Av. Ceyhan Mumcu: Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, Ergenekon tertipçileriyle kolkola!

İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ve diğer İşçi Partili yöneticiler vekili Uğur Mumcu’nun ağabeyi Av. Ceyhan Mumcu, Ergenekon davasının 27. duruşmasında sözlü açıklamalarda bulundu. UMUT Operasyonu davasına ait belgeleri de Mahkemeye sunan Av. Ceyhan Mumcu, Ergene...

Tarih:

İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ve diğer İşçi Partili yöneticiler vekili Uğur Mumcu’nun ağabeyi Av. Ceyhan Mumcu, Ergenekon davasının 27. duruşmasında sözlü açıklamalarda bulundu. UMUT Operasyonu davasına ait belgeleri de Mahkemeye sunan Av. Ceyhan Mumcu, Ergenekon davasına müdahil olan Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı'nın, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok ve Ahmet Taner Kışlalı Cinayetleri davası sanıklarına “bilimsel danışmanlık”(!) hizmeti vererek, davayı çözümsüzlüğe sürüklediğini belirtti. Mumcu'nun açıklamaları özetle şöyle;

Sayın Başkan, Sayın Üyeler,
Benim burada iki sıfatım var. İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısıyım ve merhum Uğur Mumcu’nun ağabeyiyim.

Sayın Başkanım,
Talebimin dayanağı olmak üzere Umut Operasyonu davasının dosyasını, dosyanıza sunmak için söz aldım.

Umut operasyonu davası bu davada olduğu gibi Türk ve Dünya kamuoyunun gözü önünde olan bir davaydı. Bu dava, hocam ve müvekkilim olan Prof. Dr. Muammer Aksoy’un, Siyasal Bilgilerde sınıf arkadaşım olan Prof Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın, yine benim değerli hocalarımdan Doç Dr. Bahriye Üçok’un öldürülmesi ve diğer 18 terör eylemini gerçekleştiren örgütün yargılanması davası idi. Bu dava dosyası incelendiğinde bizim davamıza ışık tutacak özellikte bir davadır.

Evvela esas hakkında mütalaa da sayfa 18 ve 19’un okunmasını diliyorum. Bu örgüt neydi? Bunlar Kudüs Savaşçıları, Tevhid ve Selam Örgütü. Amaçları, Türkiye Cumhuriyeti rejimini yıkmak ve şeriata dayalı bir devlet ve toplumsal yapı getirmektir. Bununla ilgili elverişli silahlar vardır. Huzurdaki davada ise birçok subay astsubay yargılanıyor, o davada o nitelikte kimseler yok. Onlardan elde edilen silahlara bir göz atılmasını dilerim. Yüzlerce susturuculu tabanca, yüzlerce kilo C4 bombaları, lav silahı… Silahlar koliler halinde ve parmak izleri olduğu halde elde edildi. O davadaki elverişli silahla, bu davanın mukayesesi bakımından değerli bir fikir verir.

Bir de bu davada müdahiller sorunu bakımından değerli bir fikir verir. Dün mekân olarak sayın savcımızın dizinin dibine oturan, günlerdir bir takım taleplerde bulunan buradaki sanıkları suçlayan, örseleyen, incitmeye çalışan, mesleğinin hukukçu olduğunu açıklayan insanları dinlemeye tahammül ettik. Ama ne müvekkillerinin vekâletnamesini getirdiler ne de bugün buradalar. Ben bu talebi dün yapmalıydım ancak dünkü yoğunluk sebebiyle bugüne erteledim ve bu yüzden de pişman oldum. Şimdi açıklayacağım hususları onların gözlerinin içine bakarak söylemek isterdim.

Diğer bir talihsizlik, yapacağım talep ve açıklama sırasında Cumhuriyet gazetesi müdahil avukatları ve sayın ilhan Selçuk vekili, benim de hocam olan, kendisinden ceza hukukunu öğrendiğim, sayın Prof. Dr. Uğur Alacakaptan’ın burada olmaması.

