İnsanlığın bu büyük deneyimine, “Maoculuk” türünden yobazca söylemlerle sırt çevirmek yerine, o deneyimi özgür kafayla ve emekçi duyarlılığıyla incelemek daha doğru olmaz mı? Ve en önemlisi, o deneyimin bütün insanlığa bir kez daha öğrettiği yurtseverlik ile emekçi halk arasındaki o sımsıkı bağı anlamaya çalışmak, ufkumuzu karanlıklardan kurtarmaz mı
Bilimsel Sosyalizm, en tutarlı ve en derin yurtseverliktir.
Hiç kimse ve hiçbir parti, bir zamanlar Bilimsel Sosyalist iken daha sonra yurtsever olmaz. Çünkü daha Bilimsel Sosyalist iken, tutarlı yurtseverlik akımına girmiştir.
Bilimsel Sosyalizm, herkesi en derin emek sevgisinden en sağlam yurtseverliğe ulaştırır. Şu da doğrudur: en sağlam yurtseverliğin güvencesi, ancak ve ancak emek sevgisidir; halk sevgisidir.
Hangi duraktan yola çıkarsanız çıkın, yurtseverlik ve emekseverlik, hep kol koladır; hep birbirini besler, her zaman birbirinin önünü açar.
20. yüzyılın öğrettikleri
20. yüzyıl tarihi bu açıdan çok öğreticidir. Muhafazakârların ya da Sosyaldemokratların önderliğinde yapılmış tek bir kurtuluş savaşı yoktur; onların önderliğinde tek bir vatan savunması da yoktur. Emperyalizm çağında bütün bağımsızlık savaşları, Bilimsel Sosyalist partilerin ya da Halkçı - Milliyetçi partilerin önderliğinde yapılmıştır.
Bunun ilk örneği bizim Mustafa Kemal Paşa önderliğinde başardığımız İstiklâl Savaşımızdır. Milli Mücadelenin başında 13 Eylül 1920 günü Mustafa Kemal Paşa’nın Meclise sunduğu Halkçılık Programı ve Büyük Millet Meclisi’nin 17 Kasım 1920 günü bütün dünyaya ilân ettiği Halkçılık Beyannamesi, Kurtuluş Savaşımızın ideolojisini ve siyasetini açıklar. O program ve bildiride, bağımsızlığa ve halk hâkimiyetine, ancak “emperyalizm ve kapitalizmin tahakkümünden kurtularak” ulaşacağımız vurgulanmıştır. Yine Halkçılık Programı’nın tartışılmasıyla kabul edilen 20 Ocak 1921 tarihli anayasamızın “Şuralar sistemine” dayandığını Atatürk üç ayrı yerde açıklamıştır (Bkz. Doğu Perinçek, Kemalist Devrim-3, Altı Ok). Türk vatanseverliğinin ideolojisi, daha Namık Kemaller ve İttihatçılardan beri devrimci ve halkçıdır.
Milli Mücadelemizin yol gösterici düşüncesini anlamak için, Atatürk’ün bizzat yönlendirdiği Hakimiyeti Milliye gazetelerine bakmak gerekir. Attila İlhan’ın sık sık “Mutlaka okuyun” dediği Hakimiyeti Milliye başyazıları, Kurtuluş Savaşı’nın İdeolojisi başlığı altında Kaynak Yayınları tarafından yayımlanmıştır.
İkinci Dünya Savaşı ve sonrasının yurtseverlik dalgası
Vatan savunması ve bağımsızlık savaşlarının asıl büyük dalgası İkinci Dünya Savaşı’nda ve sonrasında gelmiştir.
Çin’de Mao,
Kore’de Kim İl Sung,
Yugoslavya’da Tito,
Bulgaristan’da Dimitrov,
Arnavutluk’ta Enver Hoca,
Sovyetler Birliği’nde Stalin,
Fransa, Yunanistan, Çekoslavakya, Polonya, Romanya’da yine Bilimsel Sosyalizmi yol gösterici kabul eden partiler, Alman işgaline karşı savaşta milletlerine önderlik ettiler.
