E. Korg. Engin Alan “Türk Ordusu savaş meydanında yenilmedi” diyor. Türk Ordusuna iç cephede yabancı devlet harekatı savaş değilse neydi? Komuta kademesi, iç cephede düşman harekatına karşı koydu mu? Beşiktaş cephesinde teslim olunursa, Uludere ve Diyarabakır’da ne olur? Org. Işık Koşaner’in direnişi niçin sürdürülmedi? Pilotlar, Aydınlık gazetesi yüzünden mi istifa etti?
E. Korg. Engin Alan, Sözcü gazetesine yukarıdaki değerlendirmesini yapıyor.
Peki bu değerlendirme gerçek mi, doğru mu?
Türk Ordusuna iç cephede yabancı devlet harekâtı
Muharebe, mahkeme salonunda olmadı.
Türk Ordusuna karşı kendi ülkesinde, yabancı bir devlet harekât yaptı.
TSK, bu harekâta karşı koymadı. Çünkü komuta kademesi teslim oldu.
Mahkeme salonu, savcılık koridoru, emniyet nezarethanesi; Savaş bu yerlerde olmadı.
Savaş, bütün alanlarıyla iç cephede cereyan etti. İç cephede kurşun atmadan düşürüldü!
Bu olayı, sağlıklar diliyoruz, E. Org. Ergin Saygun “Orduya Balyoz” diye adlandırdı. Halen görevli Tüma. Semih Çetin’in “Bir İhanetin Öyküsü” başlığı yeterince açık!
Komuta kademesi teslim olmuştur
Türk subayının gururu kırılmıştır. Ama yaşanan olay “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” türünden özürlerle açıklanamıyor.
Düşman savaşta silahı doğrulttuğu zaman, elleri havaya kaldırmak ne anlama geliyorsa, komuta kademesinin yabancı devlet harekâtına karşı tavrı da odur.
Komutanlarımız, savaşın silahlı ve silahsız bütün cephelerde yürütüldüğünü kuşkusuz çok iyi biliyorlar.
Silah kullanmadan yenmek, her savaşta birinci önceliktir.
Düşman, bizi bu aşamada silah kullanmadan yenmiştir. Ayağa kalkmak için, önce bu gerçeği saptayacağız.
Mahkemede zafer merasimi yapıldı
Komuta kademesi direnmediği için, düşman olayı “mahkeme salonlarında” bitirmiştir. Daha doğrusu mahkeme salonu, savaş zaferinin merasimine sahne olmuştur. Yenilgiyi mahkeme salonuyla açıklamak, çok ciddi, çok ağır bir askeri hatadır.
Çünkü bu savaş, mahkeme salonunda kazanılamazdı. Türk subayı o salonda, bir muharip değil, fakat esirdi. Esir, ne kadar savaşabilirse, o kadar savaştı.
Komuta kademesi savaşı yargıya havale etti!
Savaş, Genelkurmay karargâhında kaybedilmişti.
Komuta kademesi, Türk Ordusuna karşı düşmanın iç harekât yaptığını görmezden geldi, görmeye cesaret edemedi.
O nedenle Genelkurmay, savaşı mahkeme salonuna havale etti. “Hukuk çözer, yargı çözer” dedi.
Mustafa Kemal Paşa, İngiliz emperyalistlerinin ve Damat Feritlerin iç cephedeki harekâtlarını yargıya mı havale etmişti?
Anzavurları mahkemeler mi tepeledi, yoksa hukuk devleti mi?
Bütün komutanlara soruyoruz:
Bir ordunun iç cepheyi savunma görevini mahkemelerin üzerine attığı bir başka örnek var mıdır?
Bırakalım binlerce yıllık geleneği olan Türk Ordusunu, hangi ordu düşmanın iç cephedeki harekâtına karşı koymaları için savcılardan ve yargıçlardan medet ummuştur?
İç cephe ve dış cephe birbirinin devamıdır
Bu yazıyı okuyan bazı sorumlu komutanlarımızın “ne yapsaydık yani, darbe mi yapsaydık” dediklerini duyar gibiyim.
Vatan savunması görevinden ve bizi vatan yapan Kemalist Devrimi savunma görevinden vazgeçmenin, böyle bir açıklaması olamaz!
Düşmanın dış cephe harekâtı ile iç cephe harekâtı arasında bir fark yoktur. Nitekim bugün geldiğimiz noktada, dış cephe gündeme gelmektedir. Örneğin E. Tuğg. Cihangir Dumanlı, Aydınlık’ta “Doğu Akdeniz ısınıyor” uyarısını yapıyor (6 Şubat 2013).
E. Tüma. Türker Ertürk, “Türk Ordusuna Ergenekon- Balyoz operasyonu yapılmasaydı, Güneydoğu’da bu tablo oluşur muydu, Türkiye Suriye’ye terörist ihraç edebilir miydi” diye soruyor (Sky Türk 360, 6 Şubat 2013)
Beşiktaş cephesinde teslimiyet Güneydoğu’da ve Doğu Akdeniz’de teslimiyettir
2002 yılından bu yana görev yapan komuta kademeleri iç cephede direnemedikleri için, aslında Doğu Akdeniz’de, Ege’de, Güneydoğumuzda ve “Kürt Koridoru” denen cephede teslim olmuşlardır. Bu NATO kafası devam ederse, yarının komutanları da, “napalım firkateyne komuta edecek subayımız, uçağa binecek pilotumuz kalmamıştı” mı diyecekler? Yenilgiye mazeret çoktur, usavurma yenmek için olmalıdır.
