Bu yazıda kimler var: Nasrettin Hoca, Bekri Mustafa, Meddah, Bektaşi
Baba, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin, İsmail Dümbüllü, Sadri Alışık, Erkan Yücel, Levent
Kırca, Ferhan Şensoy, Müjdat Gezen, Şarapova, Yalçın Küçük, F/6 Hücreleri
mensupları, Levent Göktaş ve Levent Bektaş, Hasan Yalçın, Mehmet Cengiz, Namık
Kemal, Şule, Zeynep, Kiraz, Mehmet, Sadık Can Perinçek, Anna, Defne, Mercan,
Karagöz, Hacivat, Abdülhamit, Mussolini ve ismini yazmadığım Küçük Mussolini.
Sevinç ustamız Sadri Alışık’ı Anma Ödülleri Töreni’ne yolladığım ileti bu köşede
yayınlanmıştı (7 Mayıs 2012). “Zulme güle oynaya direnme kültürü” başlığı dikkatleri
çekmiş. Kimi okuyucu ise, galiba düş kırıklığına uğramış. “İnleyen nağmeler”
beklerken, neşemizin yerinde olması gariplerine gitmiş olmalı.
Annem merak etmesin
Önce, lütfen anneciğime haber verin, beni Silivri’de rutubetli duvarların
arasında, demir parmaklıklara sarılarak yatıyor sanmasın. İşin gerçeği, güle oynaya
mapus yatıyoruz. Dinleme kayıtları bir gün Milliyet, Vatan, Sabah gibi gazetelere
düşünce siz de göreceksiniz.
Neşe doluyor insan
Doğrusu mapusane kitaplarının başlıklarına ve gazetelerde kocaman kocaman
çıkan demir parmaklıklı fotoğraflara baktıkça şaşırıyorum. En azından benim
tecrübelerimi yansıtmıyor. 2008 yılının 24 Mart günü Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nden
beri günlerimiz neşe içinde geçiyor. Diyelim ki, bir tutuklu Silivri’de duvarların
arasında inliyor ve ağlıyor. Peki, dışarıdakiler inlemiyor mu? Televizyonların beyaz
camlarına bakıyoruz, dışarıdakiler daha çok ağlıyor.
Şarapova dahi bizim hücrelerde
Hele şu bizim F/6 –Alt hücrelerinde Levent Göktaş ve Levent Bektaş ile
hayatımıza tanık olsanız, Nasrettin Hoca, Bekri Mustafa, Meddah, Bektaşi Baba,
Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin, İsmail Dümbüllü, Sadri Alışık, Erkan Yücel, Levent Kırca,
Ferhan Şensoy, Müjdat Gezen ve hatta ünlü tenisçi Şarapova bile bizim burada.
Başkaları da var, isimlerini sayarsam çok gülersiniz.Yalnız hücreler değil, koridorlar
bile bizim neşemizle hop hop nanay!
Şaka değil, gerçek bu. Böyle geçiyor günlerimiz. Çalışarak ve neşeyle.
Dışarıdakilerin buradakiler kadar güldüğüne pek ihtimal vermiyorum.
Türklerin gülmece ustalığı neden?
Türk halkının mizah yeteneği üzerinde hiç düşündünüz mü? Eski gezginler ve
tarihçiler hep Türklerin gülmece ustalığından söz ediyor. Örneğin Nasrettin Hoca
uluslararasıdır. En büyük ihraç değerimizdir, Çin’de bile Nasrettin Hoca var. Kiraz
Perinçek Karavit, o konuyu araştırıyor.
Tarihe seyran etmeye gerek yok, köy kahvesindeki şakalaşmaları, tavla
oynayanların atışmalarını düşünün.
Çünkü gülmek…
Çünkü gülmek, bir direnme yöntemidir ve yaşam kılavuzudur.
Kimisi sanır ki, zulmün ağır olduğu yerde çok ağlanır. O tür örnekler de olabilir.
Ama benim deneyimlerim biraz da tarih bilgim: Zulmün çok olduğu yerde, çok
gülünüyor.
Size bağlı!
