İşçi Partisi Genel Başkan Vekili Hasan Basri Özbey, Genel Sekreter Hüseyin Karanlık, Genel Başkan Yardımcısı Bayram Yurtçiçek, Öncü Gençlik Genel Başkanı Osman Erbil ve 35 Parti yöneticisi ile Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İlker Yücel, İşçi Partisi’nin16 Eylül 2012 tarihinde Hatay’da düzenlediği kitlesel basın açıklamasından dolayı yargılanmalarına Hatay 4. Asliye Ceza Mahkemesinde başlandı.
İşçi Partisi Hatay İl Örgütü, 16 Eylül 2012 tarihinde Türkiye-Suriye kardeşliğini savunmak için şenlik düzenlemiş, Hatay valiliğinin izin vermeyerek eylemi yasaklamıştı. Bunun üzerine İP Genel Başkanvekili Özbey yanında Parti Yöneticileri ve çok sayıda Hatay'lı olduğu halde kitlesel bir basın açıklaması ile yasağı protesto etmişti.
Hatay Cumhuriyet Savcısı bu kitlesel basın açıklamasından dolayı soruşturma başlatmış ve dava açılmıştı.
Duruşmaya İşçi Partisi Genel Başkan Vekili Hasan Basri Özbey, Genel Sekreter Hüseyin Karanlık, Genel Başkan Yardımcısı Bayram Yurtçiçek, Aydınlık Gazetesi Genel yayın Yönetmeni İlker Yücel ve 29 Parti yöneticisi katıldı.
Genel Başkan Vekili Hasan Basri Özbey, duruşma öncesi Antakya Adliyesi önünde bir basın açıklaması yaptı. Yüzü akın yurttaşın katıldığı basın açıklamasında Özbey, açılan davanın kanunsuzluğuna işaret ederek, "Burada Türkiye ve Suriye kardeşliğini, yurtta, komşuda ve komşularla barışı savunduğumuz, Reyhanlı'da onlarca yurttaşımızın ölümünün biricik sorumlusu BOP Eşbaşkanlığı'na karşı durduğumuz, terör kamplarının kapatılıp, teröristlerin sınırdışı edilmesini istediğimiz için yargılanıyoruz. Burada asıl yargılanması gerekenler BOP Eşbaşkanlarıdır" dedi.
Duruşmaya katılan, o gün görevli olan polis memurları, mahkemede verdikleri ifadede “Biz şahsen buradaki sanıkların hiçbirini tanımıyoruz. Bunları olayda görmedik” dediler.
Duruşmada ilk savunmayı İşçi Partisi Genel Başkan Vekili Hasan Basri Özbey yaptı. Diğer Parti yöneticilerinin de katıldıklarını ifade ettikleri Özbey’in savunması şöyle:
Hatay 4.Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimliği’ne
Konu: Savunma
1. İddianame yasal unsurları taşımamaktadır.
İddianame CMK’nun 170. maddesinde öngörülen unsurları taşımamaktadır. Anılan maddeye göre iddianamede “uygulanması gereken kanun maddeleri”nin açıkça gösterilmesi gerekir. “İddianamenin sonuç kısmında, işlenen suç dolayısıyla ilgili kanunda öngörülen ceza ve güvenlik tedbirlerinden hangilerine hükmedilmesinin istendiği…açıkça belirtilir”.
İddianamenin benimle ilgili bölümünde ise; “2911 sayılı kanuna muhalefet, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme, görevi yaptırmamak için direnme” şeklinde suç tanımı yapılmaktadır. 2911 sayılı kanunun hangi maddesine muhalefet edildiği belirtilmediği gibi, soyut biçimde tanımlanmaya çalışılan diğer “suçlar” için hangi kanunun hangi maddelerinin uygulanmasının istendiği belirtilmemiştir.
Keza, CMK’nun 170. maddesine göre; “iddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır”. Oysa iddianamede, şahsıma yöneltilen “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme” ve “görevi yaptırmamak için direnme” isnatlarının hangi somut fiile ve delillere dayandırıldığı açıklanmış değildir.
Örneğin, dosyada bulunan Hatay Emniyet Müdürlüğü’nün Hatay C. Başsavcılığı’na gönderdiği 26.09.2012 tarihli “Fezlekeli Tahkikat Evrakı” konulu yazıda; “sırasıyla İşçi Partisi Genel Başkan Vekili Hasan Basri ÖZBEY, CHP Mersin Milletvekili İsa GÖK ve CHP Hatay Milletvekili Refik ERYILMAZ kalabalığa ve basına sözlü olarak hitap ederek CHP Hatay Milletvekili Hasan AKGÖL ile birlikte park içerisinden ayrıldıktan sonra, sayıları 2500-3000 kişiye çıkan grubun dağılmamakta ısrar etmeleri üzerine dağılmaları için görevlilerimizce müdahale edilmiş…” (s.7) denildiği halde atılı suçun bana neden ve hangi kanıtlara dayanılarak yöneltildiği açıklanmamıştır.