Bu talebimle ilgili olarak Sayın Cumhuriyet savcılarına da bir sözüm olacak.

Şimdi tekrar dönersek sunacağım kararın esas hakkında mütalaasının 18-19 sayfalarında ve gerekçeli kararın 124-130 sayfaları arasında bir kişiden bahsedilir. Bu kişinin adı, sanıklardan da fazla geçer.

Bu kişiyi halkımız ve burada yargılanan sanıklar ve birçok meslektaşımız tanıyamamaktadır. Bu kişiyi, burada yargılanan sanıklardan iki kişi tanımaktadır. Biri Sayın Kemal Alemdaroğlu biri de Ümit Sayın. Bir de bendeniz çok iyi tanırım.

Burada sayın başkanım bu günler göz açıp kapayıncaya kadar geçer. Sizler yine yargılama görevinize devam edersiniz. Bizim davamızda bu silahların elde edildiği sanıklar hazırlıkta, emniyette suçlarını kabul ettiler. Ancak bir koşul ileri sürdüler: “Biz bu suçları kabul edelim ama bunun karşılığında siz de bize pişmanlık yasası uygulayın”… O tarihte, o yasa yürürlükteydi. Hiçbir işkenceye uğramadan 18 yerde yer göstermesi yapıldı ve 7 gün gözaltında oldukları sürece ben de yanlarındaydım. Kapalı mekânda emniyette çok seyrek bulundular; o da zabıtlara imzalamak için. Cumhuriyet savcılığı ve yedek hâkimlikteki bu kabullerinden sonra cezaevinden de dilekçe gönderdiler pişmanlık yasasında yararlanmak istediklerini söylediler. 5 ay kadar da sorguları hazırlık yaptıkları gerekçesiyle yapılmadı. 5 ay sonra bir avukat elinde bir raporla mahkemeye çıkageldi. Rapor, TC İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü raporuydu. Bu rapor, saydığım kişileri şehit eden sanıkları görmeden muayene etmeden düzenlenmiş bir rapordu. Sanıkların avukatının talebi üzerine, bu Profesör Eskişehir Cezaevi’nden mektupla durumunun bildirilmesini istedi. Mektupla onların cezadan kurtulmak ve cezai ehliyetsizlik konusunda koğuş arkadaşlarıyla özgürce uydurdukları hikâyeler üzerine bir adli rapor geldi. Bu adli raporun gelmesiyle sanıklar pişmanlık yasasından faydalanmaktan vazgeçtiler. Bu raporun kendilerine işkence yapıldığının ve cezai ehliyetsizliklerinin kanıtı olduğunu ileri sürdüler ve sonuna kadar bir daha ağızlarını açmadılar. İşte bu yüzdendir ki Prof Dr Muammer Aksoy, Prof Dr Ahmet Taner Kışlalı ve Doç Dr Bahriye Üçok’un cinayetlerini kimin azmettirdiği konusunda toplum elde ettiği ve bir daha elde edemeyeceği altın bir fırsatı kaçırdı.

İşte o raporu tanzim eden Prof Dr Şebnem Korur Fincancı vekilleri şimdi sayın savcılarımızın dizlerinin dibindedir. Bu kararlarda bu hanımefendinin yazdığı rapor “savunmanın çıkardığı sorunlar” diye sayfalarca anlatılır. Yarın bu konularda belli duyarlılıklar gösterilmediği takdirde bu dava dışında sizlerin yargı görevini yaparken de başınıza sık sık gelebilecek bir mesele olur.

Fakat bu müdahilin hakkında dava dosyasında -iyi ki savcı beyler koymuşlar- başka bir husus daha gördüm. Bu hanımefendi bu raporları niye yazmış? Ergenekon dava dosyasının ekleri olayı aydınlatıyor.

