ELEŞTİRİ ÇOK, SEÇENEK YOK MU?
Değerli iktisatçılarımız var. Emperyalist-kapitalist sistemin içine girdiği krizi çok güzel açıklıyorlar.
Eleştiri de yerinde. Ancak merakla bekliyoruz; İşçi Partisi yöneticileri dışında bir seçenek görene ve bir çözüm gösterene pek rastlamıyoruz.
Örneğin değerli iktisatçılarımızdan Prof. Dr. Erdinç Yeldan’la Milliyet’te yayımlanan bir görüşmeyi kesmiş, saklamışım. Şöyle diyor:
“Önce kapitalizmin sonunu getirecek bir alternatifin, bir toplumsal düzenin ortaya çıkması lazım. Böyle bir alternatif düzen ise hali hazırda yok. Sovyet sisteminin 1990’da çöküntüye uğraması, kapitalizm sonrası toplum tahayyüllerinin somut olarak gerçekleştirilmesi konusunda bize henüz bir dayanak sunmuyor.”
İNSANLIĞIN SONU MU?
Bu örnekte de görüldüğü gibi, kapitalizmin seçeneği olan sosyalizmi, Brejnev-Gorbaçov revizyonizmine kilitlediğiniz zaman seçeneksiz kalıyoruz.
Emperyalist sistemin de propagandası, 1990’dan sonra budur zaten. Sosyalizm seçeneği, onlara göre 1990’da çökmüş ve dağılmıştır; insanlık çözümsüz kalmıştır.
Burada, kimi ilericilerin yanılgısı ile sistemin yanıltması, aynı noktada buluşuyor. O da Sovyetler Birliği’nin seçeneğin simgesi olarak gösterilmesidir. 1960’lara kadar kuşkusuz doğruydu. Ancak 1960’lara doğru Sovyetler Birliği’nin kapitalizme geri dönüş sürecine girdiği artık bir tez değil, fakat ispatlanmış bir saptamadır.
SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN KAPİTALİZME GERİ DÖNÜŞÜ
Dünya sosyalist hareketi 1960’lı yılların ortalarında tarihsel bir tartışma yaşamış ve bir yol ayrımına gelmişti. Sovyet revizyonizmi ekseninde öne sürülen tez, Sovyetler Birliği’nin sınıfsız topluma ilerlediği yönündeydi.
İşte o koşullarda Mao çıktı ve Sovyetler Birliği’nin kapitalizme geri dönüş sürecinde olduğunu gösterdi. Kapitalizmden sosyalizme geçiş “uzun bir tarihsel süreç”ti. Bu dönemde “iki sınıf, iki yol, iki çizgi arasındaki mücadele” devam ederdi. Yani işçi sınıfı ile burjuvazi, sosyalizm ile kapitalizm, Bilimsel Sosyaliz ile Revizyonizm arasındaki çelişmeler sürmekteydi.
1960’a doğru Sovyetler Birliği yönetimi, kapitalizm yolunu tutan bir parti ve devlet bürokratları zümresinin eline geçmiştir. Bunlar, devlet mülkiyetini denetim altına alarak bir tür özel mülkiyete dönüştürmüşlerdi. Kendileri de bir tür “devlet burjuvazisi” haline gelmişlerdi.
Bütün bu saptamalar 1990 yılında tartışılmaz kesinlik kazanmıştır. Devlet ve parti yöneticileri, kapitalizme döndüklerini ilan etmişlerdir. Kuşkusuz bu olay, 1990’da birden olmadı; bir geri dönüş sürecinin tamamlanmasıydı. İşte o süreç, Mao’nun açıkladığı gibi 1990’ların eğiğinde bağlamıştı.
Bu büyük mücadele, Türkiye’de de yağandı. Bizim Partimiz, 1970 yılı öncesinde Sovyetler Birliği’nin kapitalizme geri dönüş sürecine girmiş olduğunu anlattı ve haklı çıktı.
Bu tartışmada günümüze ışık tutan can alıcı bir gerçek var: Sosyalizm, bir süreçtir; kapitalizmden sınıfsız topluma uzanan bir geçiş sürecidir. Bu sürecin kendisi çeşitli aşamalara bölünmüştür ve bu nedenle çelişmelidir ve sert mücadeleleri içerir.
