Atatürk heykellerinin karşısına Saidi Nursi, İskilipli Atıf Hoca, Şeyh Sait, Seyit Rıza heykelleri dikilir, o heykellerin önlerinde pozlar verilir, kimse sesini çıkarmaz, sıra Atatürk heykellerinin de yıkılmasına gelir.
Gözlerimi İstanbul tarafına diktim, Aydınlıkçılar her an Aydınlık’ı kuşatacaklar ve “aydınlığın sahibi vardır” diyecekler umuduyla bekliyorum. Benim bildiğim Aydınlıkçının fırtınası buralara kadar eser. “Şimdi” diyorum, “Aydınlık’taki çalışanlar çoktan isyan bayrağını açmıştır.”
Aydınlık, 3 Mart 2013 günü “Aydınlık 92 Yaşında” başlıklı bir ekle çıktı. Ekte, 1 Mart 2013 tarihi var.
Yöneticiler, bu ek için bu fakirden de bir yazı istemişlerdi. Önem vererek en başa koymuşlar. Artık o yazıya bu satırların yazarı da önem veriyor. Okuyucularımızın da önem vermesini dileyerek, yeniden ve aynen yayımlıyoruz. Arkasından bazı diyeceklerimiz var.
Aydınlıkçı
Aydınlıkçı, kendisini şöyle tanımlar:
“Ölürsem, arkamdan tek bir sözcük söylensin: Aydınlıkçıydı.”
Yarına kalacak olan bu tanımı, Şair Mecit Ünal yapmıştır.
“Aydınlıkçıyım” beyanı, tek sözcüktür ve rakipsiz kimlik bildirimidir.
Aydınlıkçı olmak, yanarak aydınlatmaktır.
Aydınlıkçı olmak, emeğe adanmaktır, karşılıksız emek vermektir.
Aydınlıkçının ayırt edici özelliği namustur.
Aydınlıkçı,
Davud Peygamber misali doğrucudur.
Hazreti Muhammed gibidir, zalime asla boyun eğmez!
Marx gibi, bilimi rehber edinmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk gibi, padişaha asi olmuştur ve devrimcidir.
Şefik Hüsnü gibi ömür boyu örgütlüdür ve örgütçüdür.
Nazım Hikmet gibi yaratıcılar, Aydınlıkçıların içinden çıkmıştır ve çıkıyor.
Aydınlıkçı,
Hakikat işçisidir;
Hasan Yalçın saatiyle çalışır,
Hüseyin Haydar’ın deyişiyle “gerçeğin gönüllü bekçisi”dir.
Cemal Süreya gibi sevdalıdır, düş peşindedir.
Fikret Otyam’ın keçilerinden birinin oğlağı kaybolsa, Aydınlıkçıdan sorulur, sorumludur.
Aydınlıkçı bütün varlığıyla halkın fedaisidir.
Vatana toprak olmuştur.
İnsanlık için çarpan yürektir.
Süngü hücumunda siperden ilk fırlayandır ve arkasına bakmayandır.
Zulmün sillesiyle yıkılabilir ama yere serilmez, yay gibi ayağa fırlar.
Aydınlıkçı olmak, her koşulda, bir direnme mevzisi örgütlemektir ve dik durmaktır.
Arkadaşlıktır, vefadır ve sadakattir.
Aydınlıkçı olmak, gerçek aşkıdır, bir sevdadır, umuttur ve yaşam boyu mutluluk güvencesidir.
Mustafa Kemal Paşa, Sakarya savaşı öncesinde Tekâlifi Milliye Emirleriyle “iki öküzü olandan birisini” almıştır.
Aydınlıkçı, o zamandan beri iki öküzünün ikisini de verendir. Öküzlerinin yanında katma değer olarak kendisini de verendir.
Topluma ve vatana verdiği her şeyi bir sır gibi gizleyendir.
Aydınlıkçının kitabında alıcılık yoktur, hapishane rantçılığı yoktur, millete fatura çıkarmak yoktur, kişisel reklâm yoktur; yalnız ve yalnız vericilik vardır; karşılıksız emek vardır.
Aydınlıkçı olmak, yanarak aydınlatmaktır.
Aydınlıkçının sözü, Şair Seyyit Nezir’in deyişiyle “menzildedir”.
Emek, namus ve vatan bayrağı, menzildedir; elden ele ve dalga dalga.
Önce Saidi Nursi heykeli dikersin…
Aynı Ekte 9. sayfada bir de Aydınlıkçılar listesi verilmiş.
Okuyorsunuz: Cengiz Çandar, Gülay Göktürk, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Şahin Alpay da o listede.
