Yankı Dergisi, bankacılık, merkez bankası ve devlet merkezinin İstanbul’a taşınması girişimleri hakkında İşçi Partisi’ne yönelttiği soruları, İşçi Partisi adına İP Üyesi, Eski Hazine Banka ve Kambiyo Genel Müdürü, BM Daimi Temsilci Yardımcısı Ali Kocatürk yanıtladı. Soru ve yanıtları aşağıda sunuyoruz.
YANKI- Kamu Bankasız devlet olur mu? Bu bağlamda dünyadaki uygulamalar nelerdir?
ALİ KOCATÜRK: Devletle Kamu Bankaları arasındaki ilişkilerin niteliği ve bu nitelikteki değişmeyle ilgilidir; ve bir dönüşüm sorunu olarak ele alınabilir. Bu dönüşüm, Kamu Bankaları – Özel Bankalar, ve tersi, çevrimlerinde kavranılabilir. Kuramsal olarak, Kamu Bankalarının Özel Bankalara dönüştürülmesi, bir yandan bu bankaların sahipliğinde diğer yandan da işlevlerinde değişiklik sağlanması, özelleştirme, olanaklıdır; karşıtı olanaklı olan, kamulaştırma, hiçbir şey imkansız değildir. Ancak, bunların birer olgu olarak gerçeklenmesi çelişiktir; özelleştirmenin olduğu yerde kamulaştırma, yada tersi, yoktur. ‘Kamu bankasız Devlet’ deyimlemesini, bu bağlamda, değerlendirmek gerekir. Kamu Bankaları, işlevleri yönünden diğer ticari bankalardan ayrılır: Bu bankalar, kamu yarar ve çıkarını gözetme ilkesine göre çalışırlar. Amaçları, salt kar etmek değildir; tersine, yüklendikleri, sosyal, finansman ve diğer görevler dolayısıyla, görev zararı yüklenen, ve kamu kaynaklarıyla bu zararları kapatılan kuruluşlardır.
IMF’ce benimsenen bir yaklaşım, Kamu Bankaları – Özel Bankalar çevrimini, özelleştirmeyi, bir evrim sürecinin kaçınılmaz sonucu olarak değerlendirmektedir. Buna göre, Özel Bankalar, Kamu Bankalarının gelişmiş bir biçimidir; tüm ekonomik faaliyetler, ticaridir, kar amaçlıdır. Bu bankalar, öte yandan, mevduat toplama ve kredi mekanizmasından dolayı, kamu yararına çalışmaktadırlar. Esasen, Devlet özel çıkarlarla kamu çıkarlarının çatışmasını önleyecek önlemleri almakla, bu çıkarlar arasında uyum sağlayacak düzenlemeleri yapmakla yükümlüdür. Bu görüş, Özel Bankaları, salt ya ticari yada yatırım bankalarına indirgemekte; Kamu Bankalarını ortadan kaldırmaktadır. Burada yalın gerçek şudur: özelleştirilen bir Kamu Bankası, artık, bir Kamu Bankası değildir; ve özelleştirme dolayısıyla, korunan bir özellik, bir kazanç olmadığı gibi aksine kayıp da vardır. Bu bankaların Kamu Bankalarından devşirilmesi olgusu, bu bankaların, banka olarak, Kamu Bankası olma karakterinin olumsuzlanmasından başka bir şey değildir.
Bu olumsuzlamanın olumsuzlanması gerekir. Nitekim, desteklediğimiz karşıt yaklaşım, Özel Bankalar – Kamu Bankaları çevrimini, kamulaştırma, gerçek bir evrim süreci olarak kavramaktadır. Nitekim, Kamu Bankaları, Özel Bankaların da işlevini, mevduat toplama ve kredi verme gibi, gerçekte, Özel Bankalara göre, daha gelişmiştir. Bir şeyin gerçek karakteri, o şeyin en gelişmiş biçimindedir; ve hatta kaynağına dönüldüğünde, bu karakterin orada örtük bulunduğu, baskıda tutulduğu, kendini açığa vurmadığı, söylenebilir. Özel Bankalar, doğaları gereği, kamu yarar ve çıkarına göre değil, fakat özel yarar ve çıkarlara göre çalışırlar. Bu çelişkinin çözümü, Kamu Bankalarının varlık nedenidir. Kamu Bankaları, özel yarar ve çıkar sağlamayan bankalardır. Kamu çıkarları, özel çıkarlara önceldir.
