Condoleezza Rice, iki yüzyılı üç sözcükle nasıl özetledi? 20. yüzyıl devam ediyor mu? Asya’nın devrim öncüleri? Dünyamız, savaş karargâhlarından nasıl görünüyor ve balkondan nasıl görülüyor? Enternasyonalizmin 19. yüzyıldaki ve 20-21. yüzyıldaki içeriği? Türkiye’nin yeri neresi?
ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Washington Post gazetesinde çıkan yazısında “İran, günümüzün Marx’ıdır” diyor.
Emperyalist savaş karargâhından dünyaya bakış
İran yönetiminin ideolojisi Marksizm değildir, bunu herkes biliyor. Ancak siyasal kamplaşma açısından bakarsak, 19. yüzyılda Avrupa işçi sınıfı hangi konumda ise, günümüzün Ezilen ve Gelişen ülkeleri de aynı konumdalar. İran ile birlikte Suriye, Irak, Filistin, Afganistan ve elbette milletin Türkiyesi, bugün insanlığın ön cephesini oluşturuyor. Devrimin ön cephesi de diyebilirsiniz.
Rice, emperyalist kampın savaş karargâhından 19 ve 20. yüzyıla bakmış ve üç sözcükle özetlemiş.
Devrim karargâhından 19. yüzyıla bakış
Bu çağ değişikliğini 20. yüzyılın başlarında Leninler ve Mustafa Kemaller saptamışlardı.
19. yüzyılda, dünya devriminin odağı Avrupa idi. Kapitalizmin önderi olan ülkelerde, burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki çelişme, devrimin de zeminini oluşturuyordu. Marx, kapitalizmin üretimi toplumsallaştırması ile mülkiyeti özelleştirmesi arasındaki çelişmenin devrimle çözüleceğini öne sürüyordu. Nitekim 1848 yılında Avrupa’da büyük emekçi ayaklanmaları oldu. Ve 1871 yılında kapitalizmin en çok geliştiği ülkelerden biri olan Fransa’nın başkentinde işçiler iktidarı ele geçirdiler. Paris Komünü üç ay sürse de işçilerin iktidarı ele geçirebileceklerini kanıtladı ve 19. yüzyıl Avrupasının tipik devrimiydi.
20. yüzyılda değişen ne
20. yüzyılın eşiğinde dünya emperyalizm dönemine girdi. Gelişmiş kapitalist ülkeler, Asya, Afrika ve Latin Amerika’ya sermaye ihraç ederek, bu kıtaları dünya devrim süreçlerinin içine çekti. Emperyalist devletler, Ezilen Dünyadan yağmaladıkları kaynaklardan işçi sınıflarına da bir pay vererek kendi ülkelerindeki iç çelişmeleri yumuşattılar ve sömürünün büyük ağırlığını Ezilen Dünyanın üzerine yıktılar.
Bu yeni durumu tahlil eden Leninler, artık dünyanın iki büyük kampa ayrıldığını saptadılar. Bir yanda birkaç büyük emperyalist devlet vardı, karşısında da dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan Ezilen Dünya vardı.
Artık devrim, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki proletarya-burjuvazi çelişmesinin ürünü olmayacaktı. Devrim Batıdan Doğuya kaymıştı ve emperyalizmin zayıf halkalarını oluşturan Ezilen Dünya ülkelerinde gerçekleşecekti. Lenin, ünlü “İleri Asya, Geri Avrupa” parolasını da bu tahlile dayanarak dile getirdi.
Türkiye, İran, Çin ve Rusya’nın
öncü rolleri
Lenin, Ezen Milletler-Ezilen Milletler kamplaşmasını temel alan bu devrim teorisinde, Türkiye, Çin ve İran’a özel vurgular yapıyordu. Eski imparatorluk coğrafyaları olan bu ülkeler, o tarihte yarı sömürge konumundaydılar ve hızla sömürgeleşiyorlardı. Ne var ki, bu üç ülke, imparatorluk birikimleri ve göreli gelişmişlikleri nedeniyle Ezilen Dünya ülkelerinin öncü ülkeleriydiler. Rusya da, onlara göre daha gelişmiş bir sanayiye sahip olmakla birlikte, Batının en gerisi, Doğunun ise en ilerisi konumundaydı ve bir devrim coğrafyasıydı.
