir ki, Ermenilerin, Türk iktidarına karşı ayaklanmasını veya başka bir devletin himayesini gerektirecek hiçbir nesnel koşul yoktur.
Peki ne olmuştur da özellikle Berlin Konferansı’yla birlikte Ermeni Meselesi ortaya atılmış ve uluslararası bir mesele haline gelmiştir, getirilmiştir? 1877-78 Rus-Türk Savaşı’na kadar milli-ayrılıkçı bir harekete sahip olmayan Ermeniler , kısa bir süre de nasıl “bağımsız Ermenistan” noktasına gelmişlerdir, getirilmişlerdir?
I. Petro’yla birlikte Rusya’nın güneye inme politikasının ortaya çıkmasıyla ve Rus-Türk savaşlarının başlamasıyla Doğu’nun Hıristiyan halklarını kendi tarafına çekmek Rusların zaferi için kaçınılmazdı. II. Yekaterina’nın Türkiye’nin Hıristiyan halklarına manifestosunun yayımlanması, aynı dönemde “Rusya’nın himayesinde Ermeni-Gürcü Çarlığı” projelerinin geliştirilmesi bunun önemli göstergeleriydi. Boryan’ın ifadesiyle I. Petro, aynı Katolik kralları gibi amaçlarına ulaşmak için Ermenileri bir araç olarak kullanmak istiyordu. Artık Ermenileri kullanma politikası hem Avrupa’nın hem de Çarlık Rusyası’nın resmi politikası haline gelmişti. Buna paralel olarak gelişen Ermeni milliyetçiliğinin incelenmesi, konuyu berraklaştıracaktır.

ERMENİ MİLLİYETÇİLİĞİNİN GELİŞİMİ VE KARAKTERİ
Ermeni milliyetçiliğinin ve özerk Ermenistan fikrinin ilk ideologu olarak İsrael Ori’yi sayabiliriz. Ori, ilk olarak Batı Avrupa’dan, ardından da Rusya’da I. Petro’dan “inançsızların” hükümranlığından Ermenileri kurtarmaları için silahlı kuvvet talep eder. Ori’ye göre Ermenilerin özgürlüğü aktif diplomatik faaliyetlerden ve Hıristiyan devletlerin askeri gücünden yararlanmaktan geçmekteydi. Boryan’ın ifadesiyle dış güçlere bel bağlayan bu politika, Ermeni milliyetçiliğinin gelişimine damgasını vuracaktır.
1870-1880 yıllarında ise Ermeni milliyetçiliğinin en hızlı savunucusu Grigori Artsruni olur. 1876 yılındaki Bulgar isyanı sırasında büyük devletlerin elçileri Balkanlar’daki durumu değerlendirmek ve kendi çıkarlarını sağlayacak önlemler almak üzere İstanbul’da toplanır. Tam bu dönemde Artsruni, Ermeni aydınları arasında ibretlik bir tartışma başlatır. Bulgarların kendi devletini kurma yolundaki bu adımları, Batı ve Çarlık diplomasisinin de etkisiyle Ermeni aydınları arasında ayrı bir Ermeni devleti kurulması fikrini canlandırmıştır. Ermeni ticaret sermayesinin ve feodallerinin ideolojik alandaki temsilcileri, gerek Bulgar ayaklanmasından gerekse de İstanbul’daki zirveden istifade ederek yayın organlarından sırasının Ermenilere geldiği propagandasını seslendirmeye başlar.
Grigori Artsruni, Ermeni liberal burjuvazisinin Tiflis’te çıkan yayın organı Mşak’ın başyazısında Ermeni halkını Osmanlı İmparatorluğu’na karşı özgürlüğü için ayaklanmaya çağırır. Ancak derginin kurucusu olan Artsruni’nin bu çağrısı Türkiye Ermenileri içerisinde hiçbir karşılık bulmaz. Hatta Ermeniler, Artsruni’nin ifadesiyle, sadece ayaklanmamış, ayaklanmayı düşünmemiştir bile. Bu durum, Artsruni’yi Mşak’ın 1876 yılında yayımlanan 24. sayısında “Ermeniler, bir millet olmamanın ötesinde insan sıfatını taşımayı bile hak etmiyor” şeklinde yazacak kadar çileden çıkartır. Ancak bundan da önemlisi; Ermeni ayaklanmasından umudunu kesen Artsruni, bütün umutlarını Batı ve Çarlık diplomasisine bağlamaktadır. Artsruni, yazısının devamında Ermenilerin çökmüş ruhunu ayağa kaldıracak ve onları özgürlüğe kavuşturacak “bir dış etkiye, bir dış güce ihtiyaç var” diye yazar.
Kısa bir süre sonra Artsruni’nin bu ifadelerine cevap, yine Rusya Ermenileri tarafından çıkartılan Megu Ayastani’den gelir: Ateşle oynanmaması gerekir, ateş tehlikelidir, yangından kaçınmak için onu söndürmek zorunludur. Ermenileri Türkiye’ye karşı kışkırtarak ve onları ayaklanmaya teşvik ederek Osmanlı İmparatorluğu’nun iç işlerine karışmanın hiçbir lüzumu yoktur. Unutmamak gerekir ki, böyle bir girişim en fazla Ermenilere zarar verecek ve hatta onların sonunu hazırlayacaktır. Eğer Türkiye İmparatorluğu’nda işler kötüye gidiyorsa bu Türkiye’deki halkların, Ermeni, Türk, Kürt ve Süryanilerin, kendi meselesidir. Bu halklar, ortak güçleriyle millet ayrımı yapmaksızın kendi kötü yönetimleriyle hesaplarını kendileri görmelidir. Ermenilerin kurtuluşu, Türkiye’de yaşayan bütün halkların kurtuluşuna bağlıdır. Ancak ortak mücadele, herkesin özgürlüğünün garantisi olabilir. Büyük devletlerin müdahalesinin engellenmesi Türkiye’deki bütün milletlerin birliğini sağlayacak ve her alandaki gelişmenin önünü açacaktır. Özetle bu fikirleri ileri süren yazı, şu vurguyla son bulmaktadır:
“Evimizde otururken onlara talimatlar vererek Türkiye Ermenilerinin kanını talep etmeye ve bugünlerini, geleceklerini tehlikeye atmaya ne hakkımız var?”
Bu yazının ardından Grigori Artsruni’nin cevabı gecikmeden gelir. Mşak’ın 1876 yılının 27. sayısında Artsruni, hala Ermenileri sabırlı olmaya teşvik eden, onları gerçekleşmeyecek, abuk subuk fikirlerle sürükleyen ve Ermenilerin bir zaman Türkiye’de önemli roller oynayacağını ya da Ermeni-Türk devleti fikrinin gerçekleşeceğini düşünen kalın kafalı adamlar var diye yazacaktır.
1876 yılındaki Bulgar isyanıyla birlikte başlayan Ermeni aydınları arasındaki bu tartışma sırasında Türkiye’deki Ermeni Patriği Nerses, Ermeni Milli Meclisi’nin önerisiyle Ermeni milletine yönelik bir bildirge yayımlar ve şu noktaların altını çizer: Eğer bugüne kadar Ermeni milleti, millet olarak dinini, kilisesini, dilini, tarihi ve kültürel değerlerini koruduysa, bunu Türk hükümetinin himayesine, etkinliğine ve Ermeni milletine olumlu yaklaşımına borçludur. Kader, Ermenileri Türkler birleştirmiştir. Bu yüzden Ermeniler, devletin içinde bulunduğu savaş koşullarında bu duruma kayıtsız kalamaz, tam tersine her zaman olduğu gibi ona yardım etmekle yükümlüdür. Vatanını seven Ermeniler, hükümete yardımcı olarak Ermeni halkının hizmetini göstereceklerdir. Osmanlı İmparatorluğu’nun savunması, Ermenistan’ın Ermeni dininin, okullarının, benliğinin, ailesinin, onurunun ve hayatının savunmasıdır. Patrik Nerses, Ermenileri, vatanı savunmaya, Türkiye Ermenilerinden oluşan gönüllü birliklere katılarak silah elde düşmana karşı savaşmaya çağırır. Patrik, birleşmeye, vatan ve sultan adına ve milli çıkarlarımız ve onurumuz için kendimizi feda etmeye mecburuz der.
Ancak ilerleyen süreçte Ermeni aydınları arasında emperyalist Batı’nın ve Çarlık Rusyası’nın himayesinde “bağımsız” bir Ermeni devleti kurma fikri hâkim olacaktır. Artsruni’de kendini yalın bir şekilde ifade eden bu fikirler, özellikle gerek Rusya gerek Türkiye Ermenileri aydınları tarafından benimsenecek, örgütleri kurulacak ve bu fikirlerin yayılması sağlanacaktır. Megu Ayastani gibiler azınlıkta kalacak Ermeni aydınlarının ciddi bir kısmı, gerek Kaçaznuni gibi önemli Taşnak yetkililerinin gerekse de Bolşevik Ermeni liderlerin saptadığı gibi Batı devletlerinin ve Çarlık Rusyası’nın “vaatlerinin” peşinden giderek Ermeni halkını bu uğurda feda edecektir. Bu tartışmanın taraflarından Artsruni’nin ifadeleri ve ilerleyen süreçte Ermeni aydınlarının aldıkları tutum, Ermeni Bolşeviklerinin teorisyenlerinden Boryan’ın şu tanımlamasını aktarmayı gerektirmektedir:
“Milletin ve sınıfın siyasi programı, ekonomik sebeplerden kaynaklanır ve ekonomik temellere dayanır. Sınıfın ve milletin devletteki ekonomik, siyasal ve hukuksal durumu, milli ve sınıfsal ideolojisinin örgütlenmesinin temelidir. (…) İlerici milli ideoloji ve ezilenlerin kurtuluşu adına mücadele, ki bunun sözcüsü emekçi kitlelerdir, sosyalist aydınların siyasi talepleri doğrultusunda oluşur. ‘Aydınlar kadar, özellikle de küçük milletlerin aydınları kadar, hiç kimse kendi milletinin büyük bir millet olmasına bu kadar ihtiraslı bir şekilde can atmaz’ diye yazar Kautsky. Küçük burjuva şovenist ideolojinin oluşturulması, küçük burjuva aydınlarına aitken, milli devletin örgütlenmesi anlamında saldırgan milli politikaların ideologları, üstünlüğünü küçük burjuvaziye ve onun ideologlarına da zorla kabul ettiren burjuva aydınlarıdır. İşte Ermenistan ve onun aydınları bu türdendi.”
Bu bakımdan Ermeni burjuvazisinin ve toprak aristokrasisinin aydınları, Boryan’a göre, gerici bir rol oynamıştır. Milli ihtirasları diğer milletlere karşı ateşlemiş, ezilen milletler arasındaki çelişmeleri derinleştirmiştir.
Çarlık diplomasisinin daha o dönemden Ermeni burjuvazisini ve onun ideologlarının başında gelen Artsruni’nin ekibini desteklemesi de bunun önemli göstergelerinden biridir. Kafkas Sansür Komitesi arşivinde bulunan ve Basın Genel Müdürlüğü ile Kafkas Şubesi arasındaki yazışmalarla ilgili belgelerden Çar yönetiminin Ermeni liberallerin faaliyetlerine olumlu yaklaştığı net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Karinyan, bu durumu şu şekilde açıklar:
“Bu durum öylesine belirgindi ki, Kafkas basınını gözlemleyenlerin dikkatinden kaçamazdı. Bu yüzdendir ki, Çar yönetimi Grigori Artsruni’nin ve Mşakçıların tamamen içeriksiz ve temelsiz, keza sahte demokratik gazeteciliğiyle barışıktı. Onların söylemi Çarlık için bir tehlike arz etmiyordu; ayrıca bu söylem tamamen Ermeni muhafazakârlara ve İstanbul Ermenilerine karşı yöneltilmiş durumdaydı. Aynı zamanda Rus mutlakıyetine karşı kölelik ruhuyla yoğrulmuştu. (…)
“Artsruni, kendi elverişli konumundan ustalıkla yararlanarak, Türkiye’ye ve ‘Rusya eğiliminin’ tüm karşıtlarına yönelik mücadelesini yeterince düzenli biçimde yürütmekteydi.
Bu, ayaklanmanın gerekliliğine ve Türkiye Ermenilerinin yardım için Rusya’ya ve ‘büyük devletlere’ başvurmalarının sağlanmasına yönelik olan yeterince açık bir politikaydı.
Bu programa karşı koymak isteyen toplum önderleri, acımasız eleştirilere ve dışlanmaya maruz kalıyorlardı.
“Grigori Artsruni’ye ve Ermeni liberalizminin diğer propagandacılarına bir şekilde karşı koymaya cesaret eden İstanbul’daki tüm Ermeni önderlerin kaderi böyle oldu.”
Ermeni burjuva aydınları arasında Rusya’ya karşı bir ayaklanma çıkartılmasına esas olarak olumsuz bakılması da bunun eseriydi.
İşte Taşnaksutyun’u ortaya çıkaran ortam buydu. Karinyan’a göre Artsruni, liberalizmin fikir babası olmakla beraber, Ermeni burjuvazisinin partisi Taşnaksutyun’un da fikir babasıydı. Hem yaşlı hem de genç Taşnaklar, Grigori Artsruni’yi kendi kuramcılarından birisi olarak gördüklerini ve Taşnakizmin Grigori Artsruni’nin görüşlerinin mantıksal devamı olduğunu kendi dilleriyle her zaman vurgulamışlardır.
1890’lardan itibaren Ermeni milliyetçiliğinin temsilciliğine Taşnaksutyun soyunacaktır. Partinin politikası, uluslararası diplomasiye dayanarak ve büyük devletlerin yardımını alarak aynı Balkan Slavları gibi Ermenileri bağımsızlığına kavuşturmaktı. Taşnakların taktiği ise özellikle yazılı propaganda yoluyla Batılı devletleri Ermenileri savunur hale getirmek ve Avrupa kamuoyunun dikkatini çekmek için çeteler örgütleyerek gerilla savaşıyla Türk iktidarına karşı ayaklanma başlatmaktı. Taşnakların, 1891 yılında daha kuruluş aşamasında yayımladıkları manifesto, kitleleri elde silah Türk iktidarına karşı ayaklanmaya çağırıyordu. Devlet yetkililerine karşı silahlı terör eylemlerine girişmek resmi belgelerindeki amaçlar arasında yer alıyordu.
Tabii burada Ermeni milliyetçiliği üzerinde her dönem önemli etkisi bulunan Ermeni kilisesini de anmak gerekir. Ermeni kilisesi, toplum hayatında ruhani işlerden çok siyasi işlerle uğraşmış ve siyasi hedeflere ulaşmak için bir araç olmuştur. Bunda özellikle Çarlık hükümetinin Ermeni kilisesiyle ilişkilerindeki sinsi, saldırgan politikası rol oynamıştır. Dolayısıyla Ermeni katalikosları, hem iç siyaset hem de dış siyaset açısından Çarlık diplomasisinin elinde bir silah görevi görmüşlerdir. Ermeni kilisesi aracılığıyla iç siyasette Ermeni kitleleri kontrol altında tutulurken, dış siyasette kilise, Rusya’nın Doğu’daki, özellikle de Türkiye ve İran’daki işgalci amaçlarının bir aracı olarak kullanılacaktır. Ermeni ruhbanları da bu görevleri yerine getirmeye hazır olduklarını birçok kez dile getirmişlerdir.
Ermeni kilisesi, diğer taraftan İngilizler açısından da caziptir. İngilizler, misyonerleri aracılığıyla Ermeni kilisesini kontrol altına almaya çalışmış, bu şekilde Rusya’nın etkisinden kurtararak kendi amaçları için kullanmaya çaba sarf etmiştir.
