İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Pernçek: MİLLET VE ULUS KAVRAMLARI

Millet ve ulus farklı kavramlar mı? Milliyetçilik ve Ulusçuluk kavramları niçin farklıymış gibi art arda sıralanıyor? “Milliyetçiler ve ulusçular” ayrı davaların insanları mı? Millet ve ulus kavramlarının tarihsel maceraları? Kuvvayı Milliye mi, yoksa Ulusal Güçler mi?...

Tarih:

Millet ve ulus farklı kavramlar mı? Milliyetçilik ve Ulusçuluk kavramları niçin farklıymış gibi art arda sıralanıyor? “Milliyetçiler ve ulusçular” ayrı davaların insanları mı? Millet ve ulus kavramlarının tarihsel maceraları? Kuvvayı Milliye mi, yoksa Ulusal Güçler mi? Büyük Millet Meclisi mi, Büyük Ulus Meclisi mi?

Millet ve ulus farklı kavramlar mı?
Milliyetçilik ve Ulusçuluk kavramları niçin farklı kavramlar gibi art arda sıralanıyor? “Milliyetçiler ve ulusçular” ayrı davaların insanları mı?
Örneğin Prof. Dr. Bozkurt Güvenç ve Prof. Dr. Mümtaz Soysal, bu kavramların eşanlamlı olmadığını yazdılar (Bozkurt Güvenç, “Milliyetçilik ve Ulusçuluk, Cumhuriyet, 3 Ekim 2012; Mümtaz Soysal, “Vatandaşlık”, Cumhuriyet, 2 Kasım 2012).

Millet ve ulus kavramlarının kökeni
Milleti Arapçadan almışız. Kökeninde aynı din ve mezhepten toplumları tanımlıyormuş. Ancak artık bu kavram, aynı pazarda yaşayan, birlikte yaşama arzusu ve ortak kültürü olan toplumları dile getiriyor. Başka deyişle Latince kökenli nation sözcüğüyle eşanlamda.
Ulus sözcüğü ise, Moğolca kökenli, Türkçeden Moğolcaya gittiğini ve tekrar öz yurduna döndüğünü ileri sürenler de var. Ulus, Moğolcada bizim eskiden bodun veya oğuz dediğimiz kavramı karşılıyor. Yani bir kağana bağımlı boylar ya da boylar topluluğu anlamına geliyor.
Eğer kökenlerindeki anlamlarına saplanıp kalırsak, millet kavramı da ulus kavramı da, bugün kullandığımız anlamı karşılamıyor. Her ikisi de kapitalizm öncesi çağlardan kalmadır ve kapitalizmle birlikte ortaya çıkan çağdaş toplumu ifade etmiyorlar. Bu açıdan aralarında bir fark yok.

