İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek: NATO’DAN ÇIKALIM GLADYO’NUN KÖKÜ KAZINIR

· İntihar eden Albay Kırca değildir. Bir millet intihar etmektedir.
· Türkiye kahramanlarını köpeklere, çakallara yediriyor!
· Bu iddianame değil, iftiranamedir!
· Suçumuz, Atatürk Devrimi’ni taammüden savunmak!
· Gladyo’yu temizlemek içi...

Tarih:

· İntihar eden Albay Kırca değildir. Bir millet intihar etmektedir.
· Türkiye kahramanlarını köpeklere, çakallara yediriyor!
· Bu iddianame değil, iftiranamedir!
· Suçumuz, Atatürk Devrimi’ni taammüden savunmak!
· Gladyo’yu temizlemek için tek çare: Atatürk’ün demir süpürgesi!
· Fethullahçı takımı, Nâzım Hikmet’in ölüsünü çok seviyor! Dirisini hapislere atıyor!
· Ergenekon Tertibini bütün boyutlarıyla, kulağından tutup kamuoyunun önüne çıkaracağız.

Ergenekon davasının bugün (22 Ocak 2009) yapılan duruşmasında İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in sorgusu yapıldı.

10 ayı aşkın süredir tutuklu bulunan İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek sorgusuna önceki gün hayatına sona veren Gazi Albay Abdülkerim Kırca'yı anarak başladı. Albay Kırca'nın bir vatan kahramanı olduğunu, kahramanlarını intihara sürükleyen bir milletin ayakta kalamayacağını belirten Perinçek, "Kahramanları intihar eden bir ordu savaşma yeteneğini kaybeder, vatanını savunamaz. Kahramanları intihara sürüklenen bir ülkenin yargısı, başka ülkelerin infaz memurluğuna dönüşür. Şu anda Türk yargısı ABD'nin infaz memurluğuna dönüşmektedir. Hayretler içinde kaldık. Eski YÖK Başkanı, (ben sapına kadar Amerikancıyım) diyor. Yani diyor ki (ben suçsuzum, ben Amerikancıyım, beni neden aldınız) Demek ki Türk Ceza Kanunu değişmiş. Koskoca eski Genelkurmay Başkanı diyor ki, (ben Kuzey Irak'ta 1995 yılında Çelik Harekatını yaptım. Kardak operasyonunu yaptım. ABD'ye karşı operasyonlar yaptım, benim suçum budur) diyor. 1998-2002 yılları arasındaki Genelkurmay Başkanı da diyor ki, (benim hedef alınmamın sebebi Amerika'nın Kuzey Irak politikalarına karşı durmamdır)" diyerek ünlü şair Bertolth Breht'in "Vay haline kahramanlara muhtaç milletlerin" sözünü anımsattı. Perinçek şöyle devam etti; "Kahramanlara yaşamı zindan ettiniz. Kahramanları ölüme gönderiyorsunuz. Türkiye kahramanlarını köpeklere, itlere, çakallara yediriyor. Öldürüp, boğdurup, ardından kara gözlükleri takıp cenazelerde selam duruyorlar. Asıl hapislere tıkılan kahramanlara selam durun! İntihar eden Albay Kırca değildir. Bir millet intihar etmektedir. Bu saldırıya sessiz kalanlar, milletin intiharına katkıda bulunuyorlar. Sayın Mahkemeniz de bundaki sorumluluğunu düşünmelidir" dedi.

Perinçek sorgusuna şöyle devam etti; “Karanlık bırakılan tek nokta kalmayacak! İşçi Partisi Genel Başkanı ve yöneticileri hakkında karanlık kalan tek nokta bırakmayacağız. Suçlamalarla ilgili aydınlatılmayan, çürütülmeyen, eksik kalan, bulanık kalan tek bir nokta görürseniz, lütfen sorunuz. İddia kürsüsünde oturanlar da sorsunlar. Ceza Yargılaması Hukuku’na aykırı sorular da sorsunlar. Avukatlarıma rica ediyorum, itiraz etmeyecekler. Yasadışı kanıtlarını da toplasın getirsinler. Gizli dinlemelerini, sinsi gözlemlerini, gelmiş geçmiş bütün raporlarını getirsinler. Hepsi, onların suçunu kanıtlayacaktır. Zaten tepeden tırnağa yasadışılığa ve suça batmış durumdalar. Halkın önünde her şeyi açıklamaya hazırız. Bu Ergenekon Tertibini bütün boyutlarıyla, Türkiyemizi hedef alan bütün derinliğiyle kulağından tutup kamuoyunun önüne çıkaracağız. Tertibin suçlularını yargılayacağız burada! Sorgumun sonunda soruları bekliyorum. Sorun ve bu işi burada bitireceğiz. Ertelenmesi, Türkiye’ye karşı suç olur.” sözleriyle başladı.

“Bir varmış bir yokmuş” diyerek iddianame yazılamayacağını belirten Perinçek, “Ceza yargılaması, fiillerle ilgilenir. Suç olduğu iddia edilen fiilleri tek tek ele alacağım” diyerek İddianame’deki suçlamaları birer birer yanıtladı.

“TUNCAY GÜNEY” DAVASI
Doğu Perinçek, Ergenekon davasının “iskeletini, omurgasını, çekirdeğini” Tuncay Güney’in kurduğunu belirterek, “Bu davaya ille bir isim takılacaksa, ‘Tuncay Güney Davası’ demek yerinde olurdu. İddianamenin omurgasını, Tuncay Güney ile 2001 yılında yapılan Mülakat, Tuncay Güney’in Mülakatı’na dayanılarak yapılan şema, Tuncay Güney’in polise verdiği belge çuvalı oluşturmaktadır. Çekin bu omurgayı, İddianame bir et yığını gibi yığılır kalır. Tuncay Güney’i çıkartınız bu dava dosyasından: Örgüt kalmaz!” dedi.

Perinçek şöyle devam etti: “Örgütü kuran, temeli atan, çekirdeğini tayin eden, yöneticilerini atayan, bağlantıları ören, olayları imal eden, özetle senaryoyu kurgulayan, televizyon ekranlarına baktığınız zaman, hep Tuncay Güney. Bu İddianame’de Tuncay Güney’in adı 487 kez geçiyor. Rakipsiz bir numara!”

MECZUP YOK! OVAL OFİS VAR!
Tuncay Güney’in, görünüşte “Asrın Örgütü”nü kurduğunu, Güney’in Mülakatı’nı izleyen şahsiyetlerin, O’na “meczup” dediklerini, O’nun söylediklerini “deli saçması”, “kepazelik”, “rezillik”, “hokkabazlık” diye nitelediklerini belirten Perinçek; “İşte en büyük yanılgı buradadır. Bir meczup, bir hokkabaz Türkiye’yi parmağında oynatabilir mi? Bir millet, deli saçmalarıyla makaraya sarılabilir mi? Savcılıklar, tutuklama makamları, bir meczubun esiri haline düşer mi? Bir meczubun şemasını MİT resmi belge haline getirip 2002 yılından itibaren devlet içindeki darbe ve tertiplerde kullanır mı?” dedi.

İddianamenin, tutuklamaların Tuncay Güney’in eseri olduğunu ancak bu “deli saçmaları”nın Savcı Zekeriya Öz ve ekibi tarafından iddianame haline getirildiğini, kasette izlenen Tuncay Güney’in, aslında Zekeriya Öz; 2006’da “Ulusalcı dalganın üzerine gidin” fetvasını veren Fethullah Hoca; “delillendirin, savcıları bulun, onları tutuklayın” talimatı veren” Abdullah Gül; “davanın savcısıyım” diyen “BOP Eşbaşkanı” Tayyip Erdoğan; BOP Eşbaşkanı’na bu görevi veren ABD Başkanı Bush’un “ta kendisi” olduğunu belirtti. Perinçek; “Tuncay Güney, ‘Ulusa Sesleniş’ konuşmasını aslında Oval Ofis’ten yapıyor.” dedi.

Tuncay Güney’in abartıldığının düşünebileceğini belirten Perinçek; “Gerçeğe bakalım! Savcı Zekeriya Öz, Genelkurmay Başkanlığı’nın, Jandarma Genel Komutanlığı’nın yolladığı yazılara itibar etmiyor, onları samimi bulmuyor, hatta onları suçlu olarak görüyor. Ama Tuncay Güney’in her söylediğini başının üzerinde tutuyor. İddianame’nin en itibarlı, en güvenilir, en samimi şahsiyeti Tuncay Güney’dir. Tuncay Güney, Savcı Zekeriya Öz’ün itibar kaynağıdır ve itibar şampiyonudur. Bu davanın savcıları ile Tuncay Güney, birbirlerine çok yakışıyorlar. Çünkü itibar, güven ve samimiyet ölçüleri aynıdır.” dedi.

BÜYÜK SUÇLAR VE SUÇLULAR
SUÇ, ATATÜRK DEVRİMİ’Nİ TAAMMÜDEN SAVUNMAK!
Tuncay Güney’in meczup olmadığını, ona meczup diyenlerin de en sonunda anladıklarını söyleyen Perinçek “Bir komutanımız hemen geçmişini gözden geçiriyor. 1995 Çelik Harekâtı’nı yapmış, Kardak Operasyonu’nun emrini vermiş: Büyük suç! Diğer komutanımız, ABD’nin Kuzey Irak seferine karşı dik duruşunu hatırlıyor: Büyük suç! Eski YÖK Başkanımız kendisini temize çıkarıyor! Ben sapına kadar Amerikancıyım diyor. O, gerçekten suçsuz! Çünkü suçluyu da suçsuzu da Amerika belirliyor; savcılar ve yargıçlar değil. Tuncay Güney, Eski YÖK Başkanı’nın bu beyanatını Oval Ofis’ten mutlaka izlemiştir. Madalyasını yakında yollayacaktır. İşçi Partisi Genel Başkanı olarak, İddianame’de bana yöneltilen suçlara bakıyorum. Özeti: Kemalist Devrim’i tamamlama kararlılığı! ABD emperyalizmine ve Haçlı İrticaya karşı vatan savunmak, halkı savunmak! Suç, Atatürk Devrimi’ni taammüden savunmak!” dedi.

HEDEFTE TEMİZLER VAR KİRLİLER DEĞİL
Kamuoyunda dolaştırılan en şaşkın söylentinin, bu davada sap ile samanın birbirine karıştırıldığı, temiz insanların kirli insanlarla aynı sepete konduğu olduğunu belirten Perinçek şöyle devam etti; “Temiz ne demek? Temiz olmak, Çelik Harekâtı’nı yapmak, Kardak Harekâtı’nı yapmak, ABD’nin Irak’ı ve Türkiye’yi parçalamasına direnmek, NATO’dan çıkmak, Türkiye’nin bağımsız olarak Avrasya’daki yerini alması, Atatürk Devrimi hedefine bağlanmak ise; Bu dava, tam hedefine yönelmiştir. Oval Ofis’ten verilen talimat, doğru uygulanmaktadır. Herkes örgüt şemalarına iyi baksın! O şemalarda yöneticiler, Org. Kıvrıkoğlu, Org. Eşref Bitlis, İlhan Selçuk, Kemal Alemdaroğlu, Doğu Perinçek var! Bu davada hedef, burada Oval Ofis’te tanımlanmış bir suçları bulunmayan 20 yaşlarındaki Vatan Bölükbaş’lar değildir. Herkes uyanmalı ve büyük tertibi görmelidir. Hiç kimse bu davada olmayan bombalarla, uydurma krokilerle suçlanmıyor. Suç, Atatürk Devrimi’ni taammüden savunmak! Eğer bu davada bir haksızlık yapılıyorsa, ABD emperyalizminin günah defterinde ismi yazılı olmayanlara yapılmaktadır. Onlara suç atmak yerine, bizler yüzünden hapislere atıldıkları için onlardan özür dilememiz gerekir.”

NATO’DAN ÇIKALIM GLADYO’NUN KÖKÜ KAZINIR
Tuncay Güney’in, “Türkiye’nin patlayan çıbanı, Türkiye’nin irini” olduğunu ifade eden Doğu Perinçek sözlerini şöyle sürdürdü;

“Türkiye, son 60 yılda Kemalist Devrimi yıka yıka kendi eliyle imal ettiği bu zavallı çocuklarının üstünde tepinerek bu karanlık tertipten kurtulamayacaktır. Artık herkes, Kontrgerilla düşmanı, Gladyo düşmanı, Susurluk düşmanı, çete düşmanı, mafya düşmanı oldu. Türkiye fırsat yakalamış, öyle diyorlar. Başımızda Obama, Fethullah Hoca, Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan elimizde F tipi polis kadroları Gladyo’yu ve Susurluk’u temizliyoruz! Türkiye, neyin fırsatını yakalamış? Düşman, Kemalist Devrim’in son kalelerini de yıkıp, Ordu’nun direncini kırıp, İşçi Partisi’ni etkisiz hale getirip, vatansever güçleri sindirip bir Mafya-Tarikat-Gladyo rejimini kurmanın eşiğine gelmiş, son hamlesini yapıyor. Şaşkınlarımız, saf yüreklilerimiz; ABD’nin Sözleşmeli personelinden Mafya-Tarikat güçlerinden, BOP Eşbaşkanlarından, Deniz Feneri soyguncularından, çocuklarına yüz metrelik gemicikler alıp, eşlerinin parmaklarına 40 milyarlık yüzük takanlardan, Dolmabahçe Sarayı’nın eşyalarına bile göz koyanlardan temiz toplum kurmalarını bekliyorlar. Gafillerin ve hainlerin tertiplerine, psikolojik savaş yalanlarına kanmak için ne kadar arzulu insanımız var! İkiyüzlülüğe izin veremeyiz! Susurluk’un, Gladyo’nun kökünü kazımak mı istiyoruz, yapılacak tek iş vardır: NATO’dan çıkmak!
NATO’dan çıkalım, Uğur Mumcuları kimse vuramaz!
NATO’dan çıkalım, Eşref Bitlis’in uçağını kimse düşüremez.
NATO’dan çıkalım, 1 Mayıs katliamları son bulur.
NATO’dan çıkalım, Kahramanmaraş’ta canlarımızı artık kimse baltalarla öldüremez!
NATO’dan çıkalım, kimse Atatürk Kültür Merkezi’ni kundaklayamaz!
NATO’dan çıkalım, kimse Madımak Oteli’ndeki o güzel aydınlarımızı cayır cayır yakamaz!
NATO’dan çıkalım, benim canım yerdeşlerim Kemaliye Başbağlar köylülerini kimse kurşuna dizemez!
NATO’dan çıkalım, Hırant Dink’i kimse öldüremez.
NATO’dan çıkalım, PKK terörünü, Hizbullah maskeli terörü kimse besleyemez!
NATO’dan çıkalım, Gazze halkına en büyük yardım budur!
NATO’dan çıkalım, Irak halkına en candan selam budur.
NATO’dan çıkalım! İkiyüzlülüğü bırakalım!”
NATO’DAN ÇIKMAK “YURTTA BARIŞ, CİHANDA BARIŞ”IN BUGÜNKÜ GÖREVİDİR!

Gladyo’yu temizlemek için tek çarenin “Atatürk’ün demir süpürgesi!” olduğunu söyleyen Perinçek şunları ekledi; “Atatürk’ün döneminde bu terör belası var mıydı? Hatta 1960’ları hatırlayınız, şu patlayan bombalar, havalara uçan kollar bacaklar var mıydı? Şu koruma ordularına bakınız, Türkiye Atatürk Devrimi dönemlerinde böyle miydi? Nerde o devrimin, o bağımsızlığın getirdiği barış ve huzur, o kardeşlik, o mahalle ilişkileri, o arkadaşlıklar ve sevdalar? Bu kan revanın ortasında, Türkiye’nin ilerlediğini, kalkındığını hangi mezhep, hangi akıllı söyleyebilir?

Buradan İşçi Partisi Genel Başkanı olarak bütün milletime sesleniyorum: NATO’dan çıkalım! Gladyo’nun kökünü kazıyalım! Bütün partilere, örgütlere de aynı çağrıyı yapıyorum. Kim Susurlukçu kim değil, mihenk taşı, bu çağrıya verilen cevaptadır. Kimse milleti aldatmasın! İkiyüzlüler meydana çıksın! Milletimiz kimseye aldanmasın!”

FETHULLAHÇI TAKIMI, NÂZIM HİKMET’İN ÖLÜSÜNÜ ÇOK SEVİYOR!
DİRİSİNİ HAPİSLERE ATIYOR!
Sorgusunda Nazım Hikmet’in yeniden Türk Vatandaşlığı’na alınmasını da değerlendiren Perinçek şöyle konuştu; “Son örnek: ABD güdümlü Haçlı İrtica’nın Nâzım Hikmet’in ‘itibarını iade’ riyakârlığıdır. ABD’nin Sözleşmeli Personeli, Fethullahçı takımı, Nâzım Hikmet’in ölüsünü çok seviyor! Ama dirisini hapislere atıyor!”

SAVCILAR HAKKINDA SUÇ DUYURUSU TALEBİ
Doğu Perinçek, Mahkemeden, İddianame’yi hazırlayan savcılar hakkında “iftira” nedeniyle suç duyurusunda bulunulmasını da talep etti.

Perinçek, suç duyurusu talebinde şunları belirtti: “Emniyet sorgumda ve savcılık sorgumda, bana yöneltilen suçlamaların çoğunun, uydurma, yalan, iftira olduklarını, mahkeme kararlarıyla, resmi belgelerle kesin ve tartışmasız kanıtlarla gösterdim. Savcı, bu durumda ne yapar? Uydurma, yalan ve iftira oldukları ispatlanmış iddiaları İddianame’ye koymaz! Soruşturma esasen bu nedenle yapılır. Oysa savcılar, uydurma, yalan ve iftira olduğu kendilerine ispatlanmış, kanıtları gösterilmiş suçlamaları, ısrarla, bile bile, kasıtlı olarak İddianamelerine koymuşlardır. Böylece Savcılar, iftira, sahtecilik, görevi kötüye kullanma, suç uydurma, mahkemeyi yanıltma, yargıyı yönlendirme suçlarını, İddianame’yi okuyarak, Mahkeme huzurunda işlemişlerdir. Kesinleşmiş Mahkeme kararlarıyla iftira olduğu saptanmış, iftiraları tekrar ederek, bile bile, kasıtlı olarak iftira suçunu işlemişlerdir. Suç belgeli ve kanıtlıdır. Tek celsede karar verilecek kadar açık bir suç var ortada. Mahkemeniz, sanıkların tartışmalı sözlerini, hakaret suçunun oluşması olasılığını dikkate alarak Silivri C. Savcılığı’na bildirdi. Böylece Savcıların sanıkları yıldırma ve savunma yapamaz hale getirme gayretlerine katkıda bulundu. Oysa burada tartışmasız iftira suçu var. Görev kötüye kullanılıyor. Suç uyduruluyor. Suç duyurusunda bulunulmasını talep ediyorum.”

Perinçek’in sorgusuna gelecek oturumda (23 Ocak 2009 günü) devam edilecek.

SORGU ÖZETİ:

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na

Dosya No: 2008/209
Konu: Sorgu özeti
I
GİRİŞ

KARANLIK BIRAKILAN TEK NOKTA KALMAYACAK!

