Ergenekon Temel belgesini özetlemeniz “gazetecilik” olabilirdi. Ancak 26 Mayıs 2006 günü sizin deyişinizle “patlattığınız bombalar” gazetecilik sayılamaz. Operasyonun büyük atağını başlatmak içini kamuoyunun imaline yönelik gerçek dışı haberlere yer verdiniz. Arkanızdan diğer gazeteler geldi. Bir merkezden yönlendirildiniz. Türkiye, 6 yıldır Gladyo medyasının uydurma haberleriyle sallanıyor.
Sayın Aslı Aydıntaşbaş,
31 Mayıs 2006 günü Yavuz Donat’ın daveti üzerine geldiğim Sabah gazetesindeki görüşmemiz konusunda, Silivri Mahkemesinde doğruları anlattınız. Ancak Milliyet’te 27 Eylül 2012 günlü yazınıza bakınca, en önemli gerçeği okuyucunuzdan sakladığınızı gördüm.
Kamuoyuna vicdan borcunuz
Yazınızda, sizin “Ergenekon Anayasası” adını verdiğiniz belgenin bir kopyasını “rica ettiğimi” belirtiyorsunuz. Doğru. Peki bu rica üzerine siz ne yaptınız, çünkü okuyucu bunu merak ediyor. Ama yazmıyorsunuz.
Duruşmada, savcının, yargıçların, benim, diğer sanıkların ve avukatların soruları üzerine sekiz kez, Ergenekon Temel Belgesinin fotokopisini çıkartarak, Yavuz Donat’ın önünde bana verdiğinizi belirttiniz. Silivri’de söylediğinizi okuyucuya da duyurmalıydınız.
Aydınlık dışındaki diğer gazeteler de neyin yazılmaması veya satır aralarında kaybedilmesi gerektiğini biliyorlar. Ama siz farklı bir konumdasınız. Sizin bu konuda kamuoyuna bir vicdan borcunuz var.
Sizin Ergenekon duruşmalarının başladığı 21 Ekim 2008 gününden sonra, Ergenekon Temel belgesini 31 Mayıs 2006 günü bana verdiğinizi köşenizde yazmanızı 4 yıl bekledim. Gazeteci dürüstlüğü, hak ve adaletin yanında olmak bunu gerektirirdi. Hatta ben size Enis Berberoğlu’na yolladığım 18 Ekim 2010 günlü mektubun bir örneğini yollayarak bu sorumluluğunuzu hatırlatmak istedim.
Fehmi Koru’nun görevi
Sizin de belirttiğiniz gibi, “Ergenekon Yeniden Yapılanma” diye kısaca adlandırılan belge ilk kez, Taha Kıvanç imzasıyla Fehmi Koru tarafından 2001 yılında özetlendi (Yeni Şafak, 30 Nisan ve 1 Mayıs 2001). Aksiyon dergisi ise belgenin neredeyse tamamını yayınladı (12 Mayıs 2001).
Fehmi Koru, elindeki belgenin altındaki imzanın “açık” olduğunu yazıyordu. Ancak savcının tanığı olarak geldiği Mahkemede o açık imzayı söylemekten sakındı ve o açık imzalı belgeyi de vermedi.
Fehmi Koru, 2000 yılından beri bu tertibin içindedir. 4 Haziran 2000 günü Mehmet Eymür’ün Tuncay Güney’i tehdit eden yazısından iki gün sonra, aynı tehdidi Fehmi Koru seslendirdi (Yeni Şafak, 6 Haziran 2000). Ve “tehdidi aldığını” belirten Tuncay Güney, bir ay içinde, 4 Temmuz 2000 günü ABD’ye götürülerek eğitimden geçiriliyor.
Ergenekon belgeleri konusunda Nazlı Ilıcak’ın yazılarına ve internet sitelerindeki yayınlara da değindiniz. Belgenin ilk kez sizden çıkmadığı ortada. Zaten 26 Mayıs 2006 günü Sabah gazetesinde “Ergenekon Anayasası” başlıklı dehşet verici haberinizde “derin devletin gizli anayasası” dediğiniz bu belgenin Ankara’da “elden ele dolaştığını” yazmışsınız.
