Sayın Genelkurmay Başkanım,
31 Mart 2009 günü televizyon ekranlarında sizi ve Genelkurmay İkinci Başkanımız Org. Hasan Iğsız’ı izledim. Bir cenazeye selam durmuştunuz. Sizin bu görüntülerinizle birlikte haber okunuyordu: “Muhsin Yazıcıoğlu, Nakşibendi tarikatının Taceddin Dergahı’nda toprağa verilecek...” Alperen Ocaklarına bağlı grupların tekbir sesleri geliyordu.
Kimdir onlar? Adı Türkiye’nin siyasi yaşamına değerli gazetecimiz Abdi İpekçi, Maden İş Sendikası Genel Başkanı Kemal Türkler, yurtsever Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul, yiğit savcı Doğan Öz, yazar Ümit Kaftancıoğlu’nun ölüm emrini vermekle geçen, Gladyo’nun has elemanları Abdullah Çatlı, Mehmet Eymür’ün yol arkadaşı olarak tanınan, Rahip Santarro, Hrant Dink, Danıştay cinayetlerinden; Bahçelievler, Balgat, Maraş, Çorum, Sivas’tan Malatya katliamlarına kadar ülkemizi karanlıklara sürükleme girişimleriyle birlikte anılan kişi ve siyasi kurumlar. Kimilerinden bizzat yargılanıp mahkûm olmuşlar, ya da hâlâ yargılanıyorlar.
Onlarla birlikte sizi, Silahlı Kuvvetlerimizin en üst düzey iki komutanını omuz omuza saf tutarken görmek beni de birçok vatandaş gibi derinden sarstı. Siz ki, hastalıklı bir kuklanın düzmece raporlarıyla, MİT başkanının bile deli saçması diye nitelendirdiği şemalar bahane edilerek, başka devletlerin başkanlık ofislerinde verilen tertip emirleriyle tutuklanan, gözaltına alınan “terör örgütü yöneticisi ve üyesi” sıfatı takılan kuvvet komutanlarımızı, ordu komutanlarımızı, milli güvenliğimizi emanet ettiğimiz komutanlarımızı, parti başkanlarımızı, rektörlerimizi, gazete başyazarlarımızı, üstün hizmet ödüllü Silahlı Kuvvetler mensuplarımızı, vatansever aydınlarımızı tanımazdan geldiniz.
Kuvvet komutanlıklarının iç ve dış güvenlik başta olmak üzere çeşitli konularda yazdığı raporlar, milli güvenlik konularını içeren gizli belgeler “suç unsuru” tanımıyla iddianamelere alınıyor. Vatansever genelkurmay başkanlarımıza dil uzatılıyor.
Hepsinden önemlisi bütün bu kalkışmalarla bizlere emanet Cumhuriyetimiz, bağımsızlığımız ve devrimlerimiz yıkıma uğratılmaya çalışılıyor. Atatürk Devrimi’yle can kardeşliği, ülkü birliği perçinlenen Türkü Kürdü, Aleviyi Sünniyi birbirinden koparmaya çalışıyorlar. Buna göğsünü siper edenler bertaraf edilmeye çalışılıyor.
Böyle bir “hukuki süreç” olabilir mi? Böyle bir “hukuk”, böyle “haklar” olabilir mi?
Ben ülkemde mafya-tarikat rejiminin inşasına nasıl sessiz kalayım?
Benim Genelkurmay Başkanımın, ABD güdümlü tarikat çığlıklarının atıldığı o fotoğrafta yer almasına, selam durmasına nasıl tahammül edeyim?
Benden canımı isteyin, gözümü kırpmadan veririm.
Canımızdan çok sakındığımız dört evladımızı isteyin.
Vatanları için feda olsun.
Ama bunu istemeyin.
İşte çok geçmeden Fethullah Hoca denilen kişiden Amerika’dan fetva geldi: “Alperenler, ‘başbığlar ölmez’ diye haykırıp boşalıyorlarsa onların hakkıdır buna müsaade edilmelidir. Ayrıca o insanlar şehit tipinde kazançlıdırlar. O insan dava uğurunda giderken bir şehitlik mülahazası olarak düşünüp teselli olabilirler (...) Gerçek milliyetçilik nedir. Onun hayat felsefesini değerlendirip temsil edecek insanlar onu hayırla yâd edecektir.”
Bizim şehitlerimiz, gerçek milliyetçilerimiz Doğan Özlerdir, Uğur Mumcular, Ahmet Taner Kışlalılardır, Bahriye Üçoklar, Muammer Aksoylar, Bedrettin Cömertler, Turan Dursunlar, Bedri Karafakioğullarıdır. Yaşamlarını ülkelerinin birlik ve bütünlüğü için bugün de sessizce feda eden binlerce adsız kahramanlarımız oğullarımız, eşlerimizdir...
Orada o kişilerle birlikte saf tutup selama durmakla onların kemiklerini sızlattınız.
Onların yakınlarının, onların anısına ve değerli mirasına sahip çıkanların canını çok acıttınız.
Saygılarımla arz ederim.
Şule Perinçek
(Atatürk’ün Bütün Eserleri Genel Yayın Yönetmeni)