19. Yüzyılın sonunda Ermeni milliyetçi ideolojisi bu şekilde gelişimini tamamlıyordu. Ermeni milliyetçiliğinin ideologları ise 17. ve 18. Yüzyılda ve 19. Yüzyılın ilk çeyreğinde İran ve Hindistan’daki Ermeni ticaret burjuvazisi iken, 19. Yüzyılda onların yerini Transkafkasya ticaret burjuvazisi alacaktır. Boryan’ın da ifade ettiği gibi Türkiye Ermenilerinin bu bakımdan dikkate değer bir rolü yoktur. Türk sultanının olumlu yaklaşımı sonucunda Türkiye Ermenileri ülkenin ekonomik ve finansal hayatını elinde tutmakta, tarım alanında önemli rol oynamakta ve İmparatorluk yönetiminde en üst düzeyde görevlerde bulunmaktadır. Bu bakımdan Türkiye’deki Ermeni burjuvazisi kendi ekonomik çıkarlarını Türk devletinin aracılığıyla sağlamakta, Avrupa’nın veya başka bir devletin yardımına ihtiyaç duymamaktadır. Ermeni milliyetçiliğinin Türkiye’de filizlenmemesinin en önemli nedeni budur. Ancak burada dikkati çekilmesi gereken nokta, Transkafkasya Ermenilerinin hiçbir şekilde Türkiye Ermenilerinin isteklerini ve taleplerini dikkate almamasıdır. Alınmadığı gibi Türkiye Ermenileriyle ilgili çok sığ bilgilere sahip olarak onlar üzeriden politika üretmeleridir. Türkiye Ermenileri, birçok kez Taşnakların kendilerini temsil etmeye hakkı olmadığını vurgulamıştır. İstanbul’daki Fransız Büyükelçisi de aynı şekilde 1878’lerde Türkiye Ermenileri arasında herhangi bir milliyetçi uyanışın veya fikrin olmadığını kaydetmektedir. Seneler sonra Çarlık Rusyası’nın Kafkasya Valisi Vorontsov-Daşkov, “Ermeni Meselesi diye bir şey yoktu, Ermeniler arasında herhangi bir ayrımcılık yoktu, meseleyi biz kendimiz yarattık” diyecektir.
Voronksov-Daşkov’un sözlerinden anlaşıldığı üzere Ermeni milliyetçiliğinin Türkiye’deki merkezkaç kuvvetleri güçlendirmesi, emperyalizm çağının tipik bir yasası olarak Batı emperyalizminin ve Çarlık Rusyası’nın çıkarlarıyla örtüşüyordu. Ermenilerin yaşadığı bölgenin coğrafi konumu ve Ermeni milliyetçiliğinin dışa bağımlı gelişimi Anadolu’yu işgal planları açısından büyük anlam taşıyordu. Batı’nın ve Çarlık Rusyası’nın uluslararası arenadaki diplomatik faaliyetleri için bir nesneye ve Türkiye’nin topraklarını işgal etmek içinse bir hukuk öznesine ihtiyacı vardı. Bu nesne, Ermenistan; hukuk öznesi ise Ermeniler oldu. Doğal olarak; Türkler ve Ermeniler arasında bir çatışma yaratmak için Ermeni milliyetçiliğinin körüklenmesi gerekiyordu. Bu amacın gerçekleştirilmesi ise milletin örgütlenmesinin ideolojik temelini oluşturmaktı. İşte Ermeni milliyetçiliği, bu amaca hizmet için bu temelde yükseltildi.
Ermeni milliyetçiliğinin Türklere veya diğer halklara karşı körüklenebilmesi ve Ermenilerin bu ideoloji etrafında birleştirilmesi için şovenist yanının ağır basması gerekiyordu. Ermeniler yüceltilecek, Müslümanlar veya diğer halklar aşağılanacaktı. Ermeni milliyetçiliğinin kökünde yatan şoven özellikleri Gürcü devlet adamı ve yayıncısı Karibi, net bir şekilde ortaya koyar. Karibi’ye göre Ermeniler arasıda milli ihtiraslar özellikle körüklenmiş ve Ermeni kitleleri şovenizm ve nefretle zehirlenmiştir. Bir taraftan ayrılıkçılık aşılanırken, diğer taraftan Tatar ve Kürtlerin barbar oldukları, bu kültürsüz halkları kovup Tanrı tarafından seçilmiş olan Ermenilerin milli çarlığını kurmanın gerekliliği empoze edilmiştir. Bu yönde edebiyat da kullanılmıştır. Transkafkasya’daki Ermeni yazarları eserlerinde devamlı olarak Türkiye Ermenileri arasında şovenizmi kışkırtmış ve sivil halkı komşuları olan Türklere ve Kürtlere karşı silahlanmaya çağırmıştır. Karibi, bu bakımdan özellikle Rafael Patkanyan’ın “Muşluların Yeni Kuşağı” adlı şiirine dikkat çeker:
“‘Acılar içinde doğurdu ana oğlunu,
Bilenmiş ve keskin kılıcı
Hediye etmeli babası ona
Büyüdüğünde çocuk
Alınca oyuncakların tadını
Artık alışsın oynamaya
Ölümcül silahla korkusuzca’
“Edebiyat, sadece yazarın değil, halkının da ruhunu yansıtır. Rafael Patkanyan, Rus Ermenilerinin önde gelen lideri olarak, öz halkının hayallerini ifade etmiştir. İşte Ermeni liderleri Rusya’dan Türkiye’ye böyle korkunç, kardeş katili vaazlar gönderdiler. Böyle vaazlarla milli nefreti ateşlediler.”
Karinyan da Karibi’nin bu tespitlerine paralel olarak şunları ifade eder:
“Vardanyan, ırk kuramının yardımıyla, Ermeni sermayesinin düşmanlarına karşı yeni bir kuramsal silah geliştirmeye çalışmıştır.
“Türk halkının ‘geriliği’, Türk-Tatar grupların biyolojik yozlaşması, Türklerin ‘doğuştan vahşi oluşu’ gibi konulara ilişkin kuram, Türk milliyetçiliğinin gelişmesi karşısında karışmış olan Ermeni burjuvazisi saflarını takviye etmeli ve burjuvaziyi izleyen aptallaştırılmış halk kitlelerinde ‘öç ruhunu’ canlandırmalıydı.
“Fakat sadece ‘kuram’ yeterli değildi. Ermeni ırkının Avrupalılara yakınlığına, Ermeni organizmasının ‘daha iyi niteliklerine’, Ermeni ırkının Arî kökenlerine yapılan atıflar halk kitlelerini ayaklandırmaya yetmiyordu.
“Daha etkin ve güçlü yöntemler gerekirdi. Net bir harekât planına ihtiyaç vardı. Taşnaksutyun partisinin platformu işte böyle bir programdı.
“‘Milli bir ocak’ kurma fikri artık bir hayal ve platonik bir arz değildi.
“‘Aydın’ ve Hıristiyan Batı’nın yardımına, Çarlık Rusya’nın himayesine, Türkiye’nin kaçınılmaz olarak parçalanacağına, bütün ‘Müslüman’ dünyasının ‘yozlaşmasına’ işaret eden Ermeni milliyetçileri, halk kitlelerini birleşmeye ve Türkiye karşı faal mücadeleye çağırıyordu.”
Ermeni milliyetçiliğinin kendini yapılandırdığı dönemde, yukarıda altını çizdiğimiz özelliklerine bağlı olarak birçok tarihi çarpıtmaya da başvurulmuştur. Boryan, bu çarpıtmalardan çarpıcı olan bir tanesini örnekler. Ermeni liberalizminin 19. Yüzyıldaki önemli temsilcilerinden G. A. Ezov, 1859 yılında yayımlanan bir eserinde Herodot’tan bir alıntı yapar. Boryan, Herodot’tun asıl metniyle Ezov’un alıntıladığı metni karşılaştırınca farklılıklar görür ve eserinde her iki metni de yan yana koyarak yapılan çarpıtmayı gözler önüne serer. Ezov’un metnine bakalım:
“Fırat, Ermenistan’ın içinden akardı ve oranın sakinleri Fırat üzerinden Babil’e sıkça giderlerdi. Bunu Herodot, Ermenilerin Fırat üzerindeki seyahatlerini ve tekne yapımlarını anlatarak doğrular: ‘Ermenistan’da, Asur’un yukarısında, söğüt dallarından gemilerin kenarlarını yapıyorlar ve onları kürklerle kaplıyorlar. (Ne gösteriş!). Tabanını ise kıçını ve burnunu yapmaksızın dikişe benzer bir şeyle oluşturuyorlar. Tekneleri yuvarlakımsı bir şekilde inşa ediyorlar ve kamışlarla doldurarak mallarla yükleyip, özellikle palmiyeden yapılmış şarap küpleriyle, nehre bırakıyorlar. Tekneler, iki kürek ve iki ayakta duran insanla yola koyuluyor. Bu tekneler, büyük ve küçük olabiliyor. En büyükleri beş bine kadar yük kaldırabiliyor ve her biri eşek de taşıyor. Ne kadar çok tekne varsa, o kadar çok eşek oluyor. Dümenci, Babil’e varıp yükleri indirdikten sonra teknenin kenarlarını ve kamışlarını orada satıyor, kürkleri ise eşeklere yükleyip Ermenistan’a geri götürüyor. Öyle ki nehrin ters yönüne doğru hızından ve teknelerin ağaçtan değil de, kürkten yapılmış olmasından dolayı yüzmenin imkânı yok. Bu şekilde eşeklerle Ermenistan’a dönüp benzer tekneleri yeniden yapıyorlar.’ Ermenilerin ta eski dönemlerde Fırat üzerinde yürüttükleri ticari faaliyeti Heredot’un bu sözlerinden daha iyi hiçbir şey kanıtlayamaz.”
Aynı metni daha sonra başka bir Ermeni tarihçisi ve Ermenistan tarihi ders kitabının yazarı Palasanyan da tekrarlıyor. Daha sonra Ermeni tarihçi Leo da Ermeni tüccarları idealize ederek ve onları bu gemilerin mucidi Ermeni çobanları ve Ermeni halkının dehaları olarak adlandırarak bu alıntıyı yapıyor.
Herodot’un orijinal metnine baktığımızda ise gördüğümüz tablo farklıdır. Bazı unsurların abartılmasının yanında tekneleri yapanlar Ermenilerle yakın bölgede oturan Asurlulardır. Boryan’ın ifadesiyle üç Ermeni tarihçi, Herodot’u Ermeni tüccarları görmek istedikleri gibi okumuşlar ve anlamışlardır.
Daha önce de değindiğimiz bu çarpıtmalara Karibi de dikkat çeker. Ermeni liderleri, taleplerini artırmak için olguları çarpıtmakta ve abartmaktadır. Karibi, bu gerçeği İngiliz yazar Linch’in de tespit ettiğini kaydederken, İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi’nin 15 Temmuz 1880 tarihli mektubuna da atıfta bulunarak yapılan abartmaları kanıtlar.
19. Yüzyılın sonlarında gelişimini tamamlayan saldırgan, şoven ve dışa bağımlı Ermeni milliyetçiliğinin o dönemki pratiği de özelliklerine uygun bir şekilde olmuştur. Bunun ilk önemli örneklerinden biri Zeytun ayaklanmasıdır. Boryan, eserinde bu ayaklanmanın özünü net bir şekilde ortaya koyar.
III. Napolyon’un Lübnanlılara “özgürlüklerini” kazanmalarında yardım etmesi Kilikya Ermenileri arasında önemli bir etki yapmıştır. Zeytunlular, Napolyon’un bu çıkışından büyük heyecan duymuş ve 1862 yılında ayaklanma başlatarak III. Napolyon’a bir heyet göndermişlerdir. Heyet, Napolyon’dan Zeytunluları himaye altına almasını talep eder. Napolyon, bu durumu İstanbul’daki elçiliği aracılığıyla Osmanlı makamlarına iletir.
Bu dönemde Zeytun’de kendini prens ilan eden Levon Lusinyan isimli kişi ortaya çıkmıştır. Kendisinin Ermeni tahtının “mirasçısı” olduğunu söyleyen Lusinyan, Kilikya’nın Türklerden koparılarak Ermeni devleti haline getirileceğiyle ilgili Pallmerston ve III. Napolyon’la görüşmeler yaptığını yaymaktadır.
Daha Zeytun olaylarından önce İstanbul’da Levon Lusinyan’ın Garibaldi’nin lejyonlarına katıldığına, Victor-Emmanuel’in ve İngiliz kralının akrabası, III. Napolyon’un arkadaşı ve şeref madalyaları sahibi olduğuna dair bildiriler fotoğrafıyla birlikte İstanbul’da dağıtılmaya başlanmıştır. Birçok kişi Lusiyan’a umutlar bağlamıştır. Hatta sonunda asırlardır Türkiye’nin “despotik zincirleri” altında bulunan Ermeni halkının “özgürleşerek” “özgür bir yere” sahip olacağının hayalini kurmaya başlamıştır.
Öyle ki Zeytunlular, 1626 yılından beri III. Murat’ın fermanıyla birlikte vergi vermekten muhaf tutulmuş ve yarı özerk hatta özerk bir yapıda olmuşlardır.
Zeytun ayaklanması, Zeytunluların Napolyon’a başvuruları ve İstanbul’da Ermeni prensi Lusinyan’la ilgili bildirilerin yayılması, Osmanlı iktidarının bölgeye isyanı bastırmak üzere ciddi bir güç göndermesine neden olmuştur. Zeytunlular, bu durumda Napolyon’a ikinci kez başvurur. Bu sefer Napolyon, Sultan’dan harekâtı durdurmasını talep eder. Bunun üzerine Osmanlı’dan bir bürokratın, Ermenilerden iki dini temsilcinin ve İstanbul’daki Fransız Büyükelçiliği’nin sekreterinin yer aldığı bir komisyon kurulur. Bu komisyon, Zeytun halkı ile İstanbul hükümeti arasında barışın sağlanmasına çalışacaktır. Sonuçta Zeytunlular, İstanbul hükümetinin üstünlüğünü kabul eder.
Boryan, Zeytun isyanını III. Napolyon’un ezilen ülkelerdeki milli politikasına ve Avrupa’nın toplumsal ve devlet hayatındaki ikili hareket tarzına bağlar. Boryan, Napolyon’un Kilikya’yı Türkiye’den koparmak amacıyla Ermenileri Türklere karşı kışkırttığı sonucuna varır. Lusiyan’ın ortaya çıkışı, Zeytunluların bildirileri ve Napolyon’a başvuruları, şüphesiz, Napolyon’un belirtilen amaca ulaşmak için hazırladığı planın bir parçalarıdır. Boryan’a göre Zeytun ayaklanması, Ermenilerin değil, kapitalist Fransa’nın çıkarları doğrultusunda Napolyon’un emriyle örgütlenmiştir.
İstanbul’daki Fransız Büyükelçisi de bağımsız bir Ermeni devletini düşünmenin imkânsız olduğunu belirtir. Ermeniler, Bulgarlara ve Yunanlılara benzer bir konumda değildir. Ermeniler, Türkiye’nin dört bir yanına dağılmış, Müslümanlarla karışık olarak yaşamaktadır ve çoğunluk oldukları kesin bir sınır tespit etmek olanaklı değildir.
Esas olarak Ermeni Meselesi’nde dönüm noktası 1878 yılındaki Berlin Konferansı ve Anlaşması olacaktır. Berlin Konferansı’ndan sonra Ermeni Meselesi, büyük devletlerin diplomasisi için Türkiye’ye bir baskı aracı haline dönüşmüştür. Artık mesele uluslararası bir mesele haline gelmiştir. Osmanlı’nın kendi iç meselesi değildir artık Ermeni Meselesi. Anlaşma’nın 61. Maddesi bunun hukuki boyutunu oluşturmaktadır. Özellikle “Ermenilerin yerleşik bulundukları bütün bölgelerde reform talep edilmesi”, Ermenilerin Türkiye’nin dört bir yanına dağıldıkları göz önünde bulundurulduğunda Anlaşmayı imzalayan devletlerin tüm Türkiye üzerinde hâkimiyet kurma çabasıyla açıklanabilir.
Ancak Berlin Anlaşma’nın 61. Maddesi Ermenileri tatmin etmez. Ermeni heyeti, uluslararası diplomasinin temel prensiplerini kavrayıp, bu başarısızlığı Ermenilerin ayaklanma başlatmamasına bağlar. Kurtuluş, “şikâyetlerle değil”, diplomatların dikkatini ve kamuoyunu kendi tarafına çekmek için kan dökerek olacaktır. 1889 yılında uluslararası hukuk profesörü Rollen-Jackman, Ermenilere şikâyet etmeyi bırakmaları gerektiğini, isyan başlatarak diplomatların dikkatini çekmeleri gerektiğini ve Ermeni Meselesi’ni uluslararası diplomasinin Türkiye’ye müdahalesi yoluyla çözülebileceğini hatırlatır. Rollen-Jackman’e göre o dönemde ayaklanma, Ermeniler için Avrupa diplomasisini kazanmak için tek araçtır. 1878-Berlin Kongresi’nde Ermeni heyetine veriler öğütler, Rollen-Jackman tarafından tekrarlanmış olur.
