Yedi yaşındayken, trene kendi isteğiyle binmemiştir. Bir yük vagonuna hükümet zoruyla bindirilmiştir. Gözleri sürgünde açılmış ve sürgüne açılmıştır. "Ben bir yük vagonunda açtım gözlerimi" der. Büyüyen çocuk gözleri aynı zamanda şiire açılır böylece. Daha doğrusu, şiire sürülmüştür. Bir yük vagonunda Türkçenin büyük şairi olmuştur; bunun bilincindedir. Türk olmayı, diliyle, tarihiyle, kültürüyle, görenek ve geleneğiyle, en önemlisi Cumhuriyet birikimiyle emeğiyle üretmiştir.
Hayatımda en çok yazıklandığım olaylardan biridir: O gün Cemal Süreya’nın anlattıklarını niçin kendi sesiyle kayda almadık. Hiç olmazsa not etseydik!
İstasyonda durmayan o sürgün hikayesi
1938 yılında yedi yaşındayken Erzincan’dan bir tren vagonunda Bilecik’e götürülmelerini bir destan gibi anlatmıştı. Büyülenmiştik. İki buçuk saat adeta nefesimizi tutarak dinlemiştik. Özeti bir dizedir: “Ben bir yük vagonunda açtım gözlerimi.”
1986 yılı olacak, Saçak Dergisinin Yazı Kurulu toplantısındaydık. Hapisten bir yıl önce çıkmıştık. Toplantıları derginin bürosunda değil, evlerde yapıyorduk. O gün bizim Üst Göztepe Şair Arşi caddesindeki evde toplanmıştık. İlhan Kırıt, Bedri Gültekin ve Şule Perinçek’i hatırlıyorum. Başka kim vardı, bana yazar mı?
Daha sonra kendisi de söyledi, “Bilecik’e sürgüne götürülüşümüzü hiçbir yerde böyle yeniden yaşıyor gibi anlatmadım.” Planlarımızdan biri de oydu, yazacaktı o sürgün hikayesini.
İstasyonlarda durmayan o sürgün hikayesi
O sürgün olayının en duygulu sahnesi, Eskişehir istasyonudur. Su içmeye inmişlerdir. Tren kalkar. Amcasının yedi yaşındaki Cemal’i hareket eden vagonun içine atması. Babasının ona sarılması: “Hem ağlıyor, hem vuruyordu.”
O birkaç saniyeyi dakikalarca anlatmıştı. Sürgüne götürülen bir babanın oğlunu kaybetme korkusu, yük vagonunda rayların gürültüsü arasındaki o kavuşma, Cemal’in babasının paltosu içinde duyduğu sıcaklık ve güven.
Edebiyat, yaşanmışlıktan çıkıyor. Cemal Süreya Eskişehir istasyonunda kaybolmadı ama Türk edebiyatının belki de en vurucu öykülerinden birisi o gün hiçbir istasyonda durmadan gözlerimizin önünden yalnız yürek çarpışlarının sesini bırakarak çekip gitti.
Anadolu insanının incelikleri
O sürgün hikayesinin Bilecik’teki ilk sahneleri de bizi hep güldürmüştür. Sürgünler geçici olarak ilkokula yerleştirilirler. Akşam Bilecik halkı yeni hemşerilerine tepsi tepsi börek getirir. Böreklerin dumanları tütüyor. İştahla ısıranlar devam edemezler. Zeytinyağı ile kızartılmıştır. Hayvan yağına alışmış olan sürgünler, zeytinyağı kokan börekleri yiyemezler.
Peki yiyemedikleri börekleri nereye saklayacaklar? Çözüm bulunur. Hava karardıktan sonra okulun bahçesine küçük çukurlar açarlar. Börekler çukurlara dökülür ve üstü toprakla kapatılır.
Sabah Bilecikliler geldiği zaman temiz yıkanmış tepsiler verilir. Teşekkürler, teşekkürler. Böreklerin lezzeti üzerine övgüler övgüler.
Anadolu insanının konuğu bağrına basması, incelikleri…Bunları kah hüzünle, kah gülerek, ama her zaman insan sıcaklığını vurgulayarak anlatmıştır.
“Yatağımı oraya sereceğim”
Cemal Süreya’nın heykelinin Pülümür’e dikilmesi bana hem mutluluk hem hüzün verdi. Pülümürlüler çok zarif insanlardır.
Cemal Süreya Pülümür kökenli bir ailenin çocuğudur. Ancak ailesi Erzincan’a gelmiş, Erzincan doğumludur.
Birlikte Pülümür’e ve oralara gidecektik. Planlarken heyecan duyardı.
Cemal Süreya, uçurumlardan bir çığ gibi Türkçeye inmişti. Ve bir çığın kopması gibi hiç beklenmeyen anda oldu her şey.
Artık Cemal ağabey ile Pülümür’e gidemeyecektik. Oysa daha bir iki hafta önce, Aydınlık’ı günlük çıkarma müjdesini verince, “yatağımı oraya sereceğim” diyordu. “Artık siyasal yazı yazacağım, Türkiye’nin bir numaralı başyazarı, Aydınlık’ın başyazarı olacak.” Hiçbir zaman onu bu kadar coşkulu görmemiştik.
“Gömmeden önce biraz gezdirin beni”
Cemal Süreya'nın şiiri, bir sürgünün, bir göçebenin, bir gezginin şiiridir. O kadar ki, öldükten sonra bile gezmek ister: "Gömmeden önce biraz gezdirin beni."
