İnsanlık, Fransız İhtilaliyle birinci demokrasi dalgasını yaşadı. Avrupa çağı
arkada kaldı. Şimdi Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın milli demokrasi çağındayız.Ve
Asya’dan yükselen yeni demokrasi, çöken emperyalist-kapitalist sistemin sınırları
içinde tutulamaz.
Bugün üçüncü yazı oluyor. Artık şu soruyu öne sürebiliriz:
Önde Çin’in bulunduğu Gelişen Dünya ülkeleri ve dünya halkları ile emperyalizm
arasındaki çelişmenin çözümünde nasıl bir dünya tablosu ortaya çıkacaktır?
Batı kapitalizminin yerine
“Doğu kapitalizmi” mi geçecek?
Ergin Yıldızoğlu’nun yazdığı gibi, “Batı’nın egemenliğine dayanmayan yeni bir
kapitalist dünya düzeni” mi kurulacaktır, yoksa insanlık yeni bir kamucu uygarlığa mı
ulaşacaktır?
Yıldızoğlu arkadaşımız, gerçi ‘Batı kapitalizminin yerine bu kez Doğu kapitalizmi
geçecek’ görüşünü Russian Today gazetesine gönderme yaparak belirtiyor (27
Mart 2012), ancak bütün yazılarında bu görüşü işlemektedir.
Can dostumuz Prof. Dr. Erol Manisalı da, “Çin ve Hindistan’ın da sistemin
egemen güçleri durumuna dönüşmüş” olduklarını yazıyor (Cumhuriyet, 2 Nisan
2012).
Batı-Doğu ayrımının bugünkü toplumsal-ekonomik anlamı
Öncelikle belirtelim, Batı-Doğu ayrımı, feodal dönemden, hatta Eski Yunan’dan
kalmadır. Ancak emperyalizm çağında, bu ayrım Lenin’den başlayarak Bilimsel
Sosyalist kavramlaştırmada, emperyalist ülkeler ile Ezilen Dünya arasındaki çelişmeyi
simgeleyen bir içerik kazanmıştır.
Kapitalistler ile kapitalistlerin çelişmesi mi?
ABD’nin başında bulunduğu emperyalist-kapitalist ülkeler ile Gelişen Dünya
arasındaki ilişki, “kapitalistler ile kapitalistler arasındaki çelişme” diye açıklanabilir mi?
Önce toplumsal-ekonomik açıdan bakalım: ABD ve Avrupa ile Çin ve Hindistan’ı
aynı kuruluş kapsamında görebilir miyiz?
ABD ve Avrupa 19. yüzyılın sonunda tekelci aşamaya geçmiş, kapitalizmin “en
son” aşamasındaki, çürüyen ve çöken ülkelerdir.
Çin’in sosyalistliği üzerine tartışmayı bir kenara bırakalım, Hindistan, Brezilya ve
Güney Afrika dahil, BRICS ülkeleri, tekelci aşamada emperyalist devletler değildir.
Rusya da, kapitalizme geri dönüş ile birlikte bir tür “ileri Üçüncü Dünya ülkesi”ne
dönüşmüştür. Askeri açıdan ABD’nin rakibidir, ancak savunmadaki bir kapitalist
ülkedir ve Gelişen Dünya ile cephe tutmuştur.
Birileri yerlerde sürünürken ötekiler niçin yükseliyor
Aslında iki küme arasındaki farkı Yıldızoğlu da dile getiriyor:
“Batı kapitalizmi yerlerde sürünürken, BRICS ülkeleri büyümeye devam ediyor.”
Peki ABD, Avrupa ve Japonya niçin “yerlerde sürünüyor”?
Bu “yerlerde çürüme”, emperyalist toplumsal-ekonomik kuruluş nedeniyle değil
midir?
Ve Çin, Hindistan, Vietnam, Brezilya niçin büyük bir hızla gelişiyor ve sistemdeki
çürüme ve kriz niçin onları vurmuyor?
Bağımsız, halkçı diyebileceğimiz burjuva-demokratik/sosyalist toplumsal-
ekonomik kuruluşları nedeniyle değil mi?
Çağ dışı-tarih dışı açıklamalar
Eğer 19. yüzyılda yaşasaydık, yani emperyalizm çağına girmemiş olsaydık, bu
tabloyu, yaşlanmış kapitalistler ile genç kapitalistler arasında kamplaşma olarak
betimleyebilirdik. Ancak 18. ve 19. yüzyılda değiliz.
