ABD, Türkiye’yi bölme ve Cumhuriyeti yıkma hamlesinin eşiğinde, milliyetçi ve laik görüntülü bir iktidar hazırlığı içine girmiştir. Türkiye’yi kurtuluşa götürecek hükümetin kilit partisi, İşçi Partisi’dir.

• ABD, 2002 yılında İslam dünyasına saldırıya hazırlanırken, sahte İslamcı bir iktidarı Türkiye’nin başına oturttu. Türk ordusunun içerden kuşatılması açısından da, Haçlı güdümündeki tarikatların yönetim mevkilerine getirilmesi en uygun çözümdü.
• ABD...

Tarih:

• ABD, 2002 yılında İslam dünyasına saldırıya hazırlanırken, sahte İslamcı bir iktidarı Türkiye’nin başına oturttu. Türk ordusunun içerden kuşatılması açısından da, Haçlı güdümündeki tarikatların yönetim mevkilerine getirilmesi en uygun çözümdü.
• ABD, Türkiye’yi bölme ve Cumhuriyeti yıkma hamlesinin eşiğinde, milliyetçi ve laik görüntülü bir iktidar hazırlığı içine girmiştir. Sahne şu günlerde Deniz Baykal-Devlet Bahçeli için düzenleniyor. Artık gazetelerin ve televizyonların bütün Güzin Abla köşelerindeki koalisyon tarifleri böyle.
• ABD planlarına boyun eğmenin artık hiçbir mazeret ve bahanesi kalmamıştır. ABD’nin Ortadoğu’da ayağı kaymıştır. Türkiye için bağımsızlığı kazanma koşulları doğmuştur. Atatürk örneği, bize zorlukları yenmek için gereklidir. Milleti aldatmak için kullanılan bir “Atatürkçülük” perdesi, artık hiçbir teslimiyetin ve hiçbir gafletin üstünü örtemez.


ABD DÖRT YILDA BİR İKTİDAR ESKİTİYOR
Türkiye’nin siyasal hayatının son yirmi yılına bakalım, bir tunç kanunu oluştu. ABD yönetimine ülkemizde hükümet dayanmıyor. Washington, dört yılda bir hükümet eskitmektedir. ANAP 1983 ve 1987’de iki kez seçildi. Türkiye, 1987’de hâlâ 12 Eylül bozgununu yaşıyordu. Turgut Özal, 12 Eylül’ün ekonomi patronu olarak ülkemizin başına oturtulmuştu. 12 Eylül’ün insanımızı sersemlettiği koşullarda 1987 yılında bir daha geldi. Millet, 1989 baharında işçi hareketiyle uyandı. Özal’ın ANAP’ı indirildi.

İşte o zamandan beri hiçbir iktidar, ABD-AB programına dört yıldan fazla dayanamadı. Anayasada seçim dönemi beş yıl olduğu halde, hep insanlarımız erken seçim istedi. Birbiri ardı sıra 1991, 1995, 1999, 2002 yıllarında Türkiye’nin tepesine oturtulan iktidarlar, dört yılda deyim yerindeyse alaşağı edildiler. Ecevit-Bahçeli-Yılmaz iktidarı, dört yıl bile sürmedi. Sıra Tayyip Erdoğan’a geldi. O da kendini bekleyen kadere doğru yuvarlanmaktadır. ABD’nin tayin ettiği iktidarlar için, dört yılda yıkılıp gitmek kader oluyor. Milletin başına gelenler ise, onların yıkımı altında kalmaktır. Tayyip Erdoğan da kendisine verilen görevleri yerine getirmiştir ve artık ABD planları için elverişli bir araç olma özelliğini yitirmiştir. O da eskimiştir.

ESKİTEN PROGRAM
Cumhuriyet tarihimize bakalım: Bir devrimle iktidara gelen Kemalist yönetim, İnönü dönemini de dahil edersek 30 yıl sürdü. Arkasından 10 yıllık DP dönemi. Sonra birkaç yıllık 27 Mayıs İhtilali ve devamı. 1964-71 arası Demirel yıllarıydı. ABD’nin 12 Mart darbesinden sonra Demirel’in başbakanlığındaki Milliyetçi Cephe hükümetleri ve aralarda 1973 ve 1978 yıllarında kısa Ecevit yönetimleri yaşadık.