Zulme tepeden bakma sanatı
Türk mizahına bakınız, zulme tepeden bakma sanatıdır. Direnme kararında
olan, zalimin ciğerini okumuştur; ordaki çürüğü görmüştür.
Örneğin sizin her cümlenize yıllarca hapis kesiyor birisi.
Ne yapacaksınız?
Elbette güleceksiniz.
Böyle durumlarda benim ilk aklıma gelen, Mussolini’nin bacaklarından asılmış
fotoğrafıdır.
Mussolini’nin o fotoğrafına amuda kalkarak mı bakmalı?
Canlısını görsem, kuşkusuz yüreğim kalkardı. Ama fotoğraf olunca,
gülüyorsunuz.
Gülmemek için ne yapmalıyım?
Mussolini’yi başı yukarda görebilmek için, o fotoğrafa amuda kalkarak mı
bakmalıyım?
Orda güldüğümüz Mussolini’nin son hali değildir aslında, en haşmetli, en
kabadayı, en küstah zamanlarındaki görüntüleri sizi güldürmektedir.
Bugün de güldürmüyor mu bizi Küçük Mussolini!
İnlemiyor fakat gülüyorsunuz
Mizah, haşmetli ve debdebeli bir an’ı zamanın içinde çeker uzatır, sonuçlarına
götütür.
Örneğin adamın biri çıkıyor, sanatçılara neler söylemiyor. Buraya yazsam,
annem ağzıma biber sürer. İşte o sözleri duyunca, zihnimde o uzun metrajlı film akıp
gidiyor ve finalde o son fotoğraf bize bakıyor.
O zaman işte insan, inlemiyor, fakat gülüyor.
Yalçın Küçük ile de öyleydik. Haymana’da o kümes kadar yerde neşemize
diyecek yoktu. Tavuklar ve horozlar, kümeste güldüklerine göre, bizim onlardan ne
eksiğimiz olabilir.
Mapusanelerin neşe kaynakları vardır, Erkan Yücel, Hasan Yalçın, hatta
Mehmet Cengiz, daha niceleri… Şu anda hücre arkadaşlarım da öyle.
Çocuklar gülmeyi nerde öğrendi
İlk hapse girdiğimde Zeynep 2 yaşındaydı.
İkinci hapse girdiğimde Kiraz 4, Mehmet 2 yaşında.
Üçüncü girişimde, Zeynep 20, Kiraz 14, Mehmet 12 yaşında.
Şule ile baktık çocuklar çok kartlaştı. Dördüncü hapse girdiğimde, Can gülmeye
hazırdı, 4 yaşında.
Beşinci hapse girdiğimde torunların turu başladı. Anna ve Defne genç kız
olacaklar, Mercan yakında 2 yaşına değecek.
Bizim çocukların hepsi çok neşelidir. Sevinçle yaşarlar. Gülmeyi biraz da
hapishane ziyaretlerinde öğrendiler.
Haklı bir dava için mapus yatmak, aynı zamanda sağlıklı çocuk büyütme
yöntemidir.
Hayatı seviyorsanız ve yaptığınız işin farkındaysınız
Hayatı seviyorsanız, yaptığınız işin farkındaysanız, duvarlar Karagöz perdesi
ve demir parmaklıklar da Nasrettin Hoca’nın ters bindiği eşeğinin ayaklarıdır. Çünkü
onlar sizi hapsedememişlerdir ve siz onlarla eğlenmektesiniz.
Abdülhamit’in haline bakın şimdi, Namık Kemalleri, hapse attığı için gülebiliyor
mu? Namık Kemaller ise, Abdülhamit’ e hem kalayı basıyor, hem de gülüyor.
Sulukule niçin Yedikule’nin dibinde
Zalimler, beni güldürüyor. Onların zavallılıklarına gülmek ayıp biliyorum, insana
yakışmıyor. Bu da benim çiğ kalan yanım.
Güle oynaya direnmek, bir kültürdür, bir imparatorluk halkının kültürüdür.
İmparatoru çıplak görenler gülmeyip de ne yapsınlar?
Yedikule zindanlarının duvarlarının dibinde Sulukule’nin olması, sizce bir rastlantı
mı?
