İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek: YA DEVRİM YA ÖLÜM!

DEVLETİN STRATEJİSİ
Anayasa, devletin stratejisini çizer. Devlet, stratejik hedefine ve kuracağı toplum modeline göre örgütlenir. O stratejik hedefe ulaşmak için, devlet organlarının görev ve yetkileri ve aralarındaki ilişkiler, anayasa tarafından düzenlenir. Devlet ile top...

Tarih:

DEVLETİN STRATEJİSİ
Anayasa, devletin stratejisini çizer. Devlet, stratejik hedefine ve kuracağı toplum modeline göre örgütlenir. O stratejik hedefe ulaşmak için, devlet organlarının görev ve yetkileri ve aralarındaki ilişkiler, anayasa tarafından düzenlenir. Devlet ile toplum ve yurttaşlar arasındaki kamusal ilişki alanının kuralları da anayasalarda saptanır. Bu açıdan anayasa, herhangi bir devletin önündeki stratejik dönem boyunca geçerli olacak programının hukuki ifadesidir.

DEVRİMLERİN VE KARŞIDEVRİMLERİN ANAYASALARI
Dikkat edilirse, dayanıklı anayasalar hep devrimlerle gelmiştir. Devrim, yeni bir toplum kurmak içindir. Devlet, kuracağı yeni toplum için mevzilenir, kendisini yeni toplum hedefine göre düzenler. Bu düzenlemenin temel siyasî ve hukukî metni anayasadır.
Karşıdevrimler de, kendi anayasalarını getirir. Bu anayasalar, tam yol tornistan emrini uygular; rotayı geriye çevirir.
Fransa en iyi örnektir. Devrimler ve karşıdevrimlerle cumhuriyetler kurulmuştur; cumhuriyetler devrilmiştir. Anayasalar da devletin yeniden kuruluşunu, yeni stratejik hedefe göre düzenler.

ANAYASA TARİHİMİZ
Türkiye'nin anayasa tarihi de öyledir. Millî demokratik devrimimiz, devrimler ve karşıdevrimlerle 150 yıldır devam ediyor. 1876, 1908, 1920, 1960 devrimci ataklarında dört anayasa yaptık. 1876 Kanunu Esasisi, 32 yıllık Abdülhamit istibdadından sonra 1908 Hürriyet İhtilali'yle yeniden ilan edildi. Kemalist Devrim, iki anayasa getirdi, İstiklâl Savaşı'nın 1921 Anayasası ve sonra 1924 Anayasası. 27 Mayıs 1960 İhtilali de, kendi özgürlükçü anayasasını yaptı.

Karşıdevrim ise, anayasa yapmaktan çok anayasa bozmuştur. Abdülhamit, Kanuni Esasi'ye bir yıl dayandı. ABD merkezli SüperNATO operasyonlarıyla tezgâhlanan 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri ise, önce 1961 Anayasası'nı kesti biçti; sonra 1982'de kendi anayasasını getirdi. Atatürk Devrimi'ni yıkan emperyalizm ve işbirlikçileri, 22 Temmuz 2007'de sandıktan çıkardıkları Turuncu Karşıdevrimle son hamlelerini gerçekleştirdiler. Bu hamle şimdi kendi anayasasını getirme girişimi içindedir.

1961'DE DEVRİMCİ CUMHURİYETİN TEMEL PROGRAMI ANAYASADAN ÇIKARILDI
1971'deki anayasa değişikliğinin başlangıcı, devrimin inişe geçtiği 1945 yılına kadar uzanır. İkinci Dünya Savaşı'nın sonu, bizde Atatürk Devrimi'nin sonunun başlangıcıdır. Arada bir 27 Mayıs 1960 var. 27 Mayıs, sürece bir itiraz gibi görünüyor; ancak bizi Atatürk'ten kalan mirasla buluşturamamıştır. 1961 Anayasası, Türkiye'yi Atatürk Devrimi temelinde yeniden örgütlemedi. 27 Mayıs 1960 Hareketi'nin Türkiye'yi bir krizden çıkardığı ve önümüzü açtığı doğrudur. Ancak Türkiye 1960 sonrasında Atatürk Devrimi rotasına girmedi.

