Bir uçağın kaçıyor olması ne kadar bayağı bir mâzeret ise, bir hanımefendi ile buluşma ihtimalinin kaçıyor olması da, o kadar bayağı bir mâzerettir. Ve bunu anlamazlıktan gelmenin hiçbir mâzereti yoktur. İşte o anda saygısız bir mâzeretten daha saygısız bir mâzeret bulabilmek, sanatçının yaratıcılığıdır, sanatçının anlatım gücüdür ve sanatçının ayrıcalığıdır. Bu ayrıcalık hiçbir şeyle değişilemez. Örneğin sanatçı bu ayrıcalığını milletvekili koltuğuyla veya herhangi bir ödülle değişemez. Sanatçı, siyasetçinin gözüne girmek pahasına bu ayrıcalığından vazgeçemez. Vazgeçenler olursa, sanatseverler ve halk onlara “reddediyoruz!” der!
Ezberimde kaldığı kadarıyla Kazak Abdal’ın o deyişinin üç dörtlüğünü yazıyorum:
Gammaz ile madrabazın
Malı vardır da yemezin
İkisin meyit namazın
Kılanın da avradını
*
Dağdan tahta getirenin
Iskatına oturanın
Gusül suyunu dökenin
İmamın da avradını
*
Kazak Abdal söz söyledi
Cümle halkı ta’n eyledi
Sorarlarsa kim söyledi
Soranın da avradını
Kazak Abdal size bir şey söylüyor
Kazak Abdal size ne söylüyor, anlaşılmayan bir yanı var mı?
Cenaze namazını kılanların avradına mı sövüyor?
Yoksa imamlara mı?
Veya ne söylediğini anlamayıp da soranlara mı sövüyor?
AKP’nin Kadın Bakanı ve CHP’nin Neoliberal kadın milletvekilleri, bugüne kadar Kazak Abdal’ı niçin ayıplamadılar, niçin Kazak Abdal’ın seviyesine inmediler?
Bu deyişi Ruhi Su’nun sazı eşliğinde bağıra bağıra söylemeyenimiz kaldı mı? Kimin namusuna bir hâlel geldi? Kimin terbiyesi bozuldu?
Kazak Abdal, bize bir şey söylüyor ve kendi edâsıyla, kendi yüreğiyle söylüyor.
Bize duyurmak istediği bir şey var, yuh çekmek yerine, o sözü, o duyarlılığı anlamaya çalışsak, bir şey öğrenmiş olmaz mıyız?
Sanatçı dokunulmazlığı
Eğer ben, cümle halkın avradına söversem, beni ipe çekin, kazığa oturtun veya çarmıha gerin!
Ama Kazak Abdal söylüyorsa, o başkadır!
Sanatçının boynunu vuramazsınız!
Vurdurmayız!
Buna izin vermez bu halk, bunu iyi bilin!
Sanatçının bir ayrıcalığı vardır!
Bir edâsı vardır!
Kendine özgü deyişi vardır, onu siz belirleyemezsiniz! Hükmünüz geçmez!
Ve asıl ayıp olan, sizin yaptığınızdır.
Sanatçının bir dokunulmazlığı vardır. “Cümle halkın avradına sövmek”, o dokunulmazlığın içindedir.
Özgür toplum, özel bir fermanla sanatçıya o ayrıcalığı tanımıştır. Sanatçı padişahtan değil, ama toplumdan fermanlıdır.
Sanatçı dokunulmazlığı, milletvekili dokunulmazlığı gibi değildir. Başka deyişle kaynağını yasada ve anayasada falan bulamazsınız. O dokunulmazlık, binlerce yıllık özgürlük bilincindedir.
O ayrıcalık sizin içindir
Sanatçının dokunulmazlığı sanatçının kendisi için değildir, sizin içindir. Bizim adam olmamız, bizim güzelleşmemiz içindir. O dokunulmazlığın değerini bilelim.