Sayın Başkan, Sayın Yargıçlar,
İşçi Partisi Genel Başkanı ve yöneticileri hakkında karanlık kalan tek nokta bırakmayacağız.
Suçlamalarla ilgili aydınlatılmayan, çürütülmeyen, eksik kalan, bulanık kalan tek bir nokta görürseniz, lütfen sorunuz.
İddia kürsüsünde oturanlar da sorsunlar.
Ceza Yargılaması Hukuku’na aykırı sorular da sorsunlar. Avukatlarıma rica ediyorum itiraz etmeyecekler. İddia sahipleri, yasadışı kanıtlarını da toplasın getirsinler. Gizli dinlemelerini, sinsi gözlemlerini, gelmiş geçmiş bütün raporlarını getirsinler. Hepsi, onların suçunu kanıtlayacaktır. Zaten tepeden tırnağa yasadışılığa ve suça batmış durumdalar.
Halkın önünde her şeyi açıklamaya hazırız. Bu Ergenekon tertibini bütün boyutlarıyla, Türkiyemizi hedef alan bütün derinliğiyle kulağından tutup kamuoyunun önüne çıkaracağız. Tertibin suçlularını yargılayacağız burada!
Sorgumun sonunda soruları bekliyorum. Sorun ve bu işi burada bitireceğiz!
Ertelenmesi, Türkiye’ye karşı suç olur.
TUNCAY GÜNEY YOKSA ÖRGÜT DE YOK

Bu davanın iskeletini, omurgasını, çekirdeğini Tuncay Güney kurmuştur.
Bu davaya ille bir isim takılacaksa, “Tuncay Güney Davası” demek yerinde olurdu.
İddianamenin omurgasını,
1. Tuncay Güney ile 2001 yılında yapılan Mülakat,
2. Tuncay Güney’in Mülakatı’na dayanılarak yapılan şema,
3. Tuncay Güney’in polise verdiği belge çuvalı
oluşturmaktadır.
Çekin bu omurgayı, İddianame bir et yığını gibi yığılır kalır.
Tuncay Güney’i çıkartınız bu dava dosyasından
— Örgüt kalmaz!
Örgütü kuran, temeli atan, çekirdeğini tayin eden, yöneticilerini atayan, bağlantıları ören, olayları imal eden, özetle senaryoyu kurgulayan, televizyon ekranlarına baktığınız zaman, hep Tuncay Güney.
Bu İddianame’de Tuncay Güney’in adı 487 kez geçiyor. Rakipsiz bir numara!
Meczup yok! Oval ofis var!
Tuncay Güney, görünüşte “Asrın Örgütü”nü kurmuş.
Mülakatı’nı izleyen çok yüksek ve seçkin şahsiyetler, bu adam “meczup” diyor. Söyledikleri “deli saçması” , “kepazelik”, “rezillik”, “hokkabazlık” diye niteleniyor.
İşte en büyük yanılgı buradadır.
Bir meczup, bir hokkabaz Türkiye’yi parmağında oynatabilir mi?
Bir millet, deli saçmalarıyla makaraya sarılabilir mi?
Savcılıklar, tutuklama makamları, bir meczubun esiri haline düşer mi?
Bir meczubun şemasını MİT resmi belge haline getirip 2002 yılından itibaren devlet içindeki darbe ve tertiplerde kullanır mı?
İddianame, Tuncay Güney’in eseri!
Tutuklanmalar, Tuncay Güney’in talimatı!
MİT şeması, Tuncay Güney’in kurgusu!
Bu işler, bir meczubun işleri değil!
— Kasette izlenen “deli saçmaları”nı kim İddianame haline getirmiş?
— Savcı Zekeriya Öz ekibi!
O zaman kasette izlediğiniz Tuncay Güney, Zekeriya Öz olmuş.
Peki, 2006’da kim “Ulusalcı dalganın üzerine gidin” fetvasını vermiş?
— Fethullah Hoca!
Bu durumda kasetteki Tuncay Güney, Fethullah Hoca’nın ta kendisi oluyor!
— Kim önüne konan Tuncay Güney Mülakatı’ndan üretilen görüntüleri izledikten sonra, delillendirin, savcıları bulun, onları tutuklayın talimatı vermiş?
— 2006 yılı Mayıs ayında Tuncay Güney Abdullah Gül olarak sahneye çıkıyor!
Bakınız Tuncay Güney, Abdullah Gül kimliğiyle karşımıza çıktı.
— Kim ben Ergenekon Davasının savcısıyım diye göğsünü gere gere son görevini açıklamış?
— BOP Eşbaşkanı Tayyip Erdoğan.
Meğerse BOP Eşbaşkanı, Tuncay Güney’den başkası değilmiş.
— Peki, kim BOP Eşbaşkanı’na bu onurlu görevi vermiş?
— ABD Başkanı Bush, 5 Kasım 2007 günü Beyaz Saray Oval Ofisi’nde.
İşte meczup dediğimiz, Tuncay Güney’in kökünü bulduk.
Tuncay Güney, “Ulusa Sesleniş” konuşmasını aslında Oval Ofis’ten yapıyor.

SAVCILARIN İTİBARLI, GÜVENİLİR, SAMİMİ DAYANAĞI TUNCAY GÜNEY

Kimileri Tuncay Güney’i abarttığımızı düşünebilir.
Gerçeğe bakalım!
Savcı Zekeriya Öz, Genelkurmay Başkanlığı’nın, Jandarma Genel Komutanlığı’nın yolladığı yazılara itibar etmiyor, onları samimi bulmuyor, hatta onları suçlu olarak görüyor. Ama Tuncay Güney’in her söylediğini başının üzerinde tutuyor. İddianame’nin en itibarlı, en güvenilir, en samimi şahsiyeti Tuncay Güney’dir.
Tuncay Güney, Savcı Zekeriya Öz’ün itibar kaynağıdır ve itibar şampiyonudur.
Yine Danıştay suikastını yapanlardan Osman Yıldırım’a da Savcı Zekeriya Öz sonuna kadar güvenmekte ve itibar etmektedir.
Bu davanın savcıları ile Tuncay Güney, birbirlerine çok yakışıyorlar. Çünkü itibar, güven ve samimiyet ölçüleri aynıdır.
Savcı Zekeriya Öz ile “Osmanım” diye aşırı muhabbet taşıdığı, Atatürk’e alçakça “İngiliz piçi” diyen Osman Yıldırım da birbirlerine çok yakışıyorlar.

BÜYÜK SUÇLAR VE SUÇLULAR

Demek ki Tuncay Güney meczup değilmiş.
Tuncay Güney’in meczup olmadığını aslında ona meczup diyenler de en sonunda anladılar.
Bir komutanımız hemen geçmişini gözden geçiriyor. 1995 Çelik Harekâtı’nı yapmış, Kardak Operasyonu’nun emrini vermiş.
Büyük suç!
Diğer komutanımız, ABD’nin Kuzey Irak seferine karşı dik duruşunu hatırlıyor.
Büyük suç!
Eski YÖK Başkanımız kendisini temize çıkarıyor! Ben sapına kadar Amerikancıyım diyor.
O, gerçekten suçsuz!
Çünkü suçluyu da suçsuzu da Amerika belirliyor; savcılar ve yargıçlar değil.
Tuncay Güney, Eski YÖK Başkanı’nın bu beyanatını Oval Ofis’ten mutlaka izlemiştir. Madalyasını yakında yollayacaktır.
İşçi Partisi Genel Başkanı olarak, İddianame’de bana yöneltilen suçlara bakıyorum. Özeti:
Kemalist Devrim’i tamamlama kararlılığı!
ABD emperyalizmine ve Haçlı İrticaya karşı vatanı savunmak, halkı savunmak!

HEDEFTE TEMİZLER VAR
KİRLİLER DEĞİL

Kamuoyunda dolaştırılan en şaşkın söylenti, bu davada sap ile samanın birbirine karıştırıldığı, temiz insanların kirli insanlarla aynı sepete konduğudur.
Temiz ne demek?
Temiz olmak,
- Çelik Harekâtı’nı yapmak,
- Kardak Harekâtı’nı yapmak,
- ABD’nin Irak’ı ve Türkiye’yi parçalamasına direnmek,
- NATO’dan çıkmak,
- Türkiye’nin bağımsız olarak Avrasya’daki yerini alması,
- Atatürk Devrimi hedefine bağlanmak
ise,
bu dava, tam hedefine yönelmiştir.
Oval Ofis’ten verilen talimat, doğru uygulanmaktadır.
Herkes örgüt şemalarına iyi baksın!
O şemalarda yöneticiler, Org. Kıvrıkoğlu, Org. Eşref Bitlis, İlhan Selçuk, Kemal Alemdaroğlu, Doğu Perinçek var!
Bu davada hedef, Oval Ofis’te tanımlanmış bir suçları bulunmayan 20 yaşlarındaki Vatan Bölükbaş’lar değildir.
Herkes uyanmalı ve büyük tertibi görmelidir.
Hiç kimse bu davada olmayan bombalarla, uydurma krokilerle suçlanmıyor.
Suç, Atatürk Devrimi’ni taammüden savunmak!

NATO’DAN ÇIKALIM GLADYO’NUN KÖKÜ KAZINIR

Tuncay Güney, Türkiye’nin patlayan çıbanıdır; Türkiye’nin irinidir.
Türkiye, son 60 yılda Kemalist Devrimi yıka yıka kendi eliyle imal ettiği bu zavallı çocuklarının üstünde tepinerek bu karanlık tertipten kurtulamayacaktır.
Artık herkes, Maşallah, Kontrgerilla düşmanı, Gladyo düşmanı, Susurluk düşmanı, çete düşmanı, mafya düşmanı oldu.
Türkiye fırsat yakalamış, öyle diyorlar.
Başımızda Obama, Fethullah Hoca, Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan elimizde F tipi polis kadroları, Gladyo’yu ve Susurluk’u temizliyoruz!
Türkiye, neyin fırsatını yakalamış?
Düşman, Kemalist Devrim’in son kalelerini de yıkacak! Ordu’nun direncini kıracak. İşçi Partisi’ni etkisiz hale getirecek. Vatansever güçleri sindirip bir Mafya-Tarikat-Gladyo rejimini kurmanın eşiğine gelmiş, son hamlesini yapıyor.
Şaşkınlarımız, saf yüreklilerimiz;
ABD’nin Sözleşmeli personelinden Mafya-Tarikat güçlerinden,
BOP Eşbaşkanlarından,
Deniz Feneri soyguncularından,
çocuklarına yüz metrelik gemicikler alıp, eşlerinin parmaklarına 40 milyarlık yüzük takanlardan,
Dolmabahçe Sarayı’nın eşyalarına bile göz koyanlardan
temiz toplum kurmalarını bekliyor.
Gafillerin ve hainlerin tertiplerine, psikolojik savaş yalanlarına kanmak için ne kadar arzulu insanımız var!
İkiyüzlülüğe izin veremeyiz!
Susurluk’un, Gladyo’nun kökünü kazımak mı istiyoruz, yapılacak tek iş vardır: NATO’dan çıkmak!
NATO’dan çıkalım, Uğur Mumcuları kimse vuramaz!
NATO’dan çıkalım, Eşref Bitlis’in uçağını kimse düşüremez.
NATO’dan çıkalım, 1 Mayıs katliamları son bulur.
NATO’dan çıkalım, Kahramanmaraş’ta canlarımızı artık kimse baltalarla öldüremez!
NATO’dan çıkalım, kimse Atatürk Kültür Merkezi’ni kundaklayamaz!
NATO’dan çıkalım, kimse Madımak Oteli’ndeki o güzel aydınlarımızı cayır cayır yakamaz!
NATO’dan çıkalım, benim canım yerdeşlerim Kemaliye Başbağlar köylülerini kimse kurşuna dizemez!
NATO’dan çıkalım, Hırant Dink’i kimse öldüremez.
NATO’dan çıkalım, PKK terörünü, Hizbullah maskeli terörü kimse besleyemez!
NATO’dan çıkalım, Gazze halkına en büyük yardım budur!
NATO’dan çıkalım, Irak halkına en candan selam budur.
NATO’dan çıkalım!
İkiyüzlülüğü bırakalım!

NATO’DAN ÇIKMAK “YURTTA BARIŞ, CİHANDA BARIŞ”IN BUGÜNKÜ GÖREVİDİR!

Gladyo’yu temizlemek istiyor muyuz, tek çare vardır:
Atatürk’ün demir süpürgesi!
Atatürk’ün döneminde bu terör belası var mıydı?
Hatta 1960’ları hatırlayınız, şu patlayan bombalar, havalara uçan kollar bacaklar var mıydı?
Şu koruma ordularına bakınız, Türkiye Atatürk Devrimi dönemlerinde böyle miydi?
Nerde o devrimin, o bağımsızlığın getirdiği barış ve huzur, o kardeşlik, o mahalle ilişkileri, o arkadaşlıklar ve sevdalar?
Bu kan revanın ortasında, Türkiye’nin ilerlediğini, kalkındığını hangi akıllı söyleyebilir?
Buradan İşçi Partisi Genel Başkanı olarak bütün milletime sesleniyorum:
NATO’dan çıkalım
Gladyo’nun kökünü kazıyalım!
Bütün partiler, örgütlere aynı çağrıyı yapıyorum:
NATO’dan çıkalım
Gladyo’nun kökünü kazıyalım!

Kim Susurlukçu kim değil, mihenk taşı, bu çağrıya verilen cevaptadır.
Kimse milleti aldatmasın!
İkiyüzlüler meydana çıksın!
Milletimiz kimseye aldanmasın!

“BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ” DİYE İDDİANAME YAZILMAZ!

Ceza yargılaması, fiillerle ilgilenir. Suç olduğu iddia edilen fiilleri tek tek ele alacağız.
Fiiller, zamanla belirlenir. Bir iddianamenin hukuki değerinin birinci ölçütü, fiillerin somutluğudur; gerçekliğidir; zamanın içindeki yeridir. O nedenle hukukçu, hemen ilk sayfada yazılan “Suç Tarihi”ne bakar. Biz de bakıyoruz. Tarih: 12 Haziran 2007. Yani Ümraniye’de bulunduğu söylenen bombaların, yine bulunduğu rivayet edilen tarihi.
Ancak İddianame’nin içini açıyoruz. Milattan önce binlerce yıl derinliğine kadar gidiyor. Suç olduğu iddia edilen somut fiiller bulunmadığı için, suç tarihi de saptanamıyor.
“Bir varmış bir yokmuş, deve tellal iken, pire berber iken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken” diye iddianame yazılmaz.
Bu İddianame’de bizleri suçlayan bütün olaylar, “deve tellal iken” gerçekleşmiştir.
İddianame’nin en büyük gerçeği budur.
Şimdi tek tek ispatlayacağız.
Tartışmasız olarak ispatlayacağız.
Kesinleşmiş mahkeme karalarıyla ve tartışmasız resmi belgelerle ispatlayacağız!


II
UYDURMA FİİLLER VE GERÇEKLER

BİRİNCİ UYDURMA:
BİLECİK TOPLANTISI

“Ergenekon Yeniden Yapılanma” temel belgesini, Doğu Perinçek, Suphi Karaman, Hasan Yalçın, Deniz Bilge, Erol Bilbilik BİLECİK’te hazırladılar.”
(İddianame, s. 56, 887, 1408, 1522, 1552 ve diğer yerlerde)
Kanıt: Tuncay Güney ile Mülakat.

Açıyoruz Tuncay Güney ile Mülakat’ın ilgili bölümlerine (s.26, s. 81–84) bakıyoruz. Bilecik’te hazırladılar diye bir suçlama yok. Soldan sağa okuyoruz, Yok! Sağdan sola yazabilirler diye bir de öyle okuyoruz yine Yok!
İddianame’yi yazanlara Tuncay Güney’in kurgulanmış Mülakat’ı dahi yetmemiş. Bir kuruluş eylemi gerekli… Yok! O zaman uydurmuşlar. Uydurma eylemi, Mülakat Özeti’nde başlıyor. F tipi polisler, Mülakat’ı özetlerken uydurmuşlar.
Ancak ben, Emniyet sorgusunda uyardım, “Bilecik toplantısı”, “Bilecik’te hazırlama diye bir şey yok” diye anlattım.
Savcılar, bu beyanlarım karşısında uydurmadan vazgeçebilirlerdi. Vazgeçmiyorlar. Uydurmada ısrar ediyorlar. Yalanı bile bile iddianameye de yazıyorlar. Kasıt unsuru tamam!
İddianameyi imzalayanların birinci suçudur bu!
Fiil uydurmak!
Suç uydurmak!
Mahkemeyi yanıltma girişimi!
Kamuoyunu kandırmak!
İftira fabrikasyonu!
Bunların hepsi suçtur!

İKİNCİ UYDURMA:
GEN. VELİ KÜÇÜK’ÜN TALİMATI

“Doğu Perinçek ve arkadaşları Ergenekon Yeniden Yapılanma belgesini Veli Küçük’ün talimatıyla yazdılar.”
(İddianame, s. 56, 887. 1408, 1522, 1552 ve diğer yerlerde)
Kanıt: Tuncay Güney ile Mülakat.

İddianame’yi yazanların bu iddiası da uydurma.
Mülakat’ta böyle bir yalan yok!
İddianame yazarları, Tuncay Güney’in bile söylemediği yalanı uydurmuşlar!
Dahası Tuncay Güney, tam tersini söylüyor:
“SORGUCU: İşaret eden kim?
TUNCAY GÜNEY: Neyi işaret eden?
SORGUCU: Siz gidip bu adamlardan faydalandınız. Ergenekon’un Yeniden Yapılanması’nda faydalanın diyen kim?
TUNCAY GÜNEY: Veli paşa faydalanın demedi. (…) Kendi söylemedi. Doğu Perinçek, bunlarla [Perinçek’in Genel Başkan Yardımcıları] çalışıyor.
SORGUCU: Siz Doğu Perinçek’e gittiniz. Doğu Perinçek, bunlarla kendisi hazırladı.
TUNCAY GÜNEY: Evet (…)
SORGUCU: Niye buna ihtiyaç duydu? Örgüt, Ergenekon pasif durumda mıydı?
TUNCAY GÜNEY: Hayır partilerde bir Anayasa Taslağı vardır.”
İddianameyi yazanlar, bir kez daha uydurmuşlardır.
İkinci suçları budur!

ÜÇÜNCÜ UYDURMA:
PERİNÇEK VE ARKADAŞLARI HAZIRLADI

“Bilecik toplantısı” Mülakat’ta yok. Yalan! Savcılar uydurmuş!
“Veli Küçük’ün talimatı” da Mülakat’ta yok. Hatta tam tersi söyleniyor. Bu yalanı da savcılar uydurmuş.
Peki, İP Genel Başkanı Doğu Perinçek ve üç Genel Başkan Yardımcısı, Ergenekon temel belgesini hazırlamışlar mı?
Bu iddia da uydurma!
Mülakatı baştan sona okuyunuz, tekrar tekrar okuyunuz! Tuncay Güney böyle bir yalanı söylemiyor.
Bu yalanı da, Tuncay Güney’in Mülakatı’nda olmadığı halde, İddianame’yi yazanlar uyduruyorlar! Uydurmaya mecburlar! Çünkü kendilerine örgüt imal etme görevi verilmiş!
Tuncay Güney’in söylediği şu: Doğu Perinçek ve Suphi Karaman, Hasan Yalçın, Erol Bilbilik, Deniz Bilge, partileri için “bir Anayasa Taslağı” hazırladılar.
Bu metnin adı:
“Devletin Yeniden Yapılanması”.
Bu metin, İşçi Partisi Başkanlık Kurulu Kararı!
Dava dosyasındaki belgelerde, üzerinde “İP Başkanlık Kurulu Kararı–25 Kasım 1999” diye açıkça yazıyor!
İP Başkanlık Kurulu Kararı olan “Devletin Yeniden Yapılanması” bir bakıma bir anayasa önerisi taslağı!
İP Başkanlık Kurulu Kararı ile “Ergenekon Yeniden Yapılanma” arasında en küçük benzerlik bile yok! Her iki metin arasında ortak bir cümle dahi yok!
İddianame’yi yazanlar, yine “hünerlerini” gösteriyorlar. Tuncay Güney’in Mülakatı’nda iki ayrı metin olarak geçen “İP Başkanlık Kurulu Kararı” ile “Ergenekon Yeniden Yapılanma” belgesini sürekli olarak birbirine karıştırıyorlar. Kasıtlı yapıyorlar bunu. Çünkü Tuncay Güney’in Mülakatı’nda böyle bir karışıklık yok. İki metin birbirinden ayrı:

“Doğu Perinçek’in Yeniden Yapılanma teorisi var. [İP Başkanlık Kurulu Kararı] Veli Paşa genişleterek tasarı yaptı.” (s.26) “Doğu Perinçek bize bir tez hazırladı. (…) Partilerde bir Anayasa Taslağı vardır.” (s.82–83)


Tuncay Güney’in yalanı, İddianame’yi yazanların uydurması yanında küçük kalıyor. Tuncay Güney, özetle şunu söylüyor:
İşçi Partisi’nin hazırladığı taslak, Veli Paşa tarafından genişletilerek “Ergenekon Yeniden Yapılanması” tasarısı haline getirildi.
Gerçekler, bu yalanı da çürütüyor:
“Ergenekon Yeniden Yapılanma” belgesinin tarihi: 29 Ekim 1999.
İşçi Partisi’nin “Devletin Yeniden Yapılanması” başlıklı Başkanlık Kurulu Kararı’nın tasarı olarak yayınlandığı tarih: 25 Kasım 1999.
Önce Ergenekon belgesi yazılmış.
Dolayısıyla o belgenin İşçi Partisi belgesinden yararlanarak yazılması mümkün değil.
İçerik de bunu doğruluyor. İleride inceleyeceğiz, iki belgenin konuları ayrı, felsefeleri zıt, aralarında tek bir cümle benzerlik yok!
İddianame’yi yazanların üçüncü suçu da budur.