Sözü edilen basın toplantısında ne demişim de “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik” etmişim; konuşmadan sonra olay yerinden ayrıldığım açıkça belirtildiğine göre, “görevi yaptırmamak için direnme” fiilini nasıl işlemişim? İddianamede bütün bu soruların yanıtları yoktur.
Dolayısıyla, kanunda belirtilen unsurları taşımayan ve CMK’nun 170. maddesine aykırı olan iddianamenin, 174. madde uyarınca iadesi gerekirken kabul edilmiş olması yasaya aykırıdır.
2. Eylem, yasaklanan miting değil basın açıklamasıdır.
Soruşturma aşamasında da belirttiğim gibi; Genel Başkan Vekili olduğum İşçi Partisi Hatay İl Başkanlığı’nın düzenlediği ve gerekli bildiriminde bulunduğu, “Türkiye-Suriye Kardeştir, Savaşa Hayır” mitingi, Hatay Valiliği’nce yasaklanmıştı. Bu yasaklamayı eleştirmek amacıyla bir basın açıklaması düzenledim.
Mitingin yapılacağı meydandan başka bir alanda, orada hazır bulunan basın mensuplarına bir açıklama yaptım. Partimin yöneticileri ve bazı üyeleri de bana eşlik ettiler. Bu basın toplantısına Hatay Milletvekilleri Sayın Refik Eryılmaz, Sayın Mehmet Ali Ediboğlu ve Sayın Hasan Akgöl ile Mersin Milletvekili Sayın İsa Gök de katıldılar. Basın açıklaması yapacağımız parka geldiğimde, İl Emniyet Müdürü ve Yardımcıları da oradaydı. Gerek benim ve gerekse sayın milletvekillerinin basın açıklaması, kendileriyle görüşerek, onların kabulü ile yapılmıştır.
Bu arada, yasaklama kararına tepki duyan, benim ve milletvekillerinin basın açıklaması yapacağını duyan yurttaşlar da orada toplandılar. Basın açıklamalarını takiben gerek bizim ve gerekse sayın milletvekillerinin çağrısı üzerine toplanan yurttaşlar dağıldılar.
3. Basın açıklaması, 2911 sayılı yasa kapsamına girmez.
Yasaklanan, bildirimi yapılmış mitingdir. Yargılama konusu yapılan ise, bir başka alanda, bu mitingin yasaklanmasının eleştirilmesine yönelik basın açıklamasıdır.
Yapılan basın açıklaması, 2911 sayılı yasa kapsamında değerlendirilecek bir toplantı ve gösteri yürüyüşü değildir.
Siyasi partilerin basın açıklaması yapmaları hem yasal hakları, hem de görevleridir. Basın toplantıları, Anayasal güvence altında siyasi faaliyet yürüten siyasi partilerin görüşlerini kamuoyuna iletmelerinin en önemli araçlarından biridir.
Siyasi partilerin bu tür basın toplantıları ve kamuoyunu bilgilendirmeleri, 2911 sayılı yasadaki istisnalardandır. Nitekim, İçişleri Bakanlığı’nın 2004 yılında yayınlanan 100 sayılı Genelgesi ve aynı yıl Başbakanlık tarafından yayınlanan Genelge uyarınca, basın açıklamaları için özel izin alınmasına gerek olmadığı hususu teyiden duyurulmuştur.
İşçi Partisi Genel Başkanvekili olarak, gerekli gördüğüm hallerde, basın mensuplarının bulunduğu her yerde, uygun gördüğüm basın açıklamasını yaparım. Bunun için izin almak söz konusu olamaz. Bu yasal hakkımı kullanmam, görevimi yerine getirmem yasaklanamaz.
Nitekim aynı gün, aynı yerde, aynı konuda, aynı topluluğa basın açıklaması yapan sayın milletvekilleri hakkında, -doğru olarak- herhangi bir soruşturma açılmamıştır. Dosyada bu konuda düzenlenmiş herhangi bir fezleke bulunmamaktadır. Hal böyle iken, benim hakkımda soruşturma açılması ve somut bir iddiada bulunulmaksızın, “2911 sayılı kanuna muhalefet, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme, görevi yaptırmamak için direnme” gibi soyut suçlamalar yöneltilmesi kabul edilemez.
4) Suçlanan eylem, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik edenler”e karşı düzenlenmiştir.
Yasaklanan “Türkiye-Suriye Kardeştir, Savaşa Hayır” mitingi, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik edenler”e karşı düzenlenmiştir. Basın açıklamamda, bu durumu eleştirdim. Nitekim, bu basın toplantısında karşı çıktığımız ve “Terör Kampları” olarak nitelendirdiğimiz, açılmalarının suç oluşturduğunu belirterek kapatılmasını istediğimiz sözde “Mülteci Kampları”, bırakınız “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” etmesini, daha geçenlerde Reyhanlı’da yaşadığımız gibi kitlesel katliamlara neden olmaktadır.