Ermeni kitlelerinin önderleri, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde Avrupa diplomasisinin bu oyununa düşerler. Ermeni halkını silahlandırmanın iyi sonuçlar doğurmayacağını, ayaklanmanın büyük devletler tarafından kendi emperyalist çıkarları için Türkiye’ye müdahale aracı olarak kullanılacağını anlamamışlardır. Ermenilerin ayaklanmamakla hata etmediklerini, İngiliz ve Ruslar için kendi çıkarlarının Ermenilerin acılarından ve yıkımından daha önemli olduğunu kavrayamamışlardır.
Artık Ermeni siyaset ve toplum adamlarının önünde iki temel mesele durmaktaydı: 1) Gözyaşının dilini, yani diplomatik faaliyetleri, ajitasyonu, propagandayı kullanmak ve “uygar” dünyanın kamuoyunu kendi lehine yaratmak ve 2) kılıç, yani çeteler örgütleyerek Türkiye’de silahlı ayaklanma başlatmak.
İşte bu iki fikir, Ermeni Meselesi açısından Berlin Konferansı’nın temel mirasıydı.
Karibi de o dönemde Batı emperyalistlerinin Ermenilere “daha fazla kan dökerseniz, istediğiniz yardımı alırsınız” mesajını verdiğini belirtir.
İşte bu öğütlerin ilk provası Sasun’da yapılır. Karibi, Sasun olaylarını anlatırken özellikle şu noktalara dikkat çeker: İran üzerinden Ermeni grupları birlikler halinde Türkiye’ye girmeye başlar ve Müslüman sivil halk üzerinde olabilecek bütün tecavüzleri uygular. Bütün bu tecavüzlerin sonunda 1894 Ağustosu’nda kanlı Sasun olayları patlak verir. Ermenilerle Kürtler arasında başlayan karşılıklı kırım, Osmanlı ordularının müdahalesiyle bastırılır. Bu karşılıklı kırım, Boyatijyan ve Damalyan gibi Ermeni liderlerin propagandası sonucu yapay olarak kışkırtılmıştır. O döneme kadar Ermeniler ve Kürtler, o bölgede “toprağın ve suyun kardeşleri” gibi barış içinde yaşamışlardır. Ermeniler, bu bölgede Kürtler gibi her zaman açık bir şekilde silah taşıyabilmişlerdir. Ancak Ermeni çetelerinin iki yıllık çalışması sonucunda bu barış bozulmuş, bölge halkları iki düşman kampa bölünmüştür. Ve bu durum, yabancı devletlerin Türkiye’nin iç işlerine karışması için bahane olmuştur.
Boryan da eserinde Sasun olaylarını değerlendirir. Boryan, Sasun olaylarının James Brice, Eduard Grey ve diğer İngiliz centilmenleriyle birlikte Ermeniler tarafından kışkırtıldığını ifade eder. İngilizler, Fransızca olarak çıkardıkları “Armeniya” adlı yayın organı aracılığıyla ayaklanmanın ön hazırlıklarını yapmışlardır. Ermenilere göre amaç, Avrupa kamuoyunun dikkatini çekerek emperyalist devletlerin Türkiye’ye müdahalesi yoluyla Ermeni Meselesi’ni özerk Ermenistan’ı kurarak çözmektir. İngilizler, Mısır’ı işgal etmenin ön koşullarını yaratmak peşindedir. Ermeniler, bu temelde İngilizlerin elinde kör bir silaha dönüşmüştür. İşte Sasun ayaklanmasının başındaki Ermeni liderlerin göremediği budur. Ermenilerin en küçük bir hakkı bile emperyalistleri ilgilendirmemektedir.
Taşnaksutyun’un tarih sahnesine çıkışıyla Ermeni milliyetçiliğinin saldırganlığı katlanarak artar. Taşnakların hedeflerine ulaşmak için seçtikleri temel araç terör olacaktır. 14 Ağustos 1896 günü 26 silahlı ve bombalı Taşnak militanı, İstanbul’da Osmanlı Bankası’nı işgal eder ve içerdeki 150 kişiyi rehin alır. Taşnak teröristleri, 4 kişi öldürür, 5 kişiyi ağır yaralar. Olaya dış büyükelçiliklerin müdahale etmesiyle Taşnak teröristleri Fransız gemisi Le Gironde’a bindirilir ve Marsilya’ya götürülür. Marsilya’da tutuklanmalarına rağmen kısa bir süre sonra serbest bırakılırlar ve Ermeni kaynaklarına göre tekrar faaliyetlerini yürütmek üzere Türkiye’ye geri dönerler.
Karibi’ye göre Taşnaklar, bu eylemleriyle amaçlarına ulaşmışlar, Türk-Ermeni çatışmasını kışkırtmışlar ve her zamanki gibi ortadan kaybolmuşlardır. Ayrıca Avrupa kamuoyunun dikkatini de Ermeni Meselesi’ne çekmişlerdir. Boryan’ın belirttiği gibi “kamuoyu” ise Avrupa hâkim sınıflarının temsilcileridir: Satılmış gazeteciler, bulvar yazarları, siyasi maceracılar, çıkarlarını Yunan ve İngiliz emelleriyle birleştirmiş olanlar. Kopartılan gürültünün özü, Ermenilerin kanını dökme pahasına emperyalistlerin yeni pazarlar elde etme ve Doğu’daki sömürgeci politikalarına destek arayışıyla açıklanabilir.
Karibi’nin ifadesiyle Taşnaklar, hiçbir zaman güç dengelerini gözetmemiş, Ermeni kitlelerin çıkarlarını hiçbir zaman düşünmemiştir. Müslüman sivil halk içerisinde teröre başvurmuş, sağa sola bombalar savurmuş, Türk ve Kürt memurlara karşı suikastlara girişmiştir. Bu eylemler ise daha sonradan Ermeni kitlelerine pahalıya mal olmuştur. Ki İstanbul Ermenileri ve Ermeni köylüleri, terör eylemlerinin başlamasından büyük endişe duymuşlardır.
Ancak Taşnak terörizminin tek hedefi Müslümanlar değildir. Taşnaklar, kendi görüşlerini benimsemeyen Ermenilere yönelik de teröre başvurmuştur. Osmanlı devletinin Maksud Simon Bey, Osmanlı istihbaratın başı Artaşes, jandarma üst düzey görevlisi Adisi Tigran gibi üst düzey bürokratlarını ya da kendilerine para yardımı yapmayı reddeden Camagarov gibi Ermeni bankerleri öldürmüşlerdir.
Ayrıca Taşnakların Kafkaslara adımını atmasıyla da terörün baş göstermesi ve karşılıklı kırımın başlaması bir olur. Taşnaklar, Çarlık Rusyası’nın “böl, parçala, yönet” politikasının Kafkaslardaki taşeronu olmuştur. Barış içinde yaşayan halklar, Çarlığın kışkırtmasıyla ve Taşnakların harekete geçmesiyle birbirine düşman kesilir. Özellikle 1905 Ermeni-Tatar kırımı bunun önemli örneklerindendir.
Buraya kadar kaleme aldığımız olaylar ve yorumlar, Birinci Dünya Savaşı ve 1915 olaylarının temelidir. Tarihte Ermeni devletlerinin bulunup bulunmaması sorununun, Ermenilerin Osmanlı’daki sosyo-ekonomik durumlarının, Ermeni milliyetçiliğinin gelişimi ve karakterinin incelenmesi bugünde hararetli bir şekilde tartışılan Ermeni Meselesi’nin doğru yere konması açısından hayati önemdedir. Meselenin buradaki kökleri, Türkiye’nin paylaşılması ve sözde soykırım tartışmalarına netlik kazandırmaktadır. Bu noktalara Boryan ve Karibi’nin eserleri üzerinden ışık tuttuktan sonra Birinci Dünya Savaşı ve Ermeni Meselesi’ne geçebiliriz.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE ERMENİ MESELESİ
Lenin ve Stalin, Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı devletini paylaşmak için yapıldığını sürekli saptadılar. Bu durum, dünyayı paylaşanlar tarafından da açıkça ortaya konmuştur. Amerikalı Stannard Becker, Ortadoğu’ya hükmetme savaşı olarak Birinci Dünya Savaşı’nın en büyük hedefinin Türkiye olduğunu belirtir. En zengin petrol, bakır, gümüş gibi yeraltı kaynaklarının ve en verimli toprakların bulunduğu bölge Türkiye’dir.
Bunun önemli göstergelerinden biri de Rusya’nın Birinci Dünya Savaşı öncesinde Türkiye’nin ittifak teklifini ısrarlı olarak reddetmesidir. 1914 Ağustosu’nda Enver Paşa, İstanbul’daki askeri ataşesi General Leontyev aracılığıyla Rusya’nın Doğu’daki tarihi misyonunu yerine getirme ve Türkiye’yle olan tartışmalı meseleleri karşılıklı ödünler yoluyla ortadan kaldırma isteğiyle Rusya’ya ittifak antlaşması yapmayı önermiştir. Hatta Türk ordularını Rus komutası altına vermeyi bile teklif etmiştir. Girs, Dışişleri Bakanı Sazanov’a birçok kez bu durumu bildirmiş ve olumlu cevap verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Ancak Rusya’ya Türkiye değil, İstanbul ve Doğu Anadolu bölgesi gereklidir. Paylaşmayı planladığı ülkeyle müttefik olmanın bir anlamı olmayacaktır.
İşte Ermeni Meselesi, bu planlar çerçevesinde anlam kazanmaktadır. Çarlık Rusyası’nın en önemli hedefi İstanbul’u ele geçirmektir. Eğer bu doğrudan başarılamayacaksa, dolaylı olarak Anadolu üzerinden gerçekleştirilecektir. Bunun da en önemli ayağı Anadolu’nun doğusunda, yani Ermenilerin yaşadığı bölgelerde bir dayanak noktası yaratmaktır.
Bu dayanak noktasının yaratılması için ise o bölgelerin işgalini haklı gösterecek sebepler bulunmalıdır. Çarlık diplomasisinin eskiden beri araç olarak kullandığı bahanesi hazırdır: “Hıristiyanların korunması”. Çarlık hükümetinin İstanbul’daki elçisi Baron Girs, 12 Kasım 1912 tarihinde Türkiye’ye gönderdiği notada “Ermeni taleplerinin” Rusya’yla bütünleştiğini belirtir. Girs’e göre artık parti ayrımı olmaksızın bütün Ermeniler Türkiye’ye düşmanca yaklaşmak ve kesinlikle Rusya’nın hamiliğini talep etmektedir. Girs, Ermeni Katolikos’un Çarlık hükümetine Ermenileri kurtarması için başvurduğunu, bu nedenle “Ermeni Meselesi”nin devlet politikası açısından birinci önemde olduğunu ifade eder. Boryan, bu notanın Çarlık diplomasisinin “Ermeni Meselesi”ni kendi yayılmacı amaçları için nasıl kullandığının önemli bir örneği olduğunu, buradaki amacın kesinlikle Ermenileri kurtarmak değil, Türkiye’yi işgal etmek olduğunu belirtir.
Bu şeklide Ermeniler, Türkiye’ye karşı Rus Çarlığı’nın elinde bir silah olarak kullanılacaktır. Zaten Ermeniler, Rusya’nın yayılmacı politikalarına eskiden beri hizmet etmişlerdir. Ayrıca Ermeni halkının gücü, Rus ticaret sermayesinin çıkarları adına kullanılacaktır. Öyle ki Çarlık yetkililerinin saptamasıyla “Ermeniler, önemli üstünlüklere sahiptir” ve Ermenistan, “Rusya’ya katılarak” Rus ticaret sermayesi için “zengin bölgelerden biri olacaktır.”
Bu temelde Ermeni kitleleri, toplum önderleri aracılığıyla Birinci Dünya Savaşı’na hazırlanır. Çarlık Rusyası’nın İstanbul Büyükelçisi Girs, Aralık 1912’de Taşnaksutyun Partisi’nin önde gelen isimlerinden Zavriyev ile yaptığı görüşmede Ermenilerin Avrupa’nın gözünde Türklerin kurbanı olarak gözükmeleri gerektiğini öğütlemektedir. Zaten Boryan’ın ifade ettiği gibi Çarlık hâkim sınıfları için kurbanların hiçbir önemi yoktur. Onun için önemli olan petrol, demir yolları vb.’dir. Ne de olsa, Çarlık yazışmalarına yansıdığı üzere, Rusya’ya “Ermenisiz Ermenistan” lazımdır. Türkiye Ermenileri Türkleri üzerine sürülerek kıldırtılacak, Ruslar tarafından işgal edildikten sonra bölgeye Kuban ve Don kazakları yerleştirilecektir. Birinci Dünya Savaşı yıllarında bunun uygulamaları yapılmıştır.
Bu planlar çerçevesinde Ermenilere iki misyon yüklenecektir. 1915 Şubatı’nda Tiflis’teki Bütün Ermenistan Milli Kongresi’nde Taşnaksutyun Partisi’nin askeri kanat temsilcisinin yaptığı konuşma bu görevlerin itirafı niteliğindedir:
“Bilindiği gibi, Rus hükümeti savaşın başında Türk Ermenilerini silahlandırmak ve savaş sırasında ülke içinde ayaklanma çıkartmak için hazır hale getirmek amacıyla hazırlık gideri olarak 242900 ruble verdi. Gönüllü birliklerimiz Türk ordusunun savunma hattını yırtıp, ayaklananlarla birleşerek cephe ve cephe gerisinde anarşi yaratmak ve bununla birlikte Rus ordularının geçişini ve Türkiye Ermenistanı’nı ele geçirmesini sağlamak zorunda.”
Görüldüğü gibi Ermeniler, cephe gerisinde ayaklanma çıkararak Türk ordusunu zaafa uğratacaktır. Bu birinci görevdir. İkincisi ise oluşturulan gönüllü birlikler yoluyla Türk ordusunun savunma hattını yırtarak Rus işgalini kolaylaştırmaktır. Her iki görevin yerine getirilmesinde de Türkiye Ermenileri aktif rol oynayacaktır.
Bu durumun farkında olan Jön Türk hükümeti, Ermenilerle doğrudan bağ kurup anlaşarak, Avrupa’nın ve Rusya’nın Türkiye’nin içişlerine karışmasını ve doğacak olayları engellemeye çalışmıştır. Boryan’ın belirttiği gibi Türk hükümeti buna uygun adımlar da atmıştır. Çarlık belgelerine yansıyan aşağıdaki satırlar, bu açıdan dikkat çekicidir:
“Talat Bey, Ermeni Meselesi’nin çözülmesi konusunda Türklere yardım etmesini isteyerek Ermeni vekilleri makamına çağırdı. Bu bakan, meselenin çözülmesinin en iyi yolunun doğrudan Türklerle Ermeniler arasında yapılacak görüşmeler olduğunu düşünüyor. Talat, Pogos Nubar Paşa’nın Avrupa’yla görüşmeleri kesmesi için Paris’ten geri çağrılmasını öneriyor.”
Karibi de Türklerin, Türkiye Ermenilerinden gönüllü hareketine son vermelerini istediklerini belirtir. Türkiye Ermenileri, bu talep üzerine herhangi bir sorumluluk üzerlerine almayacaklarını ve Rusya Ermenilerinin tavrı konusunda garanti veremeyeceklerini söylerler. Karibi, özellikle gönüllü hareketinin içinde Meclis-i Mebusan üyesi Gagerin Pastırmacıyan’ın ve birçok Türkiye Ermenisinin bulunmasının Türkiye’yi rahatsız ettiğine dikkat çeker. Karibi’ye göre sadece hükümet değil, halk da gönüllü hareketini Ermenilerin Türklere savaş ilanı olarak algılamıştır. Türkler, kendi vatandaşları olan Türkiye Ermenilerinden saldırılarını durdurmasını istemek üzere Salmat’a Andrenik’in yanına bir heyet göndermelerini talep eder. Ancak artık geç olduğunu ve yurtdışındaki bir hareketin işine karışamayacakları cevabını alırlar.
