İşçi Partisi Genel Başkanı Sayın Doğu Perinçek'in Anayasa Mahkemesi'nin "AKP davası" kararı ve "laiklik düşmanlarının yaşam biçimleri"ne ilişkin değerlendirmesini aşağıda sunuyoruz.
ANAYASA MAHKEMESİ KRİZİ ÇÖZMEDİ, ORTADA BIRAKTI
Anayasa Mahkemesi, Türkiye'nin önüne gelen hukuki sorunu çözmedi, ortada bıraktı.
Sinoplu Diyogenes gibi, elimde fener bir mahkeme kararı arıyorum! Bu karar, bir karar değil, bir kararsızlıktır.
Bu karar, bir çözüm değil, çözümsüzlüktür.
Bu karar, bir çare değil, çaresizliktir.
CUMHURİYET YIKICISINA
CUMHURİYET YÖNETİMİNİ VERMEK
Hale bakın siz:
AKP, laiklik karşıtı faaliyet odağı!
Ve o Cumhuriyet yıkıcısı AKP, Türkiye'yi yönetmeye devam edecek!
Çözüm mü bu?
Anayasa Mahkemesi'nin türban kararı, gerçekten karardı ve çözümdü!
Bu kez aynı Mahkeme, "Ben bu yükü kaldıramam" diyor.
Tarih, Anayasa Mahkemesi 30 Temmuz 2008 günü bir karar veremedi diye yazacaktır.
ÇÖZÜMÜ YARGITAY BAŞSAVCILIĞI GÖSTERDİ
Yine tarih yazacaktır: Türkiye'yi içine girdiği derin krizden kurtaracak hukuki çözümü Yargıtay Başsavcılığı gösterdi. Cumhuriyet'in yasallığı ile Cumhuriyet yıkıcılığının yasallığı cephe cepheye gelmişti.
Bu durumlarda devrim ile karşıdevrim arasında arabuluculuk yürümez. Yürümeyeceği görülecektir.
Bu sürecin kahramanları kurumlar düzeyinde Yargıtay Başsavcılığı ve İşçi Partisi'dir.
ABD-AB-AKP-YAŞ-TÜSİAD ORTALAMASI
Bu kararın etkenleri şöyle sıralanabilir:
-ABD ve AB bastırdı. Ergenekon soruşturması, ekonomik baskılar ve tehditler... Ve en sonunda Güngören'de patlatılan dinamitler, havaya uçuşan kollar bacaklar...
-Yüksek Askeri Şura toplantısına 24 saat kalmıştı, bu acele neydi?
-TÜSİAD, uzlaşın kucaklaşın çağrıları yaptı.
Anayasa Mahkemesi bütün bu etkenlerin ortalamasını aldı, hukuki değil, siyasi bir karar verdi.
ABD ve AB, bu kararla iftihar ediyor.
Tayyip ve Abdullah Gül feslerini havaya attı.
10 üye, "AKP'nin laiklik karşıtı odak haline geldiğini" söylemiş oldu. Türk Ordusu'ndan ve Cumhuriyet kuvvetlerinden gelecek hoşnutsuzluğu yatıştırmak için "ilgililere" bir araç sağlandı.
Avunmak çözüm değildir. Avutmak ise geçici bir çaredir.
TÜRKİYE 13 MART 2008'E DÖNDÜ
Türkiye 13 Mart 2008'e döndü.
Tek farkla; İşçi Partisi önderleri ile Atatürkçü komutan ve aydınlar hapiste!
Bu kriz, zaten yargının kılıcıyla çözülemezdi. Çözüm, önünde sonunda milletin omuzlarındaydı.
Kolaycılığa bel bağlamakla bir yere varılmaz.
Anlamayanlar, belki anlar.
Anayasa Mahkemesi, beni Atatürk Devrimi'nin ön cephesinde mücadeleye zorlamayın dedi, bu da anlaşıldı.
Yargıyı yormayalım!
Milletimizi, büyük zorlukları yenmeye hazır etmek zorundayız. Bu, bizim görevimiz, Öncü'nün görevi. Devrimci görev!
ATATÜRK GİBİ OLACAĞIZ
Her olumsuzluğun, olumlu bir yanı da vardır.
