ATATÜRK'ÜN PARTİCİLİĞİ

Mustafa Kemal, Nisan 1906’da yapılan Vatan ve Hürriyet Cemiyeti Selanik şubesinin kuruluş toplantısında arkadaşlarına şöyle seslenir:
“Arkadaşlar! Gerçi bizden evvel birçok teşebbüs yapılmıştır. Fakat onlar muvaffak olamadılar. Çünkü işe teşkilatsız başladılar...

Tarih:

Mustafa Kemal, Nisan 1906’da yapılan Vatan ve Hürriyet Cemiyeti Selanik şubesinin kuruluş toplantısında arkadaşlarına şöyle seslenir:
“Arkadaşlar! Gerçi bizden evvel birçok teşebbüs yapılmıştır. Fakat onlar muvaffak olamadılar. Çünkü işe teşkilatsız başladılar. Biz kuracağımız teşkilat ile bir gün mutlaka ve ne olursa olsun muvaffak olacağız. Vatanı, milleti kurtaracağız.”(1)
Mustafa Kemal’in hayatı boyunca bir devrimci programı, stratejisi olmuştur. Stratejisini Suriye’de örgütlenme çalışmaları yürüttüğü dönemde, Beyrut’ta arkadaşlarına açıklar:
“Dava, yıkılmak üzere bulunan bir imparatorluktan önce bir Türk devleti çıkarmaktır”(2)
Daha 1905 yılında Mustafa Kemal’in programı “bir Türk devleti” kurmaktır. Fiili kuruluş tarihi olan 23 Nisan 1920’yi esas alırsak, bu program, ilk açıkladığı tarihten 15 yıl sonra hayata geçmiştir.
Geliştirdiği devrimci programı uygulamak için iktidar olmanın şart olduğunu bilmektedir. İlk teşkilat faaliyetlerine başladığı Harbiye dönemindeki hedeflerinde dahi iktidar olmak bulunmaktadır. Gözü hep iktidarda olan Mustafa Kemal, iktidar olmak için ne gerektiği sorusuna
da doğru yanıtı vermiştir: Teşkilat, yani parti. Çünkü devrimci programı hayata geçirmek için kuvvet gerekir, toplumsal kuvvet de ancak teşkilatla olur.
Harbiye yıllarından ölümüne kadar içinde yer aldığı teşkilatlar, bazen parti adını taşımasa da siyasal parti niteliğindedirler. Bu sonuca varmamızın nedeni, bu teşkilatların hepsinin, hangi adı taşırsa taşısın iktidarı hedeflemiş olmalarıdır.
Devrim mücadelesinde geriye düşüşlerin yaşandığı dönemler hep olmuştur. Birinci Dünya Savaşı yenilgisi üzerine de, Türkiye’de İttihat ve Terakki’nin kısmen dağılması nedeniyle bir teşkilatsızlık yaşanır. O günlerde gazeteci Refi Cevat (Ulunay) Bey, Mustafa Kemal’e sorar:
“Paşam, milli mukavemet. Güzel. Ama neyle? Hangi askerle, hangi silahla, hangi parayla?”
Mustafa Kemal’in bu soruya yanıtı, o gün de “teşkilatla!” olmuştur:
“Eksik olan şey, teşkilattır. Bu teşkilat organize edilebilirse, vatan da millet de kurtulur.”(3)
Mustafa Kemal’in teşkilata, yani partiye verdiği önem, savaş dönemi için de geçerlidir. Salt askeri bakımdan değerlendirilirse, savaş koşullarında belirleyici olan silahlı gücün durumudur denilir genelde. Ancak Mustafa Kemal, bu koşullarda bile “önce teşkilat” demiştir. Bunu Ali Fuat Cebesoy, hatıralarında “öncelik partinin mi, silahlı gücün mü örgütlenmesindedir” şeklinde bir tartışma yaşadıklarını anlatarak belirtir.(4) Mustafa Kemal’e göre iktidarı ele geçirecek ve orduyu yönetecek bir parti kurulmadan, silahlı gücün bir etkisi olmaz. Önce iktidarı alacak teşkilatı kurup geliştirmiş, ardında da teşkilatın ordusunu şekillendirmiştir.
İstibdat döneminden Jön Türk devrimine, Birinci Dünya Savaşı yenilgisinden Kurtuluş Savaşı zaferine ve Cumhuriyet’in kuruluşuna uzayan inişli çıkışlı bir dönem. Bu uzun süre boyunca da, Harbiye sıralarından son nefesine kadar teşkilatlı ve teşkilatçı olan Mustafa Kemal. Bu çalışmada, söz konusu dönemleri ve Mustafa Kemal’in teşkilat faaliyetini birlikte ele alarak; hem devrimci liderin çok üzerinde durulmayan bir yönünü incelemiş, hem de bugün için sonuçlar çıkarmış olacağız.

1. HARBİYE VE HARP AKADEMİSİ’NDE İLK GİZLİ TEŞKİLATLANMA

“Harbiye senelerinde siyaset fikirleri baş gösterdi… Memleketin idaresinde ve siyasetinde fenalıklar olduğunu keşfetmeye başladık.”(5) Bu sözler, başta Mustafa Kemal olmak üzere Harbiye’deki subay adaylarının yaşadıkları bilinç sıçramasını göstermektedir. Herkes yattıktan sonra, koğuşta gizlice Namık Kemal’in kitapları okunur. Bir gece Mustafa Kemal, Ali Fuat’a seslenir ve “Fuat kardeşim, bunu ezberleyelim” der. Kastettiği şey, okul idaresinin okunmasını yasakladığı Namık Kemal’in “Vatan Kasidesi” adlı eseridir. Mustafa Kemal, yavaş bir sesle okumaya başlar:
“Felek, her türlü esbab-ı cefasın toplasın, gelsin
Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten”(6)
Mustafa Kemal’in bu dizelerle anlattığı kararlılığı, Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu kötü durumu kavramasından ve bir çıkış yolu aramasından kaynaklanmaktadır. O yıllarda içinde bulundukları durumu nasıl gördüklerini Ali Fuat Cebesoy, şöyle anlatır:
“Hürriyet taraftarlarının adeta omuzlarına basarak 31 Ağustos 1876’da tahta çıkan Sultan Hamid, en müstebit hükümdarlardan biri olmuştu. Memlekette hürriyet yoktu. Biz genç Harbiyeliler, Fransız İhtilali Beyannamesi’nde insan hak ve hürriyetlerine verilen önemi gizli de olsa okumuş ve öğrenmiştik.
“Mustafa Kemal’i, üçüncü sınıfta meşgul eden en önemli şey, işte bu hürriyet meselesi idi, bunu kurtardıktan sonra her sahada idareyi düzeltmek mümkün olabilirdi. Bunun için de muhakkak teşkilatlanmak lazımdı. Teşkilatı memleket içinde ancak genç subaylar yapabilirlerdi.”(7)
Mustafa Kemal, bu dönemde Harp Akademisi’ne giremeyeceğini düşündüğü arkadaşlarından güvendiklerine, gittiklerdi yerlerde teşkilat kurmaları için telkinlerde bulunur. Aynı zamanda Mustafa Kemal, Harp Okulu’nda birkaç arkadaşıyla birlikte ilk teşkilatını kurmuştur. Ali Fuat, İsmail Hakkı ve Ömer Naci’nin de yer aldığı bu teşkilat, gizli şekilde kurulup faaliyet yürütmüştür. Harp Okulu öğrencilerine yönelik, el yazısı ile bir dergi çıkarmaya başlamışlardır. Bu dergi, iki veya üç sayı çıkarılabilmiştir.
Mustafa Kemal, aynı zamanda Fransız devrimci basınını ve Fransa’daki Jön Türklerin yayınlarını takip edebilmek için özel Fransızca dersi almaya başlar. Bu gazeteleri çevirip, her Cuma akşamı bir sınıfta toplanmış olan arkadaşlarına anlatır. Bu olay bile tek başına Mustafa Kemal’in yaşamında ve tercihlerinde devrimin ihtiyaçlarını esas aldığını göstermektedir.

Gizli teşkilat, Harp Akademisi’nde çalışmalarına devam eder

Mustafa Kemal, Harp Akademisi’ne geçtikten sonra, Harbiye’de kurdukları gizli teşkilatın ilk sonuçlarını Makedonya’da vereceğini düşünür. Tasarladığı devrimin merkezinin Makedonya olduğunu tespit eder; bunu “en müsait iklim Makedonya’dadır” diyerek ifade eder.(8) Bu yüzden de Harp Akademisi’ne geçemeyip göreve başlayacak olanlardan Rumeli’ye gideceklerle özel olarak ilgilenmektedir.
Mustafa Kemal’in liderliğinde Harbiye’de kurulan gizli teşkilat, çalışmalarına Harp Akademisi’nde de devam eder. Çıkardıkları dergiyi gizlice öğrencilere yaymaktadırlar. Mustafa Kemal, çalışmalarını şöyle anlatır:
“Binlerce kişiden ibaret olan Harbiye talebesine bu keşfimizi (Memleketin idaresinde ve siyasetinde fenalıklar olduğunu keşif -yn) anlatmak hevesine düştük. Mektep talebesi arasında okunmak üzere mektepte el yazısıyla gazete tesis ettik.
“Sınıf dahilinde ufak teşkilatımız vardı. Ben idare heyetine dahildim. Gazetenin yazılarını çoğunlukla ben yazıyordum.”(9)
Ancak bu durum, Abdülhamit’in hafiyelerinden Mektepler Nazırı Zülüflü İsmail Paşa tarafından duyulur ve padişaha aktarılır. Padişah tarafından uyarılan Okul Nazırı Ali Rıza Paşa, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını Veterinerlik dershanesinde dergiyi hazırlarken basar. Ancak Ali Rıza Paşa, dergiyi görmezlikten gelir ve öğrencilerini ders dışındaki şeylerle uğraşmamaları için uyarmakla yetinir. Bu olay üzerine dergi çıkarmaya ara vermek zorunda kalırlar.

Gizli teşkilata Saray operasyonu yapılır

Mustafa Kemal ve arkadaşları Harp Akademisi’ni bitirmiş, tayinlerini beklemektedir. Bu sıralarda Sirkeci’de bir pansiyon kiralarlar. Mustafa Kemal, bir ev kiralamalarının nedenini şöyle açıklar:
“Erkan-ı Harbiye sınıflarının nihayetine kadar bu işlere devam ettik. Yüzbaşı olarak mektepten çıktıktan sonra İstanbul’da geçireceğimiz müddet zarfında bu işlerle daha iyi iştigal için bir arkadaş namına bir apartman tuttuk.”(10)
Harp Akademisi’ndeki teşkilatı ve çalışmalarını sürdürmek amacıyla bu evi, teşkilat merkezi olarak kiralarlar. Zaman zaman burada buluşarak en başta rejim meselelerini tartışırlar. Mustafa Kemal, arkadaşlarına görev yerlerinde rejimi değiştirmek amaçlı gizli teşkilatlar kurmalarını telkin eder. Arkasından yine tekrar etmektedir:
“Bizim için en müsait iklim Makedonya’dır.”(11)
Kiraladıkları pansiyona evsiz olduğunu zannettikleri için kabul ettikleri Fethi adındaki adam, Harp Akademisi’nden beri onları izleyen Zülüflü İsmail Paşa’nın casusudur. Sonuçta Mustafa Kemal ve arkadaşları, kurmay subay oldukları günlerde hapsedilirler. Harp Okulu’ndaki zabitan tevkif evine yerleştirilmişlerdir. Mustafa Kemal, tutuklanmasını şöyle anlatır:
“Kendisine yardım da etmeye karar vermiştik. İki gün sonra kendisinden Beyazıt’taki bir kıraathanede buluşmak üzere pusula aldım. Gittiğim vakit yanında Saraydan bir yaver gördüm. Bizim odadaki arkadaş İsmail Hakkı’yı götürmüşler. Bir gün sonra ben de yakalandım. Fethi meğer bir hafiye imiş. Bir müddet tek başına hapis kaldım. Sonra mabeyne götürdüler. Sorgudan anladık ki gazete çıkarmaktan, teşkilat yapmaktan, apartmanda toplanıp görüşmelerde
bulunmaktan sanıktık. Daha önceki arkadaşlar itiraf da etmişler. Birkaç ay tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldım.”(12)
Mustafa Kemal, birkaç ay boyunca hapishanede kalır ve arkadaşlarından daha geç salınır. Çünkü o liderdir ve bu bilinmektedir. Bundan dolayı da tayini Makedonya’ya değil, Şam’a yapılır. Bir başka deyişle Şam’a sürgün edilir. Sürgün edildiğinin en büyük kanıtı, hakkında çıkan tayin kararında “kolay vasıtalar ile memleketine gidemeyecek bir yere gönderilmesi” ifadesinin yer almasıdır.(13)

II. VATAN VE HÜRRİYET CEMİYETİ

Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin kuruluşu

Mustafa Kemal’in Şam’da tanıştığı süvari kumandanı Lütfü Bey, onu tüccar Mustafa Bey ile tanıştırır. Mustafa Bey, devrimci fikirleri nedeniyle İstanbul Tıp Fakültesi’nden atılmış ve üç yıl kalebentliğe mahkum edilmiş biridir. Şam’a gelerek ticarete başlamıştır. Mustafa Kemal ile tanışmadan önce birkaç teşkilat kurma girişiminde bulunmuş, ama başarılı olamamıştır. Mustafa Kemal, Şam’da bulduğu bu kişilerle “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”ni kurar. Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin Beyrut, Yafa ve Kudüs teşkilatlarının kurulmasına da bilfiil Mustafa Kemal önderlik eder.
“‘Hürriyet Cemiyeti’ namında bir cemiyet vücuda getirdik. Bunu genişletmek için aldığımız
tedbirler arasında benim muhtelif askeri sınıflarda staj yapmak bahanesiyle Beyrut, Yafa ve Kudüs’e gitmem vardı. Böylece hareket ettim. İsimlerini saydığım yerlerde teşkilat yapıldı.”(14)

Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin tartışmalı kuruluş tarihi

Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin kuruluş tarihi hakkında bugüne kadar çeşitli tartışmalar yaşanmıştır. Farklı kaynaklarda çelişkili bilgiler yer almaktadır. Örneğin Prof. Afet İnan, Nisan 1937 tarihli Belleten’de yer alan “Atatürk’ü Dinlerken” başlıklı makalesinde bu cemiyetin kuruluş tarihi olarak Ekim 1906’yı belirtir.(15) Hikmet Bayur ise, “Atatürk, Hayatı ve Eseri” adlı eserinde cemiyetin 1906 ilkbahar veya yazında kurulduğunu kaydeder.(16) Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya da, “Türkiye’de Siyasi Partiler” adlı eserinde cemiyetin 1906 Aralık’ında kurulduğunu kaydeder.(17)
Bu olayla ilgili olarak Ali Fuat Cebesoy, şöyle demektedir:
“Atatürk’ün hayatına dair yazılan bazı eserlerde, bu gizli cemiyetin 1906 yılı Ekim ayında kurulduğu ileri sürülmektedir. Bunda bir yanlışlık olsa gerekir. Çünkü bu tarihte Mustafa Kemal Şam’da değildi.”(18)
Oysa o dönemde, Harp Akademisinden mezun olan kurmay yüzbaşılar, toplam iki yıl staj görmekteydiler. Bu iki yıl içinde her sınıftaki staj süresi de sekiz aydı. Mustafa Kemal’in süvari stajı, Nisan 1905’te başlamış ve sekiz ay sürmüştür. Dolayısıyla yukarıda verilen tarihlerin doğru olması mümkün değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk “devlet salnamesi”nde de cemiyetin 1321 Teşrinievvel’de (Ekim 1905) kurulduğu belirtilmektedir.(19) Ayrıca Faik Reşit Unat, Belleten’in 102. sayısında çıkan incelemesinde Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin Ekim 1905’te, yani Mustafa Kemal 24 yaşındayken kurulduğunu kanıtlamıştır.(20)

Mustafa Kemal, Selanik’te cemiyetin teşkilatını kurar

Mustafa Kemal’e göre, Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin kurulduğu bölgede gelişme şansı yoktur. Ancak Makedonya’da bu teşkilatın hızlı gelişeceği de kesindir. Bu yüzden Selanik’e gitme kararı verir ve arkadaşlarının da yardımıyla, 1906 Nisan’ında Selanik’e geçer. Topçu Subayı Hüsrev Sami, Ömer Naci, Yüzbaşı İsmail Hakkı, Binbaşı Bursalı Tahir ve Hoca Mahir ile birlikte Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin Selanik şubesini kurar. Bu kuruluş toplantısında bulunan Hüsrev Kızıldoğan, toplantıyı şöyle anlatır:
“Müzakereyi Mustafa Kemal açtı. Memleketin genel durumunu, Rumeli ahvalini, İkinci Sultan Hamid’in mahiyetini kısaca açıkladıktan sonra dedi ki:
“Millet zulüm ve istibdat altında mahvoluyor, hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve izmihlal vardır. Her terakkinin ve kuruluşun anası hürriyettir. Tarih, bugün biz evlatlarına bazı büyük vazifeler tahmil ediyor. Ben Suriye’de bir cemiyet kurdum. İstibdat ile mücadeleye başladık. Buraya da cemiyetin esasını kurmaya geldim. Şimdilik gizli çalışmak ve teşkilatı taazzuv ettirmek (organlaştırmak) zaruridir. Sizden fedakarlıklar bekliyorum. Kahredici bir istibdada karşı ancak ihtilal ile cevap vermek ve köhneleşmiş olan çürük idareyi yıkmak, milleti hakim kılmak, hulasa vatanı kurtarmak için sizi vazifeye davet ediyorum.”(21)
Mustafa Kemal’in konuşmasının ardından Hüsrev Sami’nin tabancası masaya konur. “Sonra masaya konan tabancayı birer birer öperek onun üzerine yemin ettiler.”(22)
Mustafa Kemal’in Selanik’te bulunduğu İstanbul tarafından öğrenilince, hapsedilmesi için Selanik’e emir verilmiştir. Bunun üzerine Mustafa Kemal, Şam’a geri döner.

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katılması

Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin Selanik şubesi, 27 Eylül 1907’de İttihat ve Terakki Cemiyeti ile birleşme kararı alır. Ardından tayini Selanik’e Mustafa Kemal’den önce çıkan, Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin kurucularından Ali Fuat da, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katılır. Mustafa Kemal, 13 Ekim 1907’de Şam’dan 3. Ordu Karargahı’nın bulunduğu Manastır’a atanır. Selanik’e geldiğinde Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni tekrardan canlandırma çabasına girişmez. Çünkü kendisinin Şam’da bulunduğu dönemde, İttihat ve Terakki Cemiyeti, devrimci teşkilatların çekim merkezi haline gelmiştir. Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin Selanik şubesindeki arkadaşları da, İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde önemli görevler üstlenmiş durumdadırlar. Dolayısıyla Mustafa Kemal, devrim programını gerçekleştirmek için o dönemin devrimci teşkilatına katılmayı doğru bulur. 29 Ekim 1907 tarihinde de Selanik’te İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye olur.

III. İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ İÇİNDEKİ ÇALIŞMALARI VE MÜCADELELERİ

Mustafa Kemal, program ve örgütlenme yapısı bakımından İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni yetersiz bulmakta, eleştirmektedir. Bu konu hakkında Ali Fuat’a şöyle der:
“Meşrutiyet’in ilanı yeter çare olamaz. Cemiyetin bir siyasi parti haline gelerek hükümeti, Meşrutiyet’in ilanından sonra ele alması lazımdır. Parti, önceden bu vazifesini hazırlamış ve ne yapacağını programlamış olmalıdır. Aksi takdirde, ikinci meşrutiyet de birincisinin akıbetine uğrar.”(23)

İmparatorluğun devamı ile milli devlet programlarının mücadelesi
Mustafa Kemal’e göre meşrutiyet, dağılmakta olan Osmanlı İmparatorluğu’nun gövdesi yerine Türk çoğunluğunun yaşadığı kısım üzerinde kurulmalıdır. Büyük devletlerin Osmanlı

İmparatorluğu’nu tasfiyesi yerine, devrimci idarenin kendisi bir Türk devleti kurmalıdır, tasfiye işini kendi yapmalıdır. Mustafa Kemal, 1905’ten beri savunduğu milli devlet programını arkadaşlarına anlatmaya devam eder:
“... Şu halde devlet enkazının çökmesiyle hasıl olacak enkazın altında ezilip perişan olmak mı, yoksa çoğunluğu Türk olan milli bir sınıra çekilerek burasını savunmak mı daha doğru ve hayırlı olacak? Ben, selameti ikinci fikrin tatbik edilmesinde görüyorum.”(24)
Mustafa Kemal, milli devlet programını İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde hakim kılmanın zor olduğunun farkındadır. Buna rağmen, bu programın savunulması gerektiğini arkadaşlarına ifade eder:
“Biliyorum. İleriyi görmek istemeyenler, imparatorluktan toprak fedakarlığı yapılmasını hoş karşılamayacaklar, hatta bizi ihanetle itham edecekler olacaktır. Biz buna rağmen görüşlerimizin Meşrutiyet sonrası için bir program haline getirilmesini sağlamalı ve onu gerek Merkezi Umumi’de ve gerekse arkadaşlar arasında şiddetle müdafaa etmeliyiz.”(25)
İhtilal sonrasına ilişkin bu fikirlerini İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Genel Merkezindeki bir toplantıda açıklar. Bazı arkadaşları fikrine destek verir. Ancak Cemiyet’in Merkezi Umumi’sinin büyük çoğunluğu Mustafa Kemal’in fikirlerine katılmamaktadır. Bu toplantının ardından Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki Cemiyeti Genel Merkezi’ne çağrılmaz olur. Ardından da Üsküp’e Merkezi Umumi Rehberi olarak tayin edilir. Bu dışlanmaya rağmen Mustafa Kemal, Üsküp’teki cemiyet şubesinin toplantılarına katılır.

“Bir lider olsaydı, bu vaziyete düşmezdik”

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bir lideri bulunmamaktadır. Öne çıkan isimler vardır, ancak içlerinden birisi cemiyetin lideri olarak belirlenmemiştir. Mustafa Kemal, bu örgütsel yapıyı tehlikeli bulmaktadır:
“…Meşrutiyet ilan edilecek, fakat ondan sonra ne olacak? Hala ihtilali temsil edebilecek aralarında anlaşmış bir heyet ve lider yok. İhtilalden sonraki vaziyet çok fena olacaktır.”(26)
Meşrutiyetin ilanından sonra, Mustafa Kemal’in bu endişesi doğrulanmaya başlamıştır. Sadrazam Sait Paşa tarafından hazırlanan Hatt-ı Hümayun’ın 10. maddesi, Harbiye ve Bahriye nazırlarının

seçimi yetkisini padişaha vermektedir. Bu madde, Kanun-i Esasiye’ye aykırıdır ve halk tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Mustafa Kemal, bu gelişme üzerine şu yorumu yapar:
“İşte, tahminlerimiz birer birer çıkıyor. Eğer ihtilal öncesi, ihtilal sonrası için elimizde bir plan ve bu planı tatbik edebilecek bir lider olsaydı, bu vaziyete düşmezdik.”(27)

Parti ve ordu ilişkisi
Meşrutiyetin ilanından sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ordu üzerindeki inisiyatifi zayıflar. Bu durumu gören Mustafa Kemal, devleti savaşların beklediğini düşündüğü için, ordunun gücünü ve disiplinini korumasına çok önem verir. Bundan dolayı da, ordunun siyasetten çekilmesini ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bunu uygulamasını savunur. Bu fikrini Cemiyet’in Genel

Merkezinde de dile getirmiştir; ancak tepkiyle karşılanmıştır. Mustafa Kemal, bu konu üzerine subaylarla yaptığı sohbetlerden birinde kendisine şu sorulur:
“- Mustafa Kemal Bey, belki doğru söylüyorsunuz. Hürriyeti baltalamak isterlerse, ne yaparsınız?
“Mustafa Kemal, elini şiddetle masaya vurdu.
“- Bak, o zaman başka, cepheye gider gibi üzerlerine giderim.”(28)
Bu dediğini de 31 Mart gerici ayaklanmasının bastırılmasında gerçekleştirmiştir.

Mustafa Kemal, Trablusgarp’a gönderilir

Mustafa Kemal’in İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne yönelttiği eleştiriler ve savunduğu fikirler, onun Selanik’ten uzaklaştırılması gerektiğinin düşünülmesine neden olur. Bu çerçevede Cemiyet Genel Merkez yönetimi, Mustafa Kemal’in Meşrutiyet’e karşı çıkan isyanı bastırmak amacıyla Trablusgarp’a gönderilmesini kararlaştırır. Böylece İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ilk kongresinin toplanacağı, milletvekili seçimlerinin yapılacağı, cemiyet-hükümet ilişkilerinin şekilleneceği bir dönemde Mustafa Kemal, Selânik’ten uzaklaştırılır.(29) 1908 yılının sonlarında Trablusgarp’a giden Mustafa Kemal, isyanı kışkırtan derebeylerinin şehri basıp kendisini öldürmeye karar verdiklerini öğrenir. Bu olay üzerine şöyle der:


“Arkadaşların beni ne için Trablusgarp’a göndermiş olduklarını o zaman daha iyi anladım ve tedbirlerimi de ona göre derhal aldım.”(30)
Mustafa Kemal, Trablusgarp’taki isyanı bastırır ve devlet otoritesini hakim kılar. 1909 Ocak ayında da Selanik’e geri döner. Döndükten sonra ilk işi cemiyete gitmek olur.
“Derhal cemiyete uğradım. Arkadaşlar toplantı halinde idiler. Heyetin yüzlerine baktım ve işte geldim, dedim. Utanan bazı azalar, başlarını önlerine indirdiler.”(31)
Mustafa Kemal, 31 Mart ayaklanmasının bastırılmasından Eylül 1909’daki İttihat ve Terakki Cemiyeti kongresine kadar geçen süre boyunca, dışlanmasının da etkisiyle askeri meselelerle ilgilenir.

İttihat ve Terakki 2. Genel Kongresi’nde Trablusgarp delegesi Mustafa Kemal

22 Eylül 1909’da İttihat ve Terakki Cemiyeti 2. Genel Kongresi, Selanik’te toplanır. Mustafa Kemal, kongreye Trablusgarp delegesi olarak katılmıştır. Kongrede yaptığı konuşmada cemiyetin ordu politikasını eleştirir; millet içinde kök salınması ve siyasi partiye dönüşülmesi gerektiğini vurgular:
“Ordu mensupları Cemiyet içinde kaldıkça millete dayanan bir parti kuramayız. Orduyu da zaafa uğratırız. Bugün mensuplarının çoğu İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin üyesi olan 3. Ordu esas itibariyle modern bir ordu sayılamaz. Ordu ile cemiyeti ayıralım. Cemiyet, tam manası ile siyasi bir parti halinde milletin bünyesinde kök salsın. Ordu da asli vazifesiyle uğraşsın. Bunun için

Cemiyet’in muhtaç olduğu subayları veyahut Cemiyet’te kalmak isteyen ordu mensuplarını, istifa suretiyle Ordu’dan çıkaralım. Cemiyet’e mal edelim.”(32) Mustafa Kemal’in konuşmasının kongrede yarattığı etkiyi, kongrenin umumi katipliğini yapan Tevfik Rüştü, “ortaya attığı tez kongrenin başlıca uğraşma konusu olmuştu” diyerek anlatır.(33) Şevket Süreyya Aydemir de, Mustafa Kemal’in bu kongredeki önerilerini şöyle sıralar:
1) Cemiyetin bir siyasi partiye dönüştürülmesi, 2) Ordunun siyaset dışı bırakılması, 3) Cemiyetin Masonlukla olan ilişkilerinin kesilmesi, 4) Cemiyetin üyeleri arasında eşitlik ilkesine dikkat edilmesi, 5) Hükümet işleriyle din işlerinin birbirinden ayırt edilmesi.(34) Mustafa Kemal, bu kongreyle ilgili şunları belirtir:
“Meşrutiyetin ilanından sonra teşkilat yapmak için Trablusgarp’a gönderilmiştim. Her defa orada İttihat ve Terakki Kongresi’ne delege seçiliyor, fakat gitmiyordum. Bir defa yalnız bu maksadı anlatmak için gittim. Maksadımı kabul ettirdim.
“Fakat muvaffakiyet, yalnız kongrenin teorik kararında kaldı. Tatbik edilmedi. İttihat ve Terakki’nin bazı şahısları ile aramızda Meşrutiyet’ten sonra başlayan fikir ihtilafları nihayet derecede şiddetlendi ve hemen bu ana kadar devam etti.”(35)
Bu arada Mustafa Kemal’in bu ifadesinden, 1908 yılında Trablusgarp’a giderken aldığı görevinin sadece isyanı bastırmak olmadığını, orada İttihat ve Terakki teşkilatı kurmak görevinin de
bulunduğunu anlamaktayız.