DÖRDÜNCÜ UYDURMA:
“ARZ EDERİM” SAHTECİLİĞİ

İddianame’yi yazanlar, Doğu Perinçek’in Veli Küçük’e “Arz ederim” diye biten bir mektup yolladığını iddia ediyorlar. (İddianame, s. 1415 ve diğer yerlerde).
İşte mektup burada! [Perinçek, adli görevli aracılığıyla mektubun örneğini Mahkeme Başkanı’na sunuyor]
Bu mektup, Dava Dosyasında var.
Savcılar, mektubu görmüşler.
Ama bakıyoruz, “Arz ederim” sözcüğü yok!
[Doğu Perinçek, adli memur aracılığıyla Mahkeme Başkanı’na verdiği mektubun bir örneğinin de İddia Makamı’nda oturanlara verilmesini talep ediyor.]
Hani nerede, “Arz ederim” sözcükleri nerede?
İddia Makamı’nda oturanlar İddianamelerine yazdıkları o iki sözcüğü Mahkeme’ye göstersinler!
Gösteremiyorlar!
Yine uydurmuşlar!
Yüzleri kızarmıyor mu, utanmıyorlar mı?
Bu kez sahtecilik suçu işlenmiş.
Doğu Perinçek’in Sayın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e yolladığı mektubun sonundaki “Arz ederim” sözcüğü oradan kesme-biçme yöntemiyle alınmış, Sayın General Veli Küçük’e yollanan mektubun sonuna yapıştırılmış!
Buna ne demeli?
Dört kâğıtçılık yöntemi mi demeli, beş kâğıtçılık yöntemi mi?
Savcılara, tertibi hazırlayanlar, resmi evrakta sahtecilik yapma yetkisi mi vermişler?
Savcı sıfatını taşıyanlar, resmi bir evrak olan İddianame’ye, ellerindeki belgeleri bile bile, kasıtlı olarak değiştirerek, yeni sözcükler ekleyerek koyabilirler mi?
Bunu yapanlara C. Savcısı denebilir mi?
Herkes dese, babası Yargıtay C. Başsavcı Yardımcılığı yapmış olan Doğu Perinçek demez!
Denebilir ki, yanlışlıkla yazmışlardır; Cumhurbaşkanı’na yazılan mektup ile General Veli Küçük’e yollanan mektubu karıştırmışlardır!
Hayır, altını çiziyorum, bile bile, kasıtlı!
Çünkü ben Emniyet ifadesinde, “Arz ederim” sözcüğünün o mektupta olmadığını açıkça söyledim; uyardım onları.
Hata olsaydı, düzeltirlerdi.
Demek ki, mahcup olmaktan korkmuyorlar. Yüzlerinin kızarması, onlar için bir utanç değildir.
Psikolojik savaş görevi uğruna, onurlarını feda edebiliyorlar.
Evet, bu davada İddianame’yi yazanların amacı, Mahkeme’yi ikna değildir; kamuoyunu psikolojik savaşla aldatmaktır!
İşte uydurmalarla yürütülen psikolojik savaşın ispatı!
28 Mart 2008 tarihli Sabah gazetesinin birinci sayfa manşeti! Nal gibi harflerle!
“Tuhaf Diyalog Perinçek’ten Küçük’e: Arz ederim”
[Perinçek, Sabah gazetesini Mahkeme Başkanlığı’na sunuyor.]
Savcıların uydurması, daha İddianame yazılmadan Sabah Gazetesi’ne birinci sayfa manşeti oluyor.
F. Savcılığı ile Amerikancı liboş ve tarikatçı basın arasındaki yalanlarla, fabrikasyonlarla, uydurmalarla yürütülen işbirliğinin yüzlerce örneğinden yalnızca biridir bu “Arz ederim” imalatı!
Yazmadığım, tek bir sözcükle Sabah gazetesine manşet oluyorum!
Bana verilen öneme bakınız!
Ama biz İşçi Partisi olarak, Diyarbakır’da binlerce Kürt kökenli yurttaşımızla ve binlerce Türkiye Bayrağıyla miting yaptığımız zaman, Sabah gazetesinde tek satırla yer alamıyoruz. Çünkü o Türk Bayrakları, binlerce Kürdün elinde, ABD’nin Diyarbakır’ı Kukla Devlete merkez yapma planını bozuyor!
Bu iddianame, baştan aşağıya, İddianame’yi yazanların uydurmalarını ve suçlarını ve ABD güdümündeki tertibin zoraki yalanlarını belgelemektedir. İddia sahiplerinin dördüncü suçlarının özeti budur.
Peki, General Veli Küçük’e o yedi satırlık mektup neyin nesidir?
Bu mektup, Cumhurbaşkanı’na, bütün devlet ve hükümet yöneticilerine, TSK Komutanlarına, siyasal partilere, kitle örgütlerine ve basına yollanan dosyanın sunuş mektubudur.
Dosyanın konusu, 4 Haziran 2003 günü TBMM’de onaylanan İkiz İhanet Sözleşmeleri’ne ilişkin görüşlerimizdir.
Bu görüşleri, Çankaya’da beni kabul eden Sayın Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’e sundum ve sözlü olarak açıkladım. Sayın Cumhurbaşkanı’ndan bu İhanet Sözleşmeleri’ni veto etmesini talep ettim. Ayrıca basın toplantıları yaparak kamuoyuna açıkladım.
E. General Veli Küçük, gazetelerden okumuş. 2003 Haziran ayının ilk yarısıydı, telefonla aradı. O sırada İstanbul İl Yönetim Kurulumuz ile toplantı halindeydim. 20’nin üzerinde Kurul üyesinin önünde konuştuk.
E. Gen. Veli Küçük, bir grup general arkadaşıyla bu İkiz Sözleşmeler konusunu görüştüklerini belirtip, sözleşmelerin içeriğiyle ilgili somut sorular sordu. Zaman zaman birlikte görüştükleri general arkadaşlarının da sesleri geliyordu; “Şu konuyu da sorun” diye.
Bir saat içinde dört kez telefon ettiler. Ben, bu kadar ilgilenmelerinden sevinç duydum. Cumhurbaşkanı’na, devlet yöneticilerine ve gazetelere verdiğim dosyanın bir örneğini de kendilerine yollayacağımı, ilgilendikleri bütün konuların bu dosyada ele alındığını belirttim ve dosyayı kendilerine yolladım. Nitekim Gen. Veli Küçük’ten ön yazı ve ekindeki Cumhurbaşkanı’na yollanan dosya içeriği aramada bulunmuş.
Aynı dosya, Cumhurbaşkanlığı Makamına baskın yapılıp arama yapıldığı zaman orada da bulunacaktır.
İşçi Partisi’nde yapılan aramada, çeşitli devlet kurumlarına ve basına gönderilen örnekleri bulunmuş ve dava dosyasına konmuştur. Örneğin Cumhurbaşkanı’na, Milli Güvenlik Kurulu üyelerine ve gazetelere…
Bu İkiz Sözleşmeler, Türkiye Cumhuriyeti tarafından 40 yıl imzalanmamış, en sonunda ABD ve AB’nin baskısıyla hükümet tarafından imzalanmış, AKP iktidarı tarafından TBMM’den geçirilmiştir.
Bu İkiz Sözleşmeler’de etnik gruplara ayrı devlet kurma hakkı tanınmakta, bölgelere kendi ekonomik kaynaklarına sahip çıkma yetkisi verilmekte ve etnik, mezhepsel, dinsel cemaatlere kendi eğitimlerini düzenleme hakkı tanınmaktadır!
Bu İkiz İhanet Sözleşmeleri, PKK tüzük ve programını bile aşan bölücü hükümler taşımaktadır.
Etnik bölücülük ve dinsel cemaatler böylece Türk Kanunlarına dayanma olanağını elde etmişlerdir ve taleplerini bu hükümlere dayanarak ileri sürmeye başlamışlardır.

BEŞİNCİ UYDURMA:
“TÜRK SUBAYLARI DOĞU PERİNÇEK’İN ORGANİZESİYLE PKK’YA 6 BİN SİLAH VERDİ” HAİNLİĞİ

Savcılar, İddianamelerine TSK subaylarının, Doğu Perinçek’in “organizesi ve referansıyla” Barzani ve Talabani’ye 24 bin silah verdiklerini, bu silahların 6 bininin yine Türk Subayları tarafından PKK’ya teslim edildiğini yazabilmişlerdir (İddianame, s. 277, 278 vd, 1525 ve diğer yerler).
Tek kanıtları, Tuncay Güney’in söyledikleridir (Mülakat, s. 39 vd, 111 vd).
Savcılara göre, Mehmetçiği vuran silahları ve kurşunları PKK’ya, Türk Ordusu vermektedir. 24 bin silahın bireysel veya grupsal bir girişimle Barzani, Talabani ve PKK’ya verilemeyeceği açıktır.
Tuncay Güney, 24 bin adet silahı iki araba, iki “konteynıra” sığdırabilmiştir.
Peki, Savcılar hangi vicdana, hangi mantığa sığdırabilmişlerdir?
Bu konularda uzman olan, İP Genel Başkan Yardımcısı E. General Servet Cömert ile yaptığımız hesaba göre, 24 bin silah, 120 ton ağırlığındadır ve silahların arasındaki hava boşlukları da hesap edildiğinde, bu kadar silah, en az 12 tırla götürülebilmektedir. Tırların büyüklüğüne göre bu konvoy 20 tıra kadar çıkmaktadır. Tırların boyu 13 metre 60 cm’dir. [Tırlarla ilgili bilgiyi Mahkemenize tek sayfa halinde şemalarla sunuyorum]
Trafik kurallarına göre tırlar arasında bırakılması gereken mesafe de dikkate alınırsa, bu konvoyun boyu 1,5–2 km’dir.
Aşağıdaki tabloda en çok kullanılan bazı tırların ölçülerini metre cinsinden bulabilirsiniz:

L = Uzunluk
W = Genişlik,
H = Yükseklik,
m3 = Toplam hacmi (metreküp)


TIR TİPİ L W H m3 RESİM
Tenteli TIR 13.60 2.42 2.40 79

13.60 2.42 2.60 86
Jumbo TIR 3.10 2.42 2.55 79

9.10 2.42 2.75
3.50 2.42 2.45 83
8.70 2.42 2.95
Treylerli normal TIR
(Optima) 6.20 2.42 2.50 87

8.30 2.42 2.50
Treylerli Jumbo TIR 7.80 2.44 2.85 110

8.10 2.44 2.85
Normal Açık TIR upto 18 2.44 - -

Damperlı TIR - - - upto 25

Jumbo Açık TIR upto 18 2.44 - -

Lowbed TIR - - - -


Sayın Mahkeme,
Düşünebiliyor musunuz Tuncay Güney, Türk subaylarının marifetiyle, yanında gazeteci Ayşe Önal ve Bengüç Özerdem olmak üzere arkasında 2 km boyunda 20 tırlık bir konvoyla Irak’ın kuzeyine silah götürüyor!!!
Bu haince olduğu kadar, mantıksız ve uydurma suçlamayı, hangi C. Savcısı iddianamesine yazar?
Bunu yazabilecek dördüncü bir savcı bulunabilir mi?
Genelkurmay Başkanlığı, Avukatımız Hüseyin Gökçearslan’ın başvurusu üzerine, 20 Mayıs 2008 günlü yazısıyla bu haince suçlamanın “tamamen asılsız ve mesnetsiz” olduğunu bildirmiştir. “Genelkurmay Başkanı Namına” imzalanan bu yazı “Ad. Müş. 3050-37-08. O.Ö. 90017316” sayısını taşımaktadır.
Bu Genelkurmay Başkanlığı yazısını Mahkemenize bir kez daha sunuyorum.
Evet, bir kez daha!
Çünkü İddianame yazılmadan önce bu resmi yazı Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz’e verilmişti. Dahası Tuncay Güney, Kuzey Irak’a silah konusunda yalan söylediğini televizyonlardan defalarca bangır bangır söyledi. (Saygı Öztürk, Belgelerle Ergenekon, s. 60 vd).
Ancak Zekeriya Öz, “Genelkurmay Başkanı namına” yazılan yazıya iltifat etmemiş, Tuncay Güney’in “yalan söyledim” beyanını da samimi bulmamış, 2001 yılındaki alçakça ve haince yalanını İddianamesine inatla ve ısrarla, döne döne yazmıştır.
Türk Ordusu’na ve Türk subaylarına karşı, Türkiye tarihinde bu kadar haince bir psikolojik savaş yürütülmemiştir.
Türk Ordusu’na güveni yerle bir etmeyi amaçlayan bu iftiranın ardında savcı sıfatı taşıyanların imzalarının bulunması, Türk Yargısı için yüz karasıdır; silinemeyecek bir lekedir.
Peki, Savcılık bu cüreti nereden almaktadır?
Bu çılgınca psikolojik savaş ihanetine, Genelkurmay’ın açıklamasını ve her türlü mantık kuralını hiçe sayarak, en küçük bir araştırma yapmadan, hangi cüretle kalkışabilmektedir?
İhanet kavramının içini dolduracak bilgi de ispatlıdır.
16 Şubat 2001 günü ABD’nin ünlü New York Times gazetesinde ve 23 Şubat 2001 günü Washington Post gazetesinde, CIA bağlantılı ünlü gazeteci Jim Hoagland imzasıyla bir haber yayımlanıyor. CIA bağlantılı Hoagland, Türk Ordusu’nun komutanlarının “Kuzey Irak sınırında kaçakçılık yaptıklarını” yazıyor. Aydınlık dergisi bu haberi görüyor ve hemen kamuoyuna duyuruyor. (Aydınlık, 1 Nisan 2001, s.4–5, sunuyoruz)
Amerikan gazetesinde 23 Şubat 2001 günü çıkan Türk Ordusu’na yönelik bu suçlama, 7 gün sonra İstanbul’daki Fethullahçı istihbarat polisleri tarafından Tuncay Güney’in ifadesine yazdırılıyor.
CIA’daki hıza bakınız!
Bir hafta içinde elleri kolları İstanbul Emniyeti İstihbarat Şubesine kadar uzanıyor ve Tuncay Güney’in ifadesiyle kayda geçiriliyor.
Genelkurmay Başkanlığı o CIA haberlerini hemen yalanlamış, ne önemi var. CIA’nın Türk Ordusu’na karşı psikolojik savaş malları, yedi yıl sonra bu kez de F. Savcıları tarafından Ergenekon İddianamesi’ne yazılıyor!
Hem de Genelkurmay’ın iki ayrı yalanlamasına ve resmi yazısına rağmen!
“İhanet” kavramı üzerinde ısrar ediyorum.
Çünkü ihanet ispatlı…
Bir ispat da, Tuncay Güney’in Mülakatı’nda!
Tuncay Güney şöyle diyor:
“Tabii biz silahları veriyoruz, CIA veriyor oldu.” (Mülakat, s. 118).
Türk Ordusu veriyor PKK’ya silahları ve suçu da CIA’nın üzerine atıyor!
Hıyanete bakın siz!
Bir koyundan iki post çıkarmaya kalkıyor hainler.
Türk Ordusu, PKK’ya silah vermekle suçlanıyor.
Dünyanın gözü önünde silahları veren CIA aklanıyor.
Bu alçakça anlatım, Tuncay Güney’e açıkça dayatılmış.
Bu da ispatlı:
“Sorgucu: normalde bu silahları CIA göndermedi. Siz gönderdiniz.
Tuncay Güney: Tabii canım” (Mülakat, s. 118).
Sorgucu, Tuncay Güney, Ergenekon Savcıları, bu ihanette buluşmuşlardır.
Milliyet, Radikal, Yeni Şafak, Star ve Sabah gazeteleri de bu uydurma psikolojik savaş mallarını, bırakalım vicdanı, mantığın denektaşına bile vurmadan çılgınca yayımlamışlardır.
Çünkü görev Türk Silahlı Kuvvetleri’ne vurmaktır! Doğu Perinçek’e ve İşçi Partisi’ne vurmaktır!
Buradan Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’na sesleniyorum!
Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu’na sesleniyorum!
İstanbul C. Başsavcılığı’na sesleniyorum:
Ergenekon İddianamesi’ni yazanlar, Türk Ordusu’na karşı hiçbir vicdan ve mantığa sığmayan bir psikolojik savaşı yürütmüşlerdir.
Buna izin veren kurumlar da, kuşkusuz sorumludur.
Bu ihanete soruşturma açmayan, bu ihaneti cezalandırmayan bütün yetkili kurumlar, ağır sorumluluk içindedir ve suç işlemektedir.

ALTINCI UYDURMA:
“ORG. ÇEVİK BİR, KIRIKKALE MKE’DEKİ SABOTAJI YAPTIRDI” HAİNLİĞİ

(İddianame, s. 1413 vd, s. 1525, Tuncay Güney Mülakat, s. 120 vd)
Evet, suçlamalar arasında bu da var!
Ordu komutanlığı yapmış bir Orgeneral, Kırıkkale Mühimmat Fabrikası’nı havaya uçurtuyor!!!
Dahası bu alçakça psikolojik savaş, Tuncay Güney marifetiyle Aydınlık gazetesinin üzerine atılıyor.
İşte Aydınlık’ın haberi!
Ne yazıyor başlıkta:
“Kırıkkale’deki patlama ABD’nin Genelkurmay’a cevabı” (Aydınlık, 6 Temmuz 1997, Ekli sunuyorum).
Hani nerede “Org. Çevik Bir Sabotajı yaptırdı” yalanı?
Savcılar, Türk Ordusu’na güveni sarsmayı hedefleyen bu Tuncay Güney uydurmalarını nasıl dava dosyasına koyarlar?
Bu sorunun tek bir cevabı vardır:
İsterse kuyruklu uydurma olsun, yeter ki Türk Ordusu’na vursun!