Ayrıca Sovyet Ermenistanı’nın önemli devlet adamlarından Karinyan, önemli bir noktaya işaret ederek tehcir öncesinde Jön Türk hükümetinin Ermenilerden gönüllü birlikler konusunda ricada bulunduğunu vurgulamaktadır:
“Bu arada savaşın başlamasından önce Türk hükümeti ve Türkiye’deki hükümet partisi İttihat ve Terakki’nin önemli temsilcileri birçok kez Türk Ermenilerine başvurarak gönüllü birlikleri örgütleyenleri, özellikle de bu harekette yer alan Türk parlamentosunun üyeleri Vramtsan ve Gagerin Pastırmacıyan’ı (Armen Karo) etkilemeleri için ricada bulundular ve halkın haklarını koruyacaklarına dair söz verdiler. Ancak ne Türk hükümetinin ricaları, ne de bizzat Türkiye Ermenilerinin ısrarlı talepleri genel eğilimi değiştiremedi.”
Bütün bu girişimlerin de sonuçsuz kalmasıyla Taşnakların önderliğindeki Ermeni kitleleri kendilerine biçilen iki misyonu da yerine getirmeye başladı. Bunun ilk ayağı Türkiye’nin cephe gerisinde ayaklanmalar başlatmaktı. Rusya’nın Kafkasya Valisi Vorotsov-Daşkov Ermenilerin kendilerine verilen görevi yerine getirmekle yükümlü olduklarını ve uygun bir anda Rusya’nın işgalini sağlamak amacıyla Türkiye’de ayaklanma başlatmaları gerektiğini yazar. Buna karşılık Ermeni Katolikosu, Vorotsov-Daşkov’a gönderdiği bir mektupta Ermeni halkının bütün acılarını bastırarak yüce imparatorluğa karşı kutsal görevlerini yerine getirmeye hazır olduğunu ifade etmektedir.
Boryan, eserinde bu ayaklanmaları değerlendirirken özellikle şu noktalara dikkat çeker: Bu ayaklanmaların başarı sağlamayacağı açıktır. Ancak kesin olan bir şey daha vardır ki, o da bu “faaliyetlerin” Ermeni halkını ölüm tehlikesiyle karşı karşıya getireceğidir. Taşnakların komutasındaki Ermeni kitleleri, Çarlık Rusyası’nın emperyalist çıkarları için kendilerini feda etmişlerdir. Ancak akıldan yoksun olan insanlar, bu hareketlerin Ermeniler için ölümcül sonuçlar doğuracağını anlayamayacaktır. İşte milli-şovenist Taşnaklar, nesnel şartları değerlendirmeksizin, güç dengelerini gözetmesizin, kitlelerin taleplerini ve eğilimlerini dikkate almaksızın sadece emperyalist devletlerin çıkarları ve onların diplomatlarının direktifleri doğrultusunda ayaklanmaları örgütlemişlerdir. Bu ayaklanmalar, ancak ilgili büyük devletlerin finans-kapitallerinin çıkarlarına yaramış, kendi milletine karşı ise bir suç teşkil etmiştir. Taşnaklar, bu şekilde Ermeni halkının kaderini emperyalist devletlerin hizmetine bağlamışlardır.
Diğer taraftan ise büyük bir tantanayla gönüllü birlikler örgütlenmiştir. II. Nikolay’ın, İngiliz ve Fransız emperyalizminin sloganlarının Taşnaksutyun’un sloganları haline geldiğini belirten Boryan, eserinde Taşnakların özellikle Çarlık ordularındaki koçbaşı misyonu üzerinde durur. Boryan, Taşnaksutyun’un Ermeni kitleleri üzerinde Türklerden kurtulmak için Çarlık ordusuna Ermenilerin maddi ve fiziki olarak yardım etmesi ve aktif olarak katılması gerektiği bilincini yarattığı tespitini yapar ve bu temelde Ermeni gönüllü birliklerinin Türklere karşı Ermenistan’ın “kurtuluşu” için Çarlık ordusunda savaştıklarını belirtir. Artık çarın savaş prensipleri, Taşnaksutyun Partisi’nin prensipleri olmuştur. Taşnaklar, “vandal” Almanlara ve “başıbozuk” Türklere karşı Avrupa’nın “kültürlü milletlerinin” yanlarında olduğu propagandasını yapmaya başlar. Sözler alınmıştır. Ermeniler, “özgürlük” mücadelesinde yalnız değillerdir.
Gönüllü birliklerin örgütlenmesi, ne Ermeni halkı adına, ne de Ermeni toplumu için faydalı olmuştur. Taşnaklar, bu konuda tamamen Çarlık Rusyası’nın ajanı rolünde davranmıştır. Taşnakların Anadolu’da yaşayan Şahrikyan Efendi ve Zoryan gibi liderleri de bu gerçeği o yıllarda görür ve “Büyük Ermenistan” hayalinin gerçekçi olmadığını tespit ederler. Bu liderler, Türklere karşı harekete geçen Transkafkasya’daki Ermeni gönüllü birliklerine karşı çıkmışlar ve Türklere karşı harekâtın hemen durdurulmasını savunmuşlardır. Kafkas Ermenilerinin, Türk Ermenilerinin işlerine burunlarını sokmaması konusunda uyarıda bulunan liderler, Taşnakların bu politikalarının Türk Ermenilere özgürlük değil, ölüm getireceğini daha 1915 yılında ısrarla vurgulamışlardır. Ama ne yazık ki bu ısrarlarından sonuç alamamışlardır.
Gönüllü hareketini Türkiye Ermenilerine yönelik haince bir girişim olarak değerlendiren Karibi, Yahudilerden başlayarak, Lehlere, Yunanlılara kadar birçok milletin milli amaçlar adına hareket ettiğini, ancak hiçbirinin Ermenilerin seçtiği yolu seçmediğini belirtir. Bu milletlerden hiçbirinin aklına zor durumundan faydalanarak bağlı bulundukları devlete karşı gönüllü birlikler örgütlemek gelmemiştir. Hiçbiri açıktan düşman tarafına geçmemiştir. Karibi’nin yayımladığı belgelerden Taşnakların Batı’yla ve Rusya’yla ilişkilerde gönüllü birlikleri bir pazarlık unsuru olarak kullandıkları ve taleplerini bu devletlere kabul ettirmede bir araç olarak gördükleri anlaşılmaktadır.
Gönüllü birliklerin faaliyetleri, Birinci Dünya Savaşı sırasındaki Ermeni olaylarını anlaşılması bakımından büyük önem taşımaktadır. Boryan, eserinde bu noktaya da değinir. Gönüllü birlikler, Birinci Dünya Savaşı döneminde toprakları ele geçirmek geleceğin “Büyük Ermenistanı”nın temellerini atmak amacıyla Kürt nüfusu ve Türk köylülerini yok etmek üzere örgütlenmiştir.
Karibi de gönüllü birliklerin giriştikleri, katliamlarla üzerinde ayrıntılı olarak durur. Çarlık Rusyası’nın yıkılmasının ardından Kafkas Cephesi’nin genel karargâhı olan Tiflis’teki askeri arşiv Menşevik hükümetinin eline geçmiştir. Karibi, bu arşivlerden Müslüman halka yönelik katliam politikalarına dair çıkardığı belgeleri okuyuculara sunar.
Gönüllü birlikler, Türklerin ve Kürtlerin yaşadıkları köyleri kılıçtan geçirmiş ve savaş esirlerini dahi öldürmüşlerdir. Taşnakların gerçekleştirdikleri katliamlar ve yağmalar, onları Osmanlı’ya karşı kullanan Rus ordusunun komutanlarını bile dehşete düşürmüştür. Çarlık yetkilileri tarafından Müslüman kadınların, çocukların ve yaşlıların Ermeni çeteleri tarafından katledildiklerine dair birçok rapor kaleme alınmış, bunun önüne geçilmesi için Ermeni gönüllü birliklerine yüzlerce yazılı talimat verilmiştir. Hatta oluşturulan askeri mahkemelerde azımsanmayacak sayıda Ermeni subayı ve askeri yargılanmış ve ağır cezalara çarptırılmıştır. Sivil halka yönelik katliamlar, Karibi’nin verdiği örneklerden anlaşıldığı üzere, Taşnak yetkililerinin belgelerine de yansımıştır.
Karibi’nin sunduğu belgelerden çok daha fazlası Çarlık Rusyası’nın eski askeri arşivi olan Rusya Askeri Tarih Devlet Arşivi’nde saklanmaktadır. Buradaki ilgili dosyalar, Müslüman sivil halk üzerindeki Ermeni mezalimini bütün boyutlarıyla ortaya koymaktadır.
Taşnakların Ermeni kitlelerini harekete geçirerek izlediği Birinci Dünya Savaşı sırasındaki düşmanla işbirliği politikası ve Müslüman nüfusa karşı giriştiği katliamlar ve yağmalar, Türkiye’nin haklı savaşını ve meşru müdafaasını açıklamaya yetmektedir. Ayrıca yazarlarımız da doğrudan bu noktalara dikkat çekmişlerdir.
Boryan, Türklerin Taşnakları sevmemesinin gayet doğal olduğunun altını çizer. Çünkü Taşnaklar, bütün araçları kullanarak, bütün önlemleri alarak Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı tarafından paylaşılmasına destek olmuş ve “hasta adamın” cerrahi yöntemlerle “iyileştirilmesi” konusunda Batı emperyalizmine yardım etmiştir. Buna karşılık Türkiye de bütün araçları kullanarak ve bütün önlemleri alarak parçalanmaya karşı durmuştur.
Boryan, Taşnaksutyun Partisi’nin Doğu Bürosu ve İstanbul Komitesi’nin, Doğu Anadolu’da Türklere karşı Rus Savaş Bakanlığı’nın planları çerçevesinde ayaklanma çıkartma kararı aldığını ve bu temelde Nisan 1915’te yaklaşık 10 bin Taşnak savaşçısının, Andranik komutanlığındaki Ermeni gönüllü birlikleri Van’a yaklaşırken şehirde ayaklanma çıkardığını yazar. Boryan’ın ifade ettiği gibi Taşnaksutyun Partisi, emperyalist efendilerine karşı görevini yerine getirir. Ancak Boryan’ın aşağıdaki ifadeleri meselenin özünü ortaya koyması bakımından çok daha önemlidir:
“Kendiliğinden anlaşılacağı gibi, askeri harekâtın cephe gerisinde on bin kişilik bir kitlenin devlete karşı ayaklanma çıkardığında ve bununla haritada varlığını ilan ettiğinde, devlet düşüncesi, devlet iktidarını ve devlet adamlarının meşru müdafaa adına sorumlu önlemler almasını gerektirir. Ayaklanmayı bastırmanın imkânlarını arayıp bularak ve kendi devletini korumak gibi ortada duran önemli bir görevi unutmadan bu ilke tamamıyla uygulanabilir: Amaç, aracı haklı kılar. (…)
“Ermenilerin ayaklanması, onların tarihi ve hukuki hakkıdır. Eğer devlet, halk ayaklanmasını sert bir şekilde eziyor ve ayaklananları bastırıyorsa, bu da onun tarihi ve hukuki hakkıdır.”
Boryan’ın eserinde İran’ın ve Rusya’nın daha önceki dönemlerde ülke çıkarları gereği Ermenilere karşı aldığı önlemlere de rastlamak mümkündür. İran Hanı II. İbrahim, savaş sırasında Rusya’yla işbirliği yapan Ermenilere karşı sert tedbirler almıştır. Aynı şekilde Rus Çarlığı da III. Aleksandr döneminde Ermeni milli hareketini kontrol altında tutmak amacıyla birçok yasaklamalara gitmiştir. Okulları kapatılmış, kilisenin mal varlıklarına el konmuştur, Ermeni halkı üzerinde baskı kurulmuştur… Ayrıca belirtmek gerekir ki, Birinci Dünya Savaşı koşulları ve Ermeni kitleleri tarafından girişilen eylem, bunlarla karşılaştırılamayacak kadar ağırdır.
Bu konuda Karibi’nin eserine başvurduğumuzda da alacağımız sonuç aynı olacaktır:
“Türkler ve Kürtler, Ermenilere niçin saldırdı? Aynı dönemde, hatta Yunanistan ve Türkiye arasında açık kanlı bir savaş varken bile, Rumlarla böyle bir ilişki içinde olmadılar. Cevap açık. Türkiye’deki Rum nüfusu Yunan-Türk Savaşı sırasında dürüstçe, rejime bağlılığını sürdürerek tam tarafsızlığını korudu. Savaşta hiçbir şekilde yer almadı. Sessizce savaşın sonuçlarını bekledi. Tabii kimse de onları kandaşları Yunanlılara sempati duymaya ve onlarla aynı ruha sahip olmaya zorlamadı.
“Türkiye’deki Ermeni nüfusu ise Ermeni devrimci partileri yüzünden açıktan kendi devletinin düşmanları tarafına geçti ve kendi memleketlileri olan Kürtlerin ve Türklerin hiddetini üstüne çekti.
“Tekrarlıyoruz: Kesin düşüncemiz şudur ki, Ermeni şeflerinin en temel hatası, Ermeni gönüllü birliklerini oluşturmalarıdır ve bu politikanın sonucunda milli nefreti ateşlemeleridir.”
Karibi, bu durumu saptadıktan sonra Türk hükümetinin aldığı önlemleri de değerlendirir:
“Türkiye’nin yerine Hıristiyan Rusya’yı veya yüksek kültüre sahip Almanya’yı koyun. Eğer Rus Lehleri Avrupa’da yaşayan bütün Lehleri bir devlet örgütünde birleştirmek adına Avusturya Lehlerine katılsaydı ve bağlı bulundukları Rusya’ya karşı savaşsaydı Rusya ne yapardı? Eğer Alsace-Lorraine’deki Fransızlar, Almanya’ya karşı savaş için gönüllü birlikler oluştursalardı Almanlar ne yapardı? Doğal olarak bu iki uygar Hıristiyan devlet de Türkiye Ermenilere ne yaptıysa onu yapardı. (…) İngilizler, düşmana katılmayı düşünmeyen, sadece geçmişteki bağımsızlığını geri talep eden İrlanda’yı bile daha dün ateş ve kanla dize getirdiler.”
Türkiye’nin haklılığını doğrudan ifade eden bu yorumların yanında Boryan ve Karibi, Ermeni Meselesi’ndeki suçluları da gözler önüne serer. Boryan, Ermenilerin büyük devletlerin Doğu politikasının kurbanı olduğunun altını çizer. Ermeniler, emperyalist devletlerin ekonomik ve siyasal çıkarları adına acı çekmişlerdir. Bu bakımdan İngiltere, Çarlık Rusyası ve Almanya, bu açıdan doğrudan sorumluluk sahibidir.
Karibi’ye göre ise Türkiye Ermenilerin yaşadığı trajediyi Ermeni toplum önderleri kendi elleriyle yaratmıştır.
Ermeni komünistlerinin Lenin’e sunulmak üzere 18 Ocak 1921’de Erivan’da kaleme aldıkları “Ermenistan” başlıklı raporda 1915 olaylarının yaşanmasında Taşnakların oynadığı vahim role dikkat çeker. Taşnaklar, şovenist ihtiraslarla gönüllü birlikler oluşturarak Türkiye Ermenilerini ateşe atmıştır. Bu hareket, Taşnakların ölümcül politikalarının en karanlık sayfasıdır ve Türkiye Ermenileri için çok acı bir rol oynamıştır. Taşnaklar, Türkiye Ermenilerini vatanının düşmanının yanında yer almış, Rusların Türkiye’nin içişlerine karışması için yalvarmış ve bu şekilde Türk iktidarının kendi Ermeni nüfusunu vatana ihanetle suçlamasının haklı temelini yaratmıştır. Rapora göre Türkiye Ermenilerinin önemli bi kısmı gönüllü birliklerin örgütlenmesi dolayısıyla Taşnakları suçlamıştır. Özellikle 1915’deki Van ayaklanması ve Ermeni gönüllü birliklerinin buna paralel olarak askeri harekâta katılması Türkiye Ermenileri açısından acı sonuçlar doğurmuştur. Taşnaklar, komuşları olan Türkler, Azeriler ve Kürtlerle iyi ilişkiler kurmak yerine Çarlık ordularının kalkanı görevi görerek ve Avrupalıların sözlerine kanarak büyük suç işlemişlerdir.
Uluslararası Hukuk Profesörü Komarovski, bu noktada esas sorumluluğun Avrupa’nın payına düştüğüne dikkat çeker. Tarihçi Amfiteatrov ise Ermenilerin özgürlüğünü esas engelleyen güçlerin sırasıyla İngiltere, Almanya, Rusya ve Fransa olduğunu belirtir. Ayrıca aralarında Prof. Minasyan’ın da bulunduğu Türkiye Ermenileri de Kafkasya Ermenilerini gönüllü birlikler oluşturmaları ve bu şekilde Rus silahını Türkiye üzerine kışkırtmaları dolayısıyla suçlamışlardır.