Bu kısa tarihçe, Türkiye’ye Kemalist Devrim’in bir istikrar ve barış getirdiğini, arkasından ABD’nin denetimiyle birlikte Türkiye’nin bocalama ve yıkıma sürüklendiğini görüyoruz. 1950-1980 arası Kemalist Devrim’in altı oyulmakla birlikte yine de temel kurumların çökmediği bir geçiş dönemidir. Kemalist Devrim’in getirdiği kamuculuk, gümrükler, ithal ikamecilik, tarıma destekler, Türk lirasının korunması, kamu hizmeti, laiklik, o tarihlerde azçok varlığını sürdürmekteydi.

1980’den sonra “Dünya ekonomisiyle bütünleşme” diye 25 yıldır uygulanan 12 Eylül-Özal programından sonra artık çöküş dönemine girilmiştir. Son çeyrek yüzyılda Türkiye, gerçekten de “Küçük Amerika” haline getirilmiştir. Egemenliği yabancılara devreden, tarımı çökerten, işsizliği ağırlaştıran ve ülkemizi haciz durumuna sürükleyen bu programın istikrar getirmesi mümkün değildi. ABD, sürekli beygir değiştirmek zorunda kalmıştır. Atasözü, “Sen merkep olursan sırtına palan vuran çok olur.” diyor. Teşbihte hata olmaz, ABD’nin Türkiye’yi köleleştiren ve halkı yoksullaştıran programını, hiçbir taşıyıcı dört yıldan fazla taşıyamıyor. Çöküyor ve yere yığılıyor. Şimdi yine dört yılda bir yinelenen çökme durağına gelmiş bulunuyoruz.

İSLAM DÜNYASINA SALDIRIRKEN SAHTE İSLAMCI İKTİDAR
2007 yılına ABD açısından bakarsak, yere çöken beygirin yerine yenisini bulmak gerekiyor. ABD Büyükelçisi Wiliam Ross’un genel başkan turları, At Pazarında yeni beygir arayışı veya bulunan beygire yüklenecek ağırlıkların belirlenmesi faaliyeti olarak nitelenebilir.

Her dönemin bir yükü var ve o yüke uygun bir taşıyıcının belirlenmesi gerekiyor. ABD, 2002 yılında İslam dünyasına saldırıya hazırlanırken, sahte İslamcı bir iktidarı Türkiye’nin başına oturttu. Afganistan ve Irak’ın işgalini Türkiye’ye kabul ettirmek için, ABD açısından gerekli çözüm buydu. Öte yandan Türk ordusunun yıpratılması ve içerden kuşatılması gerekiyordu. Bunun için, Haçlı güdümündeki tarikatların yönetim mevkilerine oturtulması en uygun çözümdü. ABD planı büyük ölçüde uygulandı. Türkiye’nin direncinin kırılmasında aldıkları mesafe, bugün herkesi ürkütmektedir.

ABD KENDİ İÇ SAVAŞINI ORTADOĞUNUN İÇİNE YIKTI
ABD’nin bugünkü ihtiyaçları farklıdır. Afganistan’da, Irak’ta ve Lübnan’da yenilmektedir. Ancak ABD “Büyük Ortadoğu Projesi”nden vazgeçemez. Vazgeçerse, savaş ABD sınırları içinde olur. Aslında ABD, bu projeyle kendi iç savaşını Ortadoğu’nun içine yıkmaktadır. Bir trilyon dolara yaklaşan bütçe açığı ve yine bir trilyon dolara yaklaşan dış ticaret açığı karşısında, ABD tekellerinin Haçlı seferine kalkışmak dışında çaresi yoktur. Emperyalist ekonomilerde çılgınlığın çözüm haline gelmesine ilk kez rastlanmıyor. Çılgınlık, çıkmazlarda yaşanan olağanlıktır.