Eğer biz “slogan atmayın” dileğinde bulunan sanatçıyı incitirsek ya da “uçağa yetişeceğim” diye bir omuz atıp sanatçıyı sahneden aşağı atarsak, sanatçıya bir şey olmaz. Olan, bize olmuştur. Uçağa yetişsek bile, zerâfet şansını kaçırmışızdır.
Uçakların terbiyesi
Sanatçının “ucubedir” diye heykelini yıkmak neyse, sanatçıyı sahneden alaşağı etmek de odur. Uçağa yetişmek istiyorsak, yapacağımız iş, sanatçılardan izin dileyerek Yeşilköy Havaalanı’na hareket etmektir, yoksa sanatçının elindeki mikrofonu almak değil.
Sanatçılarla birlikteyken, Atatürk, İnönü ve Mao gibi liderlerin uçakları hiç kaçmamıştır ve kaçmayacaktır. Çünkü onların uçakları Boeing 707 falan değildir; sanatçının önünde düğmelerini ilikleyen bir terbiyeden geçmişlerdi. Hâlâ o terbiye vardır.
Balyoz benim elimdeyse gül mü oluyor?
Heykeli indiren balyoz ile sanatçıyı indiren balyozun aynı olduğunu göremeyenimiz var mı?
O balyoz Recep Tayyip beyin elinde olunca balyoz oluyor da, ben elime alınca gül mü oluyor?
Balyoz hiç kimseye yakışmaz, hele sanatçıya hiç yakışmaz.
Eğer sanatçı o balyozu eline alırsa, o ülkede heykellerin yıkılması âdet olur.
Esas namusumuza dokunan bir olay varsa, o da sanatçının hor görülmesi ve siyasal saltanata kurban edilmesidir.
Yerlerde sürünen mâzeret
Sanatçıyı aşağılamanın mâzereti olmaz!
Eğer siz bir mâzeret uydurmaya kalkarsanız, o zaman bir Kazak Abdal çıkar ve “uçak kaçıyor” mâzeretini sizin yüzünüze kendi edâsıyla çarpar.
Eğer sanatçılarımızda bunu yapacak cesaret ve gurur kalmamışsa, halimiz harap demektir.
Daha mühim bir mâzeret
“Uçak kaçıyor” mâzeretinin yerlerde sürünüşünü, size bir sanatçı, ancak sizi yerin dibine geçirecek daha mühim bir “mâzeret”le anlatabilir. İşte sanat, o mühim mâzereti bulma ustalığıdır.
Bir uçağın kaçıyor olması ne kadar bayağı bir mâzeret ise, bir hanımefendi ile buluşma ihtimalinin kaçıyor olması da, o kadar bayağı bir mâzerettir. Ve bunu anlamazlıktan gelmenin hiçbir mâzereti yoktur.
İşte o anda saygısız bir mâzeretten daha saygısız bir mâzeret bulabilmek, sanatçının yaratıcılığıdır, sanatçının anlatım gücüdür ve sanatçının ayrıcalığıdır.
Bu ayrıcalık hiçbir şeyle değişilemez. Örneğin sanatçı bu ayrıcalığını milletvekili koltuğuyla veya herhangi bir ödülle değişemez. Sanatçı, siyasetçinin gözüne girmek pahasına bu ayrıcalığından vazgeçemez.
Vazgeçenler olursa, sanatseverler ve halk onlara “reddediyoruz!” der!
Sanatçıya milletvekili olma tehdidi
O hatayı, insanlık halidir, hepimiz yapabiliriz. Yunus Emre’nin deyişiyle “Çok canavarlar yürür donunda dervişlerin.” Sanatçı da derviştir, donunda çok canavarlar yürür. Ve her insan, benliğindeki canavarlarla savaşarak pişer. Mesele, benliğimizdeki canavarı tanımaktır. Tanımayan varsa, gerçek arkadaşları onlara tanıtır.