TAŞNAK ERMENİSTANI VE TÜRKİYE’NİN PAYLAŞILMASI
Ermeni Meselesi, Birinci Dünya Savaşı sonrasında da önemini kaybetmez. Tam tersine Türkiye’nin savaşı kaybetmesiyle Ermeni Meselesi’nin paylaşım planlarındaki rolü daha da artacaktır. Rusya’da Ekim Devrimi’yle birlikte kurulan Sovyet iktidarı bu politikaları reddedecek, Ermeni Meselesi, tamamen Batı emperyalizminin bir oyuncağı olacaktır.
Ekim Devrimi’nin ardından süreç içerisinde Transkafkasya’daki diğer cumhuriyetlerle birlikte (Mussavat Azerbaycanı, Menşevik Gürcistanı) Taşnak Ermenistanı da bağımsızlığını ilan eder. Taşnak Ermenistanı, kesin bir surette emperyalizmin saflarında yer alacaktır ve büyük devletlerin diplomatlarının elinde bir silaha dönüşecek, onların iradesini ortaya koyan uluslararası sermayenin bir ajanı olarak varlığını sürdürecektir. Boryan’ın ortaya koyduğu gibi Taşnaklar tarafından yönetilen Ermenistan ve onun emekçi kitleleri, emperyalizmin Doğu politikasının bir aracı ve Türkiye’ye karşı bir şantaj unsuru olacaktır.
Bağımsızlığını ilan eden Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti’nde esas olarak iki hâkim güç vardır. Boryan, bu güçlerden biri olarak Türkiye Ermenilerini saymaktadır. Türkiye Ermenilerinin burjuva ve küçük burjuva katmanları, eski Çarlık topraklarında bulunan Ermenistan Cumhuriyeti’ne olumsuz bakmaktadır. Amaçları, tabiî ki İtilaf Devletleri’nin yardımıyla, Türkiye topraklarını da içine alacak şekilde bir Ermeni devleti kurmaktır. Ve bu devletin esas oluşum merkezi Türkiye Ermenistanı olmalıdır. Çünkü Rusya, toparlandığında Transkafkasya’yı tekrardan ele geçirecektir. Onun için Türkiye Ermenistanı merkezli bir devlet kurulup, güçlendirilmeli; daha sonra Rusya Ermenistanı bu devlete katılmalıdır.
Türkiye Ermenilerinin siyası ve ideolojik önderliğini takip eden Taşnaklar ve Transkafkasya’nın küçük burjuva katmanları ise “Büyük Ermenistan”ın Transkafkasya merkezli inşa edileceğini savunmaktadır. Tabii yine İtilaf Devletleri’nin ve Beyaz Orduların yardımıyla!
Ermenistan Bakanlar Kurulu Başkanı Hatisov, Avrupa’daki Ermeni heyetinin başkanı Agoranyan’a gönderdiği çok gizli damgalı telgrafta Beyaz Ordu komutanı Denikin’den 3 milyon mermi aldığını belirtmektedir. Agaronyan ise İngiliz Yüksek Kumandanlığı’ndan silah ve askeri teçhizat alacaklarını belirtmektedir.
İngiltere ve Fransa, bir taraftan da Kafkas Cumhuriyetleri arasında kırımlar kışkırtarak bölgeye müdahalenin yollarını kollamaktadır. Hatta oradaki halkların güvenliği adına ordularını bölgeye göndermektedir. Taşnaklar, İtilaf ordularının bölgeye çağrılmasında da önemli rol oynamıştır.
Taşnak Ermenistanı’nın bel bağladığı başka bir kuvvet ise Amerika Birleşik Devletleri’dir. Boryan, eserinde Ermenistan’ın Amerikan mandasına girmesi meselesini de ayrıntılı olarak incelemektedir. Boryan, Wilson’un Amerikan mandasıyla ilgili incelemeler yapmak üzere Ermenistan’a gidecek heyete verdiği talimattan şu sözleri aktarır:
“İstiyoruz ki, siyasi, askeri, coğrafi, idari, ekonomik ve diğer şartları yerinde inceleyerek Amerika için hangi somut çıkarların var olduğunu saptayın.”
Görüldüğü gibi Amerikan mandasının esas hedefi Ermenilerin çıkarlarını gözetmek değil, kendi çıkarlarını esas almaktır. Boryan’ın ifadesiyle Amerika, Ermenistan’ı sağlam bir şekilde ele geçirerek, onu Doğu’da bir üs olarak kullanacak ve Küçük Asya’da yeni bir Amerika inşa edecektir.
ABD’nin “Doğu’da yeni Amerika” planının ve Ermeni “milliyetçilerinin” programlarının gerçekleştirilmesi için 10 Aralık 1918 tarihinde senatör Lodge, ABD senatosunda Ermenistan’la ilgili kararlarını açıklar. Geleceğin “bağımsız” Ermenistan’ın topraklarına başta Türkiye’nin olmak üzere Gürcistan’ın, Azerbaycan’ın, İran’ın toprakları eklenmiştir. Amerika, manda adı altında bu toprakları işgale hazırlanmaktadır. Wilson’un Ermeni Meselesi’ni İstanbul, Anadolu, Türkiye Ermenistanı ve Transkafkasya meselelerinden ayrı olarak ele almanın imkânsız olduğunu belirtmesi de bu yüzdendir. Wilson açısından hepsi bir olarak ele alınmalı ve çözülmelidir. Çünkü küçük bir Ermenistan, Wilson’un işine yaramayacaktır. Boryan, meseleyi genel olarak değerlendirdiğinde şu sonuca varır:
“Ermenistan, geçmişte olduğu gibi emperyalistlerin bütün Doğu’yu işgalinin bahanesi ve aracı olmuştur; Ermenistan mandası ise Karadeniz, Hazar ve Akdeniz’in ve doğal kaynakların zengin olduğu bölgelerin önemli noktalarının emperyalistler tarafından kontrol edilmesi ve ele geçirilmesinin şekilsel bir kılıfıdır. Petrol, bakır, demir, magnezyum, taş kömürü vb. Amerikan kapitalistlerinin aklını almıştır; ‘özgür Ermenistan’ üzerindeki manda ve Ermeniler ise Amerikan işgalinin ahlaki ve siyasi boyutunun bir kanıtı ve temeli olarak tasavvur edilmiştir.”
Ancak Ermenilerin içinde bulunduğu ne manevi ne de maddi durum, Wilson’un genişletilmiş Ermenistan devletini hayata geçirecek vaziyette değildir.
Boryan, ayrıca Wilson’un Rus Bolşeviklerinin “milletlerin kendi kaderini tayin hakkı”ndan bahsederek Bolşeviklerin “amaçlarına ulaşmalarını canı gönülden” istediğini belirttiğini aktarır. Boryan, Wilson’un bu noktada Rusya’nın parçalanmasını ve ardından da Transkafkasya’yı, Türkiye’nin Avrupa ve Anadolu’sunu ve İran’ın bir kısmını işgal etmeyi gördüğünü ifade eder.
Boryan, Wilson’un Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk bölgelerinin tam egemenliğinin garanti altına alınmasını ve aynı zamanda Türk egemenliği altında yaşayan halkların özerliğini savunmasını bir çelişki olarak nitelendirir. Boryan’a göre bir taraftan “Türkiye’nin tam egemenliği”, diğer taraftan “halkların kayıtsız özerk gelişimi” aynı anda sağlanamayacaktır. Tam egemen Türkiye olacaksa Hıristiyan halklara özerklik vermek buna aykırıdır. Özerkliğin verilmesiyle Türkiye’nin bütünlüğü tehdit altına girecektir.
Ermeni Meselesi’nde emperyalistlerin Türkiye’ye baskı aracı olarak kullandıkları diğer bir enstrüman ise Cemiyet-i Akvam’dır. İtilaf Devletleri, Cemiyet-i Akvam’ı emperyalist devletlerin ezilen ülkeleri, güçsüz devletleri ve köleleştirilen halkları daha fazla sömürmesinde bir silahı olarak meydana getirmişlerdir. Boryan, özellikle İngiliz emperyalizminin kontrolü altındaki Cemiyet-i Akvam’ın birçok kez Ermenileri “koruma” bahanesiyle Türkiye’nin topraklarını parçalamak amacıyla hareket ettiğini belirtir. O dönemde Cemiyet-i Akvam ve Lahey Uluslararası Mahkemesi, Ermeni Meselesi üzerinden Türkiye’yi yağmalamanın merkezi haline gelmiştir. Bu tecavüz eylemleri, uluslararası hukuk adına onaylanmıştır.
Görüldüğü üzere Avrupa ve Amerikan emperyalizminin Taşnak Ermenistanı döneminde de Türkiye’yi paylaşmak hedefiyle kullandığı Ermeni Meselesi’nin kronolojik gelişimi, resmi tamamlamaktadır.
1920 Nisanı’nda gerçekleşen San Remo Konferansı’nda Boryan’ın ifade ettiği üzere Ermeni heyeti emperyalist devletlere büyük umutlar bağlamıştır. Konferans’ta geleceğin Ermenistan’ının sınırlarının belirlenmesi amacıyla İngiliz, Fransız, İtalyan ve Japon temsilcilerden oluşan bir heyet meydana getirilmiştir. Bu komisyonun temel aldığı mesele, Ermenistan’ın Karadeniz’e çıkışını sağlamaktır.
10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşması imzalanır. Ermeni heyetinin başında diplomat-yazar Agaronyan vardır. Boryan’ın ifadesiyle devamlı “zulüm, zulüm”den bahsedenler, “zalimlerin” gölgesinde Türkiye’yi darmadağın eden “barış antlaşmasını” imzalamışlardır. Ermenistan, her ne kadar hukuki olarak tanınmış olsa da, uluslararası toplumun “eşit haklara sahip” egemen bir devleti haline gelse de, esas olarak emperyalist devletlerin pazarlık unsuru olmuş, Ermeni diplomatlar ise büyük devletlerin Türkiye’yi yağmalamasında ajanlık görevi görmüştür. Ermeni emekçi kitleleri, İtilaf Devletleri yararına kurban vermiştir, kendi adlarına değil. Öyle ki Sevr Antlaşması Ermeni Meselesi’ni de çözmemiştir. Ermeni diplomatları, kendi milletinin cellâtlarının tarafında yer almışlardır. Boryan bu tespitleri yaptıktan sonra Sevr Antlaşması’nın Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti’nin dış politikasının emperyalistlere hizmete dayandığını tekrardan gösterdiğini belirtir.
Sevr Antlaşması’nı imzalayanlar, Ermeni siyasetçi ve tarihçi S. Firumyan’ın ifadesiyle ise “Türkiye’ye savaş ilan eden eşkıyalardır.”
İşte bu koşullar altında Taşnaklar, Oltu’yu işgal ederek 1920 Sonbaharı’nda Türk-Taşnak Savaşı’nı başlatırlar. Türkler, meseleyi barışçıl yollarla çözmek istese de Taşnaklar bu teklifi reddedecektir. Ermeni hükümeti, Türkiye’nin teklifini Ermeni halkının savaşa tam desteğine, askeri gücüne, Sevr Antlaşması’na, İtilaf Devletleri’nin yardımına ve uygar devletlerin kamuoylarına güvenerek ters çevirmiştir. Ne de olsa bütün bu faktörler Türk topraklarını işgal etmek için yeterlidir!
Taşnak hükümeti, Boryan’ın tespitlerine göre bu savaşın ilanıyla iki amaç gütmüştür: 1) Savaşın Ermeni nüfusu içerisinde popülerlik kazanacağı düşüncesiyle Türkleri vurmak ve topraklarını işgal etmek için uygun zamandan faydalanmak ve 2) savaşı, Bolşeviklerin Kemalistleri Ermeniler üzerine kışkırttığı ve Ermenileri vurmasında, Ermeni devletini ortadan kaldırmasında yardım ettiği açıklamasıyla ülkedeki Bolşevik eğilimi tasfiye etmek amacıyla kullanmak.
Bu temelde Taşnaklar, ülke içerisinde Türkiye ve Bolşevik karşıtı büyük bir propaganda başlatırlar. Hatta Ermeni komünistlerini “içimizdeki Türkler” olarak nitelerler. Ermeni devletinin en büyük düşmanları Türkler, Tatarlar ve Bolşeviklerdir.
Ancak bir taraftan bu propaganda yapılırken diğer taraftan Türklerle Bolşevikleri birbirlerine düşürmek için sinsi girişimlerde de bulunurlar. Bir taraftan Bolşeviklerle antlaşma yaparak Türkleri Bolşeviklerin üzerine kışkırtmaya çalışmış, daha sonra da Türklerle ayrı antlaşma yaparak Bolşevikleri Türklerin üzerine saldırtmaya uğraşmıştır. Amaç, bölgede emperyalizme karşı direnen iki temel kuvveti birbirine kırdırtmaktır.
Taşnak Ermenistanı’na damgasını vuran diğer özellik ise hükümetin izlediği etnik temizlik politikasıdır. Taşnaklar, bölgedeki Müslüman halklara ve Gürcülere karşı büyük bir nefret beslemişlerdir. Tarihi ve coğrafi-etnografik haritayı önlerine seren Taşnaklar, herhangi bir “pürüzlükle” karşılaştıklarında, yani etnik dağılım geleceğin devletinin coğrafi haritasıyla denk düşmediği zaman, “makrel, srbel”, (Ermenice bölgeyi temizleme), başka millete ve dine mensupları “kaytsel” (Ermenice küle çevirme, yok etme) programını uygulamışladır. Ve bu terimler, bu şekilde devlet literatürüne girmiştir.
Taşnaklar, devlet iktidarını devleti yönetmek için değil, ülkedeki Müslüman halkı yok etmek ve mallarını yağmalamak için örgütlemişlerdir. Olgular göstermektedir ki, “Katliam ve Yağma Bakanlığı” bile kurulmuştur. Sivil halkı yok etme ve yağma, devlet idaresinde sistematik bir hal almıştır. Hatta bu politika, o kadar örgütlü bir hal almıştır ki, Ermeni nüfusunun bütün unsurları buna katılmıştır: Ayaktakımı, Taşnak bakanları, aydınlar, askerler, subaylar ve hatta din adamları. Ve bütün yapılan bu katliamlar açıktan savunulmuştur. Boryan’a göre koyduğu bütün bu olgular, Taşnakların asla Türkleri suçlayamayacağı yönündedir.
Taşnakların toprak politikası ise Müslümanlardan “temizledikleri” toprakları, hükümet yetkililerine, akrabalarına peşkeş çekmektir.
Taşnakların bu kırım ve yağma politikalarının hedefi, sadece Müslüman halklar ve Gürcüler değildir. Karibi’nin arşivlerden ortaya koyduğu belgeler, Ermenistan sınırlarında yaşayan Rusların da Taşnak diktatörlüğünden büyük acılar çektiğini göstermektedir. Transkafkasya Rus Milli Sovyeti’nin bir belgesinde Ermenistan’daki Rus köylülerin içinde bulunduğu ağır koşullar ayrıntılı biçimde anlatılmaktadır. Hükümetin şovenist politikaları sonucu birçok Rus köyü yerle bir edilmiş, varlıklarına Ermeni göçmenleri tarafından el konulmuştur. Raporu kaleme alana göre Ruslar, Taşnak iktidarı altında Türklerin ele geçirdiği bölgelere oranla çok daha büyük zorluklarla karşı karşıyadır.
Karibi’nin diğer örnek gösterdiği belgeler de Taşnakların Ruslara karşı giriştiği tecavüzleri ve yağmaları net bir şekilde ortaya koymaktadır. Ruslar, Hıristiyan Ermenistan’dan Müslüman Azerbaycan’a ve İran’a kaçmakta, Türk ordularının akınlarını yeğlemektedirler.
Kısacası Taşnakların hükümet politikası, Batı’nın yardımıyla komşu ülkelerin topraklarını işgal etmek ve topraklarını başta Türklerden ve Kürtler olmak üzere yabancılardan “temizleyerek” “saf” bir milli devlet kurmaktır. Bütün bunlar da büyük devletlerin diplomatlarının himayesinde yapılmıştır.
Taşnak Ermenistanı’nın emperyalistlerin politikaları açısından diğer bir işlevi de Devrimci Türkiye ile Sovyet Rusya arasında bir set işlevi görmesidir. Yukarda belirttiğimiz gibi Taşnakların baş düşman ilan ettiği Türk-Sovyet ittifakı, Taşnak Ermenistanı’nı ortadan kaldıracak yerine Sovyet Ermenistanı kurulacaktır.