Bu hanımefendi Avrupa Birliği ile bir proje imzalamış ve demiş ki: “Türkiye Cumhuriyeti’nin emniyet güçlerinin, jandarmanın tek vasıtaları vardır: işkence. Bu ülkenin cumhuriyet savcıları ve yargıçları işkenceyi göz ardı ederler. Bu da İstanbul tabipler odası onur kurulu başkanı Türk Tabipler Birliği onur kurulu başkanı ve İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Anabilim dalı profesörü olarak beni rahatsız ediyor. Artık adli tıp kurumu kalkmalı tarafsız bilirkişi olarak mahkemelerdeki yerimizi almalıyız.” Ve Avrupa birliği ile gelecekte 250 işkencenin var olacağını ve bu işkenceleri istihkak karşılığında kanıtlayacağı taahhüdünde bulunuyor. Bir dernek kuruyor. Derneğin faaliyet raporunun her sayfasının altında da not var. “Bu sayfa Avrupa birliği tarafından finanse edilmektedir. Ancak bu sayfada yer alan hususlar AB’yi bağlamaz”. Bu üniversite profesörü, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin imkânlarıyla okumuş, hekim olmuş, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin üniversitesinde bizim evlatlarımızı emanet edeceğimiz bir görev yapmaktadır. Maaşını Türkiye Cumhuriyeti Devleti ödemektedir. Sayın savcılar dosyada bununla ilgili CD’yi bir yıl elde etmişler. O CD içinden iki cümleyi okumak istiyorum. Bu hanımefendinin iki kimliği vardır: Evvela “solcu”dur sonra “sağcı”dır. Sağcı sıfatıyla zaman gazetesinde yazılar yazar, Kuranın Aydınlığında Hak Söz gazetesi onun yazılarını beğenir alıntı yapar, sık sık MAZLUMDER tarafından ödüllendirilir, sık sık Diyarbakır Barosu tarafından işkenceye karşı çıktı diye ödüllendirilir.

Bu hanımefendi “solcu” kimliği ile bir yere gitmiş. Gittiği yer Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu. 8.4.2005 tarihinde Türkiye’den davetli gelen konuşmacılar, araştırmacı yazar Temel Demirer ve Şebnem Korur Fincancı. “Kitleyi heyecanlandıran ve düşündüren, süreci sorgulayan ve mücadele şevki veren konuşmaları ile renk kattılar” diye bu hanımefendiye önsözünde teşekkür edilen kongrede aynı gün birçok kararlar alınıyor ve sonuç bildirgesi yayınlanıyor. Bu sonuç bildirgesinde iki yıllık yönelimde yapılacak eylemleri sayıyorlar. Bunlardan sadece bir cümle okuyorum: “ATİK kongresi Kürt halkına yönelik Türkiye Cumhuriyeti Devletinin paranoyak, histerik bayrak şovenizmini kınar”.
Şebnem Korur Fincancı’nın heyecan kattığı bu kongre Ermeni soykırımını da ele almıştır. Ermeni soykırımı ile ilgili 29 sayfalık bildiride Sayın Rauf Denktaş ve müvekkilim Doğu Perinçek ağır biçimde suçlanmaktadır. Suçlandıkları konu Talat Paşa’yı Berlin’de anmak ve Avrupa’da Ermeni soykırımının uluslararası yalan olduğunu haykırmaktır.

Bu hanımefendinin katıldığı ve sunuşunda kendisine teşekkür edilen bu kongrede; “1915 ermeni soykırımını lanetliyoruz.” Şimdi o başlatılan “Ermeni halkından özür diliyoruz” gerekçesinin 30 sayfalık araştırmasında şu denilmektedir: (herhalde adli tabip olduğu için bu konuda katkı getirmiştir) “Soykırım suçları evrakta sahtecilik değildir. Soykırımı yapan kanıt bırakmaz. Onun için Doğu Perinçek ve arkadaşları soykırımı boş yere kanıtlarla reddetmeye uğraşmasınlar. Soykırımı eğer ermeni anne babalarımız kabul ediyorsa o soykırım var demektir.” Ve sonunda bildiri şu cümleyle biter: “Kahrolsun Faşist Türkiye Cumhuriyeti Devleti”