Eğer bir ülkede parti liderleri, sanatçıyı milletvekili yapma yetkisine sahipse, sanatçı milletvekili olma tehdidiyle karşı karşıyadır. Ve aslında tehdit altında olan, sanatçıdan önce toplumun kendisidir. Çünkü sanatçısını yitiren bir ülke, uçurumun kenarında dolaşmaktadır.
Sanatçıyı anlamak
Sanatçıyı anlamak istemeyenler hep olmuştur. Aslında anlamıyor sandıklarımız, sanatçıyı en iyi anlayanlardır. Örneğin can dostum Mehmet Aksoy’un Barış Anıtı’nı en iyi anlayanlar, o anıta “ucube” diyenlerdir. Anladıkları o anıtı yıktıklarından bellidir. Barış Anıtı’ndan korkmuşlardır.
Geçende bir resim sergisinde, tabloları çıplaktır deyû ters çevirenler de o resimleri çok iyi anlamışlardı.
Resimlerin içine tükürenler, aslında o resmin zorbalar için nasıl bir tehlike oluşturduğunu çok iyi anlamışlardı.
Levent Kırca’ya yuh çekenlerin de, O’nu çok iyi anladıkları o kadar açık ki!
Çünkü yuh çektikten iki satır sonra, Menemen’de Kubilay’ın katledilmesinin “Kemalist yönetimin bir tertibi” olduğunu söylemenin sıkıntısı içinde kıvranıyorlar. Onlara göre, Türk Devriminin kendisi 1876, 1908’den 1920 ve 1930’lara kadar her aşamada “provokasyon”dur.
Abdülhamit, Vahdettin, Recep Tayip Erdoğan ve Abdullah Güllere yağ çekerek irtifa kaybedenler, sanatçıya ve devrime yuh çekerek yüceliyorlar.
Başka bir Pir Sultan
İşte o yobazlar, Yunus Emreleri, Seyyit Nesimileri, Hacı Bektaş Velileri, Hatayileri, Fuzulileri, Kazak Abdalları, Kaygusuzları, Pir Sultan Abdalları hep taşa tutmuş, onların üzerine hançer üşürmüş, onları dâra çekmişlerdir. Onlar, Nesimi Çimen’i, Muhlis Akarsu’yu ve Hasret Gültekinleri Madımak’ta yakmışlardır ve hâlâ cayır cayır yakıyorlar.
Ama bu kez karşılarında elleri arkasından bağlanmış, ayağına pranga vurulmuş ve boynuna ip geçirilmiş bir Pir Sultan yok!
Karşılarında zincirini kırmış, yumruğunu sıkmış bir Pir Sultan ve arkasında ayağa kalkmış bir halk var.
ÖNEMLİ NOT
Çok sevdiğim arkadaşım Ataol Behramoğlu’nun sözcüsü olduğu Sanatçılar Girişimi, olağanüstü! Onların her yaptıkları işi coşkuyla izliyorum ve onları bilincimin olanca enginliğiyle ve yüreğimin olanca sıcaklığıyla selamlıyorum. Bu Girişimde yer alan arkadaşlar elbirliğiyle çok güzel işler yapıyorlar ve büyük bir aydın ayaklanmasına önderlik ediyorlar. Biz de onlarla birlikte ön cephede bulunamasak da, her şeyi paylaşıyoruz. Ve hepsi gerçek yaratıcılardır; Türkiye’nin başı dik, yürekli aydın geleneğini temsil ediyorlar.
Bu yazıda onlara yönelik bir eleştiri veya incitici bir söz yoktur. Bu yazı, yalnız ve yalnız onlara destek olmak için, sanatçının ayrıcalığını anlatabilmek için yazılmıştır. Anlatmaya çalışırken, anlamaya çabalamış oluyorum.
ÖNEMSİZ NOT
TÜRKİYE’NİN KİLİDİNİ MİLLET Mİ AÇAR YOKSA ULUS MU? BU SORUNUN CEVABI MÜHİM MÂZERETİMİZ NEDENİYLE YARINA KALDI.