Bu koşullarda ABD’nin Irak’ın kuzeyinde kurduğu İkinci İsrail’i Diyarbakır’a doğru genişletme projesinden vazgeçeceğini beklemek, iyimserliğin de ötesinde hayalperestlik oluyor. ABD bu amacını, haritaya bile dökmüş ve hatta NATO toplantılarında Türk komutanlarının gözlerine dürtüyor. Türkiye’nin altında mayınlar patlıyor, şehit cenazeleri çoğalarak geliyor. Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratma kampanyasında hararet yükseliyor. Bu olgular, ABD ile uzlaşma bekleyenlerin gafletini açıklamaya yeter. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nde inat ettiği ortadadır. Ve bu planın yürütülmesinde öncelikli şart, Türkiye ile İran ve Suriye arasında işbirliğini önlemektir. Washington yönetiminin Türkiye’yi İran’ın üzerine sürmesi mümkün değildir ama işbirliğini önleme şansı vardır.

ABD PLANININ ENLEM VE BOYLAMLARI
Demek ki, ABD’nin Türkiye’deki yeni iktidar planının birinci boylamı, İran’la gergin duracak bir yönetimdir. Biraz aritmetiği olan herkes bilir ki, Irak’ın Kuzeyi’ndeki İkinci İsrail’in Diyarbakır’a doğru genişlemesi için, Türkiye-İran gerginliği şarttır.

İkinci boylam ise, Türk Ordusu’nun yeniden ABD denetimine alınması hedefiyle bağlantılıdır. Aslında ABD’nin 1996’dan beri komutanlarımıza karşı yürüttüğü yıpratma kampanyasının nedeni buydu. ABD, Türk Ordusu olmadan “Büyük Ortadoğu Projesi”ni uygulayamaz. Demek ki, mesele, Türkiye’yi bölecek bir projeye Türk Ordusu’nu razı etmektir. Bunun barışçı yollardan olmayacağını kuşkusuz ABD de biliyor. O nedenle ABD açısından bütün mesele, kesin darbenin koşullarını hazırlamak, yani Türk Ordusunun direncini kırmaktır. AKP, bu süreçte ABD ordusuna dayanmış ve Türk Ordusu’nu yıpratma ve kuşatma görevi yapmıştır. Şimdi içerden Haçlı irtica ve bölücülükle kuşatılan Türk Ordusu’nu ABD planları içine çekecek bir iktidar gerekiyor. ABD programının bir süre daha yürümesi, Türk Ordusunun direnme kabiliyetine ağır hasar verecektir; yapılan hesap budur. O nedenle ABD açısından, Türkiye’nin kuşatmayı yaracak fırsatı bulmaması gerekiyor.

Bu tahlil ışığında, ABD’nin yeni iktidar planının enlem ve boylamları şöyle özetlenebilir:

1. Türkiye’nin İran’la gerginlik içinde ve Suriye ile işbirliğinden uzak tutulması, Rusya ve Çin ile yakınlaşmasının önlenmesi.
2. Türk Ordusu’nu kuşatan çemberin daraltılması ve milli ekonomiyi çökertme sürecinin devam ettirilmesi.
3. Türkiye’nin AB kapısında çengele asılması.

SAHTE LAİKLİĞE VE SAHTE MİLLİYETÇİLİĞE CÜLUS MÜJDESİ
İran’la gerginliğin sloganı, “Mollalar İran’a”dır. Sahte laikler, ABD’nin planları içinde artık başrollerde arzı endam etmektedirler.

Cumhuriyet gazetesinde 2006 yılında sık sık yayınlanan İran düşmanı diziler, Koç Holding yöneticisi E. Org. Kemal Yavuz’un Kanal Türk ekranlarından sürekli İran düşmanlığı işlemesi gözlerden kaçmıyor. İlhan Selçuk ise, yazılarında ve konuşmalarında ABD ile Ortadoğu’da işbirliğini açıkça savunmaktadır. Cumhuriyet Gazetesi ve Kanal Türk, Deniz Baykal ve Devlet Bahçeli’nin reklam organlarına dönüştürülmüştür.

İran’la gerginlik projesinin ikinci ayağı ise, İran’daki Azerilerin kışkırtılmasıdır. Bu amaçla yeni yeni televizyonlar ve radyolar devreye sokuluyor. MHP ise, İran’ı karıştıracak ABD güdümlü etnik milliyetçilik için uygun alet olarak düzene sokuluyor.