Mustafa Kemal’in ordu içindeki gizli teşkilatı

Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki 2. Genel Kongresi’nin ardından subaylardan oluşan gizli bir cemiyet kurar. Çünkü Mustafa Kemal’in eleştirileri İttihat ve Terakki tarafından dikkate alınmamıştır ve ordunun durumu gün geçtikçe kötüye gitmektedir. Bu cemiyetin İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne alternatif olarak kurulduğuna dair bir olgu bulunmamaktadır. Sözkonusu cemiyetin amacı, ordu içerisinde disiplini sağlamak ve bunun için ordu mensuplarına telkinde bulunmakla sınırlıdır. Abdurrahman Çaycı da cemiyetin amacını, kısaca orduyu modernleştirmek ve “cemiyetin örgütü aracılığıyla fikirlerini yaymak, bir defa bu kanaatlerini kabul ettirdikten
sonra, duruma göre harekete geçmek” olarak belirtmektedir.(36) Mustafa Kemal, cemiyeti
Nuri (Conker), Fuat (Bulca), topçu zabitleri Hamdi ve Kazım, Miralay Rasim ve Mülazım Mahmut ile birlikte kurar. Bu kişilerin hepsi, aynı zamanda İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin üyeleridirler.
İstanbul’un Mustafa Kemal’in gizli cemiyetinden haberdar olması üzerine, cemiyet daha örgütlenme aşamasındayken, Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa, Mustafa Kemal’i İstanbul’a çağırır. Ancak cemiyet, bunun üzerine çalışmalarına devam etmiştir. Mustafa Kemal’den sonra cemiyete Nuri Bey; Nuri Beyin de Arnavutluk’a gönderilmesinin ardından Fuat Bey başkanlık yaparlar. Trablusgarp savaşının çıkmasıyla birlikte cemiyetin liderleri, bu bölgeye giderler. Böylece cemiyet çalışmalarını tatil etmek zorunda kalır.(37)

Mustafa Kemal’in İttihat ve Terakki içindeki son çabası

Mustafa Kemal, Trablusgarb Savaşı’na (1911-1912) ve Birinci Balkan Savaşı’na (1912) katılır. Birinci Balkan Savaşı’nın kaybedilmesinin ardından İttihat ve Terakki Cemiyeti, Babıali baskınını yaparak iktidarı tamamen ele geçirir. Bu olay, ordu içinde çeşitli tepkilere neden olur. Aynı zamanda Mustafa Kemal ve arkadaşları ile İttihat ve Terakki Cemiyeti yönetiminin arası daha da açılır. Yaşananlara tepki duyanlardan biri olan Ali Fethi’nin askerlikten alınıp, parti umumi katipliğine getirilmesi düşünülür. Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki içinde bu yolla bir şeyler yapılabilir düşüncesiyle, Ali Fethi’nin bu görevi kabulü için ısrar eder ve kabul ettirir. Kongre yaklaştığında Ali Fethi ve Mustafa Kemal birlikte bir nutuk hazırlarlar. Ali Fethi’nin okuyacağı
nutukta üç esas vardı:
1) Ordu kesin olarak ve gerçekten siyasadan ayrılmalıdır.
2) Devlet siyasasını partinin merkez-i umumisi değil, meclis grubu yapmalıdır ve denetlemelidir, ona göre gerekli kimseler mebus seçtirilmelidir.
3) Merkez-i umumi İstanbul ve taşralardaki teşkilat işleriyle uğraşmalıdır.(38)
Kongrede nutkun umumi katip tarafından okunması gerekirken, Ali Fethi’nin hazırladığı nutuktan şüphelenenler, onun konuşmasına fırsat vermezler. Başka biri tarafından Merkezi Umumi adına değişik bir nutuk okunmuştur. Bu yaşanan da Mustafa Kemal’in İttihat ve Terakki’yi doğru bir çizgiye çekmek için her fırsatı değerlendirdiğini göstermektedir. Ancak her seferinde de belli engellerle karşılaşmakta ve planlarını gerçekleştirememektedir. Sonunda Mustafa Kemal, 27 Ekim 1913’te Sofya’ya ateşemiliter olarak atanır.
Bu atama, Mustafa Kemal’in İttihat ve Terakki içinde yaşadığı dışlanmanın vardığı son noktadır. Böylece Mustafa Kemal, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne kadar tarihin kenarına itilmiş olur. Bunun temel nedeni, Mustafa Kemal’in milli devlet programının tek seçenek haline gelmemiş olmasıdır. İttihat ve Terakki’nin programının tarihsel olarak yaşanması gerekmektedir. Çağın dışındaki programlar başarısızlıkla sonuçlanınca, çağın ihtiyacı olan milli devlet programının ve devrimin lideri Mustafa Kemal, beklediği yerden çıkarak tarih sahnesindeki yerini almıştır.

Sonraki yıllarda İttihat ve Terakki’ye bakışı

Mustafa Kemal, Mütareke’nin ardından İstanbul’da bulunduğu dönemde çok çeşitli görüşmeler yapar. Bunların önemli bir kısmı da yabancı temsilcilerle yapılan görüşmelerdir. İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin başındaki kişi olan Rahip Frew, bir Fransız çift aracılığıyla Mustafa Kemal’le görüşmeyi sağlar. Mustafa Kemal’in ne konuşacaklarını sorması üzerine, “İttihat ve Terakki’nin cinayetlerini evvela tasdik etmelisiniz” der. Mustafa Kemal, buna “ben İttihat ve Terakki’nin temsilcisi değilim” şeklinde yanıt verir. Rahip Frew’in konuşmaya devam etmesi üzerine Mustafa Kemal, şunları söyler:
“Müsaadenizle söyleyeyim ki, İttihat ve Terakki vatanperver bir cemiyet idi. Başlangıcından çok zaman sonrasına kadar ben de bu cemiyet içinde bulundum. Cemiyet hiçbir vakit sizin bu aşağılamalarınıza hak verdirecek bir mahiyet almamıştır. Çok kusurları ve yanlışları olabilir. Ama vatanperverliği münakaşaların üstündedir.”(39)
İttihat ve Terakki, Talat Paşa başkanlığındaki son kongresinde kendini feshedip Teceddüt Fırkası adı altında örgütlenme kararı almıştı. Mustafa Kemal’in İstanbul’da bulunduğu dönemde, hakkında Teceddüt Fırkası’na girdiğine dair bazı haberler çıktı. 30 Aralık 1918’de bir açıklama yaparak bu iddiaları yalanlar.(40) (2, s.294)
Mustafa Kemal, 1923’te Anadolu Ajansı muhabirine verdiği demeçte de İttihat ve Terakki hakkında şunları söyler:
“Vaktiyle zaten birçoğumuz o cemiyetin kurucusu veya üyelerinden bulunuyorduk. Son kongresi kararıyla tarihe intikal eden söz konusu cemiyetin ilgilileriyle daha sonra teşekkül eden Teceddüt Fırkası mensuplarının büyük kısmı büyük milletimizin yüksek azminden doğan Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’ne iştirak ve iltihak etmiş ve bu cemiyetin programını kabul
eylemiştir.”(41)

IV. BAĞIMSIZLIK SAVAŞININ ÖNCÜ PARTİSİ:
ANADOLU VE RUMELİ MÜDAFAA-İ HUKUK TEŞKİLATI

İstanbul’daki çalışma ve girişimleri

Mondros Mütarekesi’nin ardından İstanbul’a gelen Mustafa Kemal, çalışmalarına burada da devam eder. Bu çerçevede yabancı ve yerli birçok kişiyle görüşür, Ahmet İzzet Paşa

hükümetinde Harbiye Nazırlığı görevi almaya çalışır, Tevfik Paşa hükümetinin güvenoyu almaması için uğraşır, padişahı ziyaret eder. Ancak bu girişimlerinden olumlu bir sonuç alamaz. Bunun üzerine Mustafa Kemal, Şişli’deki evinde arkadaşlarıyla birlikte ne yapılması gerektiği üzerine çalışmaya başlar. Ali Fuat, Kazım Karabekir, Rauf, İsmet, Tevfik Rüştü Beyler, o dönemde eve gelip gidenlerin başlıcalarıdır. Mustafa Kemal’in Şişli’deki evinde hükümet darbesi yapmak amacıyla ihtilalci bir komite kurulur. Hedefleri padişahı devirmek, hükümeti düşürmek ve yeni bir hükümet kurmaktır.
Mustafa Kemal, Falih Rıfkı Atay’a anlattığı anılarında bu ihtilalci komiteyi anlatır:
“Bir gün Fethi Bey ve dört müşterek arkadaşımızla birlikte, bir hayli münakaşadan sonra, ihtilalci bir komite kurmaya karar verdik ve ihtilalci tedbirler düşünmeye başladık: Padişahı değiştirmek, kabineyi düşürmek, yeni bir kabine kurarak daha azimli hareketlere başvuru gibi...”
Mustafa Kemal, bu dönemde Fethi Bey’in sahibi ve başyazarı olduğu Minber gazetesine de
ortak olur. Amacını, “fikirlerimizi birlikte yayımlamak” diye ifade eder. Falih Rıfkı Atay, Mustafa Kemal’in İstanbul’daki çabalarının sonucunu şöyle değerlendirir:
“Günler geçti, geçti. Mustafa Kemal ve bazı arkadaşları şu kanaate vardılar ki, Vahdettin’i öldürmekten, hükümeti düşürmekten esaslı bir netice almaya imkan yoktu.”(42)
Bu denemenin yarar getirmeyeceğini anladıklarında, Anadolu’ya geçmenin tek çıkar yol olduğuna kanaat getirir.(43) Mustafa Kemal, bu noktayı Vakit gazetesi başyazarı Ahmet Emin Bey’e şöyle anlatır:

“…İstanbul’da oturup milleti haberdar etmek imkanı da kalmamıştı. Dolayısıyla yapılacak şeyin İstanbul’dan çıkıp milletin içine gitmek ve orada çalışmak olduğuna karar verdim.”(44)
Mustafa Kemal, Nutuk’ta o zaman düşünülen kurtuluş çarelerini sıraladıktan sonra şöyle der:
“Efendiler. Bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da hakimiyeti milliyeye müstenit, kayıtsız şartsız müstakil yeni bir Türk Devleti tesis etmek!
“İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsunda Anadolu topraklarına ayak basar basmaz tatbikatına başladığımız karar, bu karar olmuştur.”(45) Bundan anlaşılıyor ki; Mustafa Kemal, Anadolu’ya geçmeden önce stratejik kararını vermiştir. Bu stratejik hedef, Mustafa Kemal’in 1905’de şekillendirdiği milli devlet programının devamı ve güncellenmiş halidir.