Şu kürsüde cumhuriyetin savcıları oturmaktadır. Savcılar, Türkiye Cumhuriyeti’ne “Kahrolsun Faşist TC devleti” dediğini benden bir yıl evvel öğrenmişlerdir. Bu sözleri içlerine sindirebiliyorlar mı? Elbette sindirmemeleri gerekir. Çünkü aldıkları maaşla kendilerine cumhuriyetin savcısı unvanı verilmiş ve bu kürsü o sebeple tahsis edilmiştir. Ancak bu kişi hakkında ne çalıştığı üniversiteden izinli gidip gitmediği ne de bu sözlerin suç oluşturup oluşturmadığı hakkında bir soruşturma açıldığını öğrenemedik. Ben muhtemelen açtıklarını düşünüyorum. Bu nedenle taleplerimden birisi budur. Bu konunun cumhuriyet savcılığına açıklatılmasını istiyorum. Onlar açmamışlarsa rahatsız olmadıkları anlamına gelir o zaman bu suç duyurusunu biz Ergenekon sanıkları yapmak zorunda kalacağız.

Değerli başkanım bu dava dosyasını vermemin bir nedeni de müdahillerin hukukuna ilişkindir. UMUT davasında, kardeşimin ölüm kararını veren örgüt liderini sorgulayamadım. Çünkü bu dava dosyasının ekindeki iki adet Yargıtay kararında “örgütün işlediği suçtan zarar gören devlettir. Devlet bu davada zaten cumhuriyet savcılarıyla müdahil olmuştur ama bu suçtan zarar gören bireyler ancak kendilerine zarar veren fertlerle ilgili müdahale hukukunu işletebilirler. Mahkeme başta bizim müdahale talebimizi kabul etmişti. Biz de sayın savcılar gibi onların yaptıkları bütün usuli işlemleri yapıyorduk ancak bu mahkemenin kararını daha sonra irdelenecek olan Yargıtay 9. ceza dairesinin görüşü bu. “Ve Yargıtay’ın deyimiyle yok hükmündedir.” İki kararda da var. Birisi 2002 birisi de son ceza usul yasalarının değişmesinden sonra 2006.

Şimdi sizin uygulamanız mı hukuki Yargıtay’ın değerlendirmesi mi onu bir tarafa bırakıyorum. Ama ben buradan Yargıtay 9. Ceza Dairesi’ne şu soruyu sormakta haksız mıyım? Buradaki herkesin vicdanına hitap ediyorum. Ben kardeşim Uğur Mumcuya neden ölüm kararı verdiklerini -ki ben, parça parça onun yüreğini, böbreklerini, kollarını, bacaklarını, ona bastım onları topladım. Balkonlara sıçramıştı kanları. Bunu ben ona soramadım ama Türkiye Cumhuriyeti devletine “kahrolsun faşist TC hükümeti devleti” diyenler, “Türkiye cumhuriyetini paranoya ve histeriyle kürt halkına soykırım yapıyor” diyenler, benden daha fazla hak elde edebildiler Türk yargısında. Ben bunu Yargıtay 9. Dairesine bir mağdur olarak bir müdahil olarak sorsam, bunun hakkaniyete ve eşitliğe uygun olup olmadığını sorsam haksız mı olurum?

Değerli başkanım size ben bir dosya daha takdim edeceğim. Ben, bugün çok üzülüyorum keşke Cumhuriyet gazetesi müdahil avukatları burada bulunsaydılar, benim hocam ve Uğur Mumcuyla birlikte tutuklu kalan Prof. Dr. Uğur Alacakaptan da bulunsaydı. Onların gözünün içine bakarak soracaktım.