Laik ve milliyetçi görüntüler, ABD açısından Türk Ordusunu bugünkü yıkım sürecine teslim almak açısından da gereklidir. Emperyalizme karşı mücadele boyutu olmayan, dolayısıyla omurgasız bir laikliğin ne büyük sahtekarlık olduğunu saptamak için, aslında komutanların yeterli tecrübe birikimi vardır. Ancak sistem bu oyuna mecbur. Sahte laiklik, her zaman sistemin ihtiyacıdır. Sistem, bu nedenle her durumda yeniden ve yeniden sahte laiklik üretmiştir ve aynı denemeyi bir kez daha yürürlüğe sokmaktadır. Sistemin merkezlerinde bu yöndeki hazırlıkların yoğunlaştığı saptanmaktadır.

MİT Müsteşarı Hizbullah’ın geçmişte MİT tarafından yönetildiğini itiraf ettikten sonra, adı geçen terör örgütünün faaliyete geçeceği yönünde bilgiler aldıklarını açıklamaktadır (Star, 12 Aralık 2006). Anlaşılan odur ki, ABD’nin derin devleti, sahte laiklik kışkırtmaları için tezgahlarını kurmaktadır. İrtica hırkası, AKP’nin sırtından alınıp Hizbullah’a giydirilecek. Hem irtica kurtulacak, hem de ABD Türk Ordusuna zafer olanakları sunmuş olacaktır. Sahte laikler, Hizbullah irtibatları kurgulayarak İran’la gerginlik üretecekler, sahte milliyetçiler İran’daki Azerileri kışkırtacaklar. Türk Ordusu da, bu senaryoda rol üstlenecek ve yeniden denetim altına alınacak. ABD’nin planladığı budur.

GÜZİN ABLA’NIN KOALİSYONU
Böylece Sam Amca’nın yeni koalisyon tarifnamesi ortaya çıkmış bulunuyor.

ABD denetimine bağlılığı tartışılmaz olan ve AB kapısında Türkiye’yi askıda tutmaya yeminli bir Deniz Baykal, Cumhuriyet ve laiklik boyalarıyla renklendirilmiş dumanlar arasında merdivenleri koşarak çıkabilir. Bu alanda Ricky Martin’lerle yarışacak yetenekleri herkes tarafından bilinmektedir.

İkinci rolün sahibi de belirlenmiş görünüyor. ABD isterse Tel Afer’i bombalasın veya Papasını yollayıp Fener patrikhanesini Ekümenik yapsın, Atlantik önünde her zaman elpençe divan duran bir Devlet Bahçeli’nin hizmetleri ödenemez. ABD’nin Türkiye topraklarında ondan daha uygun bir “Milliyetçi” bulması çok zor.

Bu Deniz Baykal-Devlet Bahçeli çözümünü ben uydurmuyorum. Sahne şu günlerde onlar için düzenleniyor. Artık gazetelerin ve televizyonların bütün Güzin Abla köşelerindeki koalisyon tarifleri böyle. Kanal Türk’e Türk adı meğerse bu tarifname için verilmiş. Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün dahi kendisini bu Atlantikçi çözüme adamış gözüküyor.

Diyeceksiniz ki, Güzin Abla nereden çıktı. Türk basınında sistemin bütün çözümleri, Güzin Abla’lar tarafından sunulur. ABD, kazıkları hazırlar. Güzin Abla’nın görevi, o kazıkları süslemek ve kolay hazmedilir hale getirmektir. O süsler, o püsküller, o yaldızlar için siparişler yerine getirilmekte, yağlama ve yutturma mekanizmaları kurulmaktadır.

CUMHURBAŞKANI VE TSK NE YAPACAK
Kritik olan şudur: Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı, bu ABD planında rol kabul edecekler midir? Onlardan beklenmez, ama kabul ederlerse, kendilerine de yazık ederler, Türkiye’ye de. Biz, bu uyarıyı yapmak zorundayız.