Anadolu’ya çıkış ve yerel teşkilatlarla ilişki

Belirtilen stratejik hedefin gerçekleştirilmesi, bu hedefe uygun milli bir teşkilatın kurulmasına bağlıdır. Mustafa Kemal tarafından Refet Bey, Kazım Karabekir ve Ali Fuat Paşalara 29 Mayıs 1919’da gönderilen gizli telgrafta teşkilat konusuna değinilir. Mustafa Kemal, arkadaşlarına “bağımsızlığımızın savunulmasının emrinde gerekli teşkilatın (tabii ki gizli) ve dışarıdan fark edilmeyecek şekilde kurulmasını zaruri görüyorum” der.(46)
Mustafa Kemal, Anadolu’ya geçtikten hemen sonra, ilk iş olarak sayısı hızla artan yerel örgütleri
tanımaya, yaygınlaştırmaya ve güçlendirmeye çalışır. Bunun ilk adımı olarak da bu örgütlerle ilişkiye geçer. Mustafa Kemal, Havza’ya geldiği gibi örgütlenmeyle ilgilenmeye başlar; Diyarbakır, Erzurum, Van, Bitlis, Elazığ, Sivas Vilayetleri ile Erzincan ve Kayseri Müstakil Mutasarrıflıkları’na şu telgrafı çeker:
“Vilayatı Şarkiye Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin vilayet merkezleriyle sancaklarında ve çevresinde teşkilatı var mıdır? Belli başlı kurucuları ve temsilcileri kimlerdir? Civar vilayetlerdeki teşkilatlarıyla irtibat ve haberleşmesi var mıdır? Başka dernekler var mıdır? Araştırılarak bildirilmesinde yardımınızı rica ederim.”(47)
Mustafa Kemal’in aynı konuyla ilgili Trabzon’a çekmiş olduğu diğer bir telgraf şöyledir:
“1. Trabzon’daki Ademi Merkeziyet Cemiyeti’nin tarihi ve programı nedir? Hükümetin müsaadesini almış mıdır? Kurucuları kimlerdir? Şimdiye kadar hükümetçe tespit edilmiş olan eylemleri ve hareket çizgileri nedir?
“2. Vilayatı Şarkiye Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin Trabzon’daki merkez ve temsilcileri kimlerdir?
“3. Her iki derneğin merkez ve çevre vilayetlerdeki teşkilatı ne derecededir? Bu iki dernekten başka dernek var mıdır? Acilen bildirilmesini rica ederim.”(48)
Bu telgraflardan Mustafa Kemal’in, sözkonusu örgütlerin durumunu öğrenmek için gerekli bütün soruları sorduğu anlaşılmaktadır. Çekilen telgraflarda Vilayati Şarkiye Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin durumunun sorulmasının temel nedeni, var olan teşkilatlar içinde en yaygın ve kuvvetli olanın Vilayati Şarkiye Müdafaai Hukuk Cemiyeti olması idi. Mustafa Kemal de bu
gerçekliği esas almış ve kısa süre sonra örgütlenme çalışmalarına bu cemiyet üzerinden başlamıştır.
Mustafa Kemal, ayrıca Konya’da Cemal Paşa’ya Kilikyalılar Cemiyeti’yle nasıl bağlantı sağlayabileceğini ve merkezlerinin Konya’ya alınmasının uygun olup olmayacağını sorar.(49)
Cemil Paşazade Kasım Bey’e gönderdiği telgrafta da, Diyarbakır Müdafaai Hukuku Milliye ve Reddi İlhak Cemiyeti’nin güçlendirilmesini, sancak ve kazalara yayılmasının sağlanmasını ister.(50) Kazım Karabekir’e 16 Haziran 1919’da yolladığı telgrafta, Anadolu’ya çıktıktan sonraki uğraşını şöyle anlatır:
“...gelişimden bugüne kadar en çok önem verdiğim taraf, ... milleti hür ve bağımsız yaşatmaya yönelik teşkilatın, Müdafaai Hukuku Milliye ve Reddi İlhak cemiyetlerinin her nahiyeye varıncaya kadar yaygınlaştırılmasının esaslarını hazırlamak oldu.”(51) Mustafa Kemal’in 18 Haziran 1919’da Edirne Kolordu Komutanı Cafer Tayyar’a çektiği telgraf, teşkilatlanmaya ilişkin hedeflerini ve kafasındaki modeli göstermesi bakımından anlamlıdır. Anadolu’daki teşkilatlanmanın geldiği noktayı ve bunun Rumeli’de de yapılması gerektiğinin belirtildiği telgrafta, şu önemli noktalar bulunmaktadır:
“…Bu yüce hedef için, Müdafaai Hukuku Milliye ve Reddi İlhak Cemiyeti’nin kapsamlı adı kabul edilmiştir.
“Anadolu’daki teşkilat, kaza ve nahiyelere kadar genişliyor. İngiliz himayesinde bağımsız bir Kürdistan kurulması hakkındaki İngiliz propagandası ve bunun taraftarları da bertaraf edildi.
Kürtler de Türklerle birleşti.
“Trakya Cemiyeti ve Edirne Vilayeti Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti ile de el ele vermek ve bütün Anadolu ve Trakya Müdafaai Hukuku Milliye ve Reddi İlhak Cemiyetlerini birleştirmek ve bütün Anadolu ve Rumeli vilayetlerinin delegelerinden oluşan kuvvetli bir merkezi heyet kurmak kararı alındı.”(52)
Mustafa Kemal’e göre milli mücadeleyi kazanmak için, kurulmuş olan teşkilatları tek bir merkezde toplamak ve bu teşkilat içinde de Türkler ile Kürtleri birleştirmek şarttır. Mustafa Kemal, bu planı çerçevesinde 22 Haziran 1919 tarihli Amasya Tamiminde, Sivas’ta milli bir
kongre toplanacağını bildirir. Bütün vilayetlerin her livasından seçilecek üç kişinin kongreye katılmak üzere yola çıkarılmasını ister.(53)

Vilayeti Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye’nin kuruluşu

Mondros Mütarekesinin ardından Ermenistan’a doğu illerinden toprak verilmesi gündeme gelince, doğu illerinin ileri gelenleri harekete geçer. Ana hedefleri, doğu illerinden bir karış toprağın dahi vatandan koparılmasına engel olmaktır. İstanbul’da bazı gazeteler ziyaret edilerek, tehcir aleyhine olan yayın önlenmeye çalışılır.
Bu girişimlerden de sonuç alınamayınca, bir grup aydın, İstanbul’da toplantılar yaparak harekete geçme kararı alır. Temel hedefleri, “kayıtsız şartsız Türk hukukunu muhafaza, doğu topraklarından herhangi bir parçanın Ermenistan’a terkedilmesi halinde veya herhangi bir fiili
tecavüz karşısında doğu vilayetleri halkının silahlı müdafaasını temin eylemeye çalışmaktır.” Bunun için de 2 Aralık 1918’de “Vilayeti Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti”ni kurma kararı alınır ve teşkilatın esasları belirlenir. Söz konusu cemiyetin kurucuları şu kişilerdir: Hoca Raif Efendi, Beyrut eski Valisi İsmail Hakkı, Hicaz eski Valisi Mahmut Nedim, Bayezid (Ağrı) mebusu Şefik, Diyarbekir mebusları Zülfü ve Feyzi, Süleyman Nazif, Cevat Beylerdir.
Hükümete beyanname verilerek izin alınır ve ardından yine İstanbul’da cemiyetin yayın organı olan “Hadisat” gazetesi çıkarılmaya başlar. Gazetenin başında Süleyman Nazif bey bulunmaktadır.
Cemiyetin kurucularından Hoca Raif Efendi, bölgede şubeler açmak üzere Erzurum’a gelir.
Diğer bir görevi de “Vilayeti Şarkiye Kongresi” toplamaktır.(54)

Atatürk’ün benmerkezciliği reddi

Mustafa Kemal, Vilayeti Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti’nin ne kuruluşunda, ne de programının hazırlanmasında yer almıştır. “Vilayeti Şarkiye Kongresi”nin toplanmasına da Cemiyet kuruluşunda karar verilmiştir. Samsun’a çıktığında, var olan teşkilatlar içinde en yaygın ve güçlü olanının Vilayeti Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti olduğunu tespit etti. Ayrıca bir kongre toplama hazırlığında olduklarını da öğrendi.
Bu koşullarda Mustafa Kemal, “ben kendi teşkilatımı kurarım” demedi. Var olan teşkilatların içinde güç ve program bakımından en uygu olanına girmeyi tercih etti. Bu tavrı, ittihat ve Terakki’ye katılırken de göstermişti.

Doğu’dan başlayan teşkilatlanma

Mustafa Kemal, Erzurum’a geldikten sonra Vilayeti Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti’nin reisi ve idare heyeti ile yoğun temaslarda bulunur. Bu temaslardan birinde Hoca Raif Efendi’ye şöyle der:
“Memleketin kurtarılması gayesi ile teşekkül eden bu cemiyetleri birleştirmek, onlara umumi bir şekil vermek, bir merkezden idare etmek lazımdır.”(55)
Erzurum Kongresi, mevcut Cemiyetler Kanunu’na göre toplanır ve örgütlenmesini yapar. Kongrede alınan kararlar ve seçilen Heyet-i Temsiliye, Erzurum Valiliğine bildirilir ve valilik tarafından Doğu Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin kuruluşu onaylanır. Mustafa Kemal’in örgütlenmeye ilişkin attığı adımlarda meşruiyete verdiği önem, Erzurum Kongresi örneğinde görülmektedir. Devrimi yapacak parti oluşturulurken, yasal imkanları değerlendirme önemsenmiş ve meşruluk esas alınmıştır. Erzurum Kongresi’nde seçilen Heyet-i Temsiliye üyelerine bakıldığında da, halk nazarında temsil yeteneği güçlü ve meşru bir kurulun oluşturulmasına dikkat edildiği görülür.(56)
Erzurum Kongresi’nin tartışmalı konularından biri de Mustafa Kemal’in Heyeti Temsiliye’ye girmesini gerekli olup olmadığıdır. Bu tartışmaların üzerine Mustafa Kemal, yakın arkadaşlarına “Temsil Heyeti’ne ben girmeliyim ve bu Hayati Temsiliye’nin seçtiği bir delege olarak da resmen Sivas Kongresi’ne katılabilmeliyim” der. Ona göre bu tür işlerde radikal ve açık olmak gerekir.
Mustafa Kemal, “perde arkasında kalıp” oradan yönetmek gibi bir tarzı “anlamsız bulur”.(57)