Ermenistan’da Sovyet iktidarının kurulduğu dönemde dikkati çeken önemli bir nokta da Taşnakların, Türk ordularından Bolşeviklere karşı yardım istemesidir. Taşnak Başbakanı Vratsyan, Ermenitan’ın kurtuluşunu Türk ordularının yardımına bağlamıştır.
Taşnak Ermenistanı’nın pratiğini değerlendirdiğinde Boryan, özellikle şu sonuçlara ulaşır: İtilaf Devletleri’ne, esas olarak da İngiltere’ye sadakat, ülkeyi harabeye çevirmiş, kitleleri açlığa terk etmiştir. Taşnak ideologları, emperyalist devletlerin sözlerinin ve bildirgelerinin sadece kendi işgalci amaçları için olduğunu, büyük devletlerin kesinlikle ezilen dünya ülkelerinin özgürlüğünü düşünmediklerini anlamamışlardır. Taşnaklar, emperyalistlerin efendiliğinin kurtuluşlarına değil, halkları köleleştirmeye ve ezmeye dayandığını anlamamışlardır. İngiliz emperyalistlerinin Doğu halklarını hukukun bir öznesi olarak değil, zenginleşmenin bir nesnesi olarak gördüklerini kavrayamamışlardır. Ezilen halklar İngilizlere göre ancak Britanya emperyalistlerinin yardımıyla ayakta durabilecektir. Taşnak ideologları, halkların Doğu’ya yaklaşmasının onların kurtuluşu olduğunu, İngilizlere yaklaşmanın ise halkları İngilizlerin elinde onların çıkarları adına savaşacak birbirini yok etmeye yönelik birer silaha dönüştürdüğünü hiçbir zaman anlamamışlardır.
Oysaki bu gerçeği Türkler anlamıştır. Boryan, İngiliz politikasının içyüzünü ortaya koyan Hâkimiyeti Milliye’den alıntı yaparak bu fikrini desteklemektedir. Hâkimiyeti Milliye’ye göre İngiliz politikasının temel ilkesi, Doğu halklarının yakınlaşmasını engellemektir.

SOVYET ERMENİSTANI, KARS VE LOZAN ANTLAŞMALARI
Sovyet Ermenistanı’nın kurulmasıyla birlikte Ermeni Meselesi ve Türk-Ermeni ilişkileri açısından yeni bir dönem başlayacaktır. Boryan’ın tespitleriyle Lozan’a giden bu süreci incelemeye devam edelim. Artık iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi, asırlık düşmanlığın son bulması ve kültürel gelişim, milli örgütlenme ve ülkelerin siyasi varlığı açısından milli antagonizmin ortadan kaldırılması gerekmektedir.
Azerbaycan’da ve Ermenistan’da Sovyet cumhuriyetlerinin ilanı, Türkiye’de milli bir cumhuriyete doğru ilerleyiş ve bu ilişkilerde dolaysız rol oynayan Sovyet Rusya’nın varlığı, bu ülkelerin ortak hareketi için oldukça olumlu bir güven ortamı yaratmıştır. Bu durum, imkânlar çerçevesinde, yakınlaşmanın ve işbirliğinin temelini oluşturmuştur.
Bu temelden hareketle Sovyet Ermenistanı Devrim Komitesi’nin önündeki en önemli mesele Türkiye’yle iyi komşuluk ilişkilerinin inşasıdır. Bu sebeple Devrim Komitesi, Ermeni Meselesi’ni ileri sürmemiş, tarihi problemleri bir kenara bırakmış, Türkleri hiçbir şekilde suçlamamış ve Türkiye’yle barış antlaşması imzalamak için uluslararası diplomasinin yardımına başvurmamıştır.
Karşıdevrimci burjuva aydınları, Ermenistan topraklarına bakıp ısrarla “Büyük Ermenistan” fikrini gerçekleştirmek istemişseler de, toprak meselesini çözecek tek radikal çözüm olarak Sovyet Ermenistanı’nın sınırlarını genişletmenin zorunlu olduğunu belirtip Türklerden öç almayı hedeflemişseler de işçi sınıfının öncüleri, bu şovenist sarhoşluktan kurtulmaya çabalamış, “milli” yaraları unutup Türkiye’nin emekçi kitleleriyle yakınlaşmanın temelini aramış ve kendi kurtuluşunu Sovyet Ermenistanı’nın ekonomik yapılanmasında, siyasi örgütlenmesinde ve kültürel gelişiminde görmüştür.
Sovyet Rusya ve Türkiye arasında emperyalizme karşı ortak bir mücadele olduğunu kavrayan Ermeni komünistleri, Ermeni Meselesi’nin uluslararası diplomasinin elinde Türkiye’ye karşı bir baskı aracı olduğu bilinciyle hareket etmiştir. Devrim Komitesi, Doğu’nun Sovyet Rusya açısından emperyalizme karşı güçlerin örgütlenmesinin üssü olduğunu iyi bilmektedir. Rusya’nın Doğu politikası, ancak Türkiye desteklediği takdirde ve Anadolu’nun emperyalizme karşı Doğu’daki milli kurtuluş hareketlerinin ideolojik merkezi ve politik önderi olmasıyla başarı kazanabilecektir. Sevr Antlaşması, Türkiye’nin boynuna geçirilmiş ilmek, İtilaf Devletleri, Türkiye’yi yağmalayan eşkıyalar, Taşnaklar ise Türklerin can düşmanıdır.
Bu bakımdan Ermeni Meselesi, uluslararası diplomasinin elinden alınmalı ve Türkiye, Ermeni “tehlikesinden” kurtarılmalıdır. Bunun içinse Türklerin ve Ermenilerin yakınlaşması, siyasi ilişkilerde barışın sağlanması, ekonomik alanda ise işbirliğinin sağlanması şarttır.
Bu çerçevede Ermenistan Devrim Komitesi, Türkiye’yle ilişkilere dair bir bildirge yayımlar. Komite, Ermenistan’ın Türkiye’nin emekçi kitlelerinin güven ve sempatisinden yararlanacağına kesin olarak emin olduğunu açıklar. Komite’ye göre Türkiye, emperyalizmin asırlık hükümranlığından kurtulmasının zorunluluğu olduğunu görmüştür ve devrimcileşen Doğu’da önemli bir rol oynamaktadır. Ermeni komünistleri, Sevr Antlaşması’na karşı olduklarını ilan ederken, emperyalizmin zincirlerinden kurtulmakta olan Türkiye’nin kardeş elini uzatacağına ve ortak düşmana, İtilaf Devletleri’ne ve Taşnaklara, karşı beraber mücadele edeceğine inandıklarını belirtir.
Buna benzer dilekler, İçişleri Halk Komiseri A. A. Bekzadyan’ın Sovyet Rusya’nın Dışişleri Halk Komiseri Çiçerin’e gönderdiği 10 Aralık 1920 tarihli mektupta da dile getirilir. Bekzadyan, Türkiye’nin Sovyet iktidarından önce Ermenistan’a karşı yürüttüğü düşmanca politikanın tamamen doğal olduğunu belirtir ve şu noktalara dikkat çeker:
“Ermenistan Sovyet hükümeti, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Ermenistan’daki devrimci ihtilali ve bu zamana kadar emperyalist İtilaf Devletleri’ne bir silah olarak hizmet etmiş olan bu ülkede Sovyet iktidarının kurulmasını içten bir mutlulukla karşıladığına şüphe duymamaktadır. Sovyet hükümeti, bundan sonra Türkiye’nin ve Ermenistan’ın halkları arasındaki her türlü düşmanca çatışma zeminin ortadan kalktığına kesin kanaat getirmektedir. İki halk arasındaki yeni ilişkiler, karşılıklı olarak hakların adaletli bir şekilde tanınması ve her iki halkın özgürlük ve engeller olmadan kalkınması imkânının sağlanması temelinde gelişecektir. Karanlık geçmiş, savaşın ve kırımın kanlı izleriyle birlikte ortadan kalkmalı, yerini halkların kardeşçe işbirliğine bırakmalıdır.”
Boryan, bu dostluk ilişkilerinin sağlanmasında özellikle Sovyet Rusya’nın etkisine dikkat çeker. Ermenistan’da Sovyet iktidarının kurulmasıyla Rusya’nın önünde iki önemli görev belirmiştir: 1) Transkafkasya Ermenilerinin dikkatini Rusya gerçeğine uygun olarak Türkiye Ermenistanı’ndan sonsuza dek çekmek ve bu şekilde Türkleri Ermeni Meselesi’nden ve Ermeni tehlikesinden kurtarmak ve 2) Türkiye, İran ve Ermenistan halkları arasında örgütlü bir bağ kurabilmek ve Rus işçi ve köylüleriyle birlik içerisindeki Doğu halklarının Avrupa-Amerikan sermayesine karşı milli kurtuluş mücadelesinin merkezini inşa etmek için Türkiye sınırlarından kapitalist devletlerin diplomatlarının elinde bir silah olan Ermeni Meselesi’ni tasfiye etmek amacıyla büyük devletlere karşı Ermeniler ve Türkler arasında dostluk bağını kurmak.
Bu temelde Komünist Enternasyonal Yürütme Kurulu daha 29 Haziran 1920 tarihli “İran, Ermenistan ve Türkiye’nin Ezilen Halk Kitlelerine” başlığını taşıyan bildirisinde, Ermeni Meselesi’ne yapılan emperyalist müdahaleyi açık bir dille saptamış ve mahkûm etmiştir. Enternasyonal, “Ermenistan köylü ve işçilerine”, “yıllar boyunca Kürtlerin Ermenileri kestiğinden dem vurup sizi Sultana karşı mücadeleye kışkırtan ve bu mücadeleden her gün yeni kârlar elde eden yabancı sermayenin çevirdiği dolapların kurbanı oldunuz.” şeklinde seslenmiştir. Bildiride Ermenilere, emperyalistlerin kendilerini Türklere karşı kullandığı, onlardan faydalanmak için Türk topraklarını peşkeş çektikleri hatırlatılmıştır.
Boryan’a göre Sovyet Rusya, Ermeni Meselesi’nde de dünya devrimi ve emperyalizmin Doğu’da alt edilmesi adına hareket etmektedir. Türkiye, bu açıdan Sovyet Rusya için hiç de küçümsenmeyecek bir rol oynamaktadır. Sovyet diplomasisi, Batı emperyalizmine karşı Türkiye’nin Doğu’daki siyasi öneminin farkındadır. Boryan, Lenin ve Stalin’in dünya devriminin bir parçası olarak Doğu halklarının milli kurtuluş mücadelelerine çok önem verdiğini ve Doğu halkları özgürleşmeden proletaryanın kurtuluşunu olanaksız gördüklerini hatırlatır. Sosyalist önderlerin tespitlerine göre 1) milli ve sömürgeler meselesi sermaye iktidarından kurtulma meselesinden ayrı değildir; 2) kapitalizmin üst aşaması emperyalizm, yarı egemen milletleri ve sömürgeleri siyasi ve ekonomik olarak köleleştirmeden varlığını sürdüremez; 3) yarı egemen milletler ve sömürgeler, sermaye iktidarını yıkamadan özgürleşemez; 4) proletaryanın zaferi, yarı egemen millet ve sömürgelerin emperyalizmin hâkimiyetinden kurtulmadan sağlamlaştırılamaz.
İşte Kars Antlaşması’na giden yolun ideolojik temelleri buradadır. Ermeni emekçi kitleleri ve Sovyet iktidarı Türkiye’yle antlaşma imzalanması meselesinde şu faktörlerle karşı karşıyadır: Doğu meselesi dünya devriminin ve Sovyet ülkelerinin dış politikasının köşe taşıdır. Türkiye ise Doğu’daki milli kurtuluş hareketlerinin örgütsel merkezi ve ideolojik önderidir. Sovyetler’in bu konudaki temel umudu Türkiye’dir. Bu bakımdan emperyalizmin Doğu’daki kaderi Türkiye’nin siyasi etkinliğine bağlıdır. Sovyet Ermenistanı bu şartları gözeterek Türkiye ile bir antlaşma imzalamalıdır. Bu sebeple Sovyet Ermenistanı sınırı belirlenirken Türkiye’ye seçim hakkında tam bir özgürlük verilmelidir. Bunun reddi, dünya devrimiyle birlikte Doğu halklarının milli kurtuluş hareketlerine bağlı olan kardeş Sovyet cumhuriyetlerinin Doğu politikasının, yani proletaryanın kapitalizme ve emperyalizme karşı zaferinin reddi olacaktır. Ermenistan’ın önündeki seçenek, emperyalizmin ya da geleneksel Ermeni diplomasisini reddederek Doğu halklarının yanında yer almaktır.
Sovyet Ermenistanı seçimini yapmıştır. Bu seçim Sovyet Sosyalist Ermenistan Cumhuriyeti’nin (SSEC) anayasasına da yansır. Anayasa’nın 8. maddesine göre önceki Ermenistan hükümetinin imzaladığı bütün uluslararası antlaşmalar yok sayılacak, komşu ülkelere ve halklara karşı milli-saldırgan politikalar kesinlikle reddedilecek, gizli diplomasiye son verilecek ve komşu ülkelerle dostluk ilişkileri kurulup güçlendirilecektir.
Kars Antlaşması, bu düşünceden hareketle 13 Ekim 1921 tarihinde imzalanır. Sovyet Cumhuriyetleri ödün verici bir tutum izlemiştir. Antlaşma’dan sonra Türkiye ile Ermenistan arasında yeni bir sayfa açılır ve dostluk ilişkisi kurulur. Harabeye dönmüş kardeş Türkiye, Sovyet Ermenistanı emekçilerinin zor durumunu görerek yardım elini uzatır. Kars Konferansı’nda Türk heyetinin başkanlığını yapan Kazım Karabekir, Türkiye adına Sovyet Ermenistanı’na 3 vagon tuz, 3 vagon un ürünleri, 80 dana, 40 inek vb. hediye eder. Bu verilen ilk hediyedir, ardından dahası da gelecektir.
Türkiye’yle ilişkiler konusunda Ermenistan’ı ilgilendiren diğer önemli bir konu ise esirler meselesidir. Kars Antlaşması’nın 16. maddesine göre bütün savaş esirleri evlerine geri gönderilecektir. Ermenistan Dışişleri Halk Komiserliği’nin bildirdiğine göre 688 savaş esiri Ermenistan’a geri gönderilmiştir.
Türkiye’de esir olarak bulunan Ermeni generalleri, ülkelerine geri döndükten sonra 1921 yılının sonlarında Erzurum valiliğine bir mektup gönderir. Türk-Taşnak savaşı sırasında esir düşen üst düzey Taşnak askeri yetkilileri, Kemalist hükümete ve Türk halkına kendilerine gösterdikleri dostane tavırdan dolayı teşekkürlerini iletir. Mektup, General Araratyan, General Pirumyan gibi üst rütbeli askerler tarafından yazılmış ve imzalanmıştır.
Türk hükümetinin Ermeni esirlere özenli yaklaştığının birer kanıtı olan mektubun tam metni şu şekildedir:
“Bugün, esir Ermeni subayları ve askerleri için mutlu bir bayram günüdür. Bugün 12 aylık esirlik döneminden sonra sonunda vatanımıza ve ailelerimize geri dönüyoruz. Bu vesileyle bizler, Ermeni subayları ve askerleri olarak, Türkiye’de esir olarak bulunduğumuz süre içerisinde gösterdikleri dostane tavırdan dolayı Türk halkına teşekkürlerimizi sunarız.
“Türkiye’den ayrılırken buradan en güzel hatıraları yanımızda götürüyoruz. Eminiz ki, bundan böyle Ermeni askerleri bir daha silahını size karşı doğrultmayacaktır. Öyle ki, tam zamanında bize bildirdiğiniz, Kars’ta bu temelde iki tarafın yöneticileri arasında imzalanan antlaşmaya sonsuz güven duyuyoruz.
“Bundan böyle Ermeniler ve Türkler, sadece birbirine yardım etmemeli, ayrıca birbirlerini de korumalıdır!”
Mustafa Kemal’e göre ise Kars Antlaşması’nın önemi Meclis’te ifade ettiği şekilde şöyledir:
“Bu antlaşma ile Doğu’da hukuki bir şekil alan fiilî vaziyetimiz de Sevr Antlaşması’nın tatbik edilmez olduğunu gösteren vakalardan biridir (Şiddetli alkışlar).
“Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin hakiki menfaatlarından ziyade cihan kapitalistlerinin iktisadi menfaatlarına göre halledilmek istenen mesele, Kars Antlaşması’yla en doğru hal suretini buldu (Alkışlar). Asırlardan beri dostane yaşayan iki çalışkan halkın iyi ilişkileri, memnuniyet vericidir ki, tekrar teessüs etti.”
Sovyet Ermenistanı’nın önemli siyasi ve askeri yetkililerinden Myasnikyan ise 20 Ocak 1922 tarihinde SSEC Sovyetleri Birinci Kongresi’ne sunduğu raporda Kars Antlaşması’na da değinir. Antlaşma imzalandığında yurtdışındaki gazetelerde bu antlaşmanın Ermenistan için aşağılayıcı olduğu ifade edilmiştir. Ancak Myasnikyan’a göre Ermenistan emekçileri, Kars Antlaşması’nın onlara sağladığı barışçıl bir hayatı çok iyi görmektedir. Taşnaklar ise bağımsız, denizden denize yayılmış bugünkü Fransa’nın dörtte üçüne eşit bir Ermenistan hayali kurmaktadır. Myasnikyan’ın ifadesiyle Sovyet Ermenistanı, bu hayalin daha önce olduğu gibi milleti imha edecek savaşlara sürüklediğini anlayarak bu aptallığı reddetmiştir. Sovyet Ermenistanı, Kars Antlaşması’yla komşularıyla birlikte yaşayabileceğini kanıtlamıştır. Ermeni ve Türk halkları, emekçileri, karşılıklı kırımdan asla ve asla sorumlu değildir.
Türkiye, Kars Antlaşması’yla Doğu sınırlarını güvence altına aldıktan sonra bütün gücünü Batı Cephesi’nde zafer kazanmak için seferber edecektir. Kars Antlaşması’nın 30 Ağustos’taki rolü büyüktür.
Ancak Ermeni Meselesi, gelen zaferle son bulmaz. Lozan Konferansı’ndaki önemli tartışma konularından biri yine Ermeni Meselesi’dir. Konferans boyunca Ermeniler, uluslararası hukukun bir öznesi değil, yeniden uluslararası diplomasinin bir nesnesi konumundadır. Bu temelde Boryan, Lozan Konferansı’nda emperyalist diplomatların Ermeni Meselesi’yle ilgili çıkışlarının ikili karakter ve anlam taşıdığını tespit eder:
1) Bu çıkışların şekli hukuksal karakteri ve anlamı, burjuva toplumunun uluslararası hukuk, adalet ve insanlık ilkeleri adına emperyalist devletlerin Türkiye’ye karşı giriştikleri yağma seferlerinin aklanmasıdır. Bu şekilde Avrupa kamuoyuna ezilen ve akan “Ermeni halkının kanını” özgürleştirme rolüne soyunmuş büyük devletlerin diplomatlarının dayanışma duyguları gösterilecek, dünya savaşının özgürleştiren karakteri ve büyük devletlerin Ermeni halkına karşı görevlerini yerine getirme zorunluluğu, Ermeni diplomasisine İtilaf Devletleri diplomatlarının Ermenilere “çıkarsız” yaklaşımı kanıtlanacaktır. Öyle ki Curzon’un ifadesiyle bu meselede devletler, hiçbir siyasi ve ekonomik amaç gütmemekte, amaçları sadece insancıl karakter taşımaktadır. Bu yüzden Ermeniler, ileriki süreçte İtilaf Devletleri’ni dinlemeli ve onun çıkarlarına göre hareket etmelidir. Gerektiğinde Çanakkale harekâtında olduğu gibi önlerine konan görevi yerine getirmeli ve Fransızların, İngilizlerin emriyle ayaklanma çıkarmalıdırlar. Açıktır ki, uluslararası diplomasinin insancıl rolü, Türkiye halklarının Ermeniler adına yağmalanmasıdır. Onların insanlık ilkesi, yağma ve tecavüzdür.
2) İtilaf diplomatlarının Ermeni Meselesi’ndeki görüşlerinin özü, Ermeni milli yurdunun kurulması talebi üzerinden Türk heyetine baskı yapmaktır. Böylece İtilaf Devletleri’nin Türk heyetinden talep ettiği yağmacı taleplerin içeriği gizlenmiş olacaktır. Uluslararası diplomasinin Ermeni Meselesi’ndeki kamu hukuksal karakteri, Berlin Antlaşması’ndan başlayarak Cemiyeti Akvam’ın son kararına kadar, meselenin kapitalist ülkelerin Doğu’daki çıkarlarının korunması için bir kalkan haline getirilmesidir. Bu şekilde Türk heyeti, ana meselelerde (Boğazlar, Osmanlı’nın borçları, Musul vb.) geri adım atmaya zorlanacaktır. Diplomatlar, Avrupa kamuoyu, Amerikan demokrasisi adına “onuru”, “haysiyet” ve “şeref” için milli yurdun, yani Türk topraklarında Ermeni devletinin kurulmasını talep etmişlerdir. Buradan da anlaşılmaktadır ki, Ermeniler amaç değil, işgalci politikaların, yağmanın ve tecavüzlerin gerçekleştirilmesi için birer araçtır. Her zaman olduğu gibi Ermenilerin çıkarları değil, kapitalist devletlerin çıkarları, diplomatların görüşlerinin esasını oluşturmaktadır.
Boryan, kitabında Avrupa sosyalistlerinin Ermeni Meselesi’yle ilgili o dönemindeki tavırlarına da değinir. Avrupa sosyalistleri, gerçekte emperyalizmin ideologlarıdır; yoksa sömürge halklarının kurtuluşunun değil. Avrupa sosyalistleri, Batı devletlerinin Doğu’daki sömürgeci politikalarının aklanması için yürütülen diplomatik faaliyetin içine çekilmişlerdir. Emperyalistlerin Avrupa sosyalistleri üzerindeki ideolojik etkisi, o kadar büyüktür ki, sömürgeci devletlerin diplomatlarının istekleri onlar için kanun niteliğindedir ve bunlar “ilericilik” ve “uygarlık” adına “sosyalist bir görev” olarak yerine getirilmelidir.
Görüldüğü gibi Ermeni Meselesi Lozan Konferansı sırasında da, Türkiye’nin paylaşılmasında bir araç olarak varlığını sürdürmüştür. Lozan Antlaşması’ndan sonra ise Ermeni Meselesi, Ermeni göçmenler meselesi üzerinden, Batı diplomasisinin SSCB’ye karşı bir baskı silahına dönüşecektir. Bu şekilde Türkiye’yi korkutmanın yeni bir imkânı da yaratılmış olur. Diğer taraftan da “bahtsız Ermeni göçmenleri” için Ermeni topraklarının geri alınması adı altında Sovyet Ermenistanı aracılığıyla Rusya, Türkiye’yle savaşa zorlanacaktır. Kars, Sarıkamış, Iğdır vd. için Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında savaş çıkartılacak, bu şekilde Doğu halklarının yakınlaşması engellenmiş olacak, emperyalizmin Doğu’daki efendiliği garanti altına alınacaktır. Ancak bu planlar da boşa çıkartılır.

SONUÇ
Boryan ve Karibi’nin eserleri üzerinden Osmanlı’dan Lozan’a kadarki süreçte ele aldığımız Ermeni Mesele’siyle ilgili tespit ve belgeleri toparlayacak olursak çıkan sonuçları şu şekilde özetlemek mümkündür:
1) Ermeniler, tarihlerinden beri küçük istisnalar dışında egemen bir devlete sahip olamamış, hep başka devletlerin hükümranlığı altında yaşamıştır. Batı’nın bir devlet geleneğine sahip olmayan Ermenileri kullanma hevesi, Haçlı Seferleri’ne kadar dayanmaktadır. Batı’nın Katolik devletleri, Müslüman Doğu’ya karşı Ermenileri bir silaha çevirme amacı gütmüştür. Ermeniler ise Batı’nın bu eğilimini ayrı bir devlet kurmanın bir yolu olarak görmüştür.
2) Ermeniler, emperyalist devletlerin müdahalesine, özellikle Berlin Konferansı’na (1878) kadar, Türkiye’de çok iyi şartlarda yaşamışlar, özellikle Osmanlı devleti tarafından desteklenmiş ve korunmuşlardır. O döneme ait belgeler göstermektedir ki, Osmanlı Ermenilerinin yaşam koşulları, Rusya ve İran Ermenilerine oranla çok daha iyidir. Bu yüzden Ermeniler, Çarlık Rusyası’ndan ve İran’dan kaçarak Osmanlı’ya sığınmışlardır.
Osmanlı hâkim sınıfları açısından sömürüde milli ayrım asla söz konusu olmamıştır. Hatta Ermeni köylüleri, birçok yerde Müslümanlara oranla daha varlıklıdır. Zaten Ermeniler, ticaret ve zanaatta önemli yerlere sahiptir. Ayrıca Osmanlı’daki halklar, özellikle Türkler, Kürtler ve Ermeniler, tam bir uyum içerisinde yaşamışlardır.
Boryan ve Karibi’nin ortaya koyduğu olgular, Ermeni Meselesi’nin Batı ve Çarlık Rusyası tarafından Türkiye’yi işgallerini aklamak amacıyla yapay olarak çıkartıldığını kanıtlamaktadır. Ermenilerin sözde kötü yaşam koşulları adına kamuoyu imal edilerek emperyalist saldırgan politikalar için bahane üretilmiştir.
Bu sebeple Batı ve şoven Ermeni tarihçiliği, Ermenilerin gerçek yaşam koşullarını hep çarpıtılagelmiştir.
3) Ermeni milliyetçiliği, Batı’nın ve Çarlık Rusyası’nın özellikle 19. yüzyılda başlayan Ermenileri Türkiye’ye karşı kullanma projelerine paralel olarak gelişmiştir. Bu nedenle Ermeni milliyetçiliği, işbirlikçi, şoven ve saldırgan bir temel üzerinde kökleşmiştir. Kafkasya’daki Ermeni aydınları, daha 19. yüzyılın sonlarında emperyalist devletlerle “işbirliği” içinde bağımsız bir Ermeni devleti kurmanın hayaline kapılmışlardır ve bu fikirlerini durumlarından memnun olan Türkiye Ermenilerine bir nevi zorla aşılamaya çalışmışlardır. Taşnaksutyun’u yaratan sürecin ideolojik kökeni Ermeni milliyetçiliğinin bu yapısında yatmaktadır.
Ermeni milliyetçiliğinin gelişim ve olgunlaşma sürecindeki pratiği de bu özelliklerini net bir şekilde yansıtmaktadır. Emperyalist devletlerin kontrolünde başvurulan kitle ve terör eylemleri, Berlin Konferansı’ndan sonra Batı devletlerinin teşvikiyle sistematik bir hal almıştır.
4) Birinci Dünya Savaşı, esas olarak Osmanlı’yı paylaşmak amacıyla çıkmıştır. Ermeni Meselesi ise bunun bir aracı olmuştur. Osmanlı devletini paylaşmak isteyen büyük devletler, bağnaz milliyetçi Ermeni örgütlerini kışkırtmışlar ve savaşa sevk etmişlerdir. Taşnaklara ve kontrolü altındaki Ermeni kitlelerine iki misyon biçilmiştir. Ermeniler, cephe gerisinde ayaklanma çıkararak Türk ordusunu zaafa uğratacak ve Ermeni gönüllü birlikleri yoluyla Türk ordusunun savunma hattını yırtarak Rus işgalini kolaylaştıracaktır.
Her iki görevin yerine getirilmesinde Türkiye Ermenileri aktif rol oynamıştır. Mesele birkaç Taşnak teröristinin işinden ibaret değildir. Geniş Ermeni kitleleri gönüllü birliklerin oluşturulmasında ve ayaklanmaların çıkartılmasında yer almıştır. Türk hükümeti, bunu önlemek için uygun adımlar atsa da kitlelerinin eğilimini değiştirememiştir. Ermeni kitleleri için ölümcül olan bu politika, emperyalist devletlerle birlikte bizzat Ermeni şefleri tarafından yürütülmüştür.
Çarlık generallerinin ve subaylarının yazdığı yüzlerce rapor ve Çarlık askeri mahkemelerinin yüzlerce tutanağı ve kararları göstermektedir ki, Birinci Dünya Savaşı sırasında işgal edilen bölgelerde Ermeni gönüllü birlikleri Müslüman halka karşı sistematik olarak vahşi katliamlara girişmiş ve mallarını yağmalamıştır. Ermeni çetelerini kullanan Rus komutanları bile bu vahşet karşısında dehşete kapılmıştır. Bu katliamların tehcirden önce başlaması da ayrıca önem taşımaktadır.
Ermeni çetelerinin etnik temizlik politikası, Birinci Dünya Savaşı’nda ve sonrasında Ermeni çeteleri ile Türk devleti ve Müslüman halk (Türkler ve Kürtler birlikte) arasında savaşın ve karşılıklı kırımın (mukatele) yaşanmasına yol açmıştır. Osmanlı devleti ve Müslüman halk, bu durumda savaş önlemleri almış ve ayaklanan Ermeni çetelerini şiddetle bastırarak haklı bir savaş vermiştir, kendi vatanını savunmuştur. Ermeni-Müslüman boğazlaşmasının sorumlusu, Batılı emperyalistler, Çarlık Rusyası ve Taşnaklardır.
5) Birinci Dünya Savaşı’nın ardından kurulan Taşnak Ermenistanı, Avrupa ve ABD emperyalizminin elinde Türkiye’nin paylaşılmasında bir araç olmuştur ve Batı’nın Doğu’daki planlarını gerçekleştirmede bir üs görevi görmüştür. Bunun Taşnaklara yansıması ise “denizden denize Büyük Ermenistan” projesidir. Taşnak iktidarı, “saf” milli bir devlet kurma adına bugünkü Ermenistan sınırları içerisindeki Müslüman nüfusun önemli bir kesimini sistematik olarak imha etmiştir.
Sovyet önderleri, Taşnak Ermenistanı’nın devrimci Türkiye ile Sovyet Rusya arasına bir duvar ördüğünü saptamış, bunun üzerine Türk ordularının ve Kızıl Ordu’nun askeri işbirliği sonucunda Taşnak iktidarına son verilmiş ve Sovyet iktidarı kurulmuştur. Bugün soykırım olarak adlandırılan Türk ordularının Ermenistan üzerine harekâtı, vatan savunmasının bir parçasıdır.
6) Sovyet Ermenistanı’nın kurulmasıyla Türk-Ermeni ilişkileri açısından yeni bir dönem başlamıştır. İki ülke arasında iyi komşuluk ilişkileri tesis edilir. Sovyet önderleri, Türkiye’yi ezilen ülkelerin emperyalizme karşı ulusal kurtuluş hareketlerinin ideolojik ve politik üssü olarak değerlendirmektedir. Türk devrimi, dünya devriminin önemli parçalarından biridir ve hatta onun kaderini belirleyecek en ciddi etkenlerdendir. Bu bakımdan Sovyet cumhuriyetleri, Kars Antlaşması’nın imzalanmasında ödün verici bir tutum izler. Bu şekilde iki ülke arasındaki Ermeni Meselesi son bulur.
Lozan Konferansı’nda ise Batılı emperyalistler tarafından Ermeni Meselesi, tekrar gündeme taşınır. Amaç, Türkiye üzerinde baskı kurmak ve işgalci amaçlarını gerçekleştirmektir. Ancak başarılı olamayacaklardır.

***

Boryan ve Karibi’nin eserleri görüldüğü gibi Ermeni soykırımının uluslararası bir yalan olduğunu gözler önüne sererken, Ermeni Meselesi’nin de her zaman Türkiye’nin paylaşılmasında bir araç olduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Her iki eser de bugün açısından da önemli derslerle doludur. Özellikle Boryan’ın aşağıdaki ifadeleriyle tebliğimize son vermek yerinde olacaktır:
“Eğer Ermeni Meselesi ve Ermeniler, önceden Avrupa’nın ‘hasta adamı tedavi etmek’ amacıyla Osmanlı İmparatorluğu yönetiminin içişlerine karışmak için ‘kamuoyu’ yaratmanın bir bahanesi ve aracı olduysa, elebaşlarını devşirmek ve Türkiye’de Kürt ayaklanmaları örgütlemek yoluyla Şeyh Sait ayaklanmasının yuvası Hakkâri’yi ele geçirmek için bu sefer de Ermenilerin yerini Kürtlerin aldığı açıktır.”