Milletin başına geçme görevi önümüzdedir.
AKP kapatılsa, önümüzde yine o görev vardı. Şimdi daha kesin olarak var!
AKP kapatılsa, Tayyip-Abdullah Gül ikilisi, krizin sorumluluğundan kaçmaya kalkışacaklardı. Şimdi kaçamazlar.
AKP ile halk karşı karşıyadır artık.
Biz ise halkın başında olacağız, Atatürk olacağız!
Atatürk için İstanbul'da bir çözüm kalmamıştı. Durum aynı durum!
Halka güveniyoruz, halkı örgütleyeceğiz.
LAİKLİK SALTANAT VE ŞATAFATA KARŞI OLMAKTIR
Aydınlık bu sayısında önümüzdeki dönemin en önemli propaganda temasını getiriyor.
Halk işçisinden sanayicisine kadar yoksullaşırken, AKP yönetimi saltanat ve şatafat peşindedir.
İşte AKP'yi o saltanat düşkünlüğü yıkıma götürüyor.
Laiklik ise saltanat ve şatafata karşı olmaktır.
AKP kapatma davası, aslında bir "yaşam biçimi" davasıdır.
Türkiye halkı nasl yaşayacak, soru budur.
TAYYİP-GÜLLER NASIL YAŞAMAK İSTİYORLAR
AKP yöneticileri de olayı aynen böyle anladılar.
Tayip Erdoğan ve AKP kurmayları, kapatma davasını, biz istediğimiz "yaşam biçimi"ni sürdürmek istiyoruz diye karşılamışlardı.
Tayip Erdoğan şöyle söylüyordu:
"Laiklik 'yaşam biçimi' olarak tanımlandığı zaman, otomatik olarak farklı yaşam biçimlerinden biri tercih edilmiş olacaktır. O zaman sorulması gereken soru 'hangi yaşam biçimi laik yaşam biçimidir?' sorusu olacaktır. İddianamede yer alan tanım 'bir uygar yaşam biçimi' vurgusunu yapmaktadır. O zaman hemen 'uygar olamayan yaşam biçimleri'ni 'laik yaşam biçimleri'nin karşısına koymamız gerekecektir. Uygar olmayan yaşam biçimleri konusunda ampirik araştırmalar karşımıza geniş bir yelpaze çıkartmaktadır. Laiklik bir yaşam biçimi değil, tersine farklı yaşam biçimlerini bir arada ve barış içinde yaşatan prensibin adıdır." (Vatan, 17 Haziran 2008)
Acaba öyle mi?
Mecburen laiklik dersine girmek zorundayız.
Laiklik, bir yaşam biçimidir. Başka da bir şey değildir ve olamaz.
Bütün dünyada böyledir, Türkiye'de de böyledir.
LAİKLİĞİN DAR VE GENİŞ TANIMLARI
Laikliğin dar ve geniş olmak üzere iki tanımı yapılmaktadır.
Birincisi, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Başka bir deyişle devlet işleri, din kurallarına göre yürütülmeyecektir.
İkinci tanım, din işleri ile devlet ve dünya işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Başka deyişle devlet ve dünya işleri, din esaslarına göre düzenlenemeyecektir; yürütülemeyecektir.
İKİ TANIMDA AYNI KAPIYA ÇIKAR
Laikliğin bu iki tanımı, aslında aynı kapıya çıkar. İkinci geniş tanım, aslında birinci tanımın açılması ve berraklaştırılmasıdır.
AKP'nin Anayasa Mahkemesi'ne "cevabını" yazan kurmayları da kabul etmişlerdir ki, devlet işleri din hükümlerine dayanarak düzenlenemeyecek ve yürütülemeyecektir. Kısacası din, siyasete karışamayacaktır.
Bunun anlamı nedir ?
Devletin üç işlevi, üç faaliyeti vardır;
-Kanun koymak:Yasama
-Kanunları uygulamak: Yürütme
-Bireyler, kurumlar ve devlet ile özel ve tüzel kişiler arasındaki anlaşmazlıkları kanunlara göre çözmek, kanunlara aykırı eylemlerde bulunanları devlet yaptırımıyla cezalandırmak: Yargı.