Cumhuriyet yıkıcısı Tayyip Erdoğan yönetimini yıkmak, bugün bir vatan ve namus borcudur. Biz İşçi Partisi olarak 3 Kasım 2002 akşamı da böyle düşünüyorduk ve bu kararımızı hemen o akşam milletimize ilan ettik. Daha öncesinde ABD’nin Tayyip Erdoğan’ı iktidara hazırladığını 1996 yılından beri kamuoyuna açıkladık. Hele 2002 yılında bu planı bozmak için, Parti olarak tek başımıza elimizden gelen her şeyi yaptık. Ne var ki, sistemin güçleri, sistem öyle istediği için Tayyip Erdoğan çözümüne boyun eğdiler.

3 KASIM SONRASININ TECRÜBELERİ
3 Kasım 2002 gününden başlayarak, Cumhurbaşkanı ve o zamanki Genelkurmay Başkanı, tarihe geçecek önemde hatalar yaptılar. Cumhurbaşkanı Sezer, Tayyip Erdoğan’a Çankaya’da 6 Kasım günü buluşma saati verdiği zaman kendilerine bir mektup yollayarak şunu belirttim:

“Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı olarak, milletvekili sıfatı olmayan, milletvekili seçilme hakkı bile olmayan, kanunlara göre parti üyesi ve parti genel başkanı olma hakkı bulunmayan bir kimseyle, Çankaya’da hükümet kurma konusunda resmî görüşme yapılamaz. Cumhuriyet yıkıcılarına hükümet görevi veremezsiniz.”

Ne yazık ki Sayın Cumhurbaşkanı o sıfatsız kimseyle Çankaya’da görüşmüş ve daha sonra da Siirt seçimlerinin iptal edilmesi ve Başbakanlık makamının Tayyip Erdoğan tarafından işgal edilmesi yolunu açmıştır. Açmasa ne olurdu diye sormayın, hiç olmazsa Sezer, bugün o plana direnmiş konumda olurdu; daha güçlü olurdu.

Genelkurmay Başkanlığı’na gelince, o zamanki Komutan Org. Hilmi Özkök, hiçbir sıfatı olmadığı halde Tayyip Erdoğan’la 12 Kasım 2002 günü Genelkurmay’da görüşmüş ve aynı plana dahil olmuştur.

Daha sonra Tayyip Erdoğan’ın seçim sabahı ABD Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz’e yazdığı o yakarma mektubu ortaya çıkmış ve ABD’nin müdahalesi bütün çıplaklığıyla gözler önüne serilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti hukuku açısından yetkisiz ve sıfatsız olan Tayyip Erdoğan’ın ABD devleti katında yetkili ve sıfatlı olması, ne yazık ki süreci belirlemiştir.

İşte Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı, şimdi aynı 2002-2003 yılındaki gibi tarihî bir sorumlulukla yüz yüze gelmişlerdir.

Bu makamlar ve hiçbir makam sahibi, ABD’nin iktidar planlarına karşı koymayan bir tutum içinde olamazlar. Eğer ABD planlarına karşı konamaz anlayışı varsa, devlet görevleri devletin bağımsızlık ve egemenliğini savunacak yöneticilere bırakılmalıdır.

BU PLANI BOZMAK ZORUNDAYIZ
ABD ve TÜSİAD’ın yeni iktidar planını bozmak zorundayız. Elbette Türkiyemiz için. Ancak CHP ve MHP’ye iyilik diye bir meselemiz varsa, bunun için de o planı bozmak zorundayız.

Evet AKP’yi götüreceğiz. Ancak AKP’nin yerine yeni bir AKP getirmeyeceğiz. Türkiye’yi AB kapısında çengele asılı tutacak iktidarlar, AKP’yi yinelemekten başka bir iş yapmayacaklardır. ABD planlarını yaldızlayıp yeni ambalajlarla piyasaya sürmek, artık siyasal bir tercih değil, fakat açıkça söylüyoruz suçtur!