Ansiklopedi’nin Ermeni Meselesi maddesi için bkz. Bolşaya Sovyetskaya Entsiklopediya, c. 3, Aktsionernoe Obşestvo “Sovyetskaya Entsiklopediya”, Moskva, 1926, s.434 vd.
B. A. Boryan, Armeniya, Mejdunarodnaya Diplomatiya i SSSR, c. 1-2, Gosudarstvennoe İzdatelstvo, Moskva-Leningrad, 1928, 1929.
Karibi, Krasnaya Kniga, Tiflis, 1920.
Bkz. Büyük Sovyet Ansiklopedisi’nin (1970-1977 baskısı) B. A. Boryan maddesi ve G. B. Garibcanyan, V. İ. Lenin i Bolşeviki Zakavkazya, İzdatelstvo Politiçeskoy Literatury, Moskva, 1971, s.129 vd., 133, 138, 212 vd.
Bkz. Karibi, Net Sil Bolşe Molçat, c.1, Sovyetski Kavkaz, Tiflis, 1925, s.1.
Bkz. Aşot Ayrapetyan, “Kak Turki İ Bolşeviki V 1920 Godu Raspravilis S Armeniyey”, Pro Armenia, 1992, No. 6.
B. A. Boryan, age, c.1, s.38.
Dâhiliye Nezareti, Ermeni Komitelerinin Amal ve Harekât-i İhtilaliyesi, İstanbul, 1917.
Grigor Çalhuşyan, Krasnaya Kniga, Rostov, 1919.
B. A. Boryan, age, c.1, s.3 vd., 208, 235; c.2, s.217.
Age, s.25. Benzer ifadeler için ayrıca bkz. s.345, 347, 371; c.2 s.224.
Age, s.24.
Karibi, Krasnaya Kniga, s.25.
B. A. Boryan, age, c.1 s.5, 8.
Boryan, burada Ermeni milliyetçi tarih yazımının “birlik/müttefiklik” tezine ironik bir şekilde atıfta bulunmaktadır.
İran hükümdarı.
Age, s.47 vd.
Age, s.10 vd., 19, 210.
Age, s.171 vd.
Bartold, Kultura Musulmanstva, Petersburg, 1918, s.6’dan aktaran: B. A. Boryan, age, c.1, s.172.
Age, s.172.
Ç. Miatoviç, Konstantin, Posledni Vizantiyski İmperator, İli Zavoyevaniye Konstantinopolya Turkami V 1453 g., İzd. Suvorina, Petersburg, s.9 ve Narodı Turtsii, Petersburg, 1879, s.16, 53 vd.’dan aktaran: B. A. Boryan, age, c.1, s.173.
Forts, 1876, c.1, s.369 vd.; Sobranie Aktov, Otnosyaşihsya K İstorii Armyanskogo Naroda, c.2, Moskva, 1838, s.68; H. F. B. Linch, Armeniya, Putyovıe Oçerki İ Etyudı, Tiflis, 1910, c.1, s.589; Avdelbekyan, Nork, c.3, 1923, s.106 vd.; Raffi, Taçkaayk, Tiflis, 1895’den aktaran: B. A. Boryan, age, c.1, s.173 vd.
Aktı, Sobrannıye Kavkazskoy Arheografiçeskoy Komissiyey, c.2, s.1173’ten aktaran: A. B. Boryan, age, c.1, s.174.
Erivan Kontu.
Çarlık Rusya’nın Dışişleri Bakanı.
Aktı, c.3, s.228; c.5, s.491; c.8, s.889; Forts, 1876, c.1, s.372; Marx i Engels, Sobr. Soç., c.10, s.181; Aktı, c.7, s.842; c.5, s.573’ten aktaran: B. A. Boryan, age, c.1, s.175 vd.
5. Yüzyılda Hıristiyanlık içinden çıkmış bir tarikat. Tarikatın ismi, kurucusu İstanbul Patriği Nestori’den geliyor.
Sami kökenli bir aşiret.
Aktı, c.7, s.786; c.11, 1878, s.226; Mşak, 1878, No. 6, s.370; Aktı, c.11, s.479’dan aktaran B. A. Boryan, age, c.1, s.176.
Eski Rus ordusunda mülazım rütbesinde subay.
Aktı, c.8, s.883 vd.; c.7, s.34’ten aktaran: B. A. Boryan, age, c.1, s.159, 176. Ayrıca bkz. s.161, 163 vd.
Mşak, 1877, No. 78; 1878, No. 26; L. Sarkisyan, Ayts Tyurkats Ayastan, Tiflis, 1890, s.71 vd.; A-do, Vanı, Biglisı Yev Erzerum Vilayetner, Erivan, 1912, s.278, 303; Rollen-Jackman, “Armeniya, Armyane İ Traktarı”, Polozhenie Armyan V Turtsii, Moskva, 1896, s.52’den aktaran B. A. Boryan, age, c.1, s.178 vd.
A-do, age, s.278 vd.; Hajak, Arkere Taçkastanum, Baku, 1903, s.73’den aktaran: B. A. Boryan, age, c.1, s.180 vd.
B. A. Boryan, age, c.1, s.188.
Age, s.195, 206.
Karibi, age, s.26.
A. Karinyan, Staraya Turtsiya İ Turetskie Armyane, c. 1-2, “Nork”, 1926’dan aktaran: K. N. Karamyan, Polojenie Zapadnıh Armyan, “Armyanski Vopros” i Mejdunarodnaya Diplomatiya V Posledney Çetverti XIX Veka İ Naçale XX Veka, Yerevanski Gosudarstvennıy Universitet, Yerevan, 1972, s.16.
A. Karinyan, “K Harakteristike Armyanskih Nationalistiçeskih Teçeniy”, Bolşevik Zakavkazya, No. 2, 1928, s.59.
Age, s.53.
B. A. Boryan, age, c.1 s.51 vd.
Age, s.52, 136 vd., 141, 212.
Age, c.2, s.293.
Y. Kegamyan, Ayeri Azatakrakan Şarjume, Baku, 1915, s.267 ve Mşak, No.24, 1876’dan aktaran: B. A. Boryan, age, c.1, s.224.
D. Ananun, Rus Asarakakan Zargatsume, c.2, Eçmiadzin, 1922, s.189 vd.’dan aktaran: B. A. Boryan, age, c.1, s.224.
Mşak, No.27, 1876’dan aktaran: B. A. Boryan, age, c.1, s.225.
Y. Kegamyan, age, s.269 vd.’dan aktaran: B. A. Boryan, age, c.1, s.228.
Age, s.209.
Age, s.32.
A. Karinyan, age, s.54 vd.
B. A. Boryan, age, c.1, s.221.
A. Karinyan, age, s.48.
B. A. Boryan, age, c.2, s.393 vd.
Proclamation From The Manifesto Of The Federation Of The Armenian Revolutionaries, Tiflis, 1891’den aktaran: Manuel Hassassian, ARF As A Revolutionary Party (1890-1921), Hai Tad Publication, Jerusalem, s.4 vd.
Sarkis Atamian, The Armenian Community, Philosophical Library, New York, 1955, s.105’den aktaran: Manuel Hassassian, age, s.5
Age, c.1, s.12, 52, 143 vd., 164 vd., 169.
B. A. Boryan, age, c1, 22 vd.; c.2, s.394; A. Karinyan, age, s.49.
Manuel Hassassian, age, s.22.
Simon Vratzian, “The Armenian Revolution and The ARF”, The Armenian Review 3, October, 1950, s.13’den aktaran: Manuel Hassassian, age, s.1vd.
Sbornik Diplomatiçeskih Dokumentov. Reformı V Armenii, Ministerstvo İnostrannıh Del, Petrograd, 1915, s.9.
B. A. Boryan, age, c.1, s.168 vd., 227.
Karibi, age, s.20, 47 vd.
Age, s.48.
Karinyan, age, Bolşevik Zakavkazya, No. 7-8, 1928, s.73vd.
G. A. Ezov, Vnutrenniy Bıt Drevn. Armenii, Sankt Petersburg, 1859, s.127 vd.’dan aktaran: B. A. Boryan, age, c.1, s.36 vd.
Stepanos Palasanyan, Patmutyun Ayots Sksbits Minçev Mer Orere, 2. Basım, Tiflis, 1895, s.89 vd.’dan aktaran: B. A. Boryan, age, c.1, s.37.
Leo, Ayots Patmutyun, Ator Araçin, Tiflis, 1917, s.359 vd.’dan aktaran: B. A. Boryan, age, c.1, s.37.
Gerodot, İstoriya V Dvyati Knigah, çev. Mişenko, c.1, Moskva, 1888, s.102 vd.’dan aktaran: B. A. Boryan, age, c.1, s.36 vd.
H. F. B. Linch, Armeniya, c.2, s.528 ve Sinyaya Kniga. Turtsiya, No.6, 1881, s.16’dan aktaran: Karibi, age, s.37 vd.
Kegamyan, age, s.248 vd. ve Forts, c.3, 1877, s.171 vd.’dan aktaran: B. A. Boryan, age, c.1, s.218 vd.
Age, s.219 vd.
Bkz. V. T. Mayevski, Voyenno-Statistiçeskoye Opisanie Vanskogo i Bitlisskogo Vilayetov, İzd. Şt. Kavk. Arm., Tiflis, 1904, s.27’den aktaran: Karibi, age, s.34.
B. A. Boryan, age, c.1, s.24, 236 vd.; Karibi, age, s.36.
B. A. Boryan, age, c.1, s.247 vd.
Karibi, age, s.27.
Age, s.28 vd., 94.
B. A. Boryan, age, c.1, s.271.
Karibi, age, s.43; N. B. Kirakosyan, İstoriya Parti “Daşnaksutyun” S 1890 g. Po 1907 g., Moskva, 1999, s.15 vd.; Manuel Hassassian, age, s.13 vd.
Karibi, age, s.43 vd.
B. A. Boryan, age, c.1, s.263 vd.
Karibi, age, s.40 vd.
Manuel Hassassian, age, s.6.
N. B. Kirakosyan, age, s.15; B. A. Boryan, age, c.2, s.199; Karibi, age, s.46.
B. A. Boryan, age, c.1, s.309 vd., 418 vd.; Karibi, age, s.16, 49.
Bkz. Doğu Perinçek, Lenin Stalin Mao’nun Türkiye Yazıları, Kaynak Yayınları, 3. Basım, Temmuz 1992, s.91 vd.
Stannard Becker, Budro Wilson, Mirovaya Voyna i Versalski Mir, Gosudarstvennoye İzdatelstvo, 1923, s.96 vd.’dan aktaran: B. A. Boryan, age, c.1, s.382.
Age, s.428.
Sbornik Diplomatiçeskih Dokumentov. Reformı V Armenii, s.3 vd.
B. A. Boryan, age, c.1, s.144, 152, 156, 261, 278, 282.
Sbornik Diplomatiçeskih Dokumentov. Reformı V Armenii, s.12.
B. A. Boryan, age, c.1, s.261, 267, 285, 328, 352, 356.
Bkz. age, s. 360.
Bkz. age, s. 283.
Sbornik Diplomatiçeskih Dokumentov. Reformı V Armenii, s.79 vd.
Karibi, age, s.66.
A. Karinyan, age, Bolşevik Zakavkazya, No. 9-10, 1928, s.59.
B. A. Boryan, age, c.1, s.352.
Leo, Antsiyalits, Tiflis, 1925, s.282’den aktaran: B. A. Boryan, age, c.1, s.349.
Age, s.352 vd., 366.
Age, s. 347 vd., 360 vd., 370, 430.
Karibi, age, s.21, 63 vd., 69.
B. A. Boryan, age, c.2, s.195.
Karibi, age, s.69, 73, 75 vd., 191, 193 vd., 196 vd.
Özellikle bkz. Rusya Askeri Tarih Devlet Arşivi (RGVİA) fond 2100, liste 1, dosya 557, 558; fond 2100, liste 2, dosya 459, 460.
B. A. Boryan, age, c.2, s.405 vd.
Age, c.1, s.363, 365 vd.
Age, s.143, 267, 323 vd.
Kitabın 1920 yılında basıldığı göz önünde tutulursa burada Osmanlı dönemindeki Türk-Yunan savaşlarının kastedildiği anlaşılmaktadır.
Taşnaksutyun, Hınçak vb. kastedilmektedir.
Karibi, age, s.82 vd.
Age, s.21 vd.
B. A. Boryan, age, c.2, s.149, 165, 241, 247.
Karibi, age, s.96.
Raporun ilgili bölümleri için bkz. Rusya Toplumsal-Siyasal Tarih Devlet Arşivi (RGASPİ) fond 5, liste 1, dosya 2797, yaprak 14-15.
Kamorovski, “Ob Armyanskom Voprose”, Bratskaya Pamoş Armyanam, c.2, s.155’den aktaran: B. A. Boryan, age, c.1, s.274. Ayrıca bkz. Polozhenie Armyan v Turtsii, Moskva, 1896, s.VIII.
Amfiteatrov, Armyanski Vapros, Petersburg, 1906, s.5 vd.’dan aktaran: B. A. Boryan, age, c.1, s.274.
Bkz. Karibi, age, s.57 vd.
B. A. Boryan, age, c.1, s.404; c.2, 186, 202.
Daşnaktsakan Karavarutyan Dokumentere, Erivan, 1922, s.7, 12, 22; Çalhuşyan, İnç Er Yev Piti Lini Mer Ugin, Vena 1923, s.15; Leo, age, s.440’dan aktaran: B. A. Boryan, age, c.2, s.90.
Age, s.64, 74.
Bkz. Lodge tarafından sunulan 13 Nisan 1920 tarihli ana rapor, Devlet Matbaası, Washington, 1920’den aktaran: B. A. Boryan, age, c.2, s.66.
B. A. Boryan, age, c.2, s.68 vd.
Age, s.71.
Age, s.73.
Age, s.227 vd.
Age, s.4 vd., 185, 225.
Age, s.76.
Age, s.80 vd.
Leo, age, s.361’den aktaran: B. A. Boryan, age, c.2, s.81.
Age, s.120 vd.
Age, s.93, 123 vd., 184.
Age, s.33, 81 vd., 87, 93, 195.
Sotsial-Demokrat, No.75, 1919’dan aktaran: Karibi, age, s.108.
Diğer belgeler için bkz. age, s.109 vd.
B. A. Boryan, age, c.2, s.90.
Age, s.401 vd.
Nor Aşhar, No.2, 1922, s.159’dan aktaran: B. A. Boryan, age, c.2, s.138.
Age, s.403.
Age, s.150, 161, 177, 282.
Dekretneri Yev Ramanneri Jogavatsu, c.1, Petratarakutyun, 1921, s.4’ten aktaran: B. A. Boryan, age, c.2, s.151.
RGASPİ fond 5, liste 1, dosya 2178, yaprak 40.
B. A. Boryan, age, c.2, s.283.
Komintern Belgelerinde Türkiye-1, Kurtuluş Savaşı ve Lozan, derleyen: Doğu Perinçek, Kaynak Yayınları, Yeniden düzenlenmiş 2. basım, İstanbul, Kasım 1993, s. 17.
B. A. Boryan, age, c.2, s.8 vd., 164 vd., 175 vd.
Konstitutsiya SSRA, s.5’ten aktaran: B. A. Boryan, age, c.2, s.176.
Byulleten Narkomindela SSRA, No.7, 5 Kasım 1921, s.20’den aktaran: B. A. Boryan, age, c.2, s.306.
Byulleten Narkomindela SSRA, No.7, 5 Kasım 1921, s.10’den aktaran: B. A. Boryan, age, c.2, s.306.
Bkz. RGASPİ fond 64, liste 1, dosya 210, yaprak 57-58. Mektup, ayrıca eski Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) Arşivi’nin Tiflis şubesinde fond 1, dosya 38, yaprak 58-59 numaralarıyla kayıt altında bulunmaktadır ve Ermeni sosyal demokratlarının yayın organı olan Jogovurdi Dzayn gazetesinin 20 Kasım 1921 tarihli sayısında da yayımlanmıştır.
Atatürk'ün Bütün Eserleri, c.12, Kaynak Yayınları, Aralık 2003, s.285.
A. F. Myasnikyan, İzbrannıye Proizvedeniya, İzdatelsvo Ayastan, Yerevan, 1965, s.376 vd.
B. A. Boryan, age, c.2, s.233 vd., 243 vd.
Age, s.409 vd.