İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek:YENİLİK ÖNERENİ AĞACA MI ASMALI?

İdil Bulgarlarının, zekâsı ve bilgisiyle dikkat çeken insanlara, “Tanrıya daha iyi hizmet etsinler” diye yaptığı işlemi biliyor musunuz? İdil Tatarlarının çok bilenler için söyledikleri atasözünün evrensel değeri? Kimlerin çığlıkları hâlâ kulaklarımızda? İdil B...

Tarih:

İdil Bulgarlarının, zekâsı ve bilgisiyle dikkat çeken insanlara, “Tanrıya daha iyi hizmet etsinler” diye yaptığı işlemi biliyor musunuz? İdil Tatarlarının çok bilenler için söyledikleri atasözünün evrensel değeri? Kimlerin çığlıkları hâlâ kulaklarımızda? İdil Bulgarlarının reislerinin eline geçerse, Levent Kırca’ya ne yaparlar? İşçi Partisi’ndeki İdil Bulgarları? İşçi Partisi’nin 9. Genel Kurultayı’nda neler olacak?

Türk kavimlerinden olan İtil (Volga) Bulgarları, İbn Fadlan'ın aktardığına göre, 11. yüzyılda zekâsı ve bilgisiyle dikkat çeken bir insan çıkınca, "Bu adam tanrıya hizmet etmeye daha lâyık" deyip, boynuna bir ip geçirip ağaca asıyor ve çürüyene kadar ağacın üstünde bırakıyorlar (İbn Fazlan, Seyahatnâme, çev. Prof. Dr. Ramazan Şeşen, Bedir Yayınevi, 2. basım, İstanbul 1995, s.60.) İtil boylarında büyük bir imparatorluk kurmuş olan Tatarların şu atasözü de, mirasçısı oldukları Bulgarlardan kalmış olmalı: "Çok şey bilirsen seni asarlar; çok alçakgönüllüysen üstüne basarlar." (Yine İbn Fadlan’dan öğreniyoruz, Arthur Koestler de, Onüçüncü Kabile adlı kitabında anar, Ada Yayınları, 2. basım, İstanbul 1977, s.43 vd.)

Çığlıkları hâlâ kulaklarımızda
İdil Türklerinin yeni görüşler söyleyen zeki insanları ağaca asıp kurutmalarını, Zeki Velidî Togan, toplumun kurumlarını koruma kaygısıyla açıklamıştır.
Bütün toplumlarda, yeni görüşler getiren, eleştiri yapan, cesur insanlar “anormal” görülür. Hatta onlardan “deli” diye söz edildiği de olur. Ancak bu tutum, tarih boyunca kurumları koruyayım derken, kurumların kireçlenip yıkılmalarına neden olmuştur.
UNESCO, Piri Reis haritasının 500. yılını dünya gündemine aldı. Aynı Piri Reis’in Muhteşem Süleyman gibi bir Osmanlı sultanı tarafından idam ettirildiğini biliyoruz. Rasathanelerin başına gelenler de unutulmadı. Batı Ortaçağında odunların üzerine çıkartılıp yakılanların çığlıkları hâlâ kulaklarımızdadır.
Sosyalizmi kurma tecrübelerinde de insanların ağaca asılıp kurutulduğu görülmüştür. Sovyetler Birliği yozlaştıktan ve kapitalizme döndükten sonra, bazı yetenekli ve cesur aydınları, “anormal” diye tımarhaneye tıkıyorlardı.
Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Sincan, Mamak, Şirinyer hapisanelerinde bulunanları oraya “tıktığını” söyleyen BOP Eşbaşkanı, “onların içinde bir tane bile aydın yok” derken, kendi konumunu dile getiriyor.
Adı değişecek olan Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün açılış töreninin yapıldığı günümüz Türkiyesine şöyle bir bakınız, ağaçta kurutulacak o kadar çok insan var ki… Örneğin Levent Kırca “normal” bir insan mı?
İdil Bulgarlarının reislerinin eline geçerse, Levent Kırca’yı kesinlikle ağacın tepesine asar ve kuruturlar.