Beşiktaş’ta 1000 subay esir verirsen Uludere’yi savunmak zorlaşır
Savaşı kabul etmek için güç dengesine ilişkin mazeretler geçersizdir.
Savaşı biz açmıyoruz. Düşman Güneydoğu’da dolaylı güçlerle yürüttüğü savaşı iç cephede yayıyor. Beşiktaş cephesinde taarruza geçiyor.
Görülmüyor mu? Asıl cephe Beşiktaş’ta idi. O cephede 1000 subay esir verildi!
Güneydoğu’da kaç subay esir verildi? Bir mi iki mi?
Beşiktaş’ta teslim olursak Diyarbakır BOP başkenti olur
Ve sonuç; Kuzey Irak cephesi düştü. Sözümona kırmızı çizgisi vardı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin!
Beşiktaş’ta direnmeyen Genelkurmay, şimdi Diyarbakır’ın BOP başkenti olması tehdidiyle karşı karşıya! Veya vatanın bölünmesi artık tehdit değil!
Bu durumda, savaşın Beşiktaş cephesinde kabul edilmesi, düşmanın iç cephedeki bu taarruzuna her imkânla karşı koyulması gerekirdi.
Kuvvet dengesi ne olursa olsun, düşman silah çektiği zaman, savaşı kabul etmeye mecburuz.
Kaldı ki direnseydik, bugün Diyarbakır’ı nasıl koruyacağız, Doğu Akdeniz’de nasıl savaşacağız noktasına gelmezdik. Ege denizinde vatan topraklarımıza yabancı bayrakların çekilmesini seyretmezdik.
Asıl olan dahili cephedir
Mustafa Kemal Paşa da vurguluyor, “asıl olan dahili cephedir”!
“Görünürdeki cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, mağlup olabilir. Fakat bu hal, hiçbir vakit bir memleketi, bir milleti mahvedemez. Mühim olan memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren dahili cephenin düşmesidir” (Atatürk’ün Bütün Eserleri c. 20, Nutuk II, s. 168; c.12 s. 313 vd; Doğu Perinçek, Türk Ordusu Kuşatmayı Nasıl Yaracak, 3. Basım, s. 222)
Bunları komutanlarımız bilmez olurlar mı?
İç cepheyi savunma kararlılığında zaaf
Açık söyleyelim: Komutanlar, harekâtın ABD tarafından uygulandığını herkes gibi biliyorlar. Nitekim mahkeme dosyasına giren raporlarda aralarında bu saptamayı yapmışlar. Ancak vatan ve iç cepheyi, ABD emperyalizmine karşı savunma kavramı yok!
İç cephedeki harekâta karşı koymak, ille darbeyle olmaz. Sonsuz yöntem ve olanak vardır. Ama önce iç cepheyi savunma kararı olacak! Komuta kademesinde o karar olmadığı için, TSK yenilmiştir.
Org. Işık Koşaner’in direnişi sürdürülmedi
2002’den sonraki on yıllık süreçte Org. Işık Koşaner’in direnmesini görüyoruz.
2011 30 Ağustosundaki istifa, direnme eylemiydi ve arkasından bir model bıraktı. Ama gelen komutanlar o çizgiyi izlemedi. Damat Feritlere topuk selamı düzenine geçildi.
Yaşananlar asker karakteri için utançtır.
Org. Işık Koşaner’in istifa gerekçesinde ortaya koyduğu direnç sürdürülseydi, Türk Ordusu bugünkü durumuna gelmezdi ve iç cephe düşmezdi.
Pilotlar Aydınlık gazetesi yüzünden mi istifa etti?
Savaşı mahkeme salonuna havale ettiğiniz zaman, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tek kurşun atmadan 1000’den fazla komutanını niçin esir verdiğinizi açıklayamazsınız!
Ve bugünkü tablo ortaya çıkar.
Bakınız Hava Kuvvetlerimizde 110 pilotumuzun istifa etmesi haberlerine, bugünkü Genelkurmay “yıkıcı propaganda” diyor.
Demek ki, Hava ve Deniz kuvvetlerinin onurlu subayları, komutanları teslim olduğu için değil, fakat Aydınlık gazetesinin yayınları nedeniyle görevlerini bırakıyorlar!
Genelkurmay, savaşı dün yargıya havale etmişti, şimdi de basına havale ediyor.
Askerlik, en yüksek ciddiyet isteyen iştir. Çünkü ciddiyetsizliğin bedeli, ölümdür ve ülkenin esir olmasıdır!
Savaş görevi herkesin Genelkurmay hariç
Genelkurmayın anlayışına göre, yargıdan basına kadar herkes iç cepheyi savunmakla görevli. Savaşta görevini kabul etmeyen bir tek Genelkurmay var.
NATO düzeninde askerin adı “personel” olmuştur. Özel ordunun askeri olmaz. Personeli olur! Personel, porselen gibi bir çağrışım yaratıyor Türk milletinde! TSK, bu “personel” lafını bırakmalı, subay ve asker kavramlarına sarılmalıdır. Türk Ordusunun askeri olur, personeli değil.
Bir komuta zaafı yaşandığı apaçık ortadadır. Bunun örtbas edemeyiz. Çünkü bu yenilgiyi kesinlikle kabul etmiyoruz.
Yenilen komutandır, Türk Ordusu yenilmemiştir.
Ve kesinlikle belirtiyoruz: Göreceksiniz, Türk Ordusu bu süreçten Mustafa Kemalleşerek çıkacaktır.