TÜRKİYE İÇİN FIRSAT DÖNEMİ
ABD ile uzlaşmanın, ABD planlarına boyun eğmenin artık hiçbir mazeret ve bahanesi kalmamıştır. ABD’nin Ortadoğu’da ayağı kaymıştır. Türkiye için bağımsızlığı ve egemenliği kazanma koşulları doğmuştur. Ordunun silah yönünden ABD ve NATO’ya bağımlı olması, aşılmayacak bir engel değildir. Stratejik hedef, millî devleti yeniden örgütlemektir. Mesele, bağımsızlık iradesinin oluşturulmasındadır. Taktikler, o iradenin hizmetindedir. Atatürk, işte burada örnek alınacaktır. Atatürk örneği, bize zorlukları yenmek için gereklidir. Milleti aldatmak için kullanılan bir “Atatürkçülük” perdesi, artık hiçbir teslimiyetin ve hiçbir gafletin üstünü örtemez.

KİMİ GETİRECEĞİMİZİ ÖĞRENMEK
Milletimize sesleniyoruz. Milletimiz gözünü açmalıdır.
Zonguldak’tan Ankara yollarına düştük, 90 bin madenci bağırdık: “Özal gider dertler biter.” Bitmedi!

“Çiller gider dertler biter” dedik. Gitti ama bitmedi.

Sonra Ecevit-Bahçeli-Yılmaz hükümetini götürdük, dertler daha da azgınlaştı.

Bu kadar tecrübe bize millet olarak şunu öğretmelidir: Götüreceğimiz iktidarı biliyoruz, ama getireceğimiz iktidarı bilmiyoruz.

Çünkü neyi götürmek istediğimizi tanımlayamadık. Götürülmesi gereken, mankenler değil, ABD denetimidir. AB kapısına bağlanmışlığı götürmek zorundayız. Yoksulluğu, işsizliği, parçalanmayı, tarikatlaşmayı iktidardan indirmenin şartı budur.

MİLLİ HÜKÜMET’İN PROGRAMI
İşçi Partisi, 22-23-24 Aralık 2006 günleri gerçekleştireceği 7. Genel Kongresi’nde Millî Hükümet Programı’nı görüşecek ve karara bağlayacak. Millî Hükümetin programı şöyle özetlenebilir:

Birincisi, Türkiyemizi AB kapısında çengele asılı kalmaktan kurtaracağız. AB aday üyeliğinden çekileceğiz, AB Gümrük Birliği’nden çekileceğiz.

İkincisi, ABD’nin Haçlı seferlerinde rol üstlenmeyeceğiz. Büyük Ortadoğu Projesi’ne hayır diyoruz.

Üçüncüsü, aciz devlete son vereceğiz, yoksulun elinden tutan, kimsesizin kimsesi olan güçlü devleti örgütleyeceğiz.

Biz, bu programı bütün Türkiye için yaptık. Diğer partiler için de yaptık. Eğer CHP ve MHP veya başka partiler, milletin programını savunursa, sevinç duyarız, onlara elimizi uzatırız, onları alınlarından öperiz. Ama onları şu an yanaklarından öpen, ABD’dir ve AB’dir. Çünkü o misyonu uygulamaktadırlar. Bunu göre göre, onları iktidara getirme projelerine omuz verenler, bir iki yıl geçmeden milleti aldatmak için başka sinsi planlar arayacaklardır.

MİLLİ HÜKÜMETİN KİLİT PARTİSİ: İŞÇİ PARTİSİ
Herkes şu gerçeği anlamalı ve hesabını ona göre yapmalıdır: Türkiye bir vatan savunması dönemine girdi.

Önümüzdeki iktidar formülü şudur: Vatan savunmasının başına kim geçerse, o hükümet olacaktır. Bu, kesindir. Ama kaç yılda olur, onu göreceğiz. Süreci hızlandırmak durumundayız.

İşçi Partisi’nin başarısı, bundan böyle Türkiye’nin başarısı olacaktır. İşçi Partisi’nin benzeri yoktur ve oluşturulamaz da. Hiç kimse tarihi yeniden kuramaz.

Bu gerçekler karşısında, Türkiye’yi kurtuluşa götürecek hükümetin kilit partisi, İşçi Partisi’dir. En sağlam ölçü budur.

(Doğu Perinçek, Aydınlık, başyazı, 17 Aralık 2006)