1961 Anayasası'na baktığımız zaman Atatürk'ün program ve stratejisini göremiyoruz. En önemlisi, 1961 Anayasası, 1924 Anayasası'na 1937 yılında eklenen Cumhuriyetin temel niteliklerine yer vermedi. 1937 yılında Atatürk'ün önderliğinde Anayasaya konan 2. madde, Devrimin programını özetliyordu:
"Türkiye Devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, lâik ve devrimcidir."
Bir de 27 Mayıs Anayasası'nın temel stratejisine bakalım:
"Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir."

1961'DE 1945 ANAYASASI YAPILDI
1961 değişikliğinin özeti, batılılaşmadır. Türk Devrimi'nin 1937 yılında ulaştığı tecrübe birikimini özetleyen, Altı Ok çıkarılmış ve emperyalist-kapitalist Batı ülkelerinin hemen hepsinde yer alan formül benimsenmiştir. Gerçi 1961 Anayasası, Demokrat Parti yönetimini deviren bir ihtilalle geldi, ancak Cumhuriyetin temel niteliklerini Kemalist Devrim'e göre değil, 1945'ten sonra girilen Atlantik sürecine göre belirledi.

1961 Anayasasının sosyal devleti, emperyalist-kapitalist Batı devletlerinin çözümüdür; halkçılık ve devletçilik ise, Ezilen Dünya devrimleri için model oluşturan Türk Devrimi'nin çözümüydü. Bizim Halkçılığımızın ve Devletçiliğimizin uluslararası beslenme kaynaklarına baktığımız zaman, orada Doğu Avrupa'nın Narodnizmini (Halkçılık) ve Sovyet Devrimi'nin kamuculuğunu görürüz. Demek ki, devletin temel nitelikleri konusundaki tavır değişikliği, 1945 sonrasındaki kamp değişikliğinin anayasal ifadesiydi.

1961 Anayasası, Kemalist Devrim'in değil, 1945'in anayasasıdır. 1945 sonrasında Atlantik sistemine girilirken kabul edilen oydaşmanın (mutabakatın) anayasası yapılmamıştı. İnönü ve bazı seçkin şahsiyetler, aslında o zaman yeni bir anayasa yapılması gerektiğini daha sonra savundular. 1957 sonrasında Bayar-Menderes yönetimi, 1945 oydaşmasını bozmuştu. 1961 İhtilali, Atatürk Devrimi'ni getiremedi; ancak 1945 oydaşmasını yeniden kurdu. Bu nedenle 1961 Anayasası, 1959'a göre bir ilerlemeydi; ancak 1938'e göre ilerleme değildi.

DEVRİMLE ANAYASADAN ÇIKARTILAN DEVRİMCİLİK
1937 yılında Anayasanın 2. maddesine konan devrimcilik, 1961 yılında bir devrimle Anayasadan çıkarıldı. Demek ki 27 Mayıs Devrimi, kendi kökleriyle olan bağını doğru dürüst tanımlayamamıştır. Bir yandan Atatürk Devrimi'ne bağlıyız demiş, öte yandan Atatürk Devrimi'nin temel programını ve devrimciliğini anayasadan çıkarmıştır.

1961 Anayasasını yapanlar, Atatürk'ün 1937 yılında anayasaya kaydettiği devrimci mirasa tutarlı olarak sahip çıkamamış, 1945 mirasını geri getirmişlerdir. Geçen hafta bu sayfada, Prof. Dr. Tahsin Bekir Balta'nın bu konudaki uyarılarını anlatmıştık. Bu uyarılara rağmen, 1960-1961 yıllarında hakim olan hava, liberalleşmekti. Söylenen şuydu: Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik ve Devrimcilik gibi ilkeler, belli partiler tarafından savunulabilir; ancak anayasada yer almaz.