Sözcüklerin hayatı
Kuşkusuz sözcüklerin de bir hayatları vardır, yaşadıkları süreçte çeşitli anlamlar yüklenirler, kimi zaman karşıt anlama bile dönüştükleri görülür. Sözcüklerin diller arası alışverişlerde anlam değişikliğine uğramaları da çok rastlanan bir olaydır.
Ne var ki, eğer sözcükleri tarih içinde yüklendikleri çeşitli anlamlarıyla kullanmaya ve anlamaya kalkarsak, bunu hem başaramayız, hem de kimse birbirini anlamaz.
Örneğin kuduz sözcüğü Eski Türkçede olumlu anlama sahipti, pek savaşkan yiğitlere kuduz deniyordu. Napolyon’u yenilgiye uğratan Türk kökenli Çarlık generali Kuduzov’un soyadını günümüz Türkçesine Yaman Savaşçıgil diye çevirebiliriz. Ama bugün TGB’nin yiğitlerine kuduz diyecek olursanız, onlar bunu iltifat olarak görmeyeceklerdir.
Keleş de böyle bir anlam değişikliğine uğradı. Köroğlu’nun keleşlerini hikâyelerden biliyoruz. Onlar gözü pek yiğitler idi. Günümüz Türkçesinde keleş hafif dangalaklığı tanımlıyor, olumsuz anlam içeriyor.
Yavuz ise, Eski Türkçede, hatta 16. yüzyılda bile bugünkü olumlu anlamını içermiyordu. Eski Türkçede Yabuz/Yabız>Yavuz müthiş zorbalar için kullanılan bir sıfat idi. O zamanlar kimse çocuğuna Yavuz ismi koymuyordu. Yavuz Sultan Selim’e o lakabı babası Bektaşi dergahına mensup olan Bayezid değil, halk vermişti.
Millet ve ulus kavramları için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Hiçbirimiz bu sözcükleri Arapça ve Moğolcadaki tarihsel anlamlarında kullanmıyor ve anlamıyoruz. Aynı olay Batı dilleri için de geçerlidir. Latince kökenli nation sözcüğü, günümüz İngilizce, Almanca ve Fransızcasında Roma imparatorluğu zamanındaki anlamı içermiyor. Kavim anlamına gelen nation, 18-19. yüzyıldan sonra millet anlamını kazanmıştır.

Milletin ve ulusun dünü ve bugünü
Tarihsel süreçteki aynı anlam değişikliği millet ve ulus için de geçerlidir. Yunus Emre’nin 13. yüzyılda “72 millet birdir içimizde” derken, farklı din ve mezheplerden toplulukların eşitliğini ne güzel dile getirmişti.
Selçuklular ve Osmanlılar zamanında aynı din ve mezhepten toplumları ifade eden millet, artık o millet değildir, 19. yüzyılın sonunda bugünkü anlamını kazanmıştır. Şunu da geçerken belirtelim, Osmanlıca Türkçeden farklı bir dil değildir, Türkçenin belli bir tarihsel dönemdeki adıdır; feodallerin Türkçesidir.
Millet sözcüğünün eski anlamına ancak tarih ve dilbilim kitaplarında rastlayabiliyoruz. Türk Devriminin bütün düşünürleri, İsmail Gaspıralı, Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp’ten Mustafa Kemal Atatürk’e kadar, millet kavramını, Ortaçağdaki anlamıyla kullanmadılar. Türk Milliyetçileri, Türk milletinin de bütün milletler gibi tarihsel olduğunu biliyorlardı; 19. yüzyılın sonlarında başlayan süreçte oluştuğunu hep vurguladılar. Türk kavmi kuşkusuz tarih boyunca vardı, ama onun millet olması kapitalizmle birlikte yaşandı.
Millet kavramı, özellikle 20. yüzyılın başlarından sonra artık eski anlamıyla kullanılmadı. Nitekim Türk Devrimini yapanlar ve halk, Millî Kurtuluş Savaşı dediler, Kuvvayı Milliye dediler, Ankara’da Büyük Millet Meclisi’ni açtılar. İstiklâl Savaşı’nda halk, onlara Milliciler diyordu. Altı Ok’un ikincisi, Milliyetçilik’tir. 1931 CHP Programı’nda böyle belirlendi.
Bu tarihsel kavramları bir de ulus sözcüğüyle anlatmaya çalışalım:
Ulusal Kurtuluş Savaşı, Ulusal Güçler, Türkiye Büyük Ulus Meclisi, Ulusçular, Ulusalcılar…
Olmuyor, tarih içinde önemli anlamlar yüklenmiş sözcükleri çevirmeye kalktığınız zaman, kavramın içini boşaltıyorsunuz, o zaman kavram birden hafifliyor.
O nedenle ulus sözcüğünün millet kavramının yükünü taşıyamadığını gördüm ve millet kavramını yeğliyorum.


YARIN: DEVAM EDİYORUZ. TÜRKİYE’NİN KİLİDİNİ MİLLET Mİ AÇAR, YOKSA ULUS MU?