Teşkilatın Anadolu’yu kapsaması

4 Eylül 1919’da Sivas Kongresi toplanır. Mustafa Kemal, açış konuşmasında Sivas Kongresi’ne neden gerek duyulduğunu şöyle belirtir:
“Erzurum Kongresi yalnız Doğu Anadolu delegelerinden teşekkül etmiş bulunduğu için yetkisini bu daire dahiline hasretmek mecburiyetini nazarı dikkatte tutmuştur. Ancak Batı Anadolu ve
Rumeli delegelerinin katılımıyla ortaya çıkabilecek geniş ve kapsamlı yetkinin kullanılmasını muhterem heyetinizin huzurunda olması şartına bağlı ve kayıtlı gördü.”
Mustafa Kemal, bundan dolayı Erzurum Kongresi’nde kurulan teşkilatın adına “Anadolu Müdafaa” veya “Anadolu-Rumeli Müdafaa” denilmediğini söyler. Eğer böyle yapılsaydı, Cemiyet’in İstanbul’daki beş-on kişiden kurulu ve milletle bağı olmayan girişimlerden bir farkı olmazdı.(58)
Mustafa Kemal, Doğu Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi adına dört kişiyle birlikte Sivas Kongresi’ne katılır. Erzurum Kongresi’nde kabul edilen Cemiyet Nizamnamesi üzerinde değişiklikler yapılarak, Sivas Kongresi’nin kararları alınır. Bu değişiklikler neticesinde, Cemiyetin adı Doğu Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti yerine Anadolu ve Rumeli Müdafaai
Hukuk Cemiyeti olur; “Heyeti Temsiliye, Şarki Anadolu’nun heyeti umumiyesini temsil eder” kaydı yerine “Heyeti Temsiliye vatanın heyeti umumiyesini temsil eder” denir.(59)

Savaşın ve devrimin Öncü Partisinin kuruluşu

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurulmasıyla birlikte, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı andan itibaren kafasında olan devrimci teşkilat modeli hayat geçmiş olur. Artık bütün milleti temsil edecek ve yönetecek bir teşkilat kurulmuştur. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin (ARMHC) kurulmasının yarattığı etkiyi Kazım Özalp şöyle anlatır:
“… Üç gün devam eden bu kongrenin (19 Kasım 1919 tarihli Balıkesir Redd-i İlhak Kongresi -yn) aldığı en mühim karar, Anadolu’daki Hayat-i Temsiliye ile muhabere edilerek Redd-i İlhak unvanının bundan sonra Müdafaa-i Hukuk olarak değiştirilmesinin kabul edilmesidir. Bu suretle, bütün Anadolu’nun müşterek bir gaye uğrunda tek bir kitle halinde hareket ettiği ve bu mukaddes gayeye erişebilmek için Erzurum’dan İzmir’e kadar bütün memleket halkının aynı heyecanla mücadeleye atıldığı ilan edilmiş oluyordu.”(60)
Mustafa Kemal, 10 Ekim 1919’da Sivas’ta bulunan Yenigün muhabirine açıklamalarda bulunur. Muhabirin, Müdafaai Hukuk teşkilatının gücüyle ilgili sorusunu şöyle yanıtlar:
“Memleketin her kısmında tesir icra etmiş olan aynı sebepler, aynı maksat uğrunda, her yerde milli teşkilat vücuda getirilmesini doğurmuş ve nihayet bütün bu dağınık teşkilat birleşerek memlekete yayılmıştır.”(61)
ARMHC’nin kuruluşundan itibaren Anadolu’da yürüttüğü örgütlenme faaliyeti, İstanbul hükümetine yaptığı baskılar, 1919 seçimlerinde oynadığı rol, merkez ile yerel arasındaki bağın kurulduğu organ olması ve örgütlenme biçimi, adı her ne kadar cemiyet olsa da aslında bir parti örgütlenmesi olduğunu göstermektedir.

İttihat ve Terakki’nin devamı iddiaları

Mustafa Kemal, Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin kuruluşu sırasında ortaya atılan “bunlar İttihatçı” iddiaları hakkında Yenigün gazetesinin muhabirine bir açıklama yapar. Mustafa Kemal, “Bize
İttihatçı diyenler unutuyorlar ki, milli harekat, bütün millet tarafından icra edilmektedir” der. Bu iddiaları boşa çıkarmak için alınan tedbiri de şöyle açıklar:
“...gerek şimdiye kadar yayımladığımız beyannamelerde ve gerek Genel Kongre’de kabul edilen yemin suretiyle, hiçbir partiye mensup olmadığımızı ve İttihatçılıkla alakamız bulunmadığını kainata ilan ettik.”(62)
Sivas Kongresi kararlarının “Cemiyet’in Unvanı” başlıklı maddesinde ARMHC kastedilerek, “İşbu milli cemiyet, her türlü parti cereyanından uzaktır” ifadesi yazılıdır.(63) Bu vurgulamanın
nedeni, girişilen örgütlenmenin İttihat ve Terakki’nin bir devamı olarak görülmesinin istenmemesidir. Bunun nedeni İttihat ve Terakki’nin Birinci Dünya Savaşı sonucunda halkın gözünde yaşadığı prestij kaybı, bunu bilen İstanbul hükümetinin de ARMHC hakkında “İttihat ve Terakki’nin devamıdır” iddiasında bulunmasıdır. Bu nokta, Mustafa Kemal’in meşruluğa büyük önem vermesinin bir başka örneğidir.

“Particilik etmeye mecbur olacağız”

Sivas Kongre’sinde yapılan “yemin metni” tartışmasının tutanaklarında önemli bir ayrıntı bulunmaktadır. Yemin metni olarak sunulan suretlerden birinde “particilik emellerinden uzakta çalışacağıma” ifadesi geçmektedir. Mustafa Kemal, bu ifadeye itiraz eder. “Bu yemin tarzından particilik yapılmayacağı anlaşılıyor” diyen Mustafa Kemal, itirazını şöyle dile getirir:
“Halbuki mesela mebus seçimlerinde tarafımızdan bir etki yapılacak olursa, diğer partiler
mutlaka karşılık verecek ve aleyhimize hareket edeceklerdir; yani müdahale edersek, muhalefet karşısında kalıp particilik etmeye mecbur olacağız; etmezsek, maksat yarım kalacaktır.”
Bu sözlerden Mustafa Kemal’in, Müdafaai Hukuk Cemiyeti’ni bir parti olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Onun esas dikkat ettiği nokta, Cemiyet’in eski veya halihazırdaki partilerle ilgisi olmadığını halka göstermektir. Bunda da en çok İttihat ve Terakki’nin üzerinde durulması gerekmiştir.(64)
2 Ekim 1919’da Damat Ferit hükümetinin düşmesi üzerine, var olan tereddütlerin dağılmasıyla birlikte, ARMHC örgütlenmesi genişler. Özellikle Batı bölgelerinde, Ali Fuat Paşa önderliğinde yapılan çalışmalarla ARMHC teşkilatları kurulur. Bütün bunlara rağmen, bazı yerlerde gelişmeye uygun olmayan durumlarla karşılaşılmaktadır. Örneğin Reddi İlhak Cemiyeti, 20 Ekim 1919’da bir büyük kongre toplamaya çalışır. Mustafa Kemal’in amaçlarını ve yapısını tasvip etmediği Karakol Cemiyeti, İstanbul dışında Bursa’da da örgütlenmeye başlar. Yapılan doğru müdahalelerle bu yanlış girişimlerin önüne geçilir.
20-22 Ekim 1919 tarihlerinde Bahriye Nazırı Salih Paşa ile Amasya’da görüşülür ve ikisi gizli beş protokol üzerinde anlaşır. Mustafa Kemal, Amasya görüşmesine değinirken, “Bizce, teşkilatı milliyenin ve Heyeti Temsiliyenin, hükümeti merkeziye tarafından resmen tanınmış bir mevcudiyeti siyasiye olduğunu…teyid ettirmek esastı” der.(65)

Meclisi Mebusan’daki “parti çekirdeği”

18 Kasım 1919’da yapılan Heyeti Temsiliye toplantısında İstanbul’da açılacak Meclisi Mebusan’da grup kurulması hususu da tartışılır. Mustafa Kemal, konuşmasında “Meclisi Mebusan’da millet ve memleket haklarını müdafaa etmek için bir grup vücuda getirmek lazım gelir” demiştir. Ardından grubun kuruluşuna ilişkin hareket tarzı ele alınır. Bu esnada Rüstem Bey, “Demek ki bunlar Milli Meclis’te teşekkül edecek partinin çekirdeği olacak” der. Mustafa Kemal, bu soruya “evet” diye yanıt verir. Bu konuşmalardan da anlaşılacağı üzere, Meclisi
Mebusan’daki grup oluşumu dahi, parti örgütlenmesinin inşası şeklinde değerlendirilir.(66)

“İmansız, cebin, cahil idiler”