Peki Atatürk, o nitelikleri anayasaya niçin koymuştu? Bu sorunun üç sözcükten oluşan bir cevabı vardır: Çünkü Atatürk devrimciydi.

KORKU ANAYASASI
Atatürkçülük, devrimciliktir ve eğer herhangi bir güç, kendisini Atatürk'e göre tanımlayacaksa, devrimciliğini göstermelidir. İşte İnönü dönemi, o devrimciliğin adım adım yitirildiği dönemdir. Doğal olarak inisiyatif Atlantik işbirlikçiliğine terkedilmiştir. CHP yönetiminin kendisi, zamanla Atlantik sistemine bağlanmıştır.

Bu süreçte, 27 Mayıs İhtilali, Türkiye'yi yeniden Atatürk Devrimi rotasına sokamadı. Böyle bir programa, buna uygun bir örgütlenmeye ve kararlılığa sahip değildi. Devrimciliği zayıf ve tutarsızdı. Nitekim 27 Mayıs Anayasası, milletin devrimci iktidarını öngören bir anayasa değil, bir korku anayasasıydı. Anayasayı yapanlar, kuvvetli yürütmeden, yani kuvvetli hükümetten korkuyorlardı; hatta kuvvetli meclisten bile korkuyorlardı. Kendilerini azınlık olarak görüyorlardı ve "çoğunluk korkusu" içlerine sinmişti. 27 Mayısçılar ve CHP, bu korkularını anayasanın her yerine yerleştirerek, artık iktidar olma umutları olmadığını itiraf etmişlerdir. Kendileri için belirledikleri görev, iktidara sahip olanların eline ayağına dolanmak, senato, anayasa mahkemesi, diğer yargı kurumları, mümkünse cumhurbaşkanı üzerinden onları denetlemeye çalışmaktı.

27 Mayıs Anayasası'nın altta kalma psikolojisi, arkada kalan 47 yılda, CHP'nin ruh halini belirlemiştir. Devrimden vazgeçen CHP için, iktidarsızlaşmak, demirbaş muhalefet rolünü kabullenmek ve buna göre biçimlenmek dışında bir yol kalmamıştı. Rejimin asıl sahipleri varken, onlara da rejimin muhalefeti olma rolü kalmıştı. O zamandan beri CHP'de üretilen iktidar formülleri ise, özetle Atatürk Devrimi'nin yüklerinden kurtulmak ve liberalleşmektir. Örneğin 1960'ların sonlarında keşfedilen Ortanın Solu ve Sosyaldemokrasi buydu. O hareket Ecevit önderliğinde "Reddi miras" tartışmasını getirdi. Atatürk mirası reddedilirse, halkla birleşilecek ve iktidar olunacaktı. İşte Turan Güneş'in teorisyenliğinde Ecevit ve Baykal'ların pratik katkılarıyla geliştirilen o tutumdan bugünkü CHP'ye gelindi. Altı Ok, en sonunda Deniz Baykal'ın "Babaannesinin resmi" olarak duvara asıldı.

TOPLUMSAL DİNAMİKLERİN TUTANAĞI
Kuşkusuz, 1938 ve 1945 sonrasını anayasalarla açıklıyor değiliz. Türkiye, anayasalar yüzünden buraya gelmedi. Ancak anayasalar, bir yönleriyle yaşanan maddî sürecin tutanağıdırlar. Anayasa yapıcıları, kendi stratejilerini, hedeflerini anayasaya geçirirler. Toplumdaki ağır basan dinamikler ve aynı zamanda uluslararası dengeler ve güçler de, anayasalara yansır. Ama anayasaları yalnız tarihsel sürecin kayıt defteri gibi görmek de hatalıdır. Anayasaları yapan dinamikler, aynı zamanda o anayasalarla sürece ağırlıklarını koyarlar ve süreci etkilerler. Anayasa yapmak, belli bir iradeyi dayatmak ve kabul ettirmektir. Türkiye'de de öyle olmuştur. Emperyalizmin güçleri, Atatürk Devrimi'nin defterini dürdüklerini ilan ediyor ve bayram yapıyorlar.