28 Ekim 2008 günü burada bir tartışma yaşandı ben hazır bulunmadım. Bu tartışmada bütün sanıklar oybirliği ile biz iddianameyi okuduk, içeriğini biliyoruz, lütfen bizim sorgulamamıza geçin dediler. O gün ben o duruşmada bulunmadığım için büyük bir vicdan azabı çekiyor ve buradaki bütün tutuklu sanıklardan özür diliyorum, bir avukat olarak. O gün keşke burada bulunsaydım ve ben Uğur Alacakaptan hocamı ikna edebilseydim. Kararı incelendiği zaman görülür ki; UMUT operasyonunda iddianame okunmadı. Bu Yargıtay’ın denetiminden de iki kez geçti. Hatta okunmadığı konusunda açıklama da var. Pişmanlık yasasından faydalanmak isteyen ve kendilerine Şebnem Korur Fincancı’nın raporunun verilmesini bekleyen iki sanık “biz yeteri kadar inceleyemedik. Bize süre verin, ondan sonra sorgumuza geçin” dediler. Mahkeme gene de okumada ısrar etmedi o süreyi verdi. Tıpkı Ankara’da katıldığım “Neşter davasında” olduğu gibi. 100’e yakın sanığın yargılandığı bu davada iddianame okunmadı; bu da Yargıtay’ın denetiminden geçti, bu nedenle de bozulmadı. Aynı şekilde vurgun operasyonu bine yakın sanık vardı. Şimdi Yargıtay’da. Bu konuda cumhuriyet savcılığının, müdahillerin veya herhangi bir sanığın da temyiz itirazları yok.

Bunu niçin söylüyorum: Burada Cumhuriyet gazetesinin iki sıfatı bulunmaktadır. Cumhuriyet gazetesi burada yazarları İlhan Selçuk, Gürbüz Çapan, Mustafa Balbay ile Tuncay Özkan (eski cumhuriyet muhabiri), burada da zannediyorum eski Cumhuriyet çalışanı var. Şimdi ek iddianameler çıkınca bu sorun yine yaşanacak. Onun için; ben keşke 28 Ekimde bulunsaydım ve Prof Dr. Uğur Alacakaptan hocama Yargıtay’ın son uygulamalarının bu doğrultuda olmadığını, Yargıtay işin esası yönünden sanıkların neyle suçlandıklarını bildikleri kanıtlandığı takdirde buna gerek olmayacağını söylerdim. Ben bir sitemimi de madem ki tarihi, siyasi bir davadayız arz ediyorum. Biz Cumhuriyet gazetesini bizim yanımızda hiç olmazsa manevi destek vermek için müdahil olmalarını diledik. Ve Av. Şenal sarıhan ve burada bulunan ve benim gibi İşçi Partisi Genel Başkan yardımcısı olan Av. Mehmet Cengiz gazeteden herhangi bir masraf ve ücret talep etmeden müdahil olacaklarını beyan ettiler. Hürriyet gazetesi müdahil oldu. Fakat iki kurum müdahil olmadı: birisi Türk Diyanet Vakfı, biri de Cumhuriyet Gazetesi. Takdirleri öyleymiş. Bugün bu davaya müdahil oluyorlar. Bu davaya müdahil olmalarıyla bazı sanıkları örseleyip incitiyorlar ve sanıklardan bomba olayını sorguluyorlar. Onu “ispat”(!) ettikleri zaman İlhan Selçuk’u yaraladıklarını düşünmüyorlar. Yani Cumhuriyet gazetesi avukatları müdahilliği çok sevdi. Benim müvekkilim Doğu Perinçek’in yayınlattığı Atatürk’ün Bütün Eserleri 24. cilde ulaştı. Söylev okunduğu takdirde görülür ki; Mustafa Kemal’e en çok çile çektirenler “Ne Vahdettin’den vazgeçeriz ne de Mustafa Kemal’den” diyenlerdir. Ali Rıza Paşa da, Salih Paşa da, Ahmet İzzet Paşa da, Rauf bey de, Kazım Karabekir Paşa da, Ali Fuat Paşa da ve diğerleri de…