YEDİNCİ UYDURMA:
GENELKURMAY BAŞKANLIĞI DOĞU PERİNÇEK ARACILIĞIYLA PKK İLE GÖRÜŞMELER YAPTI

(İddianame, 276 vd, 281, 1526 ve başka yerlerde)
Oysa o tarihlerde Doğu Perinçek Haymana Cezaevi’nde idi.
İddianameye göre, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Şubat 1999’da şu faaliyette bulunmuş:
- İstanbul’da Abdullah Öcalan’ın “teslim olmak istiyorum” mesajını General Veli Küçük’e iletmiş!
- İstanbul’da Veli Küçük ile görüşmüş!
- İstanbul’da Tuncay Güney, Apo’nun Avukatı Doğan Erbaş ve Adnan Akfırat ile Apo’nun teslim şartları konusunda üç ayrı görüşme yapmış!
- İstanbul’da sık sık Tuncay Güney’i aramış!
- İstanbul’da Tuncay Güney’i “Apo’nun avukatları ile görüşün” diye sıkıştırmış!
Bütün bu faaliyetler İddianame’ye göre hangi sırada yürütülüyor?
- “Apo, Suriye’yi terk ettikten sonra”
- “Apo, İtalya’da iken”
- “Apo, dünyanın üzerinde turlarken”
- “Apo Kenya’da iken”
Yani, Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarıldığı 10 Ekim 1998’den, Kenya’dan Türkiye’ye getirildiği 15 Şubat 1999 arasındaki dönemdir söz konusu olan.
Oysa Doğu Perinçek, 24 Eylül 1998 günü Ankara’da gözaltına alındı. Bir hafta Ankara Emniyeti’nde gözaltında tutulduktan sonra 30 Eylül 1998 günü Haymana Cezaevi’ne kondu ve 8 Ağustos 1999’a kadar Haymana Cezaevi’ndeydi.
Apo’nun Suriye’yi terk etmesinden Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye teslim edilmesine kadar geçen olaylar Ekim 1998-Şubat 1999 arasında.
Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiği tarihte Doğu Perinçek beş aydır Haymana Cezaevi’nde.
Ve o tarihten sonra beş ay daha Haymana Cezaevi’nde kaldı.
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Haymana Cezaevi’nde bulunduğu Şubat 1999 tarihinde, yapıldığı uydurulan “Türk Silahlı Kuvvetleri ile Apo arasında görüşmeler örgütlüyor, toplantılar yapıyor!
Bütün bu uydurmaları, İddianame’yi yazanlar, Tuncay Güney’in “samimi beyanlarına” dayandırıyor.
Savcılar, o sırada Doğu Perinçek’in nerede bulunduğunu ve ne yaptığını araştırmadan İddianame’nin içine doldurmuşlardır. Yeni Şafak, Radikal, Sabah gazeteleri 28 Temmuz 2008 günlü yayınlarında bu uydurmalara büyük başlıklar atarak yer verdiler.
Tuncay Güney’in ipiyle kuyuya inmeye kalkanlar, iftira ve yalan kuyularına gömülüp kalmaya mahkûmdurlar.

SEKİZİNCİ UYDURMA:
DOĞU PERİNÇEK PKK KURUCUSU
VE PKK’NIN İKİNCİ LİDERİ

İddianame’yi hazırlayanlar, bu iftirayı yazabilecek kadar gerçek düşmanıdırlar ve hukuk düşmanıdırlar (İddianame, s. 280). İddianame’ye yazdıkları bu iftiranın hesabını yargı önünde vereceklerdir.
Ellerinde bu iddianın, bir iftira, bir yalan olduğunu hükme bağlamış Mahkeme kararı ve Milli Savunma Bakanlığı yazısı ile Milli Eğitim Bakanlığı yazısı olduğunu bile bile, kendilerini tutamayarak bu suçu işlemişlerdir.
Hem de JİTEM ile ortak ruh hali içinde olduklarını da göstermişlerdir.
Bu iftira, 1995 öncesinde bir JİTEM ders notunda yer alıyor. Amaç, Doğu Perinçek’e karşı psikolojik savaş.
Bunu saptıyor ve belgeleriyle Milli Savunma Bakanlığı’na başvuruyoruz.
Milli Savunma Bakanı Mehmet Gölhan, 07.04.1995 tarihinde bir yazı yazarak İşçi Partisi’ne karşı hatalı olduklarını kabul etmiştir (Örneğini sunuyorum).
Bununla yetinmiyoruz.
Bu ders notunu derhal toplatacaksınız diye başvuruyoruz.
Bu kez Milli Eğitim Bakanı Nevzat Ayaz, 18.08.1995 günü İşçi Partisi’ne yazı yazarak, Ders Notu’nun toplatıldığını bildirmiştir (Belge ekli olarak sunulmuştur).
Bu yazılar, Dava Dosyası’ndaki Fabrikatör başlıklı metinde bulunmaktadır. Savcılarca görülmüştür.
Ama daha önemlisi, bu iftira, Ankara 1 Nolu DGM’de hükme bağlanmıştır (E 1999/124, K 1999/202, 20.12.1999)
İftiracılar da, 1 yıl 8 ay hapse mahkûm olmuştur. İftiracılara teşdit hükmü uygulanmıştır (Ankara 9. As. Ceza Mahkemesi, E 2000/271, K 2000/1136, 7.12.2000)
Peki, iftira suçunda ısrar eden savcılara ne uygulanacaktır?
Savcı Zekeriya Öz’ü ne resmi belgeler, ne mahkeme kararları durdurabiliyor.
Savcı Zekeriya Öz’ün Tuncay Güney’e yolladığı 22. soru aynen şöyledir:
“PKK’nın kuruluşuna, Doğu Perinçek’in katkısı nedir?”
Mahkeme kararlarını da bir kenara atıyorum. PKK kurulduğu zaman, Tuncay Güney 3 yaşındaydı.
Psikolojik savaş görevleri, ancak bu kadar bilgisizlikle ve bu kadar hukuk tanımazlıkla ve bu kadar ölçüsüz uydurmalarla ve vicdan yoksunluğuyla yürütülebilir.
1975–1980 sonrasında Tuncay Güney 3–8 yaşlarındaydı ama o dönemle ilgili gerçekler yaşandı ve biliniyor.
PKK, bu kuruluş döneminde, Doğu bölgemizde birinci hedef olarak Doğu Perinçek’in Genel Başkanı olduğu Türkiye İşçi Köylü Partisi’ne karşı terör yürüttü. Bölgedeki il başkanlarımız ve yöneticilerimizi katletti. Aydınlık dergisini taşıyan GAMEDA kamyonlarını yaktı.
Bu PKK cinayetleri ve terörü, sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı. PKK’nın tetikçileri, mahkeme tutanaklarına geçen şu ifadeleri verdiler:
“Ben yasadışı PKK örgütünün sempatizanı ve üyesiyim. Bu örgütün amacı sömürücü kitlelere karşı bağımsız bir Kürdistan devleti kurmaktır. Ve bu yönde engel teşkil eden TİKP cereyanına karşı eyleme geçmemiz gerekiyordu. İnan Özdemir ise bu TİKP’nin ileri gelen bir üyesiydi bunu öldürmeye örgüt mensupları olarak karar verdik.” [İfade tutanağını ekte sunuyorum]

DOKUZUNCU UYDURMA:
PERİNÇEK’E PKK MEKTUPLARI VE DESTEĞİ

Ergenekon Davası Savcıları, Ankara DGM kararıyla mahkûm edilmiş bir iftirayı on yıl sonra yeniden yargı önüne getirmişlerdir (İddianame, s. 280, 1469).
1998 yılında Tuncay Güney ve Sami Demirkıran, Gladyo’nun emriyle, sahte mühür yaparak İP Genel Başkanı Doğu Perinçek’e karşı bir tertip düzenliyorlar. İki adet sahte mektup hazırlanıyor. Bu mektuplardan biri, PKK Garzan Eyaleti adına, diğeri PKK’nın yan örgütü ERNK adına yazılmış, imzalanmış ve mühürlenmiş.
Tıpkı Ergenekon davasında olduğu gibi, yine Tuncay Güney kullanılarak Doğu Perinçek 24 Eylül 1998 günü gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor.
Yapılan yargılama sonunda, Ankara 1 Nolu DGM, Adli Ekspertiz ve Bilirkişi raporları yanında diğer kanıtlara da dayanarak PKK mektuplarının sahte olduğunu saptıyor ve Doğu Perinçek’in aklanmasına karar veriyor (E 1999/124, K 1999/202, 20.12.1999).
Bunun üzerine sahte mektupları Savcılığa getiren PKK itirafçısı Sami Demirkıran hakkında şikâyette bulunuyoruz. Ankara 9. Asliye Ceza Mahkemesi Sami Demirkıran’ı iftira suçundan teşdiden 1 yıl 8 ay hapse mahkûm ediyor ve hüküm kesinleşiyor.
Tuncay Güney’in sahte belgeleri düzenleyen tertibin içinde olduğunu saptıyoruz, fakat o zaman ispatlayamıyoruz. Ama Tuncay Güney’in evinde yapılan aramada bulunan ıstampa ve mürekkep gibi malzemeler, yalnız sahte pasaport ve kimlik düzenlemek için değil, Doğu Perinçek’e sahte PKK mektuplarının hazırlanmasında da kullanıldı. Nitekim Tuncay Güney, kendi düzenlediği o mektupların birer örneğini saklamış.
Bu davanın ne kadar dayanaksız olduğunu gösteren çarpıcı bir kanıt da, Doğu Perinçek’i 1998 yılında iftirayla hapse attıran, Perinçek’e iftiradan mahkûm olmuş PKK itirafçısı Sami Demirkıran, Tuncay Güney ve İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in aynı terör örgütünde birleştirilmeleridir.
Elinizde bulunan henüz açmadığınız şemaya bakınız, orada itirafçılar bölümünde Tuncay Güney’e bağlı olarak Sami Demirkıran’ın adı da var. Doğu Perinçek ile Sami Demirkıran ve Tuncay Güney’i aynı örgütte birleştirebilmek için, iftiracı olmak gerekir.
Sami Demirkıran’ın iftira suçu, 10 yıl sonra bu davanın Savcıları tarafından yeniden işlenmiştir; hem de İddianame okunarak Mahkeme huzurunda.
Bu sahte PKK mektupları, Ergenekon soruşturmasında, Emniyet sorgusunda bana yeniden soruldu. DGM kararıyla aklandığımı ve iftiracının cezalandırıldığını belirttim (DP Emniyet ifadesi, s. 11–12, ekte sunuyorum). Yani Savcılar DGM’nin kararını ve iftira suçundan mahkûmiyet kararını öğrendiler.
Ceza mahkûmiyeti kararını bile bile, aynı iftirayı yeniden yazan savcılar, PKK itirafçısı Sami Demirkıran’ın suçunu on yıl sonra yeniden işlemişlerdir. Bu suçun tartışılacak yanı yoktur. Üstelik azami teşdit nedeni vardır ve suç mahkeme huzurunda işlenmiştir. Tek celsede sonuçlandırılacak bir suç vardır.
Kanıt, iddianamedir. Kasıt unsuru tartışmasız vardır.
Bu durumda huzurda iftira suçu nedeniyle savcılar Zekeriya Öz, M. Ali Pekgüzel ve Nihat taşkın hakkında suç duyurusunda bulunmak, mahkemeniz için bir hukuki zorunluluktur.
Sanıklar hakkında çok tartışmalı açıklamalar nedeniyle çok kolay suç duyurularında bulundunuz.
Savcıların suç işleme ayrıcalığı yoktur.
Suç duyurusunda bulunmanızı talep ediyorum.
Mahkemeniz, vereceği kararla hukuka bağlı olup olmadığını gösterecektir.

ONUNCU UYDURMA:
MERSİN MİTİNGİ’NDE PKK İLE İŞBİRLİĞİ

İşçi Partisi’nin 6 Nisan 1992 günü gerçekleştirilen Mersin Mitingi’nde PKK ile işbirliği yaptığı, Perinçek’in mitingden iki gün önce PKK militanlarıyla Mersin’de buluştuğu ve mitingde polise saldırı örgütlediği suçlaması yapılıyor.
Oysa bu miting Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılama konusu oldu (E 1992/131). Suçlamaların hepsinin gerçek dışı olduğu Mahkeme kararıyla saptandı ve iftiracı Sami Demirkıran, Ankara Asliye Ceza Mahkemesi kararıyla Perinçek’e iftira suçundan 1 yıl 8 ay hapse mahkûm oldu.
Mersin Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki dosyadan Emniyet Müdür Vekili Ertuğrul Verdi’nin Savcılık soruşturmasındaki tanık ifadesini okuyorum:


“Olay günü Emniyet Müdürlüğü’ne vekâlet ediyordum… Ben de olay yerinde bulunuyordum. Konuşmacı Doğu Perinçek, ‘Biji PKK, biji Apo, Kürdistan faşizme mezar olacak, kahrolsun Türkiye, vur gerilla vur Kürdistan’ı kur, kahrolsun faşizm’ ibareli sloganları atmaları üzerine, ikazda bulundu, ‘bu sloganları atmayın, mitingi gayesinden çıkarmayın’ diye söyleyince, orada bulunan topluluk, Doğu Perinçek’e ‘Kürtçe konuş’ diye söylediler. Doğu Perinçek de, ‘Ben Kürtçe bilmiyorum. Birkaç kelime konuşsam, o da sizi kandırmak olur. Beni dinlemek isteyenler elini kaldırsın, dinlemek istemeyenler belli olsun’ diye bir referanduma girdi. Bundan sonra 150–200 kişilik bir grup toplantı alanından koparak Vali Evi’ne doğru yürümeye başladılar.” (Savcılık soruşturmasındaki tanık ifadeleri, s.7)


Mersin Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürü Orhan Savaş ise olayı şöyle anlatıyor:
“Olay yerinde bulunuyordum. Konuşmacı Doğu Perinçek konuşmasını yaparken slogan atılmaya başlandı. Doğu Perinçek, sloganın gayesine aykırı olduğunu, atılmamasını söylemesi üzerine mitinge gelen kalabalık grup kendisinden Kürtçe konuşmasını istedi. O da ‘Ben Kürtçe bilmiyorum. Bildiğim Kürtçeyi de konuşsam, sizi aldatmış olurum.’ diyerek, beni dinleyenler ve dinlemeyenler diye referanduma geçti. Ve bu arada 200 kişilik bir grup Vali Evi’ne doğru yürümeye başladılar.” (Savcılık soruşturmasındaki tanık ifadeleri, s.8)
Mersin Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şubesi Başkomiseri Haydar Pakkan ile tanık olarak dinlenen diğer 24 polis memurunun ifadeleri de, Emniyet Müdür Vekili ve Güvenlik Şube Müdürü ile aynıdır. Bunlardan bir örnek vereceğiz, diğerleri dosyada bulunmaktadır.
Çevik Kuvvetlerde görevli Yunus Kurt:
“Miting sırasında Vilayet önünde görevli idim. Mitingin sonuna doğru Doğu Perinçek konuşuyordu. Bir grup ondan Kürtçe konuşmasını istedi. Doğu Perinçek de Kürtçe bilmediğini, sadece birkaç kelime bildiğini söyleyerek konuşmadı. Bu sırada 100–150 kişilik grup mitingi kamera ile tespit eden görevli polise karşı saldırdılar. Doğu Perinçek, bunlar bizdendir diyerek saldırıyı önledi. Mitingin bitmesine rağmen bu grup, 100–150 kişilik grup dağılmayıp toplu olarak şehir merkezine doğru yürümeye başladılar.” (Savcılık soruşturması, tanık ifadesi)
Görüldüğü gibi, bu davada, kimi tertipçilerin bir takım iftiracılar örgütleyerek kurguladığı suç senaryolarından ilkiyle karşılaşmış değilim. İlginç olanı, kurgulanan tetikçilerin 1992’den bu yana 16 yıl geçmiş olmasına rağmen aynı ekip olmasıdır:
Tuncay Güney-Sami Demirkıran ekibi!

ON BİRİNCİ UYDURMA:
DOĞU PERİNÇEK’İN ÜÇ KEZ AKLANMIŞ
ABDULLAH ÖCALAN RÖPORTAJLARI

İddianame, Doğu Perinçek’in Apo görüşmelerini yayımlayarak PKK propagandası yaptığı suçlamasında bulunuyor (İddianame, s. 285 vd, 1522).
Bir savcı, PKK propagandası olmadığı üç ayrı yargı kararıyla saptanmış bir fiile, kendilerine belirtildiği halde, bile bile, aynı suçlamada bulunur mu?
Savcıysa bulunmaz.
Ama iftiracıysa bulunur!
Aklama ve takipsizlik kararlarının yeniden getirtilerek dava dosyasına konmasını talep ediyorum:


1. İstanbul 2. DGM, 27.06.1990, E 1989/277, K 1990/148.
2. İstanbul 2. DGM, 04.12.1991, E 1991/216, K 1991/454.
3. İstanbul C. Başsavcılığı, Hz 1997/1777, K 1997/237 (Takipsizlik Kararı).

ON İKİNCİ UYDURMA:
İP BAŞKANLIK KURULU DEVLETİN YENİDEN YAPILANMASI BELGESİNDE “İHANET EDENLERİN ÖLDÜRÜLECEĞİ”

Hem Ergenekon dokümanı hem de Devletin Yeniden Yapılanması dokümanında, ‘ayrılan ve ihanet eden örgüt üyelerinin öldürüleceği’ hususu bulunmaktadır (İddianame, s. 63).

İşte Devletin Yeniden Yapılanması!
Hani nerede?
Utanmıyorlar mı, yüzleri kızarmıyor mu bu yalanları İddianame’ye yazmaya?
Yazdıkları bir iddianame değil, iftiranamedir!
Bu maddi hata da sorgumun sonunda huzurda düzeltilmeli ve tutanağa geçirilmelidir.

ON ÜÇÜNCÜ UYDURMA:
DOĞU PERİNÇEK, VELİ KÜÇÜK, SEVGİ ERENEROL,
KEMAL KERİNÇSİZ VE SEDAT PEKER
YURTDIŞINDA BİRARAYA GELEREK
TOPLANTI VE SEMİNERLER YAPTILAR

Bu iddia, diğer suçlamalar gibi yine desteksiz, yine kanıtsızdır.
Hayatımın hiçbir döneminde, hiçbir zaman Veli Küçük, Sevgi Erenerol, Kemal Kerinçsiz ve Sedat Peker ile
- Ne yurtdışında, ne yurtiçinde,
- Ne tek tek, ne de hep birlikte,
Buluşmadım.
Toplantı yapmadım.
Ve görüşmüş de değilim.
Yurtdışı çıkışları ve tarihleri çıkış kapılarında saptanmaktadır; tarihler bellidir. Bir C. Savcısı böyle bir iddiada bulunabilmek için, adı geçen kimselerin çıkış tarihlerini Emniyet’ten ister ve karşılaştırır. Bunu yapmamış, görüşme ve buluşma uydurmuştur.
İşte Ergenekon Soruşturmasının gerçekliği ve hukukiliği konusunda bir örnek… Bütün suçlamalar böyle.
Türkiye’de polis koruması altındayım. Bütün gezilerim ve buluşmalarım saptanmaktadır.
Yurtiçinde de adı geçen kimselerle bir buluşmam ve görüşmem yoktur.
Benim belirttiğim gerçekler ispatlıdır. Giriş çıkış kayıtları ve polis izleme raporlarıyla resmi kayda geçmiştir.
Savcılığın iddiası ise tertip ürünüdür; gerçek dışıdır. Savcılık, Emniyet kayıtlarını bile araştırmaya gerek duymadan suçlamada bulunmaktadır.

ON DÖRDÜNCÜ UYDURMA:
DOĞU PERİNÇEK TANITMA FONUNDAN
ERMENİ MESELESİ İÇİN 300–400 MİLYAR ALDI

(İddianame, s. 1602, 1701)
Kanıt: Tuncay Güney ile Mülakat, s. 127
Yine gerçekliği araştırılmadan, İddianame’ye konan bir Tuncay Güney yalanı!
Tuncay Güney’e güvenenlere ancak Tuncay Güney kadar güvenilebilir.
Savcılık, Devlet Tanıtma Fonu’na bir yazı yazıp gerçeği araştırmamıştır. Mahkemeden talep ediyorum.

ON BEŞİNCİ UYDURMA:
DOĞU PERİNÇEK, SADDAM HÜSEYİN’E
ERGENEKON ÖRGÜTÜNÜN MESAJINI GÖTÜRDÜ

(İddianame, s. 85–86)
Yine dayanaksız suçlamalar! 1996 yılında bir parti heyeti halinde Bağdat’ı ziyaret ettiğimizde, yanımızda bir işadamı heyeti ve başlarında Hürriyet Gazetesi yazarı Yalçın Doğan’ın da bulunduğu 6 kişilik bir basın heyeti de vardı. İşadamları ve gazeteciler, bütün toplantılara, bu arada partiler arasındaki resmi görüşmelere bile katıldılar.