20. YÜZYILDA DEVRİM DOĞU’YA KAYDI
Devrimin merkezinin 20. Yüzyılda Doğu’ya kayması ve sosyalizmi, İngiltere, ABD vb. gibi gelişmiş kapitalist ülkelerde değil, Rusya’dan Çin’e uzanan göreli geri ülkelerde kurulması, bu geçiş sürecini daha uzun ve daha çetrefil kılmıştır.
Seçenek vardır. Yalnız teoride değil, gerçeklik olarak vardır. Esasen gerçeklikte olmayan teoride de olmaz.
Değerli iktisatçılarımızın hatası, 19. yüzyıl teorisinde ve gerçeğinde kalmış olmalarından ileri geliyor. Oysa Lenin’in 20. yüzyıl bağlarında açıkladığı gibi, artık dünya, Ezen ve Ezilen Ülkeler diye iki kapa ayrılmıştı. 19. yüzyılda her ülkenin içinde burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki çelişme belirleyici olmaktan çıkmıştı. Emperyalist devletler ile Ezilen Milletler arasındaki çelişmenin çözümü, insanlığını ilerlemesinin anahtarını veriyordu.
Seçenek de, işte bu çelişmede saklıydı.
Hayat Lenin’i doğruladı.
Devrimler, artık 19. yüzyıldaki gibi gelişmiş Avrupa ülkelerinde ve Kuzey Amerika’da değil Rusya’da gerçekleşti.
20. YÜZYIL DEVRİM DALGALARI
Lenin’in bu tarihi saptaması, bilindiği gibi Ezilen Milletlerin Mustafa Kemal Paşa gibi devrimci önderleri tarafından da paylaşıldı ve eylemle doğrulandı.
Tarihi seçenekler, Batı’nın emperyalist ülkeleri ile Doğu’nun emperyalist zinciri kırma birikimine sahip ülkeleri arasındaydı. Nitekim devrim, Rusya, Türkiye, İran, Çin gibi ülkelerde oldu. Birinci devrim dalgası, 1905 Rus Devrimi’yle bağladı. Arkasından 1908 Türkiye, 1907-1909 İran, 1911 Çin devrimleri geldi. Bunlar emperyalizm çağının demokratik devrimleri idi.
Sonra ikinci devrim dalgası geldi: 1917 Rus, Şubat ve Ekim devrimleri, 1920 Türk Devrimi, 1927-1949 Çin Devrimi, Kore, Vietnam, Doğu Avrupa, Küba, 1975 Hindi Çini Devrimi’nin tamamlanması (Kamboçya, Vietnam, Laos).
İşte çağımızın seçeneği, bu Doğu Devrimleri’dir; Ezilen Dünya’nın, Milli Demokratik Devrimleri’dir. Bu devrimler, aynı zamanda sosyalizm yönündeki ataklardır.
Sovyet Devrimi de, 1929 yılına kadar içerik olarak demokratik devrimdi. 1929’da tarımda kolektif mülkiyete geçiş, Sovyet yöneticileri tarafından toplumun gelişme süreci ile uyumlu bir atılım değil, bir erken zorlama olarak açıklandı. Çünkü İkinci Dünya Savağı geliyordu ve zengin köylü şehirleri aç bırakıyordu.
SEÇENEK DOĞU’DA
Bugüne gelirsek, Lenin’in tanımladığı Doğu Devrimleri çağında yağıyoruz. Seçenek de Ezilen Doğu’dadır. Venezuella, Küba, Bolivya, Brezilya; hep o Doğu’nun parçasıdır. Doğu, burada toplumsal-ekonomik bir tanımdır.
Bugün dünyada genel kabul gören bir gerçek var: Batı çöküyor; Çin ve Hindistan yükseliyor.
Çöken Batı, bir sistemdir.
Yükselen Asya da bir sistemdir; farklı bir sistemdir. Bir kısım iktisatçılarımızın göremediği budur. Çünkü Materyalizmden değil İdealizmden etkileniyorlar. Beyinlerinde hayatın dışında bir kapitalizm-sosyalizm çelişmesi var ve hayatta bunu göremedikleri zaman seçeneksiz kalıyorlar. Tek seçenekleri, kapitalizm oluyor.
Dünya devriminin Lenin ve Mao tarafından yapılan 20. yüzyıldaki gerçeğini göremeyince, “dünyanın sonu geldi” teorisine mahkûm oluyorlar.
MİLLİ DEMOKRATİK DEVRİM
Doğu Devrimi, Milli Demokratik Devrim’dir. Sovyet Devrimi de az çok öyleydi; diğerleri zaten öyle.