Cumhuriyet gazetesinin bu davaya müdahil olmasının savunman olarak bana ağır katlanılmaz bir sorunu oldu. Adil yargılama bakımından savcılığın da, mahkemenizin de, müdahillerin de, savunmanın da her türlü endişeden uzak olarak bu salonda bulunmamız esastır. Çünkü hepimiz gerçeğin ve adaletin bulunmasında görevliyiz. Geçenlerde bir televizyon kanalı bana şöyle hitap etti. “Cumhuriyet gazetesi bile Uğur Mumcu’nun katilinin Ergenekoncu olduklarını, Cumhuriyet gazetesine bomba atanların Ergenekoncu olduklarını kabul etti ama bunu Ceyhan Mumcu’ya anlatamıyoruz. O kardeşinin katillerinin avukatlığını yapıyor”. İlk duruşmadan sonraki gazetede “şok gelişme büyük çelişki! Uğur Mumcu’nun abisi Uğur Mumcu’nun katillerinin avukatlığını yapıyor.” Oysa bu iddianamede maktuller arasında Uğur Mumcu’nun adı yazılı değil. Fakat bu iddianame bu eleştirilere hak verecek bir özellik taşıyor. Bir kere bu iddianameyi ve savcılığı savunanlar “bu iddianame ile Uğur Mumcu’dan Eşref Bitlis’e gidecek cinayetlerin ilk adımıdır. Bu ülkenin darbeler de yaşamaması için ilk adımıdır” diye övenlerin iddianamede bir dayanakları da var. O da nedir? Hep gizli tanık üstünde konuştuk. Bir numaralı gizli tanık Galip. Galip bey bu tanıklığında demiş ki - o Galip’in olduğunu ifadesinden anlıyoruz; bu ülkeye onlarca ay yıldızlı şehit tabutu gönderen bir pkk yöneticisi olduğu anlaşılıyor-; “Abdullah Öcalan bize dedi ki Uğur Mumcu, Kesire ve Pilot Necati’nin MİT’te çalıştığını öğrendiği için öldürüldü.” Bunu anlatacakmış. Yalnız ben genç meslektaşlarım savcı kardeşlerime bir tavsiyede bulunmak istiyorum, haddim olmayarak; Bu gizli tanıklara çok güvenilmez. Şimdi onların bu gizli tanıkları televizyonlara mesajlar çekiyor. Biz Hulki Cevizoğluyla bir program yaptık oraya da çekti. “ben tanıklık yapmak istemiyorum ama savcı bey ısrarlı” bunlara çok güvenilmez. İddia makamına da bu güvensizliklerini bir yere not etmelerini tavsiye ederim.

Değerli başkanım, bana yapılan baskıların ne aşamaya geldiğinin anlaşılması için bir dosya daha takdim edeceğim. Bu dosya savcılarımızın bir numaralı tanığı Mehmet Eymür. Mehmet Eymür Türkiye’de bir sayfa açtı ve benim Uğur Mumcu’nun abisi ve Doğu Perinçek’in avukatı olarak yanlış yerde durduğumu anlatmak için bana “fabrikatör yardımcısı” (o fabrikatörü Doğu Perinçek için kendi icat etmiş, patent hakkını kimseye bırakmak istemiyormuş). Ve ikinci bir yazı daha yazdı ben ona cevap verince: “saftirik, şapşal” dedi. Büyük hakaretler etti. İşte iddia makamımızın bir numaralı kamu tanığı Mehmet Eymür. Mehmet Eymür diyor ki “bu iddianamede suç tarihi 99 ve sonrası olsa bile daha evvel veli küçük aleyhine ifadeler vermiş beyefendi mafyayı çok severdi aile dostumuzdu onlar aleyhine konuşmayacağım. Amerika’dan sırf Doğu Perinçek’in aleyhine tanıklık yapmak için geliyorum.” Hepimiz hukuk fakültesinde eğitim gördük. Bu ifade ile mahkemeye gelene tanık mı denir, muhbir mi denir, hasım mı denir? O buraya gelsin sefa gelsin, hoş gelsin. Bir tek sonucu vardır; buradan ilan ediyorum, yaşım yetmişe gelmiş, hukuki deneyimimle. Onun tanıklığı sadece şu kürsüde olan cumhuriyet savcılarını sıkıntıya sokacaktır. Ama benim müvekkilim Doğu Perinçek ve bize her türlü suç atmada özgürdür. Biz bunların hepsine yanıt veririz.