ON ALTINCI UYDURMA:
ULUSAL KANAL’I ERGENEKON ÖRGÜTÜ KURDU

(İddianame, s. 1651)
Savcılık, araştırma yapmadan Tuncay Güney’e sonsuz güvenle her suçlamaya yer veriyor.
Zahmet edip Ticaret Sicili’ne baksalar veya RTÜK’e sorsalardı, Ulusal Kanal’ın kuruluş tarihinin 15 Aralık 1994 olduğunu göreceklerdi.
İddianame, Ergenekon’un kuruluş tarihinin 29 Ekim 1999 olduğunu ileri sürüyor.
Beş yıl fark var!
Kaldı ki, yine İddianame’ye göre, Ergenekon örgütü, 2000 yılında Ulusal Kanal’ı ele geçirmek için operasyon yapıyor.
İddianame de Tuncay Güney gibi tutarsız, mantıksız, ciddiyetsiz.

ON YEDİNCİ UYDURMA:
“DOĞU PERİNÇEK ULUSAL TV’YE AVRUPA’DAN 500 MİLYAR GETİRDİ”

(İddianame, s. 55, 161, 1651)
İddianameyi yazanların Tuncay Güney’in iftiralarından başka malzemeleri yoktur.
Malzemesi Tuncay Güney olanlar, Tuncay Güney kadar güvenilirliğe sahiptirler.
Ulusal Kanal’ın adını bile bilmeyenler, her şeyi bilme iddiasındalar.
Ulusal Kanal’ın bütün hesapları bellidir. Ulusal Kanal, Fethullahçıların şikâyetleri üzerine SPK ve MASAK tarafından denetlenmiştir ve böyle bir iddiayı doğrulayacak tek emareye rastlanmamıştır.
Çünkü bu suçlama da yalandır.

ON SEKİZİNCİ UYDURMA:
CUMHURİYET’İN ELE GEÇİRİLMESİ

İddianame’de şöyle yazıyor:
“Tuncay Güney, Doğu Perinçek’e giderek, Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun emri olduğunu, gazetenin alınması için Kemal Özden’den 3 milyon Dolar alınmasını görüştüklerini”
(İddianame, s.157 Tuncay Güney ile Mülakat, s. 55)
Org Hüseyin Kıvrıkoğlu, çok değerli bir komutandır; Genelkurmay Başkanı’dır. Kesinlikle böyle kanunsuz işler yapmaz.
Ben İşçi Partisi Genel Başkanıyım. Bana Cumhurbaşkanı dâhil kimse emir veremez ve vermemiştir. Herkes bunu bilir.
Rahmetli Kemal Özden’in servetinin hepsini toplasanız, 3 milyon Doları bulmayacağı hemen saptanır.
Cumhuriyet gazetesinin bedeli ise yüz milyonlarla ölçülür.
Kaldı ki, Ergenekon belgeleri denen yazılarda, Cumhuriyet ve Ulusal Kanal’a karşı operasyonlar düzenlemekten söz edilmekte ve düşmanca ifadeler kullanılmaktadır.
Bu konu Belgeler bölümünde geniş olarak ele alınacaktır.

ON DOKUZUNCU UYDURMA:
DOĞU PERİNÇEK AYDIN DOĞAN’DAN
VELİ KÜÇÜK ALEYHİNE YAYIN YAPMAMASINI İSTEDİ

(İddianame, s. 160–161)
Savcıların mabudu olan Tuncay Güney’in ayetlerinden biri de budur.
Uyarıyorum!
Tuncay Güney, Abdullah Gül-Tayyip Erdoğan yönetimi tarafından Türkiye’nin Başsavcısı haline getirilmiştir.
Tuncay Güney, hiçbir yasayla, vicdanla, ahlakla bağlı olmayan bir Başsavcı olarak, insanları sürekli suçlamaktadır.
Kanıt, muhakeme hiçbir şey gerekli değil. Tuncay Güney’in ayetleri tartışılmaz hüküm haline getirilmiştir.
Mevcut ABD güdümlü Mafya-Tarikat rejimi, bir iftira merkezi kurmuş, başına kendilerine çok yakışan Tuncay Güney’i oturtmuştur ve onun aracılığıyla sürekli olarak insanlara suçlamalar yöneltmektedir.
Ve bu iftira üretiminin hiçbir yaptırımı yoktur.
Savcılık, Mahkeme salonunu, psikolojik savaşta kullandıkları bir atış poligonuna, insan onurunun boğazlandığı bir mezbahaya çevirmektedirler.

YİRMİNCİ UYDURMA:
PERİNÇEK, ALEMDAROĞLU, İLSEVER
GÖZALTINA ALINMASALARDI KAÇACAKLARDI

Hannover şehrinde, Almanya’daki Türk toplumu örgütleri ile Talat Paşa Komitesi önderliğinde Ermeni Soykırımı yalanına karşı bir toplantı yapılacağı aylar öncesinden ilan edilmişti. Çalışmalar yürütülmüştü. Bu toplantıda Denktaş, Perinçek ve Alemdaroğlu’na cesaret ödülü verileceği de yine kamuoyuna duyurulmuştu. Bu konuda program ve bilgileri içeren 16 Mart 2008 tarihli Aydınlık’ta çıkan haberi sunuyorum.

YİRMİ BİRİNCİ UYDURMA:
DOĞU PERİNÇEK GEÇMİŞTE YAZDIĞI KİTAPLARDA
“ERMENİ SOYKIRIMI”NI SAVUNUYORDU

(İddianame, s. 1546)
Savcılar, yalanın altına imza atmışlardır.
Bu gerçek, onların imzalarının güvenilirlik derecesini ve değerini gösterir.
Bu iddiayı ortaya atanlar, yazdığım kitaplardan kanıt göstermek zorundadırlar.

FİİLLERİN TOPLU DEĞERLENDİRMESİ

1. BİLECİK TOPLANTISI: UYDURMA
2. VELİ KÜÇÜK TALİMATI: UYDURMA
3. PERİNÇEK VE ARKADAŞLARI HAZIRLADI: UYDURMA
4. “ARZ EDERİM” İFADESİ: SAHTECİLİK
5. KUZEY IRAK’A SİLAH: HAİNCE UYDURMA
6. KIRIKKALE SABOTAJI: HAİNCE UYDURMA
7. PERİNÇEK PKK KURUCUSU: İFTİRA SUÇU
8. GENELKURMAY-PKK GÖRÜŞMELERİ: HAİNCE UYDURMA
9. PERİNÇEK’E PKK MEKTUPLARI: İFTİRA SUÇU
10. MERSİN MİTİNGİ’NDE PKK İLE İŞBİRLİĞİ: İFTİRA SUÇU
11. PERİNÇEK’İN ÖCALAN İLE RÖPORTAJI: İFTİRA SUÇU
12. DEVLETİN YENİDEN YAPILANMASI
BELGESİNDE “HAİNİ ÖLDÜR” EMRİ: UYDURMA
13. YURTDIŞINDA TOPLANTI: YALAN
14. PERİNÇEK DEVLET TANITMA FONUNDAN
300–400 MİLYAR ALDI: YALAN
15. PERİNÇEK SADDAM’A MESAJ GÖTÜRDÜ: YALAN
16. ULUSAL KANAL’I ERGENEKON KURDU: YALAN
17. PERİNÇEK ULUSAL KANAL’A
AVRUPA’DAN 500 MİLYAR GETİRDİ: YALAN
18. PERİNÇEK’İN ORG. KIVRIKOĞLU’NUN
TALİMATIYLA CUMHURİYET GAZETESİNİ
ELE GEÇİRME GİRİŞİMİ: YALAN
19. PERİNÇEK AYDIN DOĞAN’DAN
VELİ KÜÇÜK ALEYHİNE
YAYIN YAPILMAMASINI İSTEDİ: YALAN
20. PERİNÇEK, ALEMDAROĞLU VE İLSEVER
YURTDIŞINA KAÇACAKLARDI: YALAN
21. PERİNÇEK GEÇMİŞTE KİTAPLARINDA
“ERMENİ SOYKIRIMI”NI SAVUNUYORDU: YALAN

İşte Tuncay Güney’in “Samimi beyanları” bunlar!
Tuncay Güney’i “samimi” bulanlar, Ergenekon Savcıları!
Tuncay Güney’in samimiyet anlayışı ile Savcı Zekeriya Öz’ün samimiyet kavramları birbirine uyuyor.
Tuncay Güney’in “Samimi beyanları”,
İddianame’de
Samimi uydurmalara,
Samimi iftiralara,
Samimi yalanlara
dönüşüyor.
Samimiyet bir kültürdür.
Ortaçağ’ın derebeylik ve şeyhlik kültüründe samimiyet olmaz, ikiyüzlülük, entrika, iftira ve yalan vardır.
Son örnek: ABD güdümlü Haçlı İrtica’nın Nâzım Hikmet’in “itibarını iade” riyakârlığıdır.
ABD’nin Sözleşmeli Personeli, Fethullahçı takımı, Nâzım Hikmet’in ölüsünü çok seviyor! Ama dirisini hapislere atıyor!
Tuncay Güney’in samimiyeti ile onu samimi bulan savcıların samimiyetleri birbirine çok benziyor ve birbirine çok yakışıyor.
Tuncay Güney ve İddianameyi yazanlar, aynı tertibin içinde bütün samimiyetleriyle buluşmuşlardır. Daha doğrusu o tertibin içine itilmişlerdir.

SAVCILAR HAKKINDA MAHKEME HUZURUNDA İFTİRA SUÇU DUYURUSU TALEBİ

Emniyet sorgumda ve savcılık sorgumda, bana yöneltilen suçlamaların çoğunun,
uydurma,
yalan,
iftira
olduklarını;
mahkeme kararlarıyla,
resmi belgelerle,
kesin ve tartışmasız kanıtlarla
gösterdim.
Savcı, bu durumda ne yapar?
Uydurma, yalan ve iftira oldukları ispatlanmış iddiaları İddianame’ye koymaz!
Soruşturma esasen bu nedenle yapılır.
Oysa savcılar, uydurma, yalan ve iftira olduğu kendilerine ispatlanmış, kanıtları gösterilmiş suçlamaları,
ısrarla,
bile bile,
kasıtlı olarak
İddianamelerine koymuşlardır.
Böylece Savcılar,
iftira,
sahtecilik,
görevi kötüye kullanma,
suç uydurma,
mahkemeyi yanıltma,
yargıyı yönlendirme
suçlarını, İddianame’yi okuyarak, Mahkeme huzurunda işlemişlerdir.
Kesinleşmiş Mahkeme kararlarıyla iftira olduğu saptanmış, iftiraları tekrar ederek, bile bile, kasıtlı olarak iftira suçunu işlemişlerdir.
Suç, belgeli ve kanıtlıdır.
Tek celsede karar verilecek kadar açık bir suç var ortada.
Mahkememiz, sanıkların tartışmalı sözlerini, hakaret suçunun oluşması olasılığını dikkate alarak Silivri C. Savcılığı’na bildirdi. Böylece Savcıların sanıkları yıldırma ve savunma yapamaz hale getirme gayretlerine katkıda bulunmuş oldu.
Oysa savcıların yukarıda belirtilen kasıtlı yalanlarında tartışmasız iftira suçu var. Görev kötüye kullanılıyor. Suç uyduruluyor.
Suç duyurusunda bulunulmasını talep ediyorum.

İDDİANAMEDEKİ MADDİ HATALARIN DÜZELTİLMESİ TALEBİ

İddianamedeki uydurma, yalan ve iftiraların bazıları maddi hata kapsamındadır.
1. BİLECİK TOPLANTISI
2. VELİ KÜÇÜK TALİMATI
3. ERGENEKON YENİDEN YAPILANMA BELGESİNİ PERİNÇEK, KARAMAN, H. YALÇIN, DENİZ BİLGE VE EROL BİLBİLİK YAZDILAR
4. “ARZ EDERİM” İFADESİ
5. PERİNÇEK PKK KURUCUSU
6. İŞÇİ PARTİSİ’NİN DEVLETİN YENİDEN YAPILANMASI BELGESİNDE “HAİNİ ÖLDÜR” İFADESİ VAR.
7. PERİNÇEK’İN (HAYMANA CEZAEVİ’NDE BULUNDUĞU SIRADA) GENELKURMAY İLE PKK ARASINDAKİ GÖRÜŞMELERİ YÜRÜTMESİ
8. DOĞU PERİNÇEK’E YOLLANAN PKK MEKTUPLARI
9. ULUSAL KANAL’I ERGENEKON KURDU
10. DOĞU PERİNÇEK GEÇMİŞTE ERMENİ SOYKIRIMINI SAVUNDU
iddiaları, maddi hatadır.
Savcılığın İddianame’de yer alan bu maddi hataları düzelterek, tutanağa yazdırmasını talep ederim. Sorgumun sonunda savcılığın bu taleplerimi değerlendirmesini diliyorum.

















III
ERGENEKON BELGELERİ



ARAMA TUTANAKLARI SAVCILARI YALANLIYOR

Arama tutanakları dava dosyasındadır.
Evimde,
Yedi katlı Ankara Genel Merkez’in bana ayrılan çalışma mekânlarında ve bilgisayarlarda,
İstanbul İl Merkezimizin bana ayrılan çalışma mekânlarında ve bilgisayarlarda,
Ergenekon belgesi bulunmamıştır.
Arama tutanaklarında yer almayan sözüm ona bulgular, İddianame’yi yazanların hukuk tanımazlığının kanıtıdır.
Bir de, basın yoluyla kamuoyunu yanıltmayı amaçlayan psikolojik savaş suçunun kanıtlarıdır.
Ergenekon belgesi denen belgeler,
Evimde yok!
Genel Merkez’deki çalışma alanlarında yok!
İstanbul İl Merkezi’nin bana ayrılan salon ve bölümlerinde yok!
Kaldı ki bu Ergenekon Yeniden Yapılanma Belgesi, Ankara Genel Merkez’de ve İstanbul binasında da bulunmuş değildir.

“ERGENEKON ANALİZ YENİ YAPILANMA YÖNETİM VE GELİŞTİRME PROJESİ”

Altında 29 Ekim 1999 tarihi yazılı olan bu belgeyi savunmamızda kısaca “Ergenekon Yeni Yapılanma” diye anacağız.
Tuncay Güney’in Mülakatı’nda, bu belgenin,
- “Doğu Perinçek ve arkadaşları tarafından Bilecik’te hazırlandığı” suçlaması yok!
- “Veli Küçük’ün talimatıyla hazırlandığı” suçlaması yok!
- Doğu Perinçek’in yazdığı suçlaması da yok!
(Bkz. Mülakat, s. 26, s. 82–83)
Bu konu yukarıda 1. , 2. ve 3. Uydurmalar bölümünde açıklandı.
Tuncay Güney’in söylediği özetle şudur:
- Doğu Perinçek ve İP Genel Başkan Yardımcıları partilerinin anayasası olan bir tez, bir tasarı hazırlamışlardı. (İP Başkanlık Kurulu’na sunulan 25 Kasım 1999 tarihli Devletin Yeniden Yapılanması Üzerine tasarı ve karar)


Tuncay Güney’in beyanına göre, Veli Küçük bu tasarıyı almış “Ergenekon Yeniden Yapılanma denen belgeyi redakte etmiş.”
İddianame’nin bir yerinde ise, Tuncay Güney’in bu belgeyi “kendisine Veli Küçük ve Doğu Perinçek’in yazdırdığını söylediği” gibi, Mülakat’ta rastlanmayan bir ifadeye de yer verilmiştir (İddianame, s. 39).

GERÇEKLER

1. İşçi Partisi Başkanlık Kurulu’nun Devletin Yeniden Yapılanması Üzerine Kararı ile “Ergenekon Yeniden Yapılanma” belgesi iki farklı belge.
2. İP Başkanlık Kurulu Kararı ile Ergenekon Yeni Yapılanma arasında en küçük benzerlik yok. İki belgede ortak olan tek bir cümle yok. Felsefeler zıt. Konular farklı. Hatta bu belgeler birbirine düşman anlayışta.
3. İP Başkanlık Kurulu Kararı tarih olarak daha sonra (25 Kasım 1999). Bu nedenle de Ergenekon Yeni Yapılanma’nın İP belgesinden yararlanarak yazılması mümkün değil. Tarihi: 29 Ekim 1999.
Dava dosyasında bu iki belgeden başka bir de Kuddusi Okkır’ın yazdığı söylenen “Devletin Yeniden Yapılanması için Önerilen Mastır Plan Ön Çalışması” bulunmaktadır.
İşçi Partisi Başkanlık Kurulu Kararı ile bu belge arasında da en küçük bir benzerlik, görüş birliği, felsefe veya ifade birliği yoktur.
Ancak belgeler Savcılar tarafından kasıtlı olarak birbirine karıştırılmakta, başlıklar değiştirilmektedir. Örneğin İddianame, s. 76–79 arasında Kuddusi Okkır’a ait belgeyi Devletin Yeniden Yapılanması başlığı altında alıntılamıştır. Bu maddi hatanın da düzeltilmesini talep ediyorum.
4. Ergenekon Yeniden Yapılanma belgesini hayatımda ilk kez Mayıs 2006 sonunda Sabah gazetesi Ankara temsilcisi ve köşe yazarı Aslı Aydıntaşbaş’ta gördüm. O tarihte Sabah gazetesi yazarı Yavuz Donat tarafından Ankara’da Sabah gazetesine ve Kanal 1’e davet edildim. Bahçede yöneticiler tarafından karşılandım. Sayın Yavuz Donat’ın odasında bana belge gösterildi. 20–30 saniye karıştırdım ve bu olayı Aslı Aydıntaşbaş, 1 Haziran 2006 tarihli yazısında “Doğu Perinçek ne diyor” başlığıyla yayımladı. Yazı dava dosyasında. Belgenin örnekleri ricam üzerine Genel Merkez sekreterime yollandı. Fakat aramada bulunmamış.
Aslı Aydıntaşbaş’ın bana bu belgeyi yolladığı, aramızdaki yazışmada da görülüyor. Bu yazışma dava dosyasında var. [Perinçek belgeyi mahkemeye gösteriyor]

ERGENEKON TEMEL BELGESİNİN
ASLINA EN YAKIN HALİ FEHMİ KORU’DA

Ergenekon temel belgesi denen belgenin dava dosyasındaki örneklerine baktım.
Hepsinde imza karalanmış.
Bu imza karalanmadan, belge yalnız Fehmi Koru’da bulunuyor.

ERGENEKON TEMEL BELGESİNİN
ELDEN ELE DOLAŞMA TARİHÇESİ

2 Mart 2001 : Strateji Dergisi Arşivi’nde bulunuyor.

30 Nisan 2001 : Fehmi Koru Taha Kıvanç imzasıyla, belgenin kendi elinde olduğunu yazıyor. “Raporu yazanın adının sonunda yer aldığını” vurguluyor. Belgeden uzun uzun alıntılar yapıyor (Yeni Şafak, 30 Nisan 2001 ve 1 Mayıs 2001). Belgenin aslının Fehmi Koru’dan istenmesi ve Fehmi Koru’nun ifadesinin alınması önemlidir. Talep ediyorum.
Yeni Şafak’tan gelen cevapta gönderilen metinde imza yeri karalanmış. Buradan da anlaşılıyor ki, Yeni Şafak Fehmi Koru’daki asıl belgeyi göndermemiş.
Savcılar, Fehmi Koru’ya tanık olarak başvurmuşlar, fakat temel belge ile ilgili hiçbir soru sormamışlar. (Klasör 391, s. 94–95)
Dikkat buyrulsun: Fehmi Koru, 6 Haziran 2000 günlü yazısıyla, Mehmet Eymür’den iki gün sonra Tuncay Güney’i tehdit etmişti.
Fehmi Koru’nun tertipteki rolü her aşamada belgeleniyor.
M. Eymür - Fehmi Koru ikilisinin belgelerin üretilmesinde de hizmet yaptıklarını düşündüren kuvvetli belirtiler vardır.