İstanbul’da toplanacak Meclisi Mebusan’a seçilen Müdafaai Hukuk Cemiyetli vekillerin izleyeceği yol belirlenir. Mustafa Kemal, vekillerle grup halinde yaptığı görüşmelerde yönlendirmelerde bulunur. Yapılması gerekenlerin başında “Müdafaai Hukuk Cemiyeti Grubu”nun kurulması gelmekteydi. Mustafa Kemal, bu durumu “kongreler esasatına sadık oldularını beyan ettikleri için milletçe vekil intihabedilen zevat; her şeyden evvel,... cemiyete nispetini gösterir unvanda bir grup yapacaktı” diye açıklar.
Ancak Meclisi Mebusan’da bu adla bir grup kurulmaz; kurulan grubun adı Felahı Vatan’dır.
Mustafa Kemal’in görüşlerini sorması üzerine İstanbul’da bulunan Mazhar Müfit Bey, şunları yazar:
“Felahı Vatan dediğimiz Grubun ahvali hakikiyesini biliyor musunuz? Bunu mütecanis ve birlik bir grup mu tasavvur ediyorsunuz? Herkes bir fikir, bir havada; Grupta sağlam bir baş ve Grupa
yakışacak bir intizam yok...Bütün çekinme ve korku, aman bizi dağıtmasınlar, maazallahü taala ya fesholursa...Hulasa, ben bu gruptan bir fayda görmüyorum.”(57)
Atatürk, Büyük Nutkunda Müdafaai Hukuk Grubunu kuramayanlar için şu sert ifadeleri kullanır:
“...bu grupu teşkil etmeyi, vicdan borcu, millet borcu bilmek vaziyet ve kabiliyetinde bulunan efendiler, imansız idiler...cebin idiler...cahil idiler.
“İmansız idiler; çünkü, amali milliyenin ciddiyet ve katiyetine ve bu amalin mesnedi olan teşkilatı milliyenin salabetine (kesinliğine) inanmıyorlardı.”(68)

Erzurum-Sivas-Ankara hattının sonucu: Devrimci hükümet

Erzurum ve Sivas Kongrelerinin sonuçları, kurulan Heyeti Temsiliye’nin faaliyetleri ve İstanbul’un işgali neticesinde Meclisi Mebusan’ın dağılışı bir araya gelince, Ankara’da bir hükümet kurmanın koşulları oluştu. Bir başka deyişle, Erzurum’da başlayan teşkilatlanma ve Sivas’ta bunun bütün Anadolu’yu kapsaması, Ankara’dan otorite kurabilecek bir güce ulaşılmasını sağladı. Meclis’in açılmasıyla kurulan hükümet, yeni devletin ilk ciddi adımlarını attı. Bunların başında ilk anayasamız olan 1921 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu gelir.

Müdafaai Hukuk Grubu’nun kuruluşu

Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun gündeme gelmesinin ardından Meclis’te ayrışmalar yaşanmaya
başladı. Söz konusu grupların hiçbirinde karar temin edecek çoğunluk bulunmamaktadır. Mustafa Kemal, bu durumu şöyle açıklar:
“En basit meselelerde bile Meclis’ten karar almak imkanı kalmıyordu. Ben bunu çok tehlikeli gördüğümden, bir tedbir düşündüm ve hatırıma gelen şey, bu ufak parçaları birleştirmek ve bir grup haline koymak oldu.”
Böylece olaya bizzat müdahalenin zorunlu olduğunu gören Mustafa Kemal’in önderliğinde “Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Grubu” kurulur. Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Grubu Program ve Tüzüğü, 10 Mayıs 1921’de kabul edilir. Program, Misakı Milli ve Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun hayata geçirilmesi şeklinde özetlenmiştir. “Dahili Nizamname” kısmında da Grubun çalışma kuralları ve görevler belirlenmiştir.(69)
Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti Bütün Livalar Heyeti Merkeziyelerine 23 Mayıs 1921’de gönderilen telgrafta, Gruptaki görev dağılımı da belirtilmiştir. Buna göre, Mustafa Kemal, Müdafaai Hukuk Grubunun heyeti idare reisliğine seçilir. Grup heyeti idaresi, genel kongrenin toplanmasına kadar aynı zamanda Cemiyet’in de merkezi idaresi görevini yürütecektir.(70)
Mustafa Kemal, Doğu Cephesi Kumandanı Kazım Karabekir Paşa’ya gönderdiği 20 Temmuz 1921 tarihli telgrafta, Müdafaai Hukuk Grubunun kuruluşunun nedenlerini açıklar. Meclis’te var olan zümrelerden biri üzerinden hareket ederek başarıya ulaşma şansı bulunmamaktadır. “Bu zümrelerin herhangi birini tutarak ... dayanılacak bir kütle meydana getirmek hususunda geçen bütün mesaimiz semeresiz kaldı.” Mustafa Kemal’e göre, bundan sonrası iki yol bulunmaktaydı.
Birincisi Meclis’in iş göremeyeceği düşüncesiyle hareket etmek, ikincisi de “bir çoğunluk zümresi meydana getirmek”ti.(71)

Müdafaai Hukuk Grubu Reisliği tartışması

Mustafa Kemal’in Meclis reisliğinin yanı sıra Müdafaai Hukuk Grubunun da reisliğini de üstlenmesi tartışmalara neden olur. Bu tür itirazda bulunanlardan biri de Kazım Karabekir Paşa’dır. Paşa, “bendeniz Zatı Samilerinin bu kabil siyasi fırkalara... iştirakten beri kalmasına bilhassa taraftarım” diyerek, Mustafa Kemal’in “tarafsız” kalmasını önermektedir.(72) Mustafa Kemal’e göre, kendisinin girişiminde bulunmadığı bir grup oluşumu, Meclis’teki düzensizliği sürdürmekten başka bir sonuca yol açmazdı. Bu tutumun “esaslı bir sebebi” bulunmaktaydı:
“Teşkilatı Esasiyesi için bütün hüviyetimle karışmış bulunduğum Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nden ayrılmaklığıma imkan olmadığından o cemiyetin mesaisinin çocuğu bulunan Meclis’te yine o cemiyeti temsil eden grubun dahilinde bulunmak kati zaruretindeyim.”(73)

“Parti örgütlenmesine başlanmıştır”

Mustafa Kemal, 4 Ocak 1922’de Frunze ve Abilov’la yaptığı görüşmede önemli bir açıklamada bulunur. Mustafa Kemal’in söyledikleri Müdafaai Hukuk’un bir parti olup olmadığı tartışmasını
da birinci ağızdan sonlandırmaktadır. Müdafaai Hukuk Grubu’nu kastederek, şöyle der:
“Sizin de gördüğünüz gibi, parti örgütlenmesine, kararlaştırıldığı şekilde artık başlanmıştır. Bizim grubun Meclis’te başkanlık divanı vardır... Teşkilatımız ‘Müdafaai Hukuk’ adı altında çalışmaktadır. Bu teşkilatın merkezden uzak bölgelerdeki birimleri, bütün illerde, ilçe merkezlerinde, kasabalarda ve daha küçük yerleşim yerlerinde aynı ad altında faaliyet
göstermektedir.”
Mustafa Kemal, bu görüşmede parti örgütlenmesinin geleceğine dair hedeflerini de belirtir. Muhalifleri korkutmamak ve halkı soğutmamak için “Müdafaa Hukuk” ismi değiştirilmemektedir. Müdafaai Hukuk’un mahalli teşkilatları, “burjuva ve din adamlarından temizlenecek”tir. Bunun için de yeni komiteler kurma ve merkez ile irtibatı kuvvetlendirmek amacıyla mahalli teşkilatlara güvenilir kişileri göndermek yoluna başvurulacaktır.(74)

V. ATATÜRK’ÜN DEVRİMCİ VE HALKÇI PARTİSİ

Halk Fırkası’nın kuruluşu
Barıştan sonrası için hazırlıklara girişilir. Devrimi “esaslı umdelere dayandırmak ve doğru istikametlerde devamlı kılabilmek” zorunludur. Mustafa Kemal, yurt gezilerinde fırka meselesini gündeme getirir. 7 Kanunuevvel 1922 tarihinde Ankara gazeteleri aracılığıyla “halkçılık esasına müstenit (dayanan) ve Halk Fırkası namıyla siyasi bir fırka teşkil etmek” niyetinde olduğunu açıklar.(75)

Kolektif çalışma tarzına örnek: Halk Fırkası’nın programının oluşturulması

Mustafa Kemal, Halk Fırkası’nın kuruluşu için bir tarz belirler. İzmir’de 2 Şubat 1923’te yaptığı konuşmada bunu şöyle açıklar: “Barıştan sonra Halk Fırkası namı altında bir siyasi fırka yapmak
tasavvurundayım ve bu fırkanın bir programını tespit edebilmek için, bütün millet fertlerinin, ihtisas, ilim ve fen erbabının kendi görüşlerini, fikirlerini bana ulaştırmalarını rica ederim. Ve bu beyanattan sonra hakikaten birçok raporlar, programlar, görüşler gelmektedir. Benim düşündüğüm şey, bütün bu görüşleri topladıktan sonra tasnif etmek ve ondan bir program çıkarmaktır.”(76)
Mustafa Kemal, “benim programım şudur, gelin birlikte çalışalım” demeyi doğru bulmaz.
“Ben istedim ki, takip olucak program, ...herhangi bir şahsın programı olmasın” der. “Bir insanlık kitlesini yalnız kendi kendime düşündüğüm ve hayal ve tasavvur ettiğim birtakım fikirlerin ve hissiyatın peşinde sürüklemek emelinde değilim.”(77)
Halk Fırkası’nın programı, milletin ortak iradesinin eseri olmalıdır. Bunu öyle çok ister ki, “temin etmek için mümkün olsaydı da bütün vatandaşları bir araya toplamayı ve hiç olmazsa bütün mütehassısları bir araya toplamayı, onlarla büyük bir kongre halinde görüşerek böyle bir program vücuda getirmeyi çok arzu ederdim” der.(78)
8 Nisan 1923 tarihinde, bütün bu çalışmaların sonucunda Mustafa Kemal’in kaleme aldığı “dokuz umde” ortaya çıkar. İkinci Büyük Millet Meclisinin seçimi sırasında açıklanan bu program, “fırkanın teşekkülüne esas olmuştur”.(79)

Müdafaai Hukuk-CHP bağlantısı

Mustafa Kemal, Trabzon Halk Fırkası’nın ziyafetinde yaptığı konuşmada (16 Haziran 1924) “Halk Fırkası, memleket ve millet her türlü dayanaktan mahrum bırakılarak felakete atıldığı uğursuz zamanda bütün milleti kadrosu içine alarak kuvvet ve kudret yapan, harici düşmanları kovan, dahili düşmanları imha eden, halka hürriyet ve hakimiyet temin eden mukaddes bir cemiyettir” der. Gazi’nin Halk Fırkası ile ilgili olarak belirttiği nitelikler, Fırka’nın Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin devamı olduğunu bir kez daha gösteriyor.(80)

