Onları karşılamak için helikopterler seferber edilmişti. Gökten gaz bombaları atılıyor, çayırlar ve ekinler yanıyor, o yoğun dumanların içinde yine al bayraklar dalgalanıyordu. Polis birlikleri kara bulutlar gibi onların üzerine saldırıyor, al bayraklar biraz geriye doğru yaslanır gibi oluyor, sonra yaylanıyor yine Silivri Kala’sı’na doğru alev alev dalga dalga koşuyordu. Onlar o dumanlar içinde kaybolmuş kalenin bağrında, bugün Türkiye’nin yaldızsız ve süslemesiz gerçeğidirler. Hem de en kudretli ve en acımasız gerçeği. Kendisine karşı koymaya kalkanları ezip geçecek olan o halk gerçeği.
Pazar akşamı Ulusal Kanal’da gördük. Muğla’ydı galiba, şehir çıkışında yolu kesen polise bir hanım, “Açın yolu, bizi durduramayacaksınız, gerekirse yayan gideriz, ama kesinlikle Silivri’ye yetişeceğiz” diyordu.
Silivri Kal’ası önünde gelincik dalgaları
Belki gülümsenerek izlenmiştir. Ama 5 Ağustos 2013 günü Silivri Kala’sı’nın cephesindeki tarlalar gelincik açmıştı. Yine Ulusal Kanal’da izliyorduk. Kale duvarlarına doğru koşan, rüzgârla dalgalanan gelinciklerdi bunlar. Ellerinde Türk bayrakları, İşçi Partisi ve TGB flamalarıyla onbinler olmuşlardı. Nasıl gelmişlerdi oraya, hangi kayaları yarmış, hangi çöllerden geçmiş ve işte şimdi kızıl bir ırmak gibi Silivri ovasında akıyorlardı. İçlerinde Muğla çıkışında polise meydan okuyan o hanım var mıydı? Bilmiyoruz, ama onun o hedefe kilitlenmişliği, o kararlılığı hepsinin göğüs kafesinde devasa bir körük gibi soluklanıyordu.
Menzile daha yüzlerce, hatta binlerce kilometre uzaktan yollar kesilmiş, çıkışlar önlenmiş, otobüsler kaçırılmış, E 5 Karayoluna ve otoyollara beton engeller atılmış, polis ve jandarma barikatları kurulmuş, ama o yollara düşen yüzbinlerin onbinleri Silivri Kal’ası önüne ellerinde al bayraklarla ulaşmışlardı.
O yoğun dumanların içinde yine onların bayrakları
Ve şimdi onları karşılamak için helikopterler seferber edilmişti. Gökten gaz bombaları atılıyor, çayırlar ve ekinler alev alev yanıyor, o yoğun dumanların içinde yine al bayraklar dalgalanıyordu. Polis birlikleri kara bulutlar gibi onların üzerine saldırıyor, al bayraklar biraz geriye doğru yaslanır gibi oluyor, sonra yaylanıyor yine Silivri Kala’sı’na doğru alev alev dalga dalga koşuyordu. Hayranlık uyandıran bir kararlılık, inanılmaz bir zekâ, tarih sahnesindeydi.
Korku şatosunun itaat büyüsünü bozanlar
Tertip, hile, zulüm, kale duvarlarının, metal bariyerlerin, dikenli tellerin, arkasında saklanmıştı. El hainün haifün! Hainler halktan korkuyordu. Ama işte halkın o kahraman öncüleri, gelip yine onların o korku şatolarının duvarlarına dayanmıştı.
Evet halktan korkuyorlardı. Ama hâlâ halktan korkanlardan korkanlar vardı. Karanlık şatonun içinde hava başkaydı. Şato, bütün şatolar gibi büyülüydü. Salon, itaat havası altında boğuluyordu. Sanık sandalyelerinde oturanlar, avukatlar ve milletvekilleri, birkaç cılız itirazdan sonra, uslu uslu Cumhuriyete kesilen idam hükmünü dinliyorlardı.
Ama tarlalardan kalenin duvarlarına dayanan milletin kahramanları, ellerinde alev alev yanan isyan bayraklarıyla şatodaki büyüyü bozmuştur. Vekilsizdirler, avukatsızdırlar; ama korkusuzdurlar. Çıplak ayaklarının sesleri artık her yerde duyulacaktır. Açık alınlarındaki akyazılar, her yerde okunacaktır.
Onların sesleri salonda da yankılanmıştır. Şatonun büyüsü bozulmuştur. “Burada bir mahkeme yok” denmiştir. “Boşaltalım bu salonu, onları yalanlarıyla baş başa bırakalım” çağrılarıyla, İşçi Partililer o büyülü salonu terk etmişlerdir. Bir süre sonra Org. İlker Başbuğ, Org. Tolon ve Org. Iğsız da yalanın hükmettiği o salonda başı dik oturulamayacağını görmüş ve şerefli Türk komutanları olarak orayı terk etmişlerdir.
İptal olunan ferman ve yarının geçerli hükmü
Geçersiz hükümlerin ancak itaatkâr dinleyicileri olur. Siz boyun eğerseniz, uzatırsanız boynunuzu boyunduruğa, o zaman hükümler boynunuza takılır.
Ama bugün zulme başkaldıran bir halk var. O halkın nice deneyimlerde sınanmış bir öncüsü var. Hükümleri geçersizdir.
Öyle uzaklara değil, yarınların Türkiyesine bakın. Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül-Fethullah Gülen üçlüsünün hükmünü göremeyeceksiniz. Onlar yenilmiştir. Ekonomi raporları, siyasal tahliller, güç dengeleri falan, hepsi kuşkusuz önemlidir ve tartışılıyor. Ama tartışmasız olan bir gerçek var. O da Silivri Kala’sı’na dağları ve ovaları aşarak gelen milletin onbinlerce öncüsüdür. Onların ellerindeki bayraklarının rengi, bugünün tartışmasız gerçeğidir ve yarınların hükmüdür. Milletin hükmü, Oval Ofis güdümlü Haçlı irticanın fermanını iptal etmiştir.
Türkiye’nin yaldızsız gerçeği
O gün Silivri Kal’ası’nın cephesine ulaşanlar kahraman oldu. Hiç kimse onları sahneye çağırmayacak. Hiçbir mikrofon onlara uzatılmayacak. Hiçbir kamera önünde poz vermek durumunda kalmayacaklar. İsimleri hiçbir taşın üzerine kazınmayacak, hiçbir deftere yazılmayacak. Kendileri için madalya törenleri yapılmayacak, ikiyüzlü nutuklar atılmayacak, tenekeden ve plastikten plaketler verilmeyecek.
Ama işte onlar o dumanlar içinde kaybolmuş kalenin bağrında, bugün Türkiye’nin yaldızsız ve süslemesiz gerçeğidirler. Hem de en kudretli ve en acımasız gerçeği. Kendisine karşı koymaya kalkanları ezip geçecek olan o halk gerçeği. Artık Türkiye’nin hikayesinde, destanında yalnız o gerçek vardır.