Sonuç olarak Laiklik, devletin bu üç faaliyetinin, yani kanun koyma, kanunları uygulama ve anlaşmazlıkları devlet yargısıyla çözme faaliyetinin din kurallarına göre değil, çağdaş toplumun gereklerine göre yürütülmesidir.
DEVLET TOPLUM YAŞAMINI DÜZENLER
Peki kanunlar neyi düzenlemektedir ?
-Devlet ve toplum yaşamını düzenlemektedir.
Kanunlar kime uygulanmaktadır ?
-Topluma uygulanmaktadır; toplum yaşamına uygulanmaktadır.
Devlet yargısı hangi anlaşmazlıkları çözmektedir ?
-Toplum içindeki, toplum yaşamına ilişkin anlaşmazlıkları çözmektedir.
Demek ki devlet, toplumun yaşamını düzenliyor, toplum yaşamını biçimlendiriyor; toplum yaşamında belli hukuk kurallarının uygulanmasını sağlıyor ve yine toplum yaşamındaki anlaşmazlıkları çözüme bağlıyor.
Özetle devlet, toplum yaşamına belli bir biçim veriyor.
ŞERİAT DA TOPLUM YAŞAMINI DÜZENLER
İlk Çağ ve Orta Çağ'ın krallıkları, sultanlıkları da toplum yaşamına belli bir düzen vermiyorlar mıydı ?
-Veriyorlardı.
O devletler de ticareti, mülkiyeti, ekonomiyi, evlenmeyi, aile ilişkilerini, mirası, vergiyi, devlet ile kulları arasındaki ilişkileri; özetle devlet ve toplum hayatını düzenliyor ve uyguluyorlardı.
Devlet kurulduğundan beri toplum yaşamına biçim vermek içindir.
Muazzez İlmiye Çığ'ın kitaplarına yazdığı Sümer Kanunları, Hamurabi Kanunları, Atina site devletinin düzenlemeleri, Roma Hukuku, Çin imparatorluğunun ve Hun Kağanı Maotun'un (Mete) yasaları, Hazreti Muhammed'in kurduğu devletin şeriat hükümleri, Cengiz Yasaları, İngiliz Kralının Manga Carta'sı, Fatih'in Kanunları ve ismini yasa koyuculuktan alan Kanuni Sultan Süleyman'ın Kanunnameleri, hepsi ama hepsi toplum yaşamına biçim veriyorlardı.
BİÇİMLENDİRİLMEYEN BİR TOPLUM YAŞAMI NEREDE VAR?
Her toplumsal-ekonomi sisteminin bir yaşam biçimi vardır ve o yaşam biçimi çağına göre devlet tarafından düzene sokulur. Devlet de bunun için vardır. Devlet öncesi tanımlarda yaşama biçim veren hukuk değil, fakat kabilelerin töreleridir, gelenekleridir vb. Yani devlet öncesi toplumların yaşamının da bir biçimi vardır.
Biçimsiz yaşam, bir tek Tayip Erdoğan'ların bilgiye dayanmayan laflarında bir faraziye olarak bulunmaktadır.
AKP'nin bilgisiz kurmaylarının Anayasa Mahkemesi'ne yazdıkları savunmada dedikleri gibi "efendim toplum istediği biçimde yaşayacaktır" iddiası, kuyruklu bir yalandır !
Devlet varsa, hukuk olacaktır ve hukuk da toplum yaşamını düzenleyecektir. İnsanlar bireyler halinde yaşadığına, birlikte üretim yaptığına, alışveriş yaptığına, evlendiğine, toplum hayatında bin bir çeşit ilişkilere girdiğine göre, her bireye göre bir özgürlük, toplum içinde çeşitli grupların yaşam biçimlerini kendilerinin düzenlemesi vb. bunlar safsatadır.
Bireyin özgürlük alanı, toplumun yaşam biçimi çerçevesi içindeki özgürlüktür.