Buradan ilan ediyorum lisede benim kardeşimin sıra arkadaşı o günden beri ben onun yaşamına tanığım. Bu ülkede hukuk doktoru yılda 6-7 kitap yazan Doğu Perinçek kadar haksızlık yapılan özgürlüğünden mahrum edilen bir başka Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı yoktur. Duruşmalarda, 80 yaşında eski Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürümüz buradan duyduğu sıkıntıyı ifade etmişti. Ben Doğu Perinçek’in hayatını bilirim. Doğu Perinçek’in bütün kitaplarını okudum. 2000’e Doğru ve Aydınlık dergisinin hepsini okudum. Biz çapraz sorguya itiraz olayına da sığınmayacağız. Kim ne biliyorsa burada söylesin. Çünkü biz Atatürk devrimlerini tamamlama iddiasıyla kurultayını yapmış dergileriyle Teori dergisi, Aydınlık dergisi, Bilim Ütopya dergisi, Kaynak yayınlarıyla, ülkenin daha iyi yönetilmesi, daha iyi bir Türkiye için mücadele veren insanlarız. Zaten biz her gün hesabımızı halka vermeye alıştık. Biz Anayasa Mahkemesi’nde yargılanmak istiyoruz derken, görev itirazını yaparken de yargıdan kaçmak için değil çifte yargılanmaya razı olduğumuz için ifade etmiştik. Bu konunun da böylece kayda ve zapta geçmesini istiyorum ve burada son söz olarak şunu söylüyorum: “bütün kamuoyuna ilan ederim. Bu açıklamalardan sonra ben Cumhuriyet gazetesinin hemen şimdi avukatlarından bir talebim var; “Benim kardeşimi İlhan Selçuk mu öldürdü?” Cevap istiyorum. Eğer öyleyse yerimizi değiştirelim.

Ve ben meslektaşım cumhuriyet savcılarına da, savunmanın üstündeki engeli kaldırması için onlara sizin aracılığınızla soruyorum. Bu sanıklardan hangisi benim kardeşimi öldürdü? Bir kanıt elde edebildiler mi? Doğu Perinçek mi, Kemal Alemdaroğlu mu, Sevgi Erenerol mu, Kemal Kerinçsiz mi, veli Küçük mü hangisi? Ya da Hurşit Tolon mu, Şener Eruygur mu, Tuncay Özkan mı hangisi? Hangisinde bir kanıt elde ettiler? Ben zaten ana dosyayı verdim. Nasıl Danıştay birleşecekse bu da yargılamanın yenilenmesi iadesi ile birleşir. Ama ben inanıyorum ki Uğur yaşasaydı mücadele arkadaşı Doğu Perinçek’in yanında yeri olacak, tutuklu olacak, şimdi onun için şu saatlerde ben tahliye talebinde bulunacaktım. Ama gerçekten tabutunun arkasında benim sağ kolumla birlikte gidiyor diye ağlayan İlhan Selçuk katili midir, Uğur Mumcu’nun? Artık beklemeye tahammülü yoktur! Cumhuriyet avukatları bunu açıklasınlar. Yoksa sayın savcılarımızdan ben bir kardeş olarak, bir abi olarak kamuoyunun önünde soruyorum Uğur Mumcu’nun cinayeti ile ilgili bir kanıta ulaştınız mı? O kanıta ulaşılıncaya kadar ben Doğu Perinçek’i ve arkadaşlarını temsilden onur duyacağım. Teşekkür ederim, saygılar sunarım.