Milli Demokratik Devrim kamu mülkiyetinin yönlendirici olmasını öngörür. Ancak Özel mülkiyeti de, o
aşamada en geniş istihdamı sağlamak ve özel girişimin üretime katkısını hayata geçirmek için değerlendirir. Buna “karma ekonomi” de diyorlar.
O nedenle özellikle Çin ve Vietnam, bugün emperyalist sistemin bir parçası değil, kamuya öncelik veren, toplumcu, insancıl, üretici güçleri geliştiren, ufku sosyalizme açılan yeni bir uygarlığın temsilcileridir.
Çin’in kendisini “Sosyalizmin aşağı basamaklarında” tanımlaması doğrudur; aynı zamanda içinde bulunduğu gelişmeleri ve kapitalizme geri dönüş tehlikelerini de ifade eder.
Sayın iktisatçılarımızın öncelikle şunu anlamaları gerekiyor: Her sosyalizm deneyimi kapitalizme geri dönüş tehlikesini de içerir. Kamu mülkiyetine geçiş sürecinin esas olarak tamamlanmasından sonra bile bu tehlike devam eder.
ASYA’DAN YÜKSELEN UYGARLIK
Asya’dan yeni bir uygarlığın kamucu ve toplumcu bir uygarlığın filizlendiğini görmeden, bugün ne devrimcilik yapılabilir ne de iktisatçılık!
Bütün dünyanın Çin’e bakarken gözleri kamaşıyor. Gerçekler, rakamlar her ğey ortada. Emperyalist dünya, iniğe geçtiğini görüyor. Ancak geçmişte Sovyet revizyonizminden etkilenen bazı sosyalistlerimiz, Çin ve Mao düşmanlığına öyle kaptırmışlardır ki, emperyalizmin çöktüğü ve sosyalizmin Çin’in kişiliğinde herkesin hayran bıraktığı koşullarda seçenek göremiyorlar.
Bu seçeneksizliği, aşamalı devrimi reddeden Troçkizm kalıntısı teoriler de besliyor.
EMPERYALİZM MERKEZLERİNİN ÖNÜNDEKİ SÜREÇ
Aşamalı devrim olgusu, bırakalım Asya, Afrika ve Latin Amerika’yı; ABD ve Avrupa için de geçerlidir.
Bugün üretici güçlerin gelişmesini kilitleyen kapitalist ilişkiler; mafyalaşma diye özetleyebileceğimiz ilişkilerdir.
Tefeci sermaye, reel sektörün ayağına bağlanan prangalar, uyuşturucu ve silah alım-satımının
dünya ticaretindeki payı, kaynakların mafyalarca bölüğümü, bütün bunlar emperyalist sistemin kurduğu
Mafya-Gladyo-Tarikat rejiminin ekonomik çıkmazını yansıtıyor.
Sistem, yaşamı değil ölümü besliyor. Bu koşullarda Batı ülkeleri de öncelikle tefeci-mafya-tarikat güçlerini temizleyen bir ağamadan geçeceklerdir.
SEÇENEK HAYATA GEÇİYOR
Seçenek vardır: Milli Demokratik Devrim.
Bu seçenek hayata geçmektedir: Çin, Vietnam, Hindistan, Venezuella, Bolivya, Brezilya vb.
Her seçenek, lekeli ve çelişmelidir. Hayat budur!
Milli Demokratik Devrim, Çin örneğinde görüldüğü gibi sosyalizmin kuruluğuyla iç içedir. Bu iki ağama arasında Çin Seddi bulunmuyor.
21. YÜZYILIN DEVRİM COĞRAFYASI
Türkiye, 1908 Devrimi ve 1920 Kemalist Devrim’le bu sürece atılım yapan ilk ülkelerdendi. Bu süreç yarım kaldı, geri döndü. Ancak Türkiye, Kemalist Devrim’i tamamlayarak yükselen yeni Doğu uygarlığının, halkçı-devletçi seçeneğin öncüleri arasında yer alacaktır.
Avrasya’ya bakınız:
Türkiye, Rusya, İran, Hindistan, Çin… Bu ülkeler, devrim birikiminin yoğunlaştığı ve hayata geçtiği ülkelerdir.
Eski imparatorluklar coğrafyası, bugün bir devrim coğrafyasıdır.
Yaşayacağız, göreceğiz.
(Silivri, 12 Şubat 2009)