BATI GÜDÜMLÜ LİBERALİZM YIKIM GETİRDİ
Artık bilanço yapmanın zamanıdır. Meğer Türkiye, Atatürk Devrimi rotasından çıkarsa, millî devlet yıkıma uğrarmış, egemenlik yabancılara devredilirmiş, vatan parçalanır ve millet bölünürmüş.

1945'lerde, 1960'larda sanılıyordu ki, Türkiye liberalizm yolundan da gidebilir; Halkçılık ve Kamuculuk yolunda da gidebilir. Oysa bugün apaçık meydana çıkmıştır ki, liberalizm denen yol Türkiye için bir tercih değil, fakat yıkımmış.

1940'lardan beri Türkiye'nin önündeki soru aslında şuydu: Ya Atatürk Devrimi'ne devam, ya Ölüm! Devrimden vazgeçmenin karşılığı, yalnız devrimin ölümü değil, millî devletin, vatanın ve milletin ölümüdür.

ATLANTİKÇİ "MERKEZ SAĞ"IN VE ATLANTİKÇİ "MERKEZ SOL"UN İFLASI
İşte bugün görüyoruz, Batı güdümlü liberalizmi ve tutuculuğu yeğleyen merkez sağ partiler, en sonunda anahtarı AKP'nin Haçlı irticasına teslim ettiler. Tutuculuk, tutuculuk olarak kalamadı, yerini ihanete bıraktı. Eski TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk'un 12 Eylül 2007 günü Vatan gazetesinde yayınlanan saptaması bu açıdan çok önemlidir. AKP'den sağı canlandırarak kurtulma şansı kalmamıştır. Sağ, AKP'nin kendisi oldu.

Peki "merkez sol" dedikleri ne olmuştur? 1945'ten başlayarak, özellikle 1960'larda Ortanın Solu, derken Sosyaldemokrasi yoluyla merkez sağa benzemiştir ve en sonunda "merkez sağ" gibi AKP'leşmektedir. ABD ile işbirliği ve AB'ye üyelik, hepsinin ortak programıdır. Yani Turgut Özal-Tayyip Erdoğan'ların programını benimsemişlerdir. Atatürk Devrimi'nin Altı Ok'la ifade edilen temel programını terkedince, karşıdevrime teslim olmuşlardır. Bu nedenle AB bağımlı "merkez sol" da, AKP'nin seçeneği olamıyor.

AKP'nin seçeneği, artık devrimdir; Kemalist Devrim'i tamamlamaktır; işe 1938'de kaldığımız yerden başlamaktır.

YA DEVRİM YA ÖLÜM
Bizim 19.yüzyılların ortalarında başlayan 150 yıllık tarihimizin özeti şudur: Ya devrim ya ölüm! Türkiye, bu millî demokratik devrim sürecinde ne zaman ölüm tehlikesiyle karşılaşsa, devrim yapmıştır. Devrimini tamamlayamadığı için, devlet, vatan, millet ve halkın yaşam davası, bugün yine büyük tehditle karşı karşıya gelmiştir.
Türkiye, ölmemek için yine devrim yapacaktır.

2010 YILININ ANAYASASI
Devrimler ve karşıdevrimler kendi anayasalarını yapar demiştik.
AKP, bugün 2007 yılında karşıdevrimin anayasasını yapıyor.
Biz ise, 2010 yılının anayasası için kolları sıvadık. İsterseniz 2011 yılının olsun veya 2012'nin. Atatürk Devrimi'nin anayasası artık günceldir.

dperincek@ip.org.tr
www.doguperincek.gen.tr