CHP Genel Başkanlığını bırakmaması

Mustafa Kemal, Halk Fırkası’nın “siyasi bir mektep” olacağını düşünmektedir. Ancak arkadaşları ona köşeye çekilerek istirahat etmesini önerirler. Mustafa Kemal, “bunu yapabilmek için şimdiye kadar elde olunan neticelerin tespit olunduğu gibi devam edeceğine itimat etmek icap eder” der. Ancak bu konuda hala endişelidir. Devrim ilerledikçe, “onu hazmedemeyen
kuvvetlerin” ortaya çıkacağını biliyordu.(81)
Mustafa Kemal’in Cumhurbaşkanlığı ile Halk Fırkası reisliğini bir arada yürütmesi, çeşitli tartışmalara neden olur. Mustafa Kemal, Trabzon’da yaptığı bir konuşmada “bir reisicumhurun fırka reisliğiyle alakası cihetini ikide bir tekrar edenler ve bütün cihan bilsin ki, benim için bir taraflık vardır, bitaraflık değil” der. “Bir tarafım” diyen Mustafa Kemal, Cumhuriyet ile fikri ve toplumsal inkılabın taraftarı olduğunu belirtir. Bunlar aynı zamanda “Halk Fırkası’nın mefkuresi
ve esas umdesi”dir.(82)

The Times muhabirinin sorularına verilen cevaplarda “Gazi, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın reisi umumiliğini muhafaza etmektedir ve bunu muhafaza edecektir” denilir. Cevaplarda ayrıca Gazi’nin Reisicumhurluk görevi süresinin bitiminde “fırkası ile beraber ve fırkasının başında bilfiil çalışacağı” belirtilir.(83)

Atatürk’ün CHP’sinin görevleri

Cumhurbaşkanı Atatürk önderliğindeki CHP, o dönem devrimi korumak ve ilerletmek misyonunu üstlenmiştir. Toplamsal dönüşümün sağlanmasında da CHP’ye büyük görevler düşmüştür. Bunun en büyük örneği, CHP bünyesinde faaliyet gösteren Halkevleri’dir. Halkevleri, CHP’ye bağlı olarak, yurdun dört bir yanında örgütlenmiş ve aydınlanma mücadelesinin kurumu haline gelmiştir.
1931 CHF programında “Fırka, sarsılmaz kanaatle Cümhuriyeti, tehlikeye karşı her vasıta ile müdafaa eder” denilmiştir.(84) Yine aynı programda, devrimin korunması göreviyle ilgili olarak şu madde yer almaktadır:
“Fırka, milletimizin bir çok fedakarlıklarla yaptığı inkılaplardan doğan ve inkişaf eden prensiplere sadık kalmayı ve onları müdafaa etmeyi esas tutar.”(85)

TEŞKİLATSIZ ATATÜRKÇÜLÜK OLMAZ

Atatürk’ün yaşamından çıkan en büyük ders, teşkilatsız sonuca ulaşılamayacağıdır. Atatürk’ün içinde yer aldığı bütün teşkilatlar, girişte de belirttiğimiz gibi, iktidar hedeflidir ve bugünün siyasal parti kavramına denk düşmektedir.
Halka örgütlenme çağrısı yapıp, örgütlenmekten kaçmakla Atatürkçü olunmaz. Ayrıca halk nerede ve nasıl teşkilatlanacak? İktidar hedefi taşımayan oluşumlarda yer almayı yeterli gören anlayış, sivil toplumculuğun Atatürkçülük kılıfına bürünmüş halidir. Dernek, platform vb yapıların ufku, doğaları gereği sınırlıdır. Atatürk gibi örgütlenmek, ancak partiyle mümkündür.
“Nasıl örgütlenilecek” sorusunun verilecek yanıtı da, öncülerden başlayarak örgütlenmektir. Türk devrim tarihinde, özelde de Atatürk’ün önderliğindeki dönemde, işe önce öncülerden başlanılmıştır. Hiçbir devrim halkın kendiliğinden örgütlenmesiyle gerçekleşmemiştir, gerçekleşemez de.
Bir programın hayata geçmesi, ancak bir kuvvetin onu uygulamasıyla mümkündür. Toplumsal kuvvetin yaratılmasında yer almayanların dile getirdikleri bütün gerçekler, bilgiler, havada dağılmaktadır. Hatta bilgi olmaktan çıkmaktadır; çünkü bilmek ile yapmak arasındaki bağ, tarihin her devrinin değişmez kurallarından biridir. Teşkilatsız şekilde söylenenler, yakarış halinde kalmaya mahkumdur.
Partide örgütlenmenin gerektiğinin farkında olup, mazeret yaratmak için beğenmemezlik yapan aydın tipi de Atatürkçü olamaz. “Var da biz mi katılmadık” şeklindeki görüşü ifade edenler, Atatürk’ün kendini değil, kolektifi esas alan yönünü örnek almalılar. Devrimin başarısı için kuruluşunda yer almadığı bir teşkilata girebilmek; hatta kendi örgütünü devrimin merkezi haline gelen örgüte katılmak için feshetmek; bunlar Atatürk’ü önder kılan tavırlarıdır.
Atatürkçü olduğunu ifade edenlerin görmesi gereken bir gerçek daha var. Bugün İşçi Partisi varken, Atatürkçü başka bir partinin kurulamayacağı ortadadır. Bunun tersini iddia eden bütün girişimlerin geldiği nokta da herkesçe bilinmektedir.

Dipnotlar
1 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.1, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1998, s. 32.
2 Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, Yenigün Haber Ajansı Bas. ve Yay. A.Ş., İstanbul, Ekim 1997, s.145.
3 Sadi Borak, Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları, 2. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1998, s. 207
4Ali Fuat Cebesoy, Bilinmeyen Hatıralar, Temel Yayınları, İstanbul, 2002’den aktaran Doğu Perinçek, “Mustafa Kemal’den teşkilat derslerine devam”, Aydınlık, 15 Ağustos 2004.
5 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.12, Kaynak Yayınları, İstanbul, Aralık 2003, s. 162.
6 Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, s.44.
7 Age, s. 47.
8 Age, s.54.
9 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.12, s. 162.
10 Age, s. 162.
11 Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk 1, s.93.
12 Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Doğan Kardeş, İstanbul, 1969, s.32
13 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.12, s. 164.
14 Age, s. 163.
15 Afet İnan, “Atatürk’ü Dinlerken”, Belleten, Nisan 1937, sayı 2.
16 Hikmet Bayur, Atatürk, Hayatı ve Eseri, c.1, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 1990, s.16.
17 Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, s.150.
18 Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, s.116.
19 Haz. Ömer Sami Coşar, Atatürk Ansiklopedisi, c.1, Hakimiyet Gazetesi, 1973.
20 Faik Reşit Unat, “Vatan ve Hürriyet-İttihat ve Terakki”, Belleten, Nisan 1962, sayı 102.
21 Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, s.121.
22 Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s.49.
23 Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, s.153.
24 Age, s.155.
25 Age, s.157.
26 Age, s.165.
27 Age, s.186.
28 Age, s.182.
29 Prof. Dr. Abdurrahman Çaycı, Gazi Mustafa
30 Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, s. 193.
31 Age, s.194.
32 Celal Bayar, Ben de Yazdım, c.2, İstanbul 1966, s. 506
33 Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s.58
34 Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam: Mustafa Kemal, c.1, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1963, s. 147
35 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.12, s. 165.
36 Prof. Dr. Abdurrahman Çaycı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk -Hayatı ve Eseri, s. 10.
35 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.12, s. 165.
36 Prof. Dr. Abdurrahman Çaycı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk -Hayatı ve Eseri, s. 10.
37 Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, Yenigün Haber Ajansı A.Ş., İstanbul 1998, s. 38.
38 Hikmet Bayur, Atatürk Hayatı ve Eseri I, s.56.
39 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.3, s. 83.
40 Age, c.2, s. 294.
41 Age, c.15, s. 290.
42 Age, c.3, s. 80
43 Baki Öz, Atatürk’ün Anadolu’ya Gönderiliş Olayının İç Yüzü, Yenigün Haber Ajansı A.Ş., İstanbul, Aralık 2000, s. 16-25.
44 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.12, s. 168.
45 Kemal Atatürk, Nutuk, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, İstanbul, 1960, s. 12.
46 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.2, s. 337.
47 Age, c.2, s. 347.
48 Age, c.2, s. 348.
49 Age, c.2, s. 383.
50 Age, c.2, s. 389.
51 Age, c.2, s. 390.
52 Age, c.2, s. 394.
53 Age, c.3, s. 107.
54 Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, s. 18-20.
55 Age, s. 29.
56 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.3, s. 301.
57 Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, s. 109.
58 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.3, s. 313.
59 Kemal Atatürk, Nutuk, s. 12.
60 Kazım Özalp, Milli Mücadele I, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1971, s.75.
61 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.4, s. 261.
62 Age, c.4, s. 262.
63 Age, c.3, s. 357.
64 Age, c.3, s. 325.
65 Kemal Atatürk, Nutuk, s. 243.
66 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.5, s. 202-203.
67 Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, TTK Basımevi, Ankara, 1986, s. 543.
68 Kemal Atatürk, Nutuk, s. 360.
69 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.11, s. 159.
70 Age, c.11, s. 181.
71 Age, c.11, s. 249.
72 Kemal Atatürk, Nutuk, s.598.
73 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.11, s. 249.
74 Age, c.12, s. 204.
75 Kemal Atatürk, Nutuk, s.712.
76 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.15, s. 97.
77 Age, c.15, s. 347.
78 Age, c.15, s. 97.
79 Kemal Atatürk, Nutuk, s.712.
80 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.16, s. 310.
81 Age, c.15, s. 120.
82 Age, c.16, s. 310.
83 Age, c.17, s. 139.
84 CHF 1931 Programı, aktaran Doğu Perinçek, Kemalist Devrim 3-Altı Ok, Haziran 1999, İstanbul, s. 99.
85 Age, s.100.

TEORİ DERGİSİ AĞUSTOS 2006