Can Perinçek’e armağan
Bu yazıyı, bugün 18 yaşını bitiren oğlum Sadık Can Perinçek’e armağan
ediyorum. Doğum günü hediyesi.
Can Perinçek, Şule’ye ve bana sevinç ve mutluluk veriyor. Doğu bölgesinin bir
ilçesindeki bir eczacının şu satırları, Can’a olan umut ve güvenimi güçlendirdi:
“Bu mektubu yazarken çok zorlandım. Ama bu akşam hiç kaçırmadığım Ulusal
Kanal’daki (4 Nisan 2012, saat:21.20’den biten program) arslan yavrusu (ismini bile
almayı unuttum) küçük oğlunuzun bana, aslında tüm ulusa ders veren konuşması
üzerine gözyaşları arasında kaleme alıyorum.”
Can Perinçek’in
Ödül Törenindeki Konuşması
Atatürk’ün Bütün Eserleri, 30 ciltte tamamlandı. Emek verenlere minnet ve
saygılar.
Bu satırların yazarı da bu büyük eserin Danışma Kurulu’ndaydı. Bizlere 5 Mayıs
2012 günü İstanbul’da yapılan törenle teşekkür beratı verilmiş. Benim yoğun
çalışmalarım nedeniyle beratı, oğlum Can Perinçek aldı. Törende yaptığı konuşmayı
sevinçle okudum ve buraya alıyorum:
“Genç Türk Devrimcisi olarak”
Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Doğu Perinçek adına plaket almaktan gurur duyduğumu söyleyerek sözlerime
başlamak isterim. Bu görevi dışarıda kalan az sayıda Perinçeklerden biri olarak
yerine getiriyorum.
Bildiğiniz gibi Doğu Perinçek bu ödülü cezaevinde olduğundan alamıyor. Sebebi işte
elimde tuttuğum bu plakettir. Doğu Perinçek’in bugün içeride olmasının sebebi, Türk
Devriminin önderi Atatürk’ün eserlerine yaptığı katkıdır ve bu vatan borcunun altına
imzasını atmak olmuştur. Aslına bakarsanız bu potansiyel suç delilini elime alarak ben
de hukuksuz özel yetkili mahkemelerce suçlu sayılmış olabilirim.
Günümüzde Atatürk’ün yaptığı devrimin meşruluğu yok edilmeye çalışılırken, Atatürk
okullarda kalıp olarak sunulup “başarılı bir askerdi” tanımına hapsedilmeye
uğraşılırken, devletimizin gerçekleştiremediğini Atatürk’ün Bütün Eserleri
gerçekleştirdi. Okul kitaplarında ezberletilen basmakalıp sözlerin yerini artık büyük
devrimci pratiğin, arasız olarak gerçekleştirilen devrimlerin öğretisi almıştır. Tabiri
caizse bu yapıtla birlikte Atatürk kalıplarını kırmıştır. Ancak onun birikimi, devrimi,
fikirleri bugün hapsedilmeye çalışılmaktadır.
Hazırlama aşamasından yayın aşamasına kadar büyük bir çalışma isteyen, zor
şartlar altında çıkarıldığını bildiğim bu eserler başta gençlik olmak üzere Türk
devriminin mirasçılarına yüzyılın armağanı olmuştur. Türk devrimine yol gösterecek,
katkıda bulunacak bu eserler bazılarını rahatsız edebilir. Bugün bu devrimci pratiğin
anlaşılmasından korkanları, engellemeye çalışanları tarih mahkum edecektir.
Bu eşsiz yapıtta emeği geçen herkese, ben genç bir Türk devrimcisi olarak teşekkür
ediyorum. Atatürk’ü savunmak suçsa ben de bu plaketi alarak bu suça ortaklık
ediyorum. Ve Atatürk’ü savunmanın suç sayıldığı bir Türkiye değil aydınlık bir Türkiye
için her türlü bedeli ödemeye hazır olduğumu söylemek istiyorum. Teşekkürler!
Sevinç veren cümlesi
Can, Atatürk’ün “devrimci pratiğine” gönderme yapıyor. Bu vurgusundan çok sevinç
duydum. Atatürk’ü Atatürk gibi anlamış.