Bankalar, özünde, kamu yarar ve çıkarı içindir; ve tarihsel gelişmeleri bu amacı gerçekleştirmeye dönüktür. Varlıkları, bu özle çelişen bankalar, adları banka olsa bile, gerçekten banka değildir. O halde, bankaların kamusal niteliği, gerçek karakterleridir, yada doğru biçimleridir; kamulaştırma, bir ilke olarak, bu gelişmeyi yönlendiricidir. Bankacılık sisteminde, kamu bankalarının özelleştirilmesi, geriye dönüktür: ölü liberal ekonomi felsefesini yaşatmaya çalışmaktan, sosyal devleti, salt devlet anlayışına indirgemekten başka bir şey değildir.
Bankacılık sektöründe, son yıllarda, ortaya çıkan gelişmelerden kamu bankalarının tasfiye edilmekte oldukları, yada işlevlerinin giderek sınırlandırıldığı, ve yabancı bankalarla entegrasyona gidildiği gözlemlenmektedir. Bu eğilimin sürdürülmesi sonucunda, bir yandan BIS ve IMF, belki ileride Avrupa Yatırım Bankası, diğer yandan da Dış Bankalar gözetim ve denetimdeki bir bankacılık sektörüyle bütün ekonomik faaliyetlerde dışa bağımlık artacaktır.
Dünya Bankası tarafından yaptırılan, 66 ülkeyi kapsayan, ticari bankalarla sınırlı bir araştırmaya göre, 2000 yılı başı itibariyle, ticari bankaların toplam aktif varlıklarında devlet hissesi bulunmayan ülke sayısı 21’dir. Diğer yandan, devletin sahip olduğu ticari bankaların sektörün toplam aktif varlıklarına oranı, örneğin Almanya’da %43, Türkiye’de, ki sektörün toplam varlıkları 120 milyar dolar dolayındadır, %36’dır.
YANKI- Merkez Bankası ve diğer kamu bankalarının merkezinin Ankara’dan İstanbul’a taşınması mantığının altında size göre aslında ne var?
ALİ KOCATÜRK: Kamu Bankaları, BDKK, SPK, Merkez Bankası’nın İstanbul’a nakli, basit bir yer değiştirme hareketi olmamakla birlikte, bu harekete neden olan etkenler üzerinde durmak gerekmektedir.
Öteden beri, mali kontrolü özel bir elde toplayan kapsamlı, evrensel, bir sistem oluşturarak ülke ekonomilerini, BIS güdümünde, IMF ve IBRD vasıtasıyla, bağımsız Merkez Bankalarıyla, yönetmek ve ülke siyasetlerini biçimlemek konusunda sürdürülen çabaların, bir projenin, bulunduğu bilinmektedir. Bizi ilgilendiren yönüyle konunun üç boyutu bulunmaktadır: (1) BDDK’nın Hazine’den, TMSF’nın Merkez Bankası’ndan ayrılarak ayrıcalıklı, bağımsız, konumlanması; (2) Kamu Bankaları’nın özelleştirelerek ticari bankalara dönüştürülmesi, yani bunların KİT’lerin, esasen tasfiye edilmekte olduklarından, finansmanından çekilmesi ve sosyal amaçlı, destekleme, gibi faaliyetlere kısıtlanacağından bu görevlerden uzaklaştırılmaları ve ihtisas kredilerinin, hayvancılık, denizcilik, küçük imalata, v.d. dönük, ortadan kaldırılması; (3) Merkez Bankası’nın bağımsız kılınması ve giderek özelleştirilmesi.
KİT’ler esasen özelleştirilmiş ve özelleştirilmekte olduğundan, TMSF ve BDDK’ya ayrı bir varlık kazandırıldığından, yukarıdaki son iki husus üzerinde çabaların yoğunlaştığı gözlenmektedir. Nitekim, IMF’e verilen 7 Temmuz 2006 tarihli, Ali Babacan ve Durmuş Yılmaz imzalı, Niyet Mektubu’nda ‘devlet bankalarının özelleştirilmesiyle ilgili olarak yapılan hazırlıklarda’ mesafe katedildiği bildirilmekte, Halk Bankası ve Ziraat Bankası’nın özelleştirilmesinden söz edilmektedir. IMF’e göre, ülke raporunda, kamu bankalarının özelleştirilmesindeki gecikmeler, ‘üzüntü vericidir.’ Bilindiği gibi, istisnasız tüm Niyet Mektupları, IMF tarafından dicta edilen metinlerdir. Aynı Mektupta, BIS’e de gönderme yapılmaktadır.