12 Mayıs 2001 : Aksiyon’da “Yeniden Yapılanmanın Aktörü: ERGENEKON” diye bir kapak haberi çıkıyor. Fehmi Koru’dan 11 gün sonra Fethullahçıların organı konuyu önemle ele alıyor ve Lobi belgesinin tamamına yakını yayımlıyor. Bütün “departmanlar” vb tekmili birden yazılıyor.

26 Mayıs 2006 : Sabah gazetesi temel belgeyi “Ergenekon’un Anayasası” diye birinci sayfa manşet üstünden yayımlıyor. Yayımlayan: Aslı Aydıntaşbaş. Başlık altında ve 21. sayfa devam başlığında “derin devletin gizli anayasası”nın veya “Ergenekon içtüzüğünün” elden ele dolaştığı belirtiliyor.
Danıştay saldırısı ile birlikte tertip kurgulanmış. Daha o tarihte bombalar vb hiçbir bulgu olmadan kurgu yapılmış ve Abdullah Gül, tertibin düğmesine basmış. İşte Sabah gazetesi, tertibin kanıtı [Perinçek gazeteyi gösteriyor].

Sayın Yargıçlar,
Dikkatinize sunarım.
Tarih: 26 Mayıs 2006.
Ortada daha ne Ümraniye bombaları iddiası var, ne de Osman Yıldırım’ın gizli tanık ifadeleri.
Ama ortada bir kurgu var, tertip var!
Kurgu, telaşla ve acemice basına yansıtılmış. Kendilerini ele vermiş oldular.

1 Haziran 2006 : Aslı Aydıntaşbaş, Ergenekon belgesini Doğu Perinçek’e soruyor ve belgenin bir örneğini veriyor.
Aslı Aydıntaşbaş, yazısında tertibi saptamış oluyor:
Danıştay suikastından sonra, “Gözaltına alınanlara nedense Veli Küçük, Doğu Perinçek veya İbrahim Şahin’i tanıyıp tanımadıkları soruldu.”
Kurgu yapılmış.
Kanıta falan gerek yok, hedefler belirlenmiş!
Artık bu yazılar tertibin ipuçlarını veren kanıtlara dönüşmüştür.

13 Ocak 2007 : Sabah gazetesi Ergenekon temel belgesini isteği üzerine Avukat Vural Ergül’e fakslıyor.
Gönderen: Sabah Temsilciliği.
Faks No: 0312 292 50 23.
Sabah’ın faks numarası!
Aslı Aydıntaşbaş’ın yayınladığı belge hala Sabah Gazetesi Arşivi’nde.
Ancak Mahkemeniz isteyince, “bizde yok” diye cevap geliyor.
Bu belgede bazı satırlar çizilmiş, bazı sayfalara el yazısıyla kenar notları konmuş (s. 13,18,19).

ERGENEKON YENİDEN YAPILANMA BELGESİNİN
DİLİ VE ÜSLUBU İLE DOĞU PERİNÇEK’İN DİLİ VE ÜSLUBU ARASINDA EN KÜÇÜK BENZERLİK KURULAMAZ

Son yüzyılın en önemli yazarlarından Cemal Süreya, Hürriyet Gösteri dergisindeki yazılarında, “Siyasetçiler arasında Türkçeyi en iyi yazan ve konuşan siyaset adamı Doğu Perinçek’tir” değerlendirmelerinde bulunmuştur.
Yayımladığım 2000’e Doğru dergisinde, Melih Cevdet Anday, Necati Cumalı, Cemal Süreya, Fethi Naci, Fikret Otyam gibi son yüzyılın seçkin Türk yazarlarıyla birlikte çalıştım; onların Genel Yayın Yönetmeni olma onurunu taşıdım.
40 kitabım, yüzlerce bilimsel yazım, binlerce siyasi başyazım yayımlandı. Türkiye’nin bilim adamları arasında, dünyada en çok gönderme yapılanlardanım.
Oysa Ergenekon belgeleri denen yazılar, hem fikir gücü, hem sistem ve hem de üslup ve dil açısından çok düzeysiz metinlerdir. Türkiye’nin herhangi bir yazarı, hatta sıradan okuyucu, bu rezil metinlerin, benim yazılarımdan yararlanarak yazılmış olmadığını hemen saptar.
Sayın Mahkemenize Ergenekon Yeniden Yapılanma belgesinde kullanılan bazı sözcüklerin ve kavramların listesini sunuyorum:

- Atatürk ilke ve prensipleri [Babıâli kapısı gibi]
- Reorganizasyon
- Finans
- Organize
- Analiz
- Etüt
- Literatür
- Faktör
- Avantaj
- Dezavantaj
- Metot
- Enformasyon
- Kontra
- Fantezi
- Negatif-pozitif
- Destabilizasyon
- Tüm sistemler [Doğrusu: bütün sistemler]
- Dejenerasyon
- Sivil toplum örgütü
- Siyasi erk
- Fundamentalist
- Fraksiyonlara
- Koordinasyon
- İmaj
- Enstrüman
- Ünite
- Platform
- Motive
- Deşifre
- Spekülatif
- Oysa ki [Doğrusu: Oysa]

Bu sözcük ve kavramların hiçbirine Doğu Perinçek’in kitap ve yazılarında rastlanamaz.
Ergenekon belgelerini yazan istihbaratçı bozuntularında birikim, bilgi, sistem ve dil disiplini görülmüyor.
İddialar, bu açıdan da Savcı Zekeriya Öz’ün düzeyine denk düşmektedir.
Bu iddia, aslında bir düzeysizliğin ve bilgisizliğin sergilenmesidir.


ERGENEKON TEMEL BELGESİ İLE
İP BAŞKANLIK KURULU’NUN
DEVLETİN YENİDEN YAPILANMASI BELGESİNİN
İÇERİKLERİ BİRBİRİNE KARŞIT, HATTA DÜŞMAN

Bir kez konular farklıdır.
Ergenekon Yeniden Yapılanma, TSK içinde gizli örgüt kuruyor.
İP Devletin Yeniden Yapılanması ise, bir partinin devleti yeniden örgütleme programı. İdari reform önerisi.
Ergenekon Yeniden Yapılanma, düzeysiz bir Gladyo özentisini yansıtıyor. Gladyo demiyorum, çünkü SüperNATO belgelerinin bir düzeyi var.
İP Devletin Yeniden Yapılanması ise, Partimizin 40 yıllık mücadelesinin bir özeti olarak, Gladyo’nun kökünün Türk devleti içinden kazınmasını öngörüyor, programlıyor ve planlıyor.
İki belgenin içeriklerinin incelersek:
Ergenekon Yeniden Yapılanma, Ordu içinde ordu örgütlüyor (s.4).
İP Devletin Yeniden Yapılanması, Devlet içinde devlet, ordu içinde ordu örgütlenmesini mahkûm ediyor.
Ergenekon Yeniden Yapılanma, naylon terör grupları, suikastlar gibi CIA ve MOSSAD yöntemlerini savunuyor.
İP Devletin Yeniden Yapılanması, Gladyo yöntemlerini mahkûm ediyor ve halkın yasal örgütlerde özgürce örgütlenmesini savunuyor.

İP BAŞKANLIK KURULU
DEVLETİN YENİDEN YAPILANMASI KARARI
GLADYO’NUN KÖKÜNÜ KAZIMAYI AMAÇLIYOR

Karardan alıntılar sunuyorum:

Durum ve Amaç: Statükoculuk değil, Cumhuriyet Devrimciliği

“Hedefimiz, Kemalist Devrim’i yıkımdan kurtararak tamamlamak; bağımsız, halkçı, aydınlanmış Türkiye’yi kurmak ve yeniden yapılandırmaktır. Bütün politikalar bu hedefe bağımlı kılınmalıdır.”
“Cumhuriyeti korumak için bugünkü statükoyu değiştirmek zorunludur.”

Dünya merkezlerinden bağımsız yaptırım gücü

“Türk Silahlı Kuvvetleri’ni parçalamadan Türkiye’yi parçalayamazlar. Bu nedenle Ordunun birliği ve dünya merkezlerinden bağımsız yaptırım gücü belirleyici önemdedir. Türkiye’nin bağımsızlık ve birliği, bugün Ordunun bağımsızlık ve birliğinde düğümleniyor. Artık savaşların topyekûn karakter kazandığı çağımızda, Halk ile Ordu arasındaki bağların pekiştirilmesi, kuşkusuz güçlü ve birleşik bir ordunun temel şartıdır.”

Devletin yeniden yapılanması için üç görev

“Bir: Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet egemenliğini ve bağımsız karar mekanizmasını yeniden örgütlemek ve halka dayandırmak.
“İki: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin dünya merkezlerinden bağımsız yaptırım gücünü geliştirmek ve pekiştirmek için, Türkiye’nin başta insan olmak üzere bütün kaynaklarını değerlendirebilecek topyekûn ulusal savunma kavramı ışığında bağımsız bir özel savaş, bağımsız bir ulusal istihbarat örgütlenmesi kurmak, ulusal savunma sanayisinin inşasına hız vermek, Türkiye’nin silah ithalinin kaynaklarını belli merkezlere bağımlılıktan kurtarmak ve çeşitlendirmek.
“Üç: İlk iki maddenin gereği olarak, Atatürk’ün bölge merkezli dış politikasını canlandırmak; Batı’dan gelen yeni Sevr tehdidini Asya’da oluşan Rusya-Çin-Hindistan eksenli yeni kuvvet odağıyla dizginleyecek politikalar geliştirmek; buna bağlı olarak Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin Rusya ve Çin ile Türkiye arasındaki ilişkilerin gelişmesine katkıda bulunacak konumlarından sonuna kadar yararlanmak.”

Milli Teşkilatın Öncü Örgütlenmesi

“Kurtuluş Savaşı döneminde, devrimin sivil ve asker öncülerinden oluşan öncü partisi, Müdafaai Hukuk Cemiyeti idi.
“Bu öncü örgütlenme, devrimin daha sonraki döneminde Cumhuriyet Halk Partisi adını aldı.
“Bugün de, Kemalist Devrim’i tamamlamak için, iktidarı alacak ve hükümeti yönetecek bir öncü örgütlenmeye ihtiyaç vardır. İşçi Partisi, bu işlevi yerine getirecek birikime sahiptir ve seçeneği yoktur.
“Türkiye devriminin ve bütün devrimlerin gerçeği bize şunu öğretir: Bu Öncü Örgütlenme, sivil ve asker öncülerden oluşur. Anayasa’daki Milli Güvenlik Kurulu, 27 Mayıs Devrimi’nde bu işleve istikrar kazandırma kurumu olarak doğmuş, fakat daha sonra bambaşka amaçlara hizmet etmiştir.”
“Cumhuriyet Devrimi iktidarı için mücadeleye önderlik edecek Öncü Örgütlenme, İşçi Partisi’nin tek başına iktidarı olabilir; birden fazla partinin oluşturduğu bir Güçbirliği de olabilir, hangi seçeneğin ağır basacağını önümüzdeki süreç belirleyecektir.”

Kitlelerin örgütlenmesi

“Atatürk’ün Samsun’a çıktıktan sonra kullandığı ‘Milli Teşkilat’ kavramı, örgütlenmenin bütün boyutlarını içermektedir. Milli Teşkilat, şu unsurlardan oluşmaktadır:
Bir: Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin rolünü oynayacak siyasal iktidar amaçlı Öncü Örgütlenme.
İki: Öncü Örgütlenmenin halka önderlik etmesini sağlayacak halk örgütleri”

Kitlelerin örgütlenmesinde temel ilke

“Sistemin istihbarat örgütleri halkın çeşitli kesimleri içindeki örgütlerin içine sızma, görevli yerleştirme gibi yöntemler uyguluyor. Bu çalışma tarzı, daha çok istihbarat toplamaya ve operasyon yapmaya yöneliktir; amacı ve başarı olanakları böyle dar bir bakış açısıyla sınırlıdır. Oysa iktidarı amaçlayan Milli Teşkilat, örgütlere ideolojik ve siyasal önderliği ve örgütlerin yönetiminde bulunmayı esas almalıdır.”

Burada istihbaratçılığa ve sızma yöntemlerine karşı cepheden tavır alınıyor.

“Dünya merkezlerinin ajanlaştırma politikasına, Cumhuriyet Devrimleri’nin cevabı, bir takım aydınları yine ajan haline getirerek harekete geçirmek değildir. İstihbarat örgütlerinin kendi özel görevleri ve yöntemleri vardır. Ancak Cumhuriyet Devrimi’nin ideolojik hegemonyasının kurulması, bu görev ve yöntemlerin sınırlarının çok ötesinde bir kapsama ve boyuta sahiptir. Bunu başarmanın biricik yolu, Cumhuriyet’in kendi aydınlarını cihazlandırması, uygun örgütlerde, araştırma kurumlarında ve akademik çevrelerde örgütlemesi ve Cumhuriyet Devrimi’nin ideolojik taarruzu için harekete geçirmesidir.

Burada ajanlaştırmaya karşı tavır alınıyor.


Teori ve Program Merkezi

“Teori ve program merkezi, Avrasya Enstitüsü adıyla kurulabilir ve geliştirilebilir.”
“Bu merkez Türkiye’nin en seçkin sivil ve asker bilim adamlarından, araştırmacılarından, strateji uzmanlarından oluşturulmalıdır. Seçkinliğe özen gösterilmelidir.”

Cumhuriyet Hükümeti-Ulusal Güvenlik ilişkisi

“Mafyalaşan hükümetler, büyük çoğunluk üzerindeki diktatörlüğünü, özelleştirilmiş istihbarat örgütleri ve özel savaş aygıtlarıyla yürütüyorlar. Eskiden ulusal güvenlik amacıyla kurulduğu belirtilen istihbarat ve özel savaş örgütleri, sistemin çürümesi ve kendi üretim temelini yıkmasına paralel olarak, mafyalaşan hâkim zümreler tarafından özelleştirilmiş ve özel çıkarlarına bağımlı kılınmıştır. Sistemin merkezinde bulunan süper devlet, bu sürecin başını çekmekte, bütün sistemi öncelikle özel savaş ve istihbarat aygıtıyla denetlemektedir. Bu süreç, Kemalist Devrim’in yıkıma uğratıldığı elli yıldan beri Türkiye’de de yaşanmıştır.”
“Süper-NATO denen örgütün ve büyük ölçüde yabancı güdümü altına giren MİT’in bugün üstlendiği ulus karşıtı roller, bu sürecin acı meyvesidir.
“Sistemin merkezindeki ‘Büyük Müttefik’, 21. yüzyılın devletlerinin istihbarat örgütleri tarafından yönetileceği teorisini yerleştirmiştir. Denetim altına aldığı ülkelere ve halklara yabancı olan bir süper devletin o ülkeleri özel savaş ve istihbarat örgütleriyle pençesi altında tutmaktan başka çaresi yoktur.
“Kemalist Devrim’in teori ve pratiği ise, bütünüyle karşıt konumdadır… Atatürk’ün Halk Hükümeti veya Milli Hâkimiyet prensibine göre güvenlik, öncelikle yürütülen devrimin güvenliğidir, bu nedenle de ulusun güvenliğidir. Dolayısıyla ulusal güvenlik ve istihbarat örgütleri, Cumhuriyet Devrimi hükümetinin çizdiği yönde çalışacaktır.
“Devrimimizin önderi Atatürk’ün ve hatta İsmet Paşa’yı, çekirdeğini Teşkilatı Mahsusa’nın oluşturduğu MM grubu veya Karakol Cemiyeti’nin denetiminde düşünebiliyor muyuz? Mümkün değildir ve devrim gerçeğine aykırıdır. Tersine Teşkilatı Mahsusa ve yerine kurulan örgütler, devrimci hükümetin yönetiminde olmuştur… Özel örgütlenme, TBMM Hükümeti’nin yönetiminde olmuştur. Türkiye’nin 21. yüzyıldaki Cumhuriyet Devrimi hükümetleri açısından da bu model geçerlidir.”
“Bu sürecin böyle gitmeyeceği de apaçık ortadadır. Ya Türkiye’nin biricik meşruluk kaynağı olan Cumhuriyet Devrimi’ne dayanan ulusal kuvvetler ağır basacak ve rejimi yeniden Cumhuriyet rayına oturtacaktır; ya da yabancı güdümlü mafya rejimi, ulus üzerindeki diktasını bütün alanlara yayacaktır. Nitekim Orduya sızma ve nifak gayretleri böyle bir girişimin unsurlarıydı. Başarsalardı, ülkemiz Türkiye olmaktan çıkacak ve Süper-NATO ve gizli istihbarat aygıtıyla yönetilen bir sömürgeye, yaygın ifadesiyle ‘İkinci Cumhuriyet’e dönüştürülmüş olacaktı.”
“21. yüzyıl Türkiye’sinde hükümet-güvenlik ilişkisi yeniden Atatürk zamanındaki temeline oturtulacaktır… Özel örgütlenme, Halkçı Hükümetin yönetiminde faaliyet gösterecektir… Ulusal olmayan örgütlenmeler ise tasfiye edilecektir. Bugün meşruluğunu Cumhuriyet Devrimi’nden alan bir Yeniden Yapılanmaya gidilmesi, bu ulusal hedefle bağlantılıdır ve Türkiye’nin 21. yüzyılda Kemalist Devrim’in tamamlanması programıyla yeniden yapılanması açısından şarttır.”
“Genelkurmay Başkanlığı yürütme faaliyeti içinde, ulusal güvenliğin silahla sağlanmasından birinci derecede sorumlu komuta makamıdır. Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesindeki herhangi bir yeniden yapılanma çalışmasının doğrudan Genelkurmay Başkanlığı’nın komutası altında olması, tartışılmaz bir ilkedir ve kamu faaliyetinin ulusal amaca uygunluğu ve meşruluğu açısından da en temel güvencedir.
“Komuta zinciri dışındaki veya hiyerarşiyi zayıflatacak yapılanmalar, çıkış noktasında yurtsever amaçlarla açıklansa bile, Ordunun ve Türkiye’nin birliğine zarar veren eğilimlere kapılma tehlikesini barındırırlar. Dünyanın çeşitli ülkelerindeki tecrübeler, komuta kademesinin denetimi altında yürütülmeyen denemelerin ordu içinde ordu ve devlet içinde devlet gibi oluşumlara yol açtığını göstermiştir.”