Nitekim 20. yüzyıl devrimleri bu imparatorluk coğrafyalarında başladı. 1905 Rus Devrimini, 1907-1909 İran, 1908 Türk, 1911 Çin Devrimleri izledi. Asya devrimleri birbirini tetikledi ve programları ortaktı.
Asya’da, Fransız Büyük Devrimden farklı, yeni bir demokratik devrimler çağı başlamıştı. Bu devrimler, bireyci değil toplumcu, özel mülkiyetçi değil kamucu eğilimler taşıyorlardı ve en önemlisi emperyalizme karşı mücadele ekseninde geliştiler (Geniş bilgi için bkz. Doğu Perinçek, Lenin Stalin Mao’nun Türkiye Yazıları, Kaynak Yayınları.)
Asya’nın ikinci büyük devrim dalgası yine aynı imparatorluk coğrafyalarında gerçekleşti. Rusya’da 1917 Şubat Devrimi ve 1917 Ekim Devrimi, 1920 Türk Devrimi, 1927-49 Çin Devrimi birbiri ardı sıra geldi.
Atatürk’ün son nefesine kadar vurguladığı saptama
Satın alınan Avrupa işçi sınıfları, kendi emperyalist burjuvazilerinin denetimine girerken Ezilen Dünya milletleri denetimden çıkmıştı.
Mustafa Kemal Paşa da, 1920’lerden 1938’e kadar bütün hayatı boyunca dünyayı Zalim Milletler-Mazlum Milletler teorisi ekseninde açıkladı ve “Mazlum Milletlerin emperyalizmi mahv ve perişan edeceği” saptamasını 1930’ların sonlarına kadar vurgulamaya devam etti.
İki yüzyılın
üç sözlükle özetlenmesi
Mustafa Kemallerin ve Leninlerin, 19 ve 20. yüzyılı açıklayan teorisini Condoleezza Rice, üç sözcükle özetlemiş bulunuyor: “İran günümüzün Marxıdır.”
Bu üç sözcük aynı zamanda 21. yüzyılın 20. yüzyılın devamı olduğunu da örtük olarak içermektedir.
Balkondan bakışlar
Peki emperyalistlerin kurmayları, dünyadaki kamplaşmayı doğru belirlerken, kendisini sosyalist kabul eden TKP, ÖDP, EMEP gibi partilerin yöneticileri niçin hâlâ Avrupa işçi sınıfıyla dayanışmayı ön plana çıkarıyorlar.
Çünkü ne devrim kampındalar, ne de emperyalizmin merkezindeler. Savaşın dışındalar. 1970’li yıllarda Tayland ormanlarında saklanan Japon askeri gibiler. O asker savaştan firar etmişti ve durum değişikliğinden haberi yoktu.
Bizim değerli arkadaşlarımız da, 19. yüzyılda saklanarak savaştan firar ediyorlar. Hatta zaman zaman savaşan Beşar Esadlara, daha önce Saddam Hüseyinlere vb. sürekli dil uzatarak emperyalist merkezlerden “aferin” de alıyorlar.
Avrasya’nın öncüleri
Kapitalist sisteme tehdit 19. yüzyılda Batı Avrupa ülkelerinin işçi sınıflarından geliyordu.
Bugün tehdidin ön cephesinde Suriye, Irak, İran, Filistin ve Afganistan var. O nedenle Marx’ın hayaleti bugün Avrupa’da değil, Asya’da dolaşıyor.
20. yüzyılın ilk yarısında devrim cephesinin öncüsü konumunda bulunan Rusya, Türkiye, İran ve Çin, o birikimlerini 21. yüzyıla taşıdılar. Rusya, İran ve Çin, Hindistan’la birlikte Avrasya’nın yükselen ülkeleri.
Şu an Tayyip Erdoğanlar aracılığıyla denetim altına alınmış olan Türkiye, göreceksiniz Yükselen Asya’daki yerini kısa zamanda alacaktır.