Bir takım kendisine “Milliyetçi” veya “Muhafazakâr” diyen partiler ise kendi milletlerine karşı Nazi işgalcileriyle işbirliği yaptılar.
İkinci Dünya Savaşı sonrasının deneyimi de aynıdır.
Vietnam’da Ho Şi Minh.
Cezayir’de Bin Bella.
Küba’da Fidel Castro.
Afrika’da Lumumba, Nkrumah ve en son Mugabe.
Mısır’da Nasır.
Arap dünyasında Arap Sosyalistleri, BAAS partileri.
Laos ve Kamboçya’da emek partileri.
Nikaragua, bugün Venezuela ve diğer Latin Amerika ülkelerinde Chavezler.
Vatanı vatan yapan
Arkamıza bakarsak, vatan savunmasının başında hep Bilimsel Sosyalist ve Sosyalist - Millici partileri görüyoruz.
İnsanlığın bu büyük deneyimlerinin bir anlamı olmalı.
Vatan savunmasında, emekçileri, yoksulları, halkı temsil eden partilerin öne çıkmaları ve zafer kazanmaları doğaldır. Çünkü vatan, taş ve toprak değildir. Vatanı vatan yapan, o taşı ve toprağı işleyen emekçilerdir.
Ve o taşı ve toprağı savunmak görevi gündeme gelince, yine o emekçiler çıkar sahneye. Elbette örgütlü olarak. Çünkü savaş, ancak en ileri, en disiplinli örgütlenmeyle yürütülür.
Amerika’daki liderler araştırması
Türkiyemizin yüzakı olan yaratıcı mimar ve düşünürlerimizden Doğan Hasol 9 Aralık 2011 gönü Cumhuriyet gazetesinde konumuza ışık tutan bilgiler veriyor. Orada ABD’nin Kentucky Üniversitesi’nde Prof. Dr. Arnold M. Ludwig yönetiminde yapılan bir liderlik araştırmasının sonuçlarını anlatıyor.
Üniversitenin King of the Mountain - The Nature of Leadership (Dağların Kralı - Liderliğin Doğası) başlıklı kitapta yayımladığı araştırmada, 20. yüzyılın en büyük iki liderinin Atatürk ve Mao olduğu değerlendirmesine ulaşılıyor. O araştırmada “Vizyoner Lider Tipi” olarak kabul edilen Atatürk ve Mao “Toplum mühendisleri ve ütopyacı sosyalistler” diye niteleniyor. Çağımızın bütün Mazlum Millet önderleri, doğrudur, birbirlerine benzerler. Çünkü aynı tarihsel koşulların ürünüdürler.
20. yüzyılın 371 önemli yöneticisi arasından Atatürk ve Mao’dan sonra en yüksek puan verilenlerin sırası ise şöyle: Franklin D. Roosevelt, Josef Stalin, Lenin, Charles De Gaulle, Deng Siaoping ve Ho Şi Minh.
Bu tabloda da vatan savunması ile sosyalizm ve halkçılığın buluştuğunu görüyoruz.
Yobazlığı bırakıp anlamaya çalışsak
Dünya gericiliği, çağımızın Bilimsel Sosyalistlerine “Maocu” gibi sıfatlar takmışlardır. Bunun pek önemi yok, çünkü o sıfatlar bir işlerine yaramamıştır. Ama şurası önemlidir:
Mao’nun önderlik ettiği yurtseverlik, dünya nüfusunun dörtte birini bağımsızlığa kavuşturmuş ve ayağa kaldırmıştır.
Ve o yurtseverliğin başardığı emekçi devrimi, dünyanın en sefil ülkesini 60 yılda uygarlığın öncü ülkesi konumuna getirmiştir.
İnsanlığın bu büyük deneyimine, “Maoculuk” türünden yobazca söylemlerle sırt çevirmek yerine, o deneyimi özgür kafayla ve emekçi duyarlılığıyla incelemek daha doğru olmaz mı?
Ve en önemlisi, o deneyimin bütün insanlığa bir kez daha öğrettiği yurtseverlik ile emekçi halk arasındaki o sımsıkı bağı anlamaya çalışmak, ufkumuzu karanlıklardan kurtarmaz mı?