STRATEJİ GRUBU DİNAMİK ANTİ/TEZ BELGESİ
İP DEVLETİN YENİDEN YAPILANMASI KARARINA
DÜŞMANCA SALDIRIYOR

Savcılar ve polis, belgeleri okumadan ve bağnaz İP düşmanlığıyla suçlamalar yöneltmiş bulunuyorlar.
İddiaları temelden çökerten belgeler “Ergenekon Belgeleri” denenlerdir.
Sözde Ergenekon Örgütü, bırakalım yararlanmayı, İP Başkanlık Kurulu’nun Devletin Yeniden Yapılanması Kararı’na cepheden ve kindar bir düşmanlıkla saldırmıştır.
Sözü 230 Nolu klasörde yer alan sözde Ergenekon Belgesine bırakalım:
“Perinçek, çok iyi bilmektedir ki; Marksist literatürde ‘devrim’, ‘devrimci’ ve ‘devrimcilik’ sözcükleri bu görüşü benimseyenler için yalnızca Marksizm’de mevcuttur… Devrim, Devrimci ve Devrimcilik sözcüklerinin ifade ettiği özellik Marksizm ile özdeş hale getirilmiştir… Bu nedenle sol çevrelerin ağızlarından hiç eksik etmedikleri ‘devrim’ sözcüğü, gerçekte koruyucu/gizleyici bir örtü niteliği taşımaktadır.”
“Mevcut rejim, Kemalist Cumhuriyet olarak tanımlanabilir. Perinçek, mevcut rejimi, ‘mafya-gladyo-tarikat’ rejimi olarak tanımlayarak örtülü bir tuzak kurmakta ve ortadan kaldırılması gerekli bir hedef haline dönüştürerek, sol çevrelere kendi yollarını işaret edebilmek istemekte ve bu politikasını da Cumhuriyet’in koruyucu güçlerine kabul ettirerek, koruyucu güçler ile aynı güçler doğrultusunda hareket ettiği izlenimini uyandırmak istemektedir.
“Perinçek, ‘sürekli komünizm düşmanlığı vurgularıyla gençlik birleştirilemez’ ifadesi ile de örtülü rotayı açığa sermektedir. Ebedi önder Mustafa Kemal Atatürk’ün bile solcu olduğu kanıtlanmaya çalışılmaktadır. Atatürk’ün Taksim Meydanı’ndaki anıta Sovyet Büyükelçisi Arlov’un heykelini koydurmuş olması hızla iki kutuplu dünya düzenine gidildiği günlerde, bir heykel üzerinde ‘denge’ kurmayı başarma dehasıdır. Perinçek, bu ve benzer olaylar gündeme getirerek Türkiye’yi sol çizgiye çekebilmenin zemini yaratmaya çalışmaktadır. Hem de solun tükendiği bir dünyada.
“‘Bütün siyasal oluşumların arkasında çeşitli ülkelerin istihbarat örgütlerinin bulunduğu’ iddiasını yerinde bulunmayan Perinçek, bu gerçeği yok varsayıp, ‘vahimdir; yanlıştır ve çok zararlıdır’ demektedir ki; bunun nedeni kendisinin de birçok ülkenin dış istihbarat servisleriyle yıllardır ilişki içinde olmasının açığa çıkmasının dışa vurumudur.”
“Bölücü Kürt unsurların hakimiyetinin önünün kesilmesi için, büyük kentlerde lümpen gençliğin örgütlenmesinden de büyük endişe duyan Perinçek, bunun gerçekleştirilmesi halinde ayaklarının altındaki zeminin bataklığa dönüşerek kendisini yutacağını çok iyi bilmektedir. Yıllardır Türk gençliğini kendisine kullanabileceği ‘maşa’ olarak gören ve Türk gençliğinin enerjisinden oluşan bir güç kalkanı ardından politika üretmeye çalışan Perinçek, bilmektedir ki, kendisini ayakta tutan tek zemin özellikle üniversite gençliğidir. Lümpen gençlik ise üniversite gençliğini de alacak çok daha büyük bir enerjidir. Çünkü, gençliğin büyük bir bölümü üniversite dışında kalan sokaklardaki gençliktir. Ve hiçbir güç bu gençliğin önünde set oluşturamaz. Böyle bir gücün örgütlenmesi demek Perinçek’in tükenişini yaratacaktır.
ERGENEKON SAVCILARI MI YAZMIŞ?

“Perinçek ulusal gençliği tekeli altına almış ve yıllarca kendi istemleri ve görüşleri doğrultusunda örgütleyerek politika üretmiş, eylemler gerçekleştirmiş ve bugünlere gelebilmiştir.
“Ulusal gençliğin örgütlenmesi Perinçek’in kontrolü dışında gelişir ise; Perinçek efsanesi son bulacaktır…
“Yıllardır ulusal gençliği ‘gütme’ politikası ile ayakta duran Perinçek gençliğin örgütlenmesine karşıdır…
“‘Halk kitlelerine önderlik için devrimci bir parti şarttır’ ifadesi ile Türkiye İşçi Partisi’nin ulusal gençliği örgütleyebilecek ve geniş halk kitlelerini tek bir şemsiye altında birleştirebilecek tek siyasal partinin kendi partisi olduğunu öne sürmektedir.
“Perinçek, ulusal gençlik enerjisi üzerinde ve neye mal olursa olsun iktidara gelmeyi hedeflemektedir. İktidara gelmesinin ardından Kemalist Cumhuriyet Devrimlerinin Marksistleştirilmesi aşamasına gelinmiş olacaktır. Çünkü, Perinçek ve çevresine göre Atatürk zaten bir solcudur. Gerçekte ise; Atatürk halkçıdır.
“…Perinçek’i iktidara ve Sol devrime götürecek tek bir enerji vardır: Gençlik(!) Bunu bilen Perinçek, yıllardır bıkıp usanmaksızın ve umudunu koruyarak bu doğrultuda çaba göstermektedir…
“Doğu Perinçek ‘Cumhuriyet Devrimi İktidarı Projesi’ ve ‘Devletin Yeniden Yapılandırılması’ projeleri ile yukarıda işaret edilen gerçekleri yaşama geçirmeyi hedeflemektedir…
“…Halkın kendisi Atatürkçüdür. Ve koruyup yaşatacak olan da halkın kendisi olduğundan ötürüdür ki, ilk, kesin ve bitirici tepki halktan gelecektir. Böylece oksijensiz kalacak olan siyasetçinin yaşayabilmesi olanaksızlaşacaktır. Perinçek de bunlardan yalnızca birisidir…
“Hiç kimse, hiçbir oluşum ve hiçbir güç Ebedi Başkan’ın kurduğu Cumhuriyet Devleti’ni ‘yeniden yapılandıramaz’. Bir devletin yeniden yapılandırılması demek, o devletin mevcut rejiminin değişmesi gerçeğini doğurur…
“Geçmişinde türlü entrikalar sonucu elleri kendi gençliğinin kanlarıyla kirlenmiş vicdansızların –her kim olurlarsa olsunlar- Ebedi Başkan Atatürk’ün büyük ve muhteşem eseri Türkiye Cumhuriyeti için ‘Devletin Yeniden Yapılanması Üzerine’ tez yazmaya hakkı olamaz. Anılan çevrelerce kaleme alınmış benzer tezlerin dolaşımda olması, tartışmaya açılması ve değerlendirmeye alınması; hoşgörü ve tahammül sınırlarını aşarak, Atatürk’e bağlı her Türk’ün yüreğinde derin yaralar açacağından kuşku duyulmaması gerekir…
“Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu koşullar kişisel ihtirasların neden olduğu ihanetler zinciridir. Türk ulusu, Cumhuriyet ve yasalarına bağlıdır. Bu bağlılık sonsuza değin sürecek bir bağlılıktır”.
Bu belgeye eklenecek tek bir sözcük yok.
- Sözde Ergenekon Belgesi, İP’ye ve Genel Başkanı Doğu Perinçek’e düşman.
- Bu belge, 9 Aralık 2000 tarihini taşımaktadır.

LOBİ BELGESİ

İddianame’de “Lobi belgesinin ele geçirildiği şüpheliler arasında, Doğu Perinçek’in adı da sayılıyor. (İddianame, s. 61, 219, 344)
Bu gerçek dışıdır.
Lobi belgesi Doğu Perinçek’ten ele geçirilmemiştir.
Ayrıca İP Genel Merkezi, İstanbul İl Merkezi, USMER, Ulusal Kanal, Aydınlık, Teori, Bilim ve Ütopya dâhil hiçbir kurumda Lobi belgesi bulunmamıştır. Arama tutanakları ortadadır. Arama tutanakları da bir güvence oluşturmuyorsa, güvence nedir?
İddianame’de “ “CD 3 PRINCO P 420281107130821” numaralı yoğun disk (CD) arama tutanaklarında bulunmuyor.
Arama tutanaklarında belirtilmeyen bu yoğun disk (CD), öyle anlaşılıyor ki, İstanbul Emniyetinde veya Ergenekon savcılığında üretilmiştir. Bunun da kanıtları vardır. Soruşturulması gereken budur.
Nitekim bana Emniyet Sorgusunda sorulan soruda, Lobi belgesinin bulunduğu belirtilen sanıklar arasında benim ismim geçmemektedir. (Bkz. Doğu Perinçek’in Emniyet İfadesi, s.8).
Lobi belgesi ilk kez, bundan sekiz yıl önce 12 Mayıs 2001 tarihinde Fethullahçı Aksiyon dergisinde yayımlanmıştır. Hem de kapak haberi olarak.
Lobi belgesi, ayrıca MİT’ten Mahkemenize gelen yazıda belirtildiği üzere 12 Temmuz 2006 tarihinde, yani bu soruşturmanın başlamasından bir yıl önce “aloihbar.org” adlı internet sitesinde de, kışkırtma kokan “P. Kur. Yrb. XX” imzasıyla yayımlanmıştır.
Lobi belgesinin dava dosyasında iki ayrı nüshası bulunuyor.
Birinde “Çok Gizli” kaydı yok.
Diğerinde “Çok Gizli” kaydı var.
“aloihbar.org”ta yayımlanan belge, “Çok Gizli” kayıtlı.
Tuncay Güney, Mülakat’ta Lobi belgesinin malzemelerini Ümit Oğuztan, Adnan Akfırat ve USİAD Başkanı Kemal Özden’den topladığını ve Doğu Perinçek’in “bilgisayarlarında bunları redakte ettiğini” söylüyor (s. 79).
Benim bilgisayarlarım, çöpe atılmış belgeler dâhil incelenmiş ve böyle bir belgeye rastlanmamıştır.
Tuncay Güney, yalan söylemektedir.
Lobi belgesi, içerik olarak da, üslup olarak da pespaye, iğrenç bir metindir.
Bu belgenin içeriği, benim dünya görüşümle bilimsel birikimimle ve kendine özgü üslubumla bağdaşmıyor ve en küçük benzerlik taşımıyor.
Lobi belgesinde geçen ve ancak bilgisiz ve gösteriş meraklısı, yeteneksiz yazarların kullandığı sözcüklere benim yazılarımda rastlanmaz. Türkçe hataları da vahim boyutlardadır.

Birkaç örnek verecek olursak:
- Lobi
- Siyasal otorite gruplarının [cahillik]
- Platform
- Siyasal ideolojiler [cahillik]
- Konsensüs
- Tümden [yanlış kullanılıyor]
- Tüm çabalar [bütün çabalar olmalı]
- Umutsuzluğun ivmesi
- Vizyon
- Freıedrıch Eber Stıftung [Almancası yanlış]
- Enformel
- Fundamentalist
- Yüce Önder Mustafa Kemal
- Doktiriner
- Motive
- Sivil kontra hareket
- Kontra direnci
- Kontra teori
- Kontra önlemler
- Finanse
- Finanse ve ticaret Bölümü
- Finanse sağlamak
- Finanse kaynağı
- Finanse dünyası
- Sivil toplum örgütü
- Argüman
- 1995–1999 sürecinde bağımsız tek yayınevi kalmamıştır (?)
- 1950–1960 doğumlular ardından tek bir yazar yetişmemiştir. (?)
- Pozitif bilim
- Hiçbir tepki ve direnç sergilenmemiş
- Oysa ki [Doğrusu: Oysa]
- Rejim karşıtı güçler [Ben rejim karşıtıyım]
- Endirekt
- Metod
- Organize
- Departman
- Eleman profili
- Aktivite
- Projelendirmek
- Haddimizin sınırlarını zorlayan ısrarcılıktaki ifade ve işaretlerimizin amacı [Zavallı ifadeler, Türkçe yoksunluğu]

FABRİKATÖR BELGESİ

Bu belge, İddianame’nin “hukuki değerlendirmeler” bölümlerinde yer almadığı halde, savcılar tarafından dizginlenemeyen bir iştahla okundu.
Böylece İddianame’yi okuyanlar, psikolojik savaş görevlerini ele vermiş oldular.
Fabrikatör belgesi, İddianame’ye göre, sözde Ergenekon Örgütü’nün belgesi olduğuna göre, Örgüt’ün Doğu Perinçek’e düşman olduğunu kanıtlamaktadır.
Fabrikatör belgesi, Mehmet Eymür’ün Doğu Perinçek’e karşı yazdığı Analiz kitabının bir bölümünden alınmıştır (Bkz. Mehmet Eymür, Analiz, üçüncü basım, Mayıs 2005, s. 143 vd).
Fabrikatör belgesinin bazı bölümleri ise Mehmet Eymür’ün yine Doğu Perinçek’e karşı yazdığı “Sentez” adlı psikolojik savaş kitabından alınmadır (Bkz. Mehmet Eymür, Sentez, Milenyum Yayınları, Ocak 2006, s. 229–276).
Doğu Perinçek’in önder kadrosu içinde yer aldığı bir örgütün Doğu Perinçek’i her tür yalan ve iftirayla suçlayan, Fabrikatör diye hedef alan bir belge yayınlamayacağı açıktır.
Fabrikatör belgesi, Doğu Perinçek’in sözde Ergenekon terör örgütü suçlamasıyla ilgisi olmadığını kanıtlamaktadır.
Bu belge, Ergenekon tertibinin faillerini ele vermektedir. Tertipçilerin en geniş malzeme kaynağı, Mehmet Eymür’dür.

DERGİ, ULUSAL MEDYA 2001, CUMHURİYET

Dergi, 22 Temmuz 2000.
Ulusal Medya 2001, tarihsiz.
Cumhuriyet Gazetesi Reorganizasyon Çalışması, tarihsiz.

Bu belgeler, “Ergenekon Örgütünün” belgeleridir diye dava dosyasına konmuş. İlhan Selçuk, Doğu Perinçek, Gürbüz Çapan, Ferit İlsever hatta E. Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu bu belgelerle suçlanıyor (iddianame, s. 154, 351 ve diğer yerlerde).
Bu üç belgede göze çarpanları dört maddede özetleyebiliriz:

1. Doğu Perinçek’e ve İlhan Selçuk’a karşı düşmanlık.
2. Ulusal Kanal, Aydınlık ve Cumhuriyet gazetelerine düşmanlık.
3. Cumhuriyet’i ele geçirme hedefi.
4. Ulusal Kanal’a operasyon.

Veli Küçük, “Doğu Perinçek’in elinden Ulusal TV’yi alın” talimatı veriyor.
Yine Cumhuriyet gazetesine o zamanki Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun emriyle operasyon hazırlanıyor (İddianame, s. 157, 161; Tuncay Güney ile Mülakat, s. 55 vd).
Görüldüğü gibi, İlhan Selçuk ve Doğu Perinçek 2000 ve 2001 yılında sözde Ergenekon Örgütünün hedef aldığı kişiler. Aynı iddianameye göre, İlhan Selçuk ve Doğu Perinçek, sözde örgütün Yayın ve Tasarım bölümünü yönetiyorlar. Oysa sözde örgütün yayınları, yayın bölümü liderlerinin kuyusunu kazıyor.
İddianame’ye göre Ulusal Kanal ve Cumhuriyet gizli Ergenekon örgütünün organlarıdır. Cumhuriyet’i kuran Yunus Nadi hakkında anlaşılan yeterli kanıt elde edilememiş, ancak Ulusal Kanal’ın Ergenekon örgütü tarafından kurulduğu bile iddia ediliyor.
Sözde örgüt, kendi ellerindeki yayın organlarını ele geçirmek peşinde. Kendi elindeki yayın organlarına operasyonlar planlıyor.
İddianame, ancak akıl hocası Tuncay Güney kadar ciddidir; ancak Tuncay Güney kadar dürüst ve tutarlıdır.
Tuncay Güney’in samimiyeti ve güvenilirliği, İddianame’yi yazanların samimiyet ve güvenilirliği için biricik kanıt ve kaynaktır.

ANALİZ İŞÇİ PARTİSİ’NİN TÜRK VE KÜRDÜ BİRLİKTE ÖRGÜTLEME TASARIMI

Sözde Ergenekon Örgütünün bu belgesi, 7 Nisan 2000 tarihini taşıyor ve İşçi Partisi’ne, Doğu Perinçek’e düşmanlık sergiliyor.
İşçi Partisi’nin “Türk ve Kürdü Birlikte Örgütleme Tasarımı” Teori dergisinde yayımlanmıştır.
Bu yayını inceleyen sözde Ergenekon örgütü, öfkelenmiş ve İşçi Partisi’ne karşı saldırıya geçmiş.
Sözde Ergenekon belgesi, İşçi Partisi’ni ve Doğu Perinçek’i, Atatürk ve bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ne tuzak kurmak”la suçluyor (s. 22/Dosya s. 268).

MASONİK BİLDERBERG ÇETESİ

Bu belge, İstanbul’da evimde bulunmuştur. Belgenin üzerinde veya içeriğinde herhangi bir terör örgütüne ait olduğuna dair, herhangi bir kayıt yoktur.
Kaldı ki arşivimde ve kitaplığımda bütün terör örgütleriyle ilgili yüzlerce belge ve araştırma vardır.
Ben Türkiye’nin bilgiye en çok önem veren ve teröre karşı mücadelede en donanımlı, en kararlı Partisinin başkanıyım.
Masonik Bilderberg Çetesi belgesini Aydınlık-Ulusal Kanal Arşivi’nden “Mafyokrasi” adlı kitabını yazarken aldım. Yalnız bu belgeyi değil emperyalizmin mafyalaşmasına ilişkin çok sayıda kitap ve belgeyi arkadaşlarım bana verdiler.
Kitabımı bunları inceleyerek yazdım.
Mafyokrasi kitabımı mahkemenize sunuyorum.



ERGENEKON BELGELERİ TOPLU DEĞERLENDİRME

1. Tek bir “Ergenekon belgesi” dahi, Doğu Perinçek’in cezai sorumluluğu kapsamındaki bir yerde bulunmamıştır. Perinçek’in evinde, Genel Merkez’deki çalışma salonlarında ve İstanbul İl Merkezindeki çalışma salonlarında bulunan tek bir “Ergenekon belgesi” yoktur. Arama tutanakları ortadadır.
2. Sözde “Ergenekon belgeleri”nin felsefesi, programı, amaçları, stratejisi, taktik ve üslubu, İşçi Partisi’nin felsefe, amaç ve stratejisine cepheden karşıdır. Yazım tarzı ve üslubu, Doğu Perinçek’in tarz ve üslubuyla en küçük benzerlik taşımamaktadır.
3. “Ergenekon belgelerini” yazanların hedef aldıkları baş düşman, İşçi Partisi’dir ve Doğu Perinçek’tir.
4. Bütün bu nedenlerle Ergenekon belgeleri, Doğu Perinçek’in bu örgütle ilişkisinin ancak karşıtlık, düşmanlık kavramlarıyla açıklanabileceğini kanıtlamaktadır.
Ergenekon belgeleri, Doğu Perinçek’e düşmandır.
Doğu Perinçek, o örgüte karşı 40 yıldan beri mücadele etmektedir. Beş kez o örgütün hapishanelerinde yatmıştır. İşkencelerinden geçmiştir. Doğu Perinçek’in hayatı, o örgütle boğuşmakla, savaşmakla özetlenebilir.
5. Bugün Doğu Perinçek, Gladyo’ya iki kat düşmandır.
Birincisi, 60 yıldır Kemalist Devrim’i yıktığı için.
İkincisi, eğer adına Ergenekon dedilerse, bir de bu tarihi kavramı kirletmeye kalktığı için.