Kuzey Amerikalılar, 1770’lerde İngiliz imparatorluğuna karşı Washington
önderliğinde İstiklal Savaşı yaparken, olaya “kapitalistlerin kapitalistlere karşı
savaşı” diye bakan bir Marksist var mı?
Marx, 1871 yılında Bismarck’ın Almanya’yı birleştirmesini desteklerken,
kapitalizmi mi desteklemiş oldu, yoksa devrimi mi?
Dünyada sosyalizm dışında ileri adım göremeyenler, ne Marx’ı, ne Lenin’i, ne
Mao’yu, ne de bugünkü Türkiye’yi anlayabilirler.
Çağımızdaki Ezen-Ezilen veya Ezen-Gelişen çelişmesini iki kapitalist küme
arasındaki çelişme olarak açıklamak, çağdışıdır, tarih dışıdır. Ve bu tarih dışı
açıklamalarla sürekli kapitalizm üretmek, karşıdevrim üretmekten başka bir sonuca
götürmez.
Çünkü 19. yüzyıla çakılmış olan teori, sınıf mücadelesinin kazandığı uluslararası
içeriği anlayamaz.
Zenginler ile yoksullar arasındaki çelişme
ABD’nin başını çektiği emperyalistler ile BRICS ülkeleri arasındaki çelişme,
zenginler ile yoksullar veya zenginler ile gelişenler arasındaki uluslararası sınıf
mücadelesidir.
Yıldızoğlu gibi veya “TKP” (SİP) yöneticileri gibi arkadaşların yanılgısı, dünyanın
yoksullarının önüne sosyalizmi koymalarıdır. Oysa yoksullar, sizin onların önüne
koyduğunuz sorunu değil, kendi önlerinde nesnel olarak bulunan sorunu çözerler.
Aşamalar, zihinlerde atlanabilir, ama hayatta atlanamaz.
Kapitalizmin geri aşamalarında bulunan, hatta Ortaçağ ilişkilerinden
kurtulamamış dünya yoksullarının önündeki devrim, milli demokratik devrimdir.
Marx’ın çok sade belirttiği gibi, hiçbir topluma önünde olmayan bir sorunu
çözdüremezsiniz. Dünya yoksulları, önce emperyalizmin denetiminden kurtulacak ve
Ortaçağ ilişkilerini tasfiye edeceklerdir.
Kuşkusuz bu, içerik olarak burjuva-demokratik devrimdir.
Nitekim Leninler de 1917 Şubat Devrimine kadar Çarlığa karşı “Cumhuriyet”
şiarıyla mücadele ettiler. Siz, bu mücadeleye “kapitalizm için mücadele” diye kibirle
bakarsanız, sosyalizm davasının dışında kalmaktan başka ne yapabilirsiniz?
Sosyalizme açılımın temsilcileri
Kaldı ki, özellikle Çin ve Vietnam, Kore, Küba, Laos gibi kendi hallerinde
sosyalizmin alt basamaklarında olan ülkeler, bu Gelişen Dünya içinde sosyalizme
açılımı temsil etmektedirler. Diğer ülkeler de (Hindistan, Brezilya vb.) milli demokratik
devrimlerini tamamlayarak sosyalizme ilerleme seçeneğine sahiptirler. O seçenek,
onların emperyalizme karşı bugünkü mevzilenmesini küçümseyerek hayata
geçirilemez.
Çağımızın temel çelişmesi emperyalizm ile demokrasi arasında
Çağımızın temel çelişmesi kapitalizm ile sosyalizm arasında değildir. 2012
yılındayız ve Lenin daha yüzyıl önce çağımızı açıklamıştı ve doğrulandı: Çağımızın
temel çelişmesi emperyalizm ile demokrasi arasındadır.
Lenin, Afgan Şahının İngiliz emperyalizmine karşı mücadelesini desteklerken,
bunun bir demokrasi mücadelesi olduğunu ortaya koydu. Milli demokratik devrim
teorisi, Lenin, Stalin ve Mao Zedung tarafından emperyalizme karşı mücadele
pratiğinde geliştirildi.
İnsanlık, Fransız İhtilaliyle birinci demokrasi dalgasını yaşadı. Avrupa çağı
arkada kaldı.
Şimdi Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın milli demokrasi çağındayız.
Milli demokrasi, kaçınılmaz olarak sosyalizm yönünde ilerleyerek kendisini
pekiştirebilir ve insanlığın sınıfsız toplum özleminin ufkunu açar. Çin ve Vietnam,
Gelişen Dünya’nın öncü konumlarında bu geleceği de temsil ediyorlar.
YARIN: ÇİN VE HİNDİSTAN YENİ BİR ABD OLABİLİR Mİ?