"TOPLUM İSTERSE ŞERİATI YAŞAR" DİYENLER HALKI ALDATIYOR
Hazreti Muhammet de büyük bir devrimci, bir devlet kurucusu ve yöneticisi olarak toplumun yaşamına biçim veren şeriat hükümleri getirdi; ticaret hukuku, aile hukuku, miras hukuku, borçlar hukuku vb. kuralları koydu ve uyguladı. O zaman mesele nereden çıkmaktadır?
Önce şu gerçeği bütün açıklığı ve kesinliğiyle saptayalım:
Mesele, toplum yaşamını Orta Çağ'ın Şeriat hükümlerine göre mi düzenleyeceğiz, yoksa çağdaş hukuka göre mi meselesi değildir.
AKP'de, Yahudi, Hristiyan veya İslam şeriatçılığı adına ortaya çıkanlar da Şeriatı uygulayamazlar; Şeriat kurallarına göre yaşayamazlar. Bunu onlarda bilmektedirler. Bu akımların kardinalleri, psikoposları, hahamları, papazları, şeyhleri, halklara yalan söylemekte, toplumu kandırmaktadırlar.
Bunu anlamak kolaydır. Açalım, kutsal kitapların toplum yaşamını düzenleyen Şeriat hükümlerine bakalım, hangisini uygulayabilecekler? Bu hükümlerle ilk düzenleme dönemlerinde yeni bir toplum kurulmuştur. O şeriatla, 7-8. yüzyıllarda mülkiyet sistemi güvence altına alınmış, ticaret hayatına güvence getirilmiş, toplum hayatı biçimlendirilmiştir. HZ. Muhammet'in getirdiği devlet düzeni ve hukukla büyük üretim patlaması sağlanmış, büyük uygarlıklar kurulmuştur. Ama bütün bu düzenlemeler, o çağın toplumsal yaşamına, ekonomik hayatına, üretim güçlerine ve ilişkilerine göredir.
LAİKLİK HEM GEREKLİ HEM ZORUNLU
İşte laiklik burada gerekli ve zorunlu oluyor.
Yalnız gerekli değil aynı zamanda zorunlu! Yani kaçınılmaz!
Zorunlu çünkü AKP de olsa, şeriatçının en inatçısı da olsa, iktidara gelenler, toplum yaşamını Şeriat hükümlerine göre düzenleyemeyeceklerdir. Bu deveyle ticaret yapacağız gibi bir iddiadır, artık mümkün değildir.
Bakınız Tayyip Erdoğan "Deveden inenler, bir daha binemezler" demiyor; "Trenden inenler, bir daha binemezler" diyor. Öyleyse toplumun yaşamı, devenin yün çıkrığının, dokuma tezgâhının, su değirmeninin ve sabanın bulunduğu çağa göre değil, elektrik motorunun, nükleer enerjinin, nano teknolojinin, sigortanın, poliçenin, bononun, çekin, kredi kartının, bankanın vb. çağına göre düzenlenecektir. Bugün, bir başka "yaşam biçimi" geçerlidir.
YAŞAM HER ZAMAN DÜNYEVİDİR
Yaşam, dün olduğu gibi bugün de dünyevi kaygılarla, hâkim sınıfların dünyevi ihtiyaçlarına göre, bugünün dünyasındaki ilişkiler temelinde biçimlenmiştir. Yenilikler de yaşanan sürecin gerçeklikleri ve ihtiyaçları zemininde olacaktır. Şeriat da dünyevi idi; dünyayı düzene sokmak içindi. Tanrı iradesiyle güvence altına alınması, bu gerçeği değiştirmez.
Öyleyse bu Tayip Erdoğan'ların, Abdullah Gül'lerin veya açıkça "şeriatçıyım" diyenlerin dertleri nedir, bunlar ne yapıyorlar, bu milletten istedikleri nedir? Niçin iki-üç yüzyıldır böyle ortalığı karıştırmaktadırlar?
Bunlar şeriat düzeni falan kuramazlar, o çağlar arkada kaldı.
Bunlar, bu milletin alın teriyle ürettiklerine el koymak, hortumlamak, Yirmi yaşındaki haramzadelerine gemiler alıp saltanat sürmek, bu ülkeyi ABD ve AB ile birlikte parçalamak, Türk ordusunun direncini kırıp ABD Ordusunun silah gücüyle bu toplumu kendi saltanatlarına "ram etmek", insanlarımızı sadaka dilenen zavallılara dönüştürmek için, bu kavgayı yürütüyorlar.