Bir merkezden yönlendirildiniz
Kuşkusuz, yalnız siz yazmadınız Ergenekon belgesini. 24 Mayıs 2006’da Hürriyet’te Toygun Atilla’nın haberi var. 25 Mayıs’ta Zaman gazetesinin haberi var. Ancak o haberlerde Doğu Perinçek ismi geçmiyor.
Belgeyi özetlemeniz “gazetecilik” olabilirdi. Ancak 26 Mayıs 2006 günü sizin deyişinizle “patlattığınız bombalar” gazetecilik sayılamaz. Operasyonun büyük atağını başlatmak içini kamuoyunun imaline yönelik gerçek dışı haberlere yer verdiniz. Arkanızdan diğer gazeteler geldi. Bir merkezden yönlendirildiniz. Türkiye, 6 yıldır Gladyo medyasının uydurma haberleriyle sallanıyor.
Tipik psikolojik savaş yöntemleri
26 Mayıs 2006 günlü manşetüstü haberinizde, “Ergenekon Anayasası’nı kimin yazdığı bilinmiyor” diye yazarken, dört gün sonra Doğu Perinçek’e “Bunu siz mi yazdınız” diye sorup haber yapıyorsunuz. Bunlar psikolojik savaşın tipik yöntemleridir. Doğu Perinçek istediği kadar “Ben yazmadım” desin, uydurulan haber piyasaya sürülmüştür. Her yalan haberin arkasına “söyleniyor” diye yazarak, sipariş yerine getirilir.
O tarihte kime sorsanız, o metni Doğu Perinçek’in yazmayacağını size söylerdi. Nitekim operasyonun başlangıcında Emniyet Genel Müdürlüğü’nün önde gelen yöneticileri ve savcılar oybirliği halinde Doğu Perinçek’in bu işle ilgisinin olmadığını tertibi tezgâhlayanlara belirttiler. Doğu Perinçek’in gözaltına alınması talebini İstanbul Başsavcılığı 3 kez reddetti (Hürriyet, Mart 2008). Yavuz Donat’a sorsanız o da söylerdi. Fatih Altaylı da, Doğu Perinçek’in böyle bir işin içinde olmayacağını bilir.
Keşke beni gazetecilik erkânı içinde arasaydınız
30 Mayıs 2006 günü 40 yıldır değer verdiğim dostum Yavuz Donat, bana telefon ediyor ve Kanal 1 diye bir televizyon kurduklarını söylüyor ve beni davet ediyor. Seve seve!
31 Mayıs günü sözleştiğimiz saatten 6-7 dakika gecikerek geliyorum, Söğütözü’nde yollar kazılmış. Binanın dışında beni Yavuz Donat ve 30 kadar çalışanın karşıladığını görüyor ve mahcup oluyorum. Kanal 1’i geziyoruz ve yukarı benim hatırladığıma göre Yavuz Beyin odasına çıkıyoruz. Orada sizinle tanıştırılıyorum. Üçümüzün görüşmesi sırasında seçkin bir şahsiyet de odaya geliyor ve 10-15 dakika sonra ayrılıyor.
Keşke beni gazetecilik usul ve erkânı içinde siz arasaydınız ve Partimize onur verseydiniz ve görüşmemiz öyle olsaydı. O zaman bunu hiç önemsemedim. Ama yaşanan olaylardan sonra farklı düşünüyorum.
Doğru bilgilendirme duyarlılığı
Görüşmemizde sorularınıza verdiğim cevapları öz olarak doğru yayınladınız. O günün havası için biraz esrar, biraz yorumlar katmışsınız, o sizin tarzınız. Ama size 31 Mayıs 2006 günü internetten yolladığımız, “devlet içinde devlet ve ordu içinde ordu” türü örgütlenmeleri mahkûm eden İşçi Partisi Başkanlık Kurulu Kararı’na haberinizde 2 satır olsun yer vermediniz. Size hitap eden bu eposta ve eki, İP Genel Merkezindeki aramalarda el konan bilgisayar kütüklerinde size yollanmış belge olarak kayıtlı. Savcı size bu epostayı sordu. Hatırlamadığınızı söylediniz, doğrudur. Ama haber yaparken, İşçi Partisi’nin bu tutumuna değinmeniz sizin doğru bilgilendirme konusundaki duyarlılığınızı yansıtırdı.
