İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek: O KİTABI ANCAK TUNCAY ÖZKAN YAZABİLİRDİ

Tuncay Özkan’ın Silivri duvarlarındaki akrabalarını biliyor musunuz? Tuncay
Özkan’ın suçu ilk kez bu yazıda ifşa ediliyor. 500 atlının atlarının donları ve o 500
atlıya kurulan kahpe pusulardaki özel görevliler. Psikologlardan niçin özür diliyorum?
Sırak...

Tarih:

Tuncay Özkan’ın Silivri duvarlarındaki akrabalarını biliyor musunuz? Tuncay
Özkan’ın suçu ilk kez bu yazıda ifşa ediliyor. 500 atlının atlarının donları ve o 500
atlıya kurulan kahpe pusulardaki özel görevliler. Psikologlardan niçin özür diliyorum?
Sırakonak Muhtarı Mehmet Karagöz’ün önemli açıklaması. En büyük zenginliğimiz.
Dağ keçileri ve uçurumlarda açan çiçek. Ve hatta fesleğenin kokusu. Tekmili bu
yazıda.

Tuncay Özkan’ın “Hapiste Yatacak Olana Öğütler”ini okuyunca, bu kitabı ancak
bir Kemaliye’li yazabilir diye düşündüm.

Tuncay Özkan’ın Silivri’deki akrabaları
İzin verirseniz sebebini açıklayayım. Biliyorsunuz, kutsal kitaplarda insanın
çamurdan yaratıldığı yazılıdır. Kemaliye’de su boldur, her kaya deliği, bir su
gözesidir. Dağlardan çağlayanlar gelir. Ama toprak yoktur. Toprak olmadığı için
çamur da yoktur. Her yan dağ ve taştır. O nedenle Kemaliye’li çamurdan değil
taştan yaratılmıştır.
Bu nedenle dünyanın bütün kayaları ve taşları Kemaliye’lilerin akrabasıdır.
Silivri’nin duvar taşlarının istisna oluşturduğuna dair bir bulguya rastlanmıyor.
Tuncay Özkan, her ne kadar “beni tek başıma hücreye attılar” dese de inanmayın.
Çünkü akrabalarıyla koyun koyuna yatmaktadır. Hücresinin sağı, solu, önü, arkası,
tavanı ve tabanı, hepsi Tuncay Özkan’ın akrabalarıdır.

Gurbetteki mahpus
Peki, Kemaliye’de o kadar taş var, Tuncay Özkan niçin Silivri’deki taşların
arasında yatıyor diye bir soru hemen akla geliyor.
Bu soruya ancak tarih bilimi cevap verebiliyor. Bir gün Adliye Vekili Kemaliye’ye
teftişe geliyor. Adliyedeki çalışma bitince, “bir de hapishaneyi görelim” diyor.
Görevliler “emredersiniz” diyorlar, fakat hapishanenin anahtarı kayıp, bulamıyorlar.
Çünkü Kemaliye hapishanesinin kapıları onyıllardan beri hiç açılmamış. Suç yok ve
suçlu yok!
Kemaliye hapishanesinin kapı kilitleri paslandığı için, Kemaliyeliler hep gurbette
hapis yatıyorlar. Örneğin Abdülhamit’in zindanlarında, İngiliz işgali altında Bekirağa
bölüklerinde ve bugün BOP Eşbaşkanlığının hapishanelerinde.
Guantanamo’da hiç Türk var mı bilmiyorum, ama varsa onun Kemaliyeli
olduğundan kuşku duyulamaz.

Tuncay Özkan’ın suçunu açıklıyorum
Tuncay Özkan yerdeşim, Mahkemede “Bana suçumu söyleyin” diye bağırırken,
ben de ona sesleniyorum, fakat sesimi ulaştıramıyorum. Şimdi buraya yazıyorum:
O’nun suçu 500 atlıdan biri olmasıdır.
Düşman Polatlı’ya dayanınca, Eğinliler Mustafa Kemal Paşa’ya telgraf
çekiyorlar, “Dayanın 500 atlıyla geliyoruz.”
Mustafa Kemal Paşa, bu telgrafı Meclis’te okuyor ve Sakarya zaferinden sonra
kendi imzasıyla Heyeti Vekileye bir teklifte bulunuyor. Eğin’e o tarihte Ankara’daki
devrimci milli hükümet kararıyla Kemal Paşa’nın adı veriliyor, Kemaliye deniyor.
(Belgeler, Atatürk’ün Bütün Eserleri’ndedir).
Rivayet odur ki, o 500 atlı ölümsüzleşiyor ve onlar, millet ne zaman darda kalsa
derhal al, doru, yağız ve kır donlu atlarına sıçrayıp imdada koşuyorlar.
Yine bilinmektedir ki, düşmanın bütün keskin nişancıları, o 500 atlıyı vurmak için
kahpe pusularda özel görevlendirilmişlerdir. Tarihi kayıtlarda hep böyle yazıyor.