Dincilik, işte emperyalizm ile birlikte bu milleti kendi kulları haline getirmek için kullandıkları bir sömürü aracıdır onlar için. Türban dedikleri ise, haçlı irticanın siyasal köleleştirme, cariyeleştirme aracıdır.
GÖZÜ DOYMAZ ÇIKARCILAR VE GÖRGÜSÜZ SALTANAT DÜŞKÜNLERİ
Bu büyük mücadele iki "yaşam biçimi" arasındadır.
Bu mücadele bütünüyle dünyevidir.
AKP yönetimi, bakın hepsi şatafat peşinde, çıkar peşinde. Bugünkü iktidar sahipleri Türkiye'nin en çıkarcı, en menfaat düşkünü, en gözü doymaz kesimleridir. Onların kitabında Hz. Muhammed'in sofradan yarı aç kalkan kıt kanaat yaşamı yok; herkesin sofrasına el uzatıp çocuklarının altına gemicikler çekme vicdansızlığı ve utanmazlığı var. Onların yaşamında Mevlana Celalettini Rûmî'nin "Alemin bal ve şerbetinden bana ne, işte önümde benim ayran tasım..." yok! Onların işi milletin önünden aldıkları ayranı tekrar millete yüksek faizle borç verip, bu millet aç yatarken, şerbeti bal küplerine doldurmak var. Onların hayatında Hacı Bektaş Veli, Hacı Bayram Veli gibi toplumla birlikte ekin ekmek, orak biçmek yok, çamaşır savtına emeğiyle katılmak yok! Ekin eken, iş işleyenlerin yarattıkları zenginlikleri çeşitli mekanizmalarla iç atmak, talan etmek var!
Rahmi Koç, daha 2001 yılında Tayyip Erdoğan'ın servetinin 1.5 milyar dolar olduğunu açıklamıştı. Bugün kim bilir ne kadar? Milyarlarca dolar serveti, alın teriyle, namuslu ticaretle, dürüst işadamlığıyla kazanırım diyen beri gelsin!
LAİKLİK DÜŞMANLIĞI HARAM YİYİCİLİKTİR
Yaşam biçimlerine bakın şu laiklik düşmanlarının!
Görgüsüzlük, gözü doymazlık, kendi milletine karşı emperyalistlerle işbirliğinin her çeşidi var bunlarda.
O kadar ki, artık milletin olan saraylardaki eşyaları bile kendi görgüsüz yaşamının süsü haline getirme ihtirasını, o gözü doymaz şatafat düşkünlüğünü millet ilk kez bunlarda gördü.
Osmanlılar sultandı ve onların şeriatları vardı. Sultan olmadan saltanat sürmeye kalkışanların Şeriatı işte böyle uygulanıyor.
Şu laiklik düşmanlarının yaşam biçimindeki manzaralara bakın siz! Onlardaki bencilliğe!
Onların doymayan gözlerine!
Parmaklarındaki pırıldayan pırlantalara!
Ve o pırlantaları bir an için zihinlerinizde Hz. Muhammed'in, Hz. Fatma'nın parmaklarına takın, yaşadıkları yaşam ile Müslümanlığın ilk önderleri arasındaki uçurumu canlandırın!
Laiklik, Laikos sözcüğünden geliyor, "halka ait" demek, sade
Türkçede "halkın" anlamına gelir.
Laiklik halkındır!
Laiklik, saltanata karşı mücadelede halkın hâkimiyeti davası için ayağa kalkanların bayrağı idi.
Saltanat sahipleri, "Bu tac ve tahtı bana Allah verdi" diyorlardı, kendi çıkarları için Allah'ın adını kullanıyorlardı.
Laiklik mücadelesi, bugün de aynı dünyevi zemindedir.
Laiklik, yine saltanat düşkünlerine karşı mücadelenin bayrağıdır. Laiklik düşmanlığı, bugün saltanat düşkünlerinin ABD ve AB emperyalistleriyle çıkar birliği içindeki haram yiyicilerin meslek ve meşrebidir.