Alparslan Arslan’ın “Ulusal Haber” kimlik kartı
1 Haziran 2006 günü “Doğu Perinçek ne diyor” başlığı altında yayımladığınız o görüşmede, bana hiç sormadığınız gerçek dışı bilgiler de var. Örneğin benim hakkımdaki “söylentileri” sıraladıktan sonra, “üstelik Alparslan Arslan’ın üzerinde İşçi Partisi’nin yayın organlarından Ulusal Haber’in kimlik kartının çıktığı” söylentisine de yer veriyorsunuz.
Ergenekon yargılamasında o kimlik kartının İşçi Partisi ve Ulusal Kanal ile hiçbir ilgisi olmayan Ulusal Haber adında karanlık bir kuruluşa ait olduğu saptandı. Dahası Mehmet Eymür, Mahkemedeki çapraz sorgusunda, Ulusal Haber’in sahibi olan Mehmet Tümer’in “kendisine bağlı olan bir MİT görevlisi olduğunu” belirtti. MİT bağlantılı “Ulusal Haber” yıllarca “İşçi Partisi bağlantılı Ulusal Kanal” olarak gösterildi.
Davanın tutuksuz sanıklarından Hüseyin Görüm de, duruşmalarda o kimliği Alparslan Arslan’a kendisinin verdiğini ve bu kimliğin Ulusal Kanal ve İşçi Partisi ile hiçbir ilgisi olmadığını da söyledi.
Bu operasyon işte böyle tertiplerle ve bilgi karartmalarıyla başladı ve devam etti. Siz de duruşmada, bu gerçek dışı haberi yaydığınız için üzüldüğünüzü belirttiniz ve özür dilediniz.
Özel operasyon görevi
Çok açık belirtelim:
En başta Milliyet, Vatan ve Sabah gazeteleri, onlar kadar öne çıkmasa da Hürriyet, son 6 yılda yüz kızartıcı “haberler” yaptılar. Türkiye’nin bölünmesini ve Cumhuriyet Devriminin bütünüyle yıkılmasını amaçlayan büyük bir tertibin psikolojik harekât görevlerini yerine getirdiler.
Ergenekon tertibinin görevlileri yalnız Tuncay Güney, Osman Yıldırım, ablasını öldüren, yeğenine fuhuş yaptırtan bir takım hükümlüler, tecavüzcüler, gaspçılar, özetle çöplükten toplanmış kimseler değildir. Bu operasyonda bilerek faaliyet göstermiş çift kimlikli gazeteciler de var. “Tertibin Psikolojik Savaş Mangası”nı kitabımda ve savunmamda isim isim sıraladım (Doğu Perinçek, Gladyo ve Ergenekon, geliştirilmiş 13. Basım, s. 113 vd. Ergenekon Savunma, 1. Basım, s. 358 vd; 388 vd.)
Orada sizin adınız yok. Ama siz de, nesnel olarak bu operasyona hizmet edenler içinde bulundunuz.
Size o belgeyi verenler ve kulağınıza o uydurmaları fısıldayanlar, sizi görevlendirmiş oldu. Bunu bütün gazetecilere ders olsun diye yazıyorum.
Size başvuruyorum
Bu satırları kendime eziyet ederek yazdım. Sizi incitmek ya da üzmek istemem.
Geldiğimiz noktada, her yurttaşın ve her aydının öncündeki soru şudur: Türkiye olarak, Cumhuriyet tarihinin bu en büyük tertibinden nasıl çıkacağız?
Bu konuda sorumluluklarınızı hatırlatmak için size başvuruyorum.
YARIN: AYDINTAŞBAŞ’A ÖNERİLERİM