Vatanın taşları uğruna
Psikologlar beni bağışlasınlar, ruhbilimini bilimden sayamıyorum, o nedenle
toplumbiliminin problemi diyelim: Kemaliye’de toprak olmadığına göre, Eğinliler, 93
Harbinde, Cihan Harbinde ne uğruna can vermişlerdir? Kemaliye’deki bir
sohbetimizde bu soruyu muhtarlarımız ve yerdeşlerimizle hararetle tartıştığımızı
hatırlıyorum. Kemaliyeli toprağı olmadığı için, taş uğruna şehit düşer. Bu keşif fakire
aittir.
Sırakonak (Pegür) köyü muhtarı Mehmet Karagöz’ün şu sözünü unutamam:
Cihan Harbine bizim köyden 53 delikanlı gitmiş, yalnız 6’sı dönmüştür.

En büyük zenginliğimiz
Vatanın taşları için ölenlerin toprakları için ölenlerden çok olması, kimseye tuhaf
gelmemelidir. Çünkü taş Kemaliye’linin tek ve en kıymetli zenginliğidir.
Kemaliyeli toprağını da taşlardan kayalardan yapar. Tuncay Özkan’ın büyük
dedeleri, Gülser Ayanoğlu’nun Kafkaslardan gelen nenesinin gelin gittiği dedesi,
Emin Özdemir’in babaannesi, Enver Gökçe’nin nenesi, Ali Çoşkun ve Şemsettin
Günaltay’ın anneanneleri, Eğinli Sait Paşa’nın bibisi, Adıgüzel Ağa’nın babası Mehmet
ve onların neneleri ve ataları, binyıllardır avuçlarıyla kayaları ufalamış toprak
etmişler, kayalarla duvar örüp sekiler yapmışlar ve yine elleriyle o sekilerin üzerine o
toprağı yaymış, dut ve ceviz yetiştirmişlerdir. O nedenle Kemaliye’li, taşı hapishane
duvarına harcamaz, taşa kıyamaz; insana da kıyamaz.
Türk Tarih Kurumu’nun yayınladığı Yukarı Fırat havzasında demir madenciliği
konulu bilimsel bir kitapta, dünyada demiri ilk işleyenlerin MÖ 2. binyılda Keban, Ağın
ve Eğinliler olduğu üzerine kazıbilimsel ve tarihsel kanıtlar gösteriliyordu. Kemaliye’li
belki de ilk işleyenlerden olduğu için, demiri hapishane parmaklığında kullanmaz.
Taş ve demir, Kemaliye’de bir uygarlık malzemesidir. Kayaların üzerindeki 4
katlı, hatta 5 katlı, 40 odalı Kemaliye evleri, Kemaliye müziği ve oyunları dünya
uygarlığının güzelliklerindendir.

Taşların arasında yaşama sanatı
İşte Tuncay Özkan, kayaların üzerinde uygarca yaşama kültürüyle bize
taşların arasında nasıl yaşanacağını öğütlüyor.
O, biliyor, dağ keçileri Fırat kanyonunun dik kayalarında toynaklarıyla üç beş
santimlik çıkıntılara basarak nasıl taştan taşa sıçrarlar, nasıl seğirirler, koşarlar.
O biliyor, uçurumlarda kök salan bitkiler nasıl göğerir ve çiçek açarlar. Kayalar,
hâlâ çiçeğin direncini saygıyla selamlamaktadırlar.

Taşların arasındaki uygarlık bilinci
Tuncay Özkan, binlerce yıllık tecrübeyi Silivri’de taşların arasındaki yaşama
uyguluyor.
Ekmeğin taştan çıkarılması gibi, yaşam da, onur da, dik duruş da taştan
çıkarılabiliyor. Bunun da bir ilmi, bir erkânı, bir terbiyesi var kuşkusuz.
Vatanın taşları uğruna şehit olma kültürü, kayaların arasında uygarlık yaratma
bilinci, Tuncay Özkan’ın kitabının içine sinmiş. Tuncay, bizi o kültürle buluşturuyor.

Rüzgâr size doğru esiyorsa…
Tuncay, bize taşlardan hapishane duvarı yapmayı değil, ufalayarak toprak
yapmayı, o toprakta fesleğen yetiştirmeyi öğretiyor.
Fesleğen, Nergis gibi kendisine aşık ve kendine dönük değildir. Fesleğen
kokusunu sizin elinize verir. Siz fesleğene sürdüğünüz parmaklarınızı koklarsınız.
Fesleğen sizden alacaklı değildir. O güzel koku, sanki fesleğende değil ama
sizin parmaklarınızdadır.
Eğer rüzgâr bu sabah sizin diyara doğru esiyorsa, Silivri duvarlarının arasından
Tuncay Özkan’ın yetiştirdiği fesleğenin kokusunu getirecektir.