Siz, Zaman, Hürriyet ve, Milliyet gazetelerinden ne yazık ki Cumhuriyet gazetesine kadar “Mısır’da katliam” başlıkları attınız diye olaylar akışını değiştirmez. Çünkü Mursî’nin Haçlı gericiliği şiddeti gündeme sokmuştur. Yıkılanlar şiddeti dayatırlarsa, dayattıklarıyla karşılaşırlar. Siz bu durumda hangi taraftasınız, İngiliz ve Fransız işgalcilerinin ve Vahdettin efendinin tarafında mı, yoksa Mustafa Kemal’in tarafında mı, önünüze gelecek soru hep bu olacaktır. Hâlâ da budur. Obama’nın askeri misiniz, yoksa Mustafa Kemal’in askeri mi, bu sorudan kurtulamazsınız.
Bugün Büyük Fransız Devriminin 224. yılı
Demokrasiyi tanımlamak isteyenler Fransız Devrimine bakacak. Ondan önce 1640-1648 İngiliz Devrimine. Demokrasinin Asyalılaşması için de 20. yüzyılın Rus, Türk, İran ve Çin Devrimlerine bakacak.
Fransız Devriminin demokrasi tanımı
Demokrasi, bir devrimdir. Siyasal-toplumsal bir devrimdir. Ortaçağ düzeninden çağdaş topluma geçiştir. Kralların ve padişahların taçlarının yerlerde yuvarlanması, senyörlüğün, beyliğin, ağalığın, kilise otoritesinin ve şeyhliğin yıkılmasıdır. Genel seçim, meclis, halk hakimiyeti ya da millî egemenlik, insan hak ve özgürlükleri gibi demokratik kurumlar, Ortaçağın devrimle temizlendiği ölçülerde filizlenmiş ve yerleşmiştir.
19. yüzyılın sonlarında rekâbetçi kapitalizmden emperyalizme geçildi. Yeni sistem, demokratik kurum ve ilişkileri biçti ve sanallaştırdı, demokrasi tanımını da baş aşağı çevirdi. Emperyalizmin Mazlumlar Dünyasına dayattığı “demokrasi” de, hem küresel hem de yerel düzlemde köleliktir. Ağalığı, beyliği, şeyhliği yıkan Devrimci Demokrasi yasaktır; ezilir. Hükümdarlık, küresel mafyada ve Ortaçağ kurumlarındadır.
Emperyalistlerin ve gericilerin “darbeci” şifresi
Emperyalizmin tanımında, Mursîler, Tayip Erdoğanlar, Abdullah Güller, Suriye’nin terörist muhalifleri “demokrasi”yi temsil eder. Onları yıkmak ise darbecilik olarak karalanır.
Bu yeni bir olay değil. Kralı asan İngiliz Demokratik Devriminin önderi, İngiliz Cumhuriyetinin kurucusu General Cromwell, onların dilinde bir “cani”, “bir kasap”tır. Daha sonraki İngiliz Kralı Cromwell’i mezarından çıkarmış ve asmıştır. O derece kinlidirler.
Fransız Devrimine önderlik eden Jakobenlik, artık Batı edebiyatında bir sövgüdür. Rus Devrimi üzerine söylenenlere yazılanlara bakın “bir darbe”dir.
Kemalist Devrim de, padişaha karşı “darbe” ve “diktatörlük” olarak anılıyor.
Asya’da, Afrika’da, Latin Amerika’daki bütün bağımsızlık ve özgürlük hareketleri hep aynı gözle damgalanmıştır. Ezen Dünyanın Ezilen Dünyaya bakışıdır bu.
Devrimleri anlamak
Devrim ve darbe tartışmalarında doğru çözüme ulaşmak için, devrimler tarihinin insanlığa öğrettiklerine bakmak gerekir.
Birincisi, devrimler toplumsal süreçlerin ürünleridir. Birileri istedi diye olmaz. Ve birileri istedi diye önlenemez. O nedenle devrimi eleştirmenin bir yararı yoktur. Devrimci olunur veya devrimin karşısında olunur.
İkincisi, devrimler ısmarlanmaz. Yani sizin verdiğiniz siparişe göre olmaz. Her toplum, kendi vücuduna göre, kendi birikimi kadar devrim yapar. Fransız halkı o birikimle devrim yapmıştır. Türk milleti iki yüzyıldır tarihin derinliklerinden taşıdıklarıyla devrim yapıyor. Çin, Hindistan, Kore, Küba, Cezayir, Vietnam, Kamboçya, Venezula, Suriye ve Mısır da öyle. O nedenle devrimi beğenmek veya beğenmemek budalaca bir tavırdır. Devrime katılmak veya karşısına çıkmak vardır. Katılarak ilerletebilirsiniz. Karşı çıkarak veya seyrederek geriletebilirsiniz.
Üçüncüsü, devrimin uygulamalarını da elinizi kolunuzu sallayarak, bağırıp çağırarak belirleyemezsiniz. Devrimin şiddeti devrimcilerin yeğlemesi değil, yıkılanların dayatmasıdır. Siz Anzavurları Mustafa Kemal Paşa’nın üzerine sürerseniz, Mustafa Kemal Paşa da sizlerin Aznavurlarınızı ezmek zorunda kalır.
ABD’yi birleştiren ve demokrasi getiren 1860-1865 iç savaşında nüfusu 30 milyon olan ABD’de 700 bin yurttaş can verdi. Dünyanın en büyük demokrasi kahramanlarından Abraham Lincoln’ü “katliamcı” diye mi suçlayacaksınız?
Siz, Zaman, Hürriyet ve Milliyet gazetelerinden ne yazık ki Cumhuriyet gazetesine kadar “Mısır’da katliam” başlıkları attınız diye olaylar akışını değiştirmez. Çünkü Mursî’nin Haçlı gericiliği şiddeti gündeme sokmuştur. Yıkılanlar şiddeti dayatırlarsa, dayattıklarıyla karşılaşırlar. Siz bu durumda hangi taraftasınız, İngiliz ve Fransız işgalcilerinin ve Vahdettin efendinin tarafında mı, yoksa Mustafa Kemal’in tarafında mı, önünüze gelecek soru hep bu olacaktır. Hâlâ da budur. Obama’nın askeri misiniz, yoksa Mustafa Kemal’in askeri mi, bu sorudan kurtulamazsınız.
Tahrir Meydanı’nda mısınız
Adeviyye Meydanı’nda mı?
Bugün Mısır’da olanları da, devrimlerin doğası içinde anlayabilirsiniz. Yoksa kendi kendinizi hakem tayin edip “Ne Sam Ne Saddam” der durursunuz. ABD gelir, 1,5 milyon Müslümanı katleder ve siz de Saddam’ın katilliği üzerine söylemlere devam edersiniz.
Bir tarafta halk var, Tahrir Meydanında mevzilenmiş, karşı tarafta Münafık Kardeşler ve Haçlı gericilik var. Onların güdümündekiler de ellerinde palalar ve çivili sopalarla Adeviyye Meydanında toplanıyorlar ve askerin kışlasına saldırıp ateş açıyorlar. Bütün Mısır, şu anda bu cepheleşme ekseninde saflaşıyor. Siz kurşun askerlerinizle oynar gibi cepheleşmeyi keyfinize göre belirleyemezsiniz. Cepheler kurulmuştur. Kuşkusuz her cephenin içinde farklı kuvvetler ve çelişmeler var. Bizim devrimlerimizde de öyle değil miydi?
Ancak tarihin önümüze koyduğu soru bütün devrimlerde aynıdır: