Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş herhangi bir yurttaş değil. Arkada kalan 40 yıllık dönemde sağ cephenin önemli ideologlarından biri olarak öne çıktı. AKP’nin kurucuları arasında yer aldı ve milletvekili oldu.
Prof. Yalçıntaş geçenlerde Haber Türk televizyonunda, daha sonra gazetelerin manşetlerine de yansıyan şu önemli açıklamaları yaptı:
“Konu, Türkiye’ye bir nifak gibi sokuldu. Nifak fitnedir ve adam öldürmekten de kötü bir şeydir… Amerikalılar türbanı bir fitne olarak gündemimize koydular.”
Sayın Yalçıntaş 1980 sonrasından bahsetmektedir. Gerçekten de Türbanın Türk toplum ve eğitim hayatına girmesi Kenan Evrenlerin askeri yönetimi dönemindedir.
Ondan önce tam yarım yüzyıl Türkiye’nin türban diye bir sorunu yoktu.
KIYAFET DEVRİMİ
Atatürk’ün liderliğindeki Cumhuriyet yönetimi 1925 yılında Kıyafet Devrimi’ni yaptı. Kurtuluş Savaşı yıllarında emperyalizmle işbirliği yapan gerici güçler, bu devrime karşı da direndiler. Bursa’da ve daha sonra Menemende meydana gelen gerici kalkışmalar, Devrimci Cumhuriyet’in kararlı tavrı ile ezildi.
Sonraki 55 yıl boyunca Türkiye’de, ne kamusal alanda ne de toplum hayatı içinde türban diye bir sorunu olmadı.
Toplum içinde, özellikle Anadolu’da geleneksel başörtüsü, kesinlikle dini bir simge olarak değil ama iş yaşamı içinde hayatı kolaylaştıran bir işlevle varlığını sürdürdü.
Türban, çarşaf ve benzeri giysiler, illegal olarak varlıklarını sürdüren tarikatların örgütlediği ve etkilediği yurttaşlar tarafından, yani toplumun marjinal bir kesimi tarafından kullanıldı.
1930’lardan 1980 yılına kadar Türkiye üniversitelerinde, kamu kurumlarında ve orta öğrenim kurumlarında dini simgeler ile boy göstermek kimsenin aklından bile geçmedi.
Çünkü Türkiye, emperyalizmle işbirliği halinde olan Ortaçağ kurum, ilişki ve ideolojisine karşı da başarılı bir toplumsal devrim gerçekleştirmişti.
Toplum, bu Devrim’i esas olarak benimsemişti.
SORUNUN ÇIKIŞI
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye yeniden adım adım emperyalizme bağımlı hale geldi. Emperyalist boyunduruk ilk iş olarak Cumhuriyet Devrimi’nin tasfiye ettiği Ortaçağ kurumlarını ve ideolojisini yeniden diriltti.
Tarikatlar örgütlendi, ekonomik güç kazandı ve toplum içinde giderek etkili konumlara yükseldi.
12 Eylül Darbesi, hem ülke üzerindeki emperyalist boyunduruğun ağırlaşmasında, hem de tarikatların toplumsal ve siyasal hayatımızda iktidar mevzilerine doğru bir atılım yapmasında bir dönüm noktasıdır.
Kenan Evrenler İmam Hatip liselerinde kız öğrencilerin Kuran derslerinde başlarını örtmelerine izin vererek ilk adımı attılar. Bir müddet sorma kız öğrenciler, bütün derslerde başlarını örtmeye başladılar.
Birkaç yıl sonra başları örtülü bir şekilde üniversite kapılarına gelen öğrencilerle birlikte türban sorunu da çıktı. Tarikatların artan gücü; sorunu, İmam Hatip Liselerinin ötesine taşıdı.
Prof Yalçıntaş’ın açıklamaları da bir kez daha gösteriyor ki, Türban Amerika’nın direktifleri doğrultusunda 12 Eylülcüler marifetiyle Türkiye gündemine sokuldu.
Sonraki yıllar, Amerika’nın Ilımlı İslam projesi içinde görev almaya soyunan siyasilerin, türbanı bir sömürü aracı olarak adım adım büyüttüğü yıllar olmuştur.
FİTNE VE NİFAK
Geldiğimiz yeri özetleyecek olursak;
Türban bir fitne ve nifak aracı olarak adeta bir bomba gibi Türkiye’ye yerleştirilmiştir. Sayın Demirel’in ifadesi ile “Bir ülkede baroları, üniversiteleri, siyaseti bölmek ve halkı bir evin içinde dahi bölmek suretiyle elde edilecek netice, herhalde sevinilecek bir netice değildir… Ülkenin huzuru bozulmuştur.”
Anayasa değişikliği ile çözülmüş olan bir “sorun” yoktur. Tam tersine deyim yerinde ise bombanın pimi çekilmiştir.
Bir insana; hayatının dört yıllık bir döneminde, “inancının gereği olarak başını ört ama ondan önce veya ondan sonra başını örtemezsin” diyemezsin. Asıl kavga şimdi başlayacaktır.
Bundan sonraki kavga alanları; kamu kurumları, orta öğrenim, ilk öğretim ve giderek toplumsal hayatın her alanıdır.
Ülkeye emperyalist bir gücün çıkarları doğrultusunda “nifak” sokulmuştur.
BÜYÜK SUÇ
Türkiye Büyük Ortadoğu Projesinin hedef ülkelerinden biridir. Büyük Ortadoğu Projesi, Türkiye’nin sınırlarının ve toplumsal hayatının yeniden düzenlenmesini öngörmektedir.
Yaşadığımız bölücü şiddet sorunu, bu planın sonucudur.
Mezhep ve inanç farklılıklarının kaşınmasıyla yaratılan sorunlar, bu planın sonucudur.
İskenderun’da Nusayri vatandaşlara “Siz azınlıksınız. Neden bunun farkında değilsiniz? Türkiye Cumhuriyeti ile bir sorununuz varsa çözelim!” diyen ABD Büyükelçisi Wilson, bu planın gereği olarak konuşmaktadır.
İşte türban’ın bir nifak ve fitne aracı olarak gündemimize sokulması da aynen bu örnekler gibi, Büyük Ortadoğu Planı’nın bir aracı olarak şimdi gündemimize oturtulmuştur.
Yani bir yanıyla din, siyasete alet edilmektedir.
Diğer yanıyla toplumumuz iç çatışmalara sürüklenerek emperyalizmin “böl parçala ve yönet” politikası hayata geçirilmektedir.
Yani vatana ve millete karşı en büyük suç işlenmektedir.
mbgultekin@ip.org.tr