Her kurumlaşmanın başına gelir
Hukuk ve kurumlaşma olmadan hiçbir iş yapılamaz. Kurumlaşma düzen ve organlar gerektirir. Öte yandan her düzenleme ve her kurumlaşma kaçınılmaz olarak bir yönüyle tutuculaşma getirir. Düzenler ve kurumlar kabuk bağlayıp gelişmeye ayak bağı olunca yenileşme kaçınılmazdır. O zaman yeni düzenler kurulur, yeni kurumlaşma gelir.
Hayat böyledir, bunun dışına çıkılamaz. Bütün mesele kurulan düzenler ile yenileşme arasındaki ilişkiyi devrimci tarzda çözmektedir. Bir kurumun kendisini yenilemesinin birinci koşulu, özgürlüktür ve hoşgörüdür.

Geleceği kurmanın koşulu
Yeni görüşlere, değişik önerilere “nasıl yararlanabiliriz” diye bakmak, geleceği kuracak insanların öncelikli özelliğidir.
Her yeni görüş kuşkusuz doğru değildir. Olsun yine de dinlenmelidir, eleştirilir ve dikkate alınmaz. Ama o görüşün açıklanması için gönül ferahlığı ortamı oluşturmak, devrimci önderliklerin önemli görevlerindendir. Gerçeğin peşine düşenler ve gerçeği kabul etmeye hazır olanlar, önerilerin açıklanmasından korkmazlar. Çünkü gerçeğin üstünlüğüyle hiç kimse baş edemez. Bu, en büyük güvencedir. Yanlışlar her zaman çıkmazdadır ve doğruların da ufku açıktır.

İşçi Partisi’nde ağaca asılanlar
“İdil Bulgarları” yalnız, İdil ırmağı boylarında yaşamıyor. Bütün toplumlar biraz İdil Bulgarıdır. Bizim Partimiz de biraz öyledir. Zaman zaman yeni görüşler öne sürdükleri için, kendilerine “anormal” veya “deli” işlemi yapılan arkadaşlarımdan mektuplar alıyorum. Kendim de tanık olmuşumdur. Birçok önder arkadaşımız, kendisine acayip gelen görüşleri okuyunca, “bu arkadaş galiba normal değil” gibi değerlendirmeler yaparlar. O nedenle yakınan arkadaşlara İdil Bulgarlarını hatırlayarak “Sizi ağaca asmadıklarına şükredin” diye yazıyorum.
Bizim Partimizde İdil Bulgarlarının sayısı, yönetici organlarda, özellikle genel merkez geleneğimizde eskiden beri az değildir. Adamı hemen tımarhaneye tıkarlar ve ben de o İdil Bulgarlarının reisiyim. Demek ki, ben de iyimser bir bakış açısıyla “biraz” İdil Bulgarıyım.

Ulaşacağımız kıyı
Kurumlarımızı korumaya yönelik kaygıları kendimize itiraf etmemiz iyidir. O zaman korumak istediğimiz kurumların gelişmesi için ne yapmamız gerektiği üzerinde de kafa yorarız. Ulaşacağımız kıyı, hoşgörü ve özgürlüktür.
İşçi Partisi, emekçileri savunan bir partinin Türkiye tarihinde ulaştığı mevzilerin çok ilerisine geçti. Kuşkusuz Türkiye’nin Namık Kemallerden gelen devrimci birikimiyle de buluştuğumuz için, bugün 1960’ların İşçi Partisi’nden çok daha etkin, iktidar hedefine çok daha yakın bir konumdayız. O nedenle İşçi Partisi’nin önünü görme, yol haritasını olabildiği kadar doğru çizme, doğru taktikler geliştirme, örgütlenme ve çalışma tarzını çağdaşlaştırma ihtiyacı, geçmiş deneyimlerle karşılaştırılamayacak kadar büyüktür. Bu sorumluluğu ancak yeni görüş ve önerileri can kulağıyla dinleyerek yerine getirebiliriz.
İşçi Partisi’nin 9. Genel Kurultayı’na giden süreçte temel örgüt toplantılarını ve yerel düzeydeki kurultayları izlemeye çalıştım. Örneğin İstanbul ve Ankara gibi en büyük illerin kurultaylarında bile, Partinin önündeki sorumluluk ve görevleri tartışma, yeni görüşleri değerlendirme olanağı pek yoktu. Çünkü delegeye ayrılan zaman çok kısaydı. Bu durumda kurultayların coşkuyu örgütleyen törenlere dönüşmesi kaçınılmazdı. Umarım, Genel Kurultay öyle olmayacak. Üç gün boyunca özellikle yeni ve değişik görüşlerin dinlenmesi ve değerlendirilmesi için elverişli ortam bulunacak.
Ve en önemlisi, İşçi Partisi’nde yeni görüşler, yeni çözümler öneren arkadaşlarımız ağaca asılmayacak.