Barışa ve kardeşliğe önem veren bir siyasi parti olarak, düzenlenmesi öngörülen bu miting öncesinde de Hatay C. Başsavcılığı’na başvurarak bu kampların açılmasıyla suç işlendiğini belirtmiş ve sorumlular hakkında soruşturma açılmasını istemiştik.
Zira, bu kampların açılması ve faaliyetlerini sürdürmesi, uluslararası sözleşmelere ve ulusal mevzuatımıza aykırıdır.
Türkiye, Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 tarihli Ek Protokol’ü coğrafi çekince koyarak imzalamıştır. Türkiye’nin bu tercihi doğrudan Sözleşmeden kaynaklanan bir haktır. Bu çekinceye göre; Türkiye, sadece Avrupa ülkelerinden gelen ve iltica talebinde bulunan yabancılara Sözleşmedeki 5 kritere uyması durumunda mülteci statüsü vermekte, Avrupa ülkeleri dışındaki ülkelerden gelenlere bu statüyü tanımamakta, yalnızca başka ülkelere geçebilmeleri için geçici sığınma hakkı tanımaktadır.
Nitekim, 30.11.1994 tarih ve 22127 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ilgili Yönetmeliğe göre; “mülteci”, ‘Avrupa’da meydana gelen olaylar sebebiyle ırkı, dini, milliyeti, belirli bir toplumsal gruba üyeliği veya siyasi düşünceleri nedeniyle takibata uğrayacağından haklı olarak korktuğu için vatandaşı olduğu ülke dışında bulunan ve vatandaşı olduğu ülkenin himayesinden istifade edemeyen veya korkudan dolayı istifade etmek istemeyen ya da uyruğu yoksa ve önceden ikamet ettiği ülke dışında bulunuyorsa oraya dönmeyen veya korkusundan dolayı dönmek istemeyen yabancı’ olarak tanımlanmıştır.
Sözleşmeye konulan bu coğrafi çekince, Türkiye’nin tarihi bağları olan Asya’daki komşuları ile ilişkilerini bozmamak, onların iç işlerine karışmamak ve Türkiye’yi sürüklenebileceği bir kargaşalık ortamından ve savaş tehlikesinden korumak amacını taşımaktadır.
Dolayısıyla, komşumuz Suriye’den ülkemize geçen bu kişiler 1951 Cenevre Sözleşmesi ve bu Sözleşme kapsamında Türkiye’nin taahhütleri açısından “mülteci”, bunlara tahsis edilen kamplar “mülteci kampı” kabul edilemez. Bu kişiler, sıkça ve serbestçe Suriye’ye geçip, dilediklerinde tekrar Türkiye’ye geldiklerine, üçüncü bir ülkeye geçmek istemediklerine göre, “sığınmacı” olarak da kabul edilmeleri mümkün değildir.
5) Bu kamplara karşı çıkanlar değil, bu kampları açanlar “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” etmişler ve suç işlemişlerdir.
Hatay sınırları içinde kurulan “Apaydın Kampı”nda yürütülen faaliyetler, bu kampta barındırılan kişilerin kimlikleri, kampta kalanların basına da yansıyan eylemleri Türk Ceza Kanunu’nun, “Devlete Karşı Savaşa Tahrik” suçunun düzenlendiği 304. maddesine aykırıdır.
TCK’nun 304. maddesine göre; “Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı savaş açması veya hasmane hareketlerde bulunması için yabancı devlet yetkililerini tahrik eden veya bu amaca yönelik olarak yabancı devlet yetkilileri ile işbirliği yapan kişi, on yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Tahrik fiilinin basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır”.
Keza bu eylem komşu devlete karşı hasmane hareket oluşturduğundan ve son tahlilde “yabancı devlet aleyhine asker toplama” faaliyeti olduğundan Türk Ceza Kanunu’nun 306. maddesinin de ihlalidir.
Anılan maddeye göre;
“(1) Türkiye Devletini savaş tehlikesi ile karşı karşıya bırakacak şekilde, yetkisiz olarak, yabancı bir devlete karşı asker toplayan veya diğer hasmane hareketlerde bulunan kimseye beş yıldan oniki yıla kadar hapis cezası verilir.
“(2) Fiil sonucu savaş meydana gelirse faile müebbet hapis cezası verilir.
“(3) Fiil, sadece yabancı devletle siyasal ilişkileri bozacak veya Türkiye Devleti veya Türk vatandaşlarını misilleme tehlikesi ile karşı karşıya bırakacak nitelikte ise faile iki yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası verilir.
“(4) Siyasal ilişki kesilir veya misilleme meydana gelirse üç yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur”.
Bu nedenle, yasalara aykırı olarak açılan, varlığıyla ve burada yürütülen faaliyetleriyle suç oluşturan bu kampların kapatılmasını, Suriyeli teröristlerin sınır dışı edilmesini isteyen, bu konuda basın açıklaması yapan bizlerin, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek” iddiasıyla suçlanmamız akılla, izanla, vicdanla bağdaşmaz.
Bu nedenlerle, beraatıma karar verilmesini talep ediyorum.