IV
İŞÇİ PARTİSİ MERKEZ ORGAN KARAR VE FAALİYETİ



BU MAHKEMEDE
İŞÇİ PARTİSİ KAPATMA DAVASI GÖRÜLÜYOR

Ergenekon İddianamesi’nin biz İşçi Partisi yöneticilerine yönelttiği suçlamanın birinci ve temel kanıtı Tuncay Güney’in Mülakatı ve belgeleridir.
Bunun dışındaki bütün kanıtlar, İşçi Partisi’nin programları, kararları, açıklamaları ve faaliyetidir.
Esasen Tuncay Güney’in Mülakatındaki suçlamalar da, İşçi Partisi’nin merkez organlarından biri olan Genel Başkan’ın ve diğer merkez organlarının kararları ve faaliyetidir.
Bu nedenle Savcı Zekeriya Öz, ATV Televizyonu’na “Ergenekon Soruşturması’nın merkezinde İşçi Partisi var.” demiştir ve bu tarihi itiraf, ATV ekranlarından yayınlanmıştır (ATV, Ana Haber, 23 Temmuz 2008)
Bu haber bülteninin ATV’den getirtilerek dosyaya konmasını talep ediyorum.
Bu davada, Ergenekon terör örgütünün esası olarak kabul edilen Türk Silahlı Kuvvetleri ve İşçi Partisi yargılanmaktadır.
Kapatma nedenleriyle örtüşen suçlamaların değerlendirilmesi öncelikle Anayasa Mahkemesi’nin yetkisindedir. O nedenle bekletici ön mesele olarak kabul edilmesi hukuki zorunluluktur.
İşçi Partisi’nin Genel Başkanı dâhil, organlarının karar ve faaliyetinin, TCK 312, 313, 314, maddelerinde tanımlanan
- Silahlı terör örgütü kurma ve yönetme,
- Hükümeti zorla ıskata teşebbüs,
- Hükümete karşı silahlı isyana tahrik,
suçlarını oluşturduğuna karar vermek, yalnız ve yalnız Anayasa Mahkemesi’nin yetkisindedir.
Çünkü bu fiiller, aynı zamanda parti kapatma nedenidir.
Parti Genel Başkanı, Siyasi Partiler Kanunu’na göre, Parti’nin merkez organı olduğu için, bu fiillerin varlığı, genel başkanın bireysel eylemleri olsa dahi, partiyi bağlar ve kapatmayı gerektirir.
Kaldı ki, İddianame, İşçi Partisi’nin sözde Ergenekon Terör Örgütünün güdümünde faaliyet yürüttüğünü olur olmaz her yerde ifade etmektedir.
Dahası iddianame, İP Genel Başkanı Doğu Perinçek’in eylemleri yanında, İşçi Partisi’nin programlarını, merkez organ kararlarını, merkez organ faaliyetini de suç olarak görmektedir.
Burada görülen dava İşçi Partisi kapatma davasıdır.
Ancak yetkili olmayan bir savcılık tarafından açılmış, Yargıtay C. Başsavcılığı’nın yetkisi çiğnenmiştir.
Ve İşçi Partisi davası, yetkisi olmayan bir Ceza Mahkemesi’nde görülmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yetkisine el konmuştur.
Bu görüşler, bir tez değildir; biricik hukuki uygulamadır.
Siyasal Partiler Kanunumuzun kaynak ülkesi Federal Almanya’dır. Federal Almanya Anayasa Mahkemesi kararlarını sunuyorum.
Türkiye’de de Yargıtay 9. Ceza Mahkemesi, Askeri Yargıtay ve Başsavcılığı bu hukuki sonucu içtihatlarla belirlemiştir. Bu kararları da sunuyorum.
Konunun Türkiye’de kitabını yazan tek hukukçuyum. 40 yıl önce yazdığım ve yargı uygulamasını izleyerek sürekli geliştirdiğim “Anayasa ve Partiler Rejimi” adlı kitabımın 4. basımını sunuyorum.
Bu kitabım Anayasa Mahkemesi kararlarında ve Yargıtay C. Başsavcılığı iddianamelerinde ve esas hakkında görüşlerinde kaynak olarak değerlendirilmiştir ve hukuk öğretisinde de temel kitap olarak kabul görmüştür. Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, Prof. Dr. Tahsin Bekir Balta, Prof. Dr. Münci Kapani, Prof. Dr. Bahri Savcı, Prof. Dr. Bülent Nuri Esen gibi kaybettiğimiz Anayasa Hukuku otoriteleri yanında, yaşayan hukuk bilginleri de bu değerlendirmeleri yazmış ve ifade etmişlerdir.
Konuyu avukatım Sayın Mehmet Cengiz bir keza daha açıklayacağı için burada zamanınızı almıyorum.
Ancak şu hususu vurgulamama izin veriniz:
Bu konu, Ceza yargısının önüne on yılda bir gelir. Ceza yargıçlarından binde biri bile bu konuyla karşı karşıya gelmezler. O nedenle ilk bakışta isabetli sonuca varılmaması olağandır. Bilim adamlarımız için de aynı husus geçerlidir.
Yanlış kararı düzeltmek erdemdir.
Sizlerin erdemli yargıçlar olduğunuz kanısındayım.
Bu özel olayda, Anayasa yargısı ile ceza yargısı arasındaki ilişkiyi başaşağı çevirmeyelim.
Anayasa yargısının alanına girmeyelim.
Bütün kanıtlar ve dosya, yetkili Yargıtay C. Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
- Silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek,
- Hükümeti zorla ıskata teşebbüs,
- Hükümete karşı silahlı isyana tahrik
suçları, aynı zamanda Parti kapatma nedeni olduğu için, Anaysa Mahkemesi’nin kararını beklemek durumundayız.
Beklemez, hüküm verirseniz, Anayasa Mahkemesi’ne talimat veren duruma düşersiniz. Bu ağır bir hukuk cinayeti olur.
İşçi Partisi yöneticilerini ve beni bu davada yalnız,
- Açıklanması yasak belgeleri temin etme
suçundan yargılayabilirsiniz, Çünkü bu bireysel fiil, parti kapatma nedeni değildir.
O nedenle parti kapatma nedenleri ile örtüşen fiillerle ilgili kovuşturmayı, bekletici ön mesele olarak kabul ederek karara bağlamanızı saygıyla arz ederim.
Buna rağmen, siz karar verene kadar, burayı aynı zamanda milletimize bir hesap verme düzlemi sayıyorum ve anayasa yargısı yetkisine giren suçlamalara cevap vermeyi sürdürüyorum.

İŞÇİ PARTİSİ BAŞKANLIK KURULU’NUN
“DEVLETİN YENİDEN YAPILANMASI ÜZERİNE” KARARI

İddianame, İP Başkanlık Kurulu Kararı’nı Ergenekon Terör Örgütü’nün belgesi sayarak Anayasal Yargı alanına tecavüz etmiştir.
Bu tecavüz kovuşturma aşamasında da devam ediyor.
Belgeyle ilgili değerlendirmeyi yukarıda sunduk.





İŞÇİ PARTİSİ GENEL BAŞKANI’NIN
“KUŞATMA NEREDEN VE NASIL YARILIR” AÇIKLAMASI

(İddianame, s. 72, 92 ve diğer yerlerde)
İP Genel Başkanı olarak, Parti Merkez Organı sıfatıyla, bu açıklamayı 16 Kasım 2003 günü kamuoyuna açıkladım.
Aydınlık dergisinde tam metni, diğer basın organlarında özeti yayımlandı.
Konferanslarda sık sık şemalarla tekrar tekrar ilan ettim.
Mafyokrasi adlı kitabımın sonuç bölümüne aynen koydum.
Bütün devlet yöneticilerine gönderdim.
Beş yıldır ilan ediyoruz Parti olarak. Hiçbir savcılık soruşturma açmadı ve hiçbir yargı makamına şikâyet veya suç duyurusu olmadı.
İstanbul C. Başsavcılığı’na yazı yazılarak Mafyokrasi başlıklı kitabım hakkında ve “Kuşatma Nereden ve Nasıl Yarılır?” başlıklı açıklamamı yayımlayan Aydınlık dergisi hakkında soruşturma açılmış mıdır, sorulmasını talep ederim.

İŞÇİ PARTİSİ’NİN MİLLİ HÜKÜMET AMACI
VE MİLLİ KUVVETLERİN BİRLİĞİ SİYASETİ

İşçi Partisi’nin Programı’nda amaçlanan Milli Hükümet hedefi ve programı ve Milli Kuvvetleri birleştirme siyaseti, İddianame’de suç olarak nitelenmiştir (İddianame’nin birçok yerinde).
Parti Tüzük, Program ve Siyasetleri’nin hukuka aykırılığı konusu Anayasal Yargı’nın kapsamındadır.
Ayrıca bu amaç ve siyasetlerimiz, yüzlerce kez yayımlanmıştır ve hiçbir soruşturma açılmamıştır.

İŞÇİ PARTİSİ’NİN 22 TEMMUZ 2007 SEÇİMİNDEN ÖNCE
İLAN ETTİĞİ MİLLİ HÜKÜMET BAKANLAR KURULU

İddianame’de, İşçi Partisi’nin 2007 seçimi öncesinde, seçimlere katılan bir parti olarak, seçmenlere Bakanlar Kurulu sunması, suç olarak görülüyor.
(İddianame, s. 1422 ve diğer yerlerde)
Görüldüğü gibi, Ergenekon Savcılığı, yasa tanımazlıkta seçim faaliyetini suçlayacak kadar pervasızdır.

İŞÇİ PARTİSİ ULUSAL STRATEJİ MERKEZİ (USMER)’İN
İMZAYA AÇTIĞI MİLLİ ANAYASA BİLDİRGESİ

(İddianame, s. 1419)
İşçi Partisi Ulusal Strateji Merkezi (USMER), AKP’nin Atatürk Cumhuriyeti’ni yıkmaya yönelik Yeni Anayasa girişimi üzerine, bir çalışma başlattı. Türkiye’nin seçkin hukukçularını, bilim adamlarını, siyasetçilerini, Cumhuriyet aydınlarını bir araya getirdi. Aylarca süren çalışmalar sonunda bir Milli Anayasa Bildirgesi hazırlandı ve imzaya açıldı.
AKP’nin Cumhuriyeti yıkma faaliyetinin odağı haline geldiği, bilindiği gibi Anayasa Mahkemesi kararıyla saptandı. Ergenekon savcılarının İşçi Partisi’nin Atatürk Cumhuriyeti temelinde yürüttüğü faaliyetten niçin rahatsız olduklarını değerlendirecek akla ve duyarlılığa kuşkusuz herkes sahiptir.
Onların suç saydıkları bildirgeyi okuyorum:

MİLLİ ANAYASA BİLDİRGESİ (21 Aralık 2007)

“Büyük Türk Milleti’ne ve Dünya Kamuoyuna,
Aşağıda imzaları bulunan bizler,
Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül yönetiminin, Türk milletinden önce ABD makamlarına sunduğu yeni Anayasa tertibiyle, Atatürk Devrimi’nin son kalelerini de yıkmaya kalkıştığını ve ülkemizi iç ve dış çatışmalara sürüklediğini saptıyor ve ilan ediyoruz:
1. ABD ve AB güdümündeki sıcak para komisyoncularının ve tarikatların iktidarı, bu Anayasa Taslağıyla:
- Milli Devleti özelleştirmekte ve federasyon yoluyla parçalanmaya sürüklemektedir;
- Milleti etnikleştirmekte, cemaatleştirmekte ve tarikatlaştırmaktadır;
- Vatanı arsalaştırmakta ve yerelleştirmektedir;
- Kamu varlıklarının satışı yoluyla ülke ekonomisini yoksulluk ve kaosa itmektedir;
- Yurttaşı müritleştirmekte ve kullaştırmaktadır;
- Kadını köleleştirmektedir;
- Türk Silahlı Kuvvetleri’nin direncini kırma amacını gütmektedir;
- Ortadoğu ülkelerine ve bütün insanlığa karşı ABD’nin Haçlı seferinde kriz bölgelerine müdahale görevini üstlenmek peşindedir.
2. Tayyip Erdoğan’ların ABD Büyük Ortadoğu Projesi görevlileri olarak işledikleri Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkma, milleti bölme, vatanı parçalama suçunun fiillerinden biri olan bu anayasa girişimi gayrı meşrudur.
3. Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliği, hiçbir uluslararası güce devredilemez ve hiçbir ortaçağ kurumuyla paylaşılamaz.
4. Emperyalizmin çürümüş Neoliberalizminden ithal edilen bu Anayasa Taslağı’nın kabulüne ve uygulamasına kesinlikle izin verilemez.
5. Emperyalizme, etnik bölücülüğe, cemaatçiliğe ve bireysel çıkarcılığa sınırsız özgürlük sağlayan Tayyip Erdoğan Anayasasına karşı, Neoliberalizmin özel çıkar ve bireysel özgürlük mevzilerinden mücadele yürütülemez. Başarıya ulaşmak için Cumhuriyet, millet, vatan, kamu çıkarı, gerçek demokrasi, laiklik ve hepsinin temelini oluşturan Atatürk Devrimi cephesinde mevzilenmek gerekir.
6. Atatürk Devrimi, Türkiye için herhangi bir seçenek değil; tek seçenektir. Cumhuriyetimizi ve toplumumuzu Atatürk Devrimi temelinde yeniden örgütlemek dışında bir çözüm yoktur.
7. Atatürk önderliğindeki kurucu irade, Türk Devrimi’nin tecrübelerini özetleyerek Cumhuriyet’in temel niteliklerini 1937 yılında Anayasa’nın en başına kaydetmiştir:
“Türkiye Devleti; Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimcidir.”
Batı’dan ithal edilen tekerlemeleri bırakarak, kendi milli demokratik devrim sürecimizde ürettiğimiz ve dünyaya model olan bu temel stratejik duruşu, yeniden Anayasamızın temeline oturtmak şarttır.
8. “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkı” emperyalizme karşı savaşa savaşa, etnik ve mezhepsel bölünmeleri arkada bırakan büyük bir devrimle Türk milletini oluşturmuştur. Bu kaynaşma sürecini tamamlamak, eşit yurttaşlar olarak, insanca ve kardeşçe yaşamak için biricik çözümdür ve görevdir.
9. ABD ve AB ile birlikte vatanı bölen, milleti parçalayan ve ekonomiyi küresel sıcak para sultasına teslim eden tarikat-cemaat iktidarından kurtulmak, artık milletimiz için bir ölüm kalım meselesidir.
10. Milletimizin bütün gücünü ve olanaklarını seferber ederek vatan savunmasını yöneten bir Milli Hükümet kurmak, tarihsel görevdir.
11. Türkiye halkının emperyalizme ve Ortaçağ karanlığına karşı mücadele geleneğine sahip çıkan milliyetçi, halkçı ve devrimci öncülerini tek bir siyasal partide toplanmaya çağırıyoruz.
12. Bütün milletimizi tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye için birleşmeye ve örgütlü mücadeleye çağırıyoruz.
13. Milletimizi ve Ordumuzu, emperyalizme karşı sımsıkı birleşmeye çağırıyoruz.
Bizler, Türkiye’nin vatansever aydınları, Atatürk Devrimi’nin yılmaz neferleri ve halk önderleri olarak, “vazifeye atılmak için, içinde bulunduğumuz vaziyetin imkân ve şartlarından” kaynaklanan zorlukları göğüslemeye ve milletimize borçlu olduğumuz görevleri yerine getirmeye kararlıyız.
Bütün aydınlarımızı ve halk önderlerini milletimizi ayağa kaldırmak için, Milli Anayasa Bildirgesi’ni imzalamaya ve elden ele bütün yurttaşlarımıza ulaştırmaya çağırıyoruz.
Emperyalistler, milletimizi yeni bir destan yazmaya mecbur bırakmaktadır. O destan yazılacaktır ve bitiminde kendilerini bekleyen sonuçlara katlanacaklardır.”

Bu bildirge, hiç o pespaye sözde Ergenekon belgelerine benziyor mu?
Bu bildirgeyi, Türk Milleti’nin Cumhuriyet’e bağlılığını ve yüksek vicdanını temsil eden şahsiyetler imzalamıştır.
Ergenekon savcılarının imza sahiplerini gözaltına alıp, niçin imzaladıklarını sormaları, onların AKP ile aynı Cumhuriyet Devrimi karşıtı konumlarını yansıtmıştır.

İŞÇİ PARTİSİ’NİN 4. GENEL KONGRESİ’NDE KABUL EDİLEN “KÜRT SORUNUNA ACİL KARDEŞLİK ÇÖZÜMÜ” (22–24 Kasım 1996)

Hukuku çiğnemekte sınır tanımayan İddianame, İP’nin 6. Genel kongre Kararı’nı suçlamaktadır. Şöyle yazmışlar:
“Marksist-Leninist-Maocu İdeoloji Kalıpları içinde bölücülük argümanları ürettiği” (İddianame, s. 375–376).
Acaba “argüman” sözcüğü ne anlama geliyor?
Savcıların kullandıkları sözcükleri dahi bilmedikleri görülüyor.
Acaba “Marksist-Leninist-Maocu ne demek, dünyada böyle bir tanımlama var mı?
Bunu da bilmedikleri anlaşılıyor.
Ama en önemlisi hukuku hiçe saymalarıdır.
Bu programın üzerinde Kongre kararı olduğu yazılı. Kabul edileli 12 yıl olmuş. Yargıtay C. Başsavcılığı’nın incelemesinden geçmiş.
- 13 Ocak 1995 günü Çankaya’da tarafımdan 9. Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel’e sunulmuş. 13 yıl olmuş.
- Kitap yapılmış. 13 yıldır 10 binlerce, hatta yüz binlerce dağıtılmış.
- Doğu Perinçek’in “Kemalist Devrim–4 Kurtuluş Savaşı’nda Kürt Politikası” kitabıma tam metin konmuş. Üç kez basılmış.
- Ve en önemlisi bugün bazı maddeleri uygulanıyor. Ama Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü için değil, ABD ve AB dayatmaları olarak.
İşçi Partisi, 1980’lerden beri “Kürdümüze hangi hak ve olanakları vereceksek biz verelim, Türkiye olarak verelim. Kürdümüzü Türkiyemize bağlayalım.” diye çözümler üretti.
O zaman bu doğru çözümlerimiz nedeniyle partimize baskılar uygulayanlar, bizleri çeşitli tertiplerle hapse atanlar, şimdi Kürt ayrılıkçılığıyla kader birliği yaptılar.
Bugün Kürt yurttaşlarımıza, bazı demokratik haklar, ABD ve AB programı çerçevesinde verildiği için, bu uygulama kaynaştırma ve birleştirmeye değil, ayrıştırmaya ve bölmeye hizmet ediyor.
Talepler:
- Yargıtay C. Başsavcılığı’na yazı yazılarak, İP’nin 22–24 Kasım 1996 günlerinde toplanan 4. Genel Kongresi’nde kabul edilen “Kürt Sorununa Acil Kardeşlik Çözümü” hakkında bir soruşturma yürütülmüş müdür, sorulmasını,
- Ankara C. Başsavcılığı’na yazı yazılarak “2000’lerde İşçi Partisi” başlıklı İşçi Partisi yayını (2. baskı, Şubat 2002) hakkında bir soruşturma yürütülmüş müdür, sorulmasını,
- İstanbul C. Başsavcılığı’na yazı yazılarak Doğu Perinçek’in yazdığı “Kemalist Devrim–4 Kurtuluş Savaşı’nda Kürt Politikası” başlıklı, Kaynak Yayınlarınca basılmış kitabın 1, 2 ve 3. basımları hakkında soruşturma yürütülmüş müdür, sorulmasını
talep ederim.



DOĞU PERİNÇEK’İN KÜRT LİDERLERİ’NE
26 MAYIS 2000 TARİHLİ MEKTUBU

(İddianame, s. 89, 281 vd, tam metni: s. 289–294).
2000 yılında Abdullah Öcalan’ın avukatları bir heyet halinde ziyaretime geldiler; görüşlerimi sordular. Bizzat Abdullah Öcalan’ın görüşlerimi öğrenmek istediğini, ona aktaracaklarını söylediler. Ben de Kürt meselesinin çözümü dâhil, Türkiye’nin yaşadığı sürece ilişkin tahlilimi ve programımızı anlattım. Daha sonra bu çözümlerin yetersiz ve eksik aktarılmasından kaygılanarak, görüşlerimi yazılı hale getirdim ve bütün Kürt Örgütü liderlerine ve basına gönderdim. Resmi makamlara da yolladım ve ayrıca Teori dergisinin Aralık 2000 tarihli sayısında tam metin halinde yayımladım.
Bu mektubun her satırının altına bugün de imza atarım. Herkese de dikkatle incelemelerini ve bu meselenin çözümünde değerlendirmelerini öneririm.
Özetle şu görüşler yazılıdır o mektupta:
1. Türkiye, AB’ye girmeyecek ve Batı’yla bütünleşmeyecek. Yanlış hesapları bırakın, ABD ve AB’ye bel bağlamayın, Türkiye’nin bütünlüğü içinde yer alın.
2. Kürt yurttaşlarımızı Türk Milleti’nden koparan etnik temelde ayrı örgütlenmeden vazgeçin. PKK ve HADEP’i dağıtın.
3. Kuzey Irak’taki Kürt devleti girişimi başarısızlığa uğrayacaktır. ABD’nin Irak’ı bölme planlarına alet olmayın.
4. Çözüm AB’de değil, Kemalist Devrim rotasındadır.
5. Silahlı güçleri dağıtın. Kardeşlik için güven verin, yaralar böyle sarılır.