Doğu Perinçek’in yazısında, Şair Mecit Ünal’a gönderme yapılarak, Aydınlıkçının kendisini nasıl tanımladığı verilmişti:
“Ölürsem, arkamdan tek bir sözcük söylensin: Aydınlıkçıydı.”
Cengiz Çandargile sorsalardı acaba ne derlerdi? Ölünce arkalarından “Aydınlıkçıydı” diye anılmak istiyorlar mı?
Dr. Serhan Bolluk ve Mehmet Sabuncu’nun yönettiği Aydınlık’ta, Cengiz Çandar ve hempaları da Aydınlıkçı yapıldı. Şefik Hüsnü, Nâzım Hikmet, Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli, Melih Cevdet, Necati Cumalı, Turan Dursun, Cemal Süreya, Fikret Otyam, Hasan Yalçın, Doğu Perinçek de Aydınlıkçı, onlar da Aydınlıkçı!
Kurumlarda ve ülkelerde karşıdevrimler nasıl başlar?
Atatürk heykellerinin karşısına Saidi Nursi, İskilipli Atıf Hoca, Şeyh Sait, Seyit Rıza heykelleri dikilir, o heykellerin önlerinde pozlar verilir, kimse sesini çıkarmaz, derken sıra Atatürk heykellerinin de yıkılmasına gelir.
Silivri duvarlarından gözlerimi İstanbul tarafına diktim, Aydınlıkçılar her an Aydınlık’ı kuşatacaklar ve “aydınlığın sahibi vardır” diyecekler umuduyla bekliyorum. Benim bildiğim Aydınlıkçının fırtınası buralara kadar eser.
“Şimdi” diyorum, “Aydınlık’taki çalışanlar çoktan isyan bayrağını açmıştır.”
Üç gün bekliyorum, sesler İstanbul’dan buraya ancak ulaşır diye.
Peki, o Saidi Nursi heykelini kim dikti Aydınlık’ın göbeğine, kimler sustu ve boyun eğdi, kimler bu karanlık eylemin üzerini kapattı, aman kimseler duymasın dedi?
YARIN: SİLİVRİ DUVARLARINA GÜVENİLEBİLİR Mİ
GÜZEL TÜRKÇEMİZ
Yoldaş ve yol arkadaşı
Son zamanlarda çok sık tekrarlanan bir yanlış görülüyor. Özellikle CHP’liler yapıyor bu yanlışı. Yol arkadaşı kavramı ile yoldaş kavramını birbirine karıştırıyorlar. Kasıtlı yapıyorlar bunu. Ama yanlışlıkla yapanlar da var. Galiba yoldaş kavramı sert geliyor, yumuşatmak için böyle bir yol bulunmuş. Hayranlarından olduğum Şule Perinçek de son yazısında bu yanlışı yapıyor.
Oysa yoldaş ve yol arkadaşı kavramları karşıt cephelerdedir.
Yoldaş, Yunus Emrelerden beri yoldaştır. Türkçemizin en az bin yıllık sözcüklerindendir. Türkçenin 13. yüzyıl öncesi sözlüğünü yapan Sir Gerard Clauson’un “An Etymological Dictionary al Pre-Thirteenth-Century Türkish” (Türkçenin 13. Yüzyıl Öncesi Kökenbilim Sözlüğü), başucu kitaplarımdandır. Orada 13. yüzyıl öncesine ait yol kökünden türemiş şu sözcükler var: Yol, yolıç, yolçı, yolçu, yolçılığ, yoldrık, yolak, yolluğ, yoluk, yolsuz, yolsuzlık, yolsız (s. 921, 922, 925, 932). Clauson, “-daş/-deş” ekini şöyle açıklıyor: “İki kişinin herhangi bir türden ortak ilişkide olmalarını bildirir.” (s. xIii).
Yol-daş, aynı yoldan giden yol erenleri için söylenir. Mecit Ünal’ın Aydınlıkçı tanımına uyar. Çincede Tuncı, Rusçada Tovariş, İngilizcede Comrade, Almancada Genosse, Fransızcada Camarade, Farsçada Hemrah, Türkçemizde önce Emrah, sonra Emre olmuştur. Emre, yoldaş anlamına gelir.
Yol arkadaşı, ise gezi arkadaşıdır. Bir gezide rastlamışsınızdır, bir daha birbirinizi görmezsiniz, hatta düşman tarafa geçenler de oluyor. Almanlar, Reisefreunde der, İngilizler fellow traveler. Rusçasını Mehmet Perinçek, Fransızcasını ve Çincesini Kiraz Perinçek Karavit yazarsa burada belirtiriz. Meriç Topçu da bizi bu konuda Çin’den aydınlatabilir. İçimizde en iyi Çinceyi sanırım o biliyor. Çünkü ilkokuldan beri Çin’