BIS ve IMF tarafında benimsenen Hayek, White çizgisinde gelişen bir kuramda, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı ‘serbest ticaret-serbest bankacılık’ bağlamında savunulmakta ve altın-standartına, yeni şekliyle borç-paraya, borçlanmaya, dönüş amaçlanmaktadır. Desteklediğimiz karşıt kuramda, Kaldor, Itoh, Ansari burada sayılabilir, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, Hükümet’in icraatlarından bağımsız, ancak uluslararası mali örgütlerinin kararlarından bağımsız değildir. Bu ekonomik bağımsızlığın yitirilmesinden, tüm ekonomik faaliyetlerin uluslararası mali örgütlerin tercihleri doğrultusunda yürütülmesinden, ülkenin mali boyunduruk altına alınmasından başka bir şey değildir. Tedavüldeki para, bizde de son yıllarda gözleneceği gibi, tamamen, ‘sıcak para’ olarak bilinen, borçlanmaya, bu borçlanmadan kaynaklanan rezerv birikimine, dayanmakta, ekonominin gerçek gereksinimini dışlamaktadır, ve sermaye birikimini değil, ulusal yada uluslararası bankalara, ihraç edilen Hazine Bono ve Tahvilleri alım-satımıyla, faiz-rant aktarımı işlevini yerine getirmektedir. Verilen Niyet Mektubu’nda bu uygulamadan ödün verilmeyeceği vurgulanmaktadır. Dünya Bankası’nın yapısal uyum kredilerinde, Merkez Bankası’nın bağımsızlığının sağlanması sürekli korunan bir koşuldur.
Bu yer değiştirme hareketinin gerçekleştirilmesi durumunda, Merkez Bankasının özelleştirilmesinin, dolayısıyla salt bir bankaya dönüştürülerek Bankacılık Sektöründen ve Hükümet ile ilişkisinden koparılması, gündeme getirilmesi, bir sonraki hamle olarak ortaya çıkacaktır. Bu hareket, gök gürültüsü gibi, yağacak bir yağmurun ilk belirtisi olarak algılanmalıdır. Ülke çıkarlarını bilinçsiz olarak savunan Merkez Bankası’nın bağımsızlığından yana kimi kişilerin, bu vesileyle, tavırlarını gözden geçirerek tutumlarını değiştireceklerini umuyoruz.
YANKI- Devletin merkezi İstanbul’a mı taşınıyor? Taşınırsa ne olur?
ALİ KOCATÜRK: Bu yer değiştirme hareketi, bir yerde, Başkent’in İstanbula taşınmasıyla ilgili kimi kuşku yada kaygıları da ister istemez peşinden sürüklemektedir. Devlet Merkezi’nin İstanbul’a taşınması salt bir olasılık olarak ortadadır; ve her gerçek olgu gerçek olasılığı olanaklı olan bir olgudur. Ancak, burada bir gerçek olasılık yada olanağın bulunduğunu sanmıyoruz. ‘Taşınırsa ne olur?’—Kıyamet kopar! Çünkü, taşınması olanaksızdır: Tarihi nedenlerden, bağımsızlık savaşındaki tarihsel konumundan, dolayı taşınamaz; coğrafi nedenlerden, ulaşım, haberleşme, savunmada merkezi konumundan, dolayı taşınamaz; ulusal ideolojik nedenlerden, Cumhuriyet ve Devrim ile özdeşleşmesinden, dolayı taşınamaz.
Ankara, Mustafa Kemal Paşa’nın deyişiyle, ‘Türk’ün imkansızı imkan haline getiren kudretini’ bütün dünyaya gösteren somut bir örnek, ve de simge; emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi parolosunun, azim ve iradesinin, işareti; bozkırda, çorak topraklarda kan dökülerek atılan bir tohum, dikilen bir fidan, yeşertilen bir Devrim Çiçeği; Türkiye Cumhuriyeti’nin ağırlık merkezi; ışıldayan bir başka Kent, Baş-Kent’tir.