Yedi yaşındayken, trene kendi isteğiyle binmemiştir. Bir yük vagonuna hükümet zoruyla bindirilmiştir. Gözleri sürgünde açılmış ve sürgüne açılmıştır. "Ben bir yük vagonunda açtım gözlerimi" der. Büyüyen çocuk gözleri aynı zamanda şiire açılır böylece. Daha doğrusu, şiire sürülmüştür. Bir yük vagonunda Türkçenin büyük şairi olmuştur; bunun bilincindedir. Türk olmayı, diliyle, tarihiyle, kültürüyle, görenek ve geleneğiyle, en önemlisi Cumhuriyet birikimiyle emeğiyle üretmiştir.
“Ben istasyonu bulamayan adamım”
Sürgün, ilk büyük gerçektir Cemal Süreya'nın hayatında. Şiirine coğrafya boyutu veren, hareket veren ve acılar yükleyen, yalnızlık yükleyen, doludizgin sevda yükleyen gerçek!
Şimendifer aslında Bilecik İstasyonu'nda durmamıştır ve küçük Cemal inmemiştir trenden. 52 yıl gitmiştir tren, 9 Ocak 1990'a kadar:
"İstasyonda tren oluyor biraz
Ben istasyonu bulamayan bir adamım."
İstasyon ancak 52 yıl yol alındıktan sonra bulunacaktır. Tren durur. Önemi yoktur bu duruşun. Çünkü Cemal Süreya o duran trende artık şiir yazamayacaktır. Şiirinde, duran bir tren yoktur.
Kız Kulesi’ndeki kızı saçlarını tararken görmek
Cemal Süreya dört dağın arasındaki Erzincan'dan denize doğru sürülmüştür. "Deniz kaçkını bir ulusun çocuğuyuz o gün bugün" der. Bir yandan da, "ne yapıp yapıp denizi görmek” ister.
Kadıköy'de oturur. Denizden Kızkulesi'nin önünden geçerken heyecanlıdır. Çünkü Kızkulesi hem sığınılacak bir kara parçasıdır, hem de kız vardır orada. Belki bir sabah Kızkulesi'ndeki o kızı saçlarını tararken görürüm diye hep vapurla geçer karşıya, köprüden geçmez. Vapurda hiç oturmaz, dolaşır sürekli. Vapurda da göçebedir. Kara, denize doğru sefere çıkar onun şiirinde. Deniz-kara diyalektiğinde, ayakları karada ama gözleri denizde ve Kızkulesi'ndedir. Mavi Vatancıdır. Tüma. Cem Gürdeniz’i tanısa, çok güzel anlaşırlardı.
Babası sürgünden sonra kamyon şoförü. Gezmek babadan miras aynı zamanda. Cemal Süreya baba mesleğini maliye müfettişi olarak sürdürür. Teftişten teftişe gezgincidir. 26 yılda 28 kez ev taşır. Hep göçebe. Bir coğrafyadan bir coğrafyaya gidiş gelişler, dokur onun felsefesini ve şiirini de.
“Sen yüzüne sürgün olduğum kadın”
İlk kitabı, “Üvercinka”dır. Uçar coğrafyanın üstünde.
İkinci kitabı “Göçebe”. Hem kendisi göçebe, hem de sevdiği. Ama aslında o sürgündür. "Sürgündük. Göçebeliğin elverişli yanlarını da yitirmiş gibiydik" der. Sevdiğinin yüzüne bile sürgündür:
"Sen yüzüne sürgün olduğum kadın".
Berceste mısraı budur onun. Ve 1980'lerde uçuruma sürgündür, "uçurumda açar."
Kitaplığında cilt cilt Evliya Çelebi. Sık sık açar okur. Kaç kez coşkuyla Evliya Çelebi'yi anlatmıştır. Zorla sürülmek, şiirinde bir seyahat sevdasına dönüşmüştür. Ve bir coğrafya sevdasına, yeryüzü sevgisine.
Aşkı bile "dörtnala"dır: "Dörtnala sevişmek lazım". Burada "lazım olan" sevişmek midir, yoksa "dörtnala" mıdır?
Kadının vücudu da coğrafyadır, beş kıtası üç okyanusuyla. Sevişirken "kırmızı kuş" olur, "kırmızı at" olur, soluk soluğa devam eder Cemal Süreya'nın göçü. Sevdiği renk kırmızı. Yürek yangın. Göç ateşi.
Beng ü Bade
Hayatının sonuna doğru kızmıştır nal. 31 Mart 1988 günü çıkan kitabının adı: “Sıcak Nal”dır.
Gündeminde “Telefon Kulübeleri” vardı, insan ilişkilerinin kopuşu ve tellere binmesi, bunu konuşuyorduk. Daha sonra “1 Mayıs” geliyordu. Benden Bilimsel Sosyalist Hareketin tarihini istedi. “Soy Ağacı” başlığıyla şiirleştirecekti, ikimizin kitabı olacaktı. Sonra sırada “Bengü Bade” vardı. Sahaflardan Fuzuli'nin “Bengü Bade”sini aradı ve buldu. Beng esrar, Bade içki. Ama Fuzuli'de Kürtler ve Türkler anlamına geldiğini söylerdi. Hulki Aktunç ile de konuşmuşlar aynı konuyu. Bu uzun şiir, Kürtlerin ve Türklerin kucaklaşması olacaktı. Öyle diyordu.
En son “Göç”ü yazacaktı. Son göçünün denklerini toplamadan önce. Göç'te Doğu ile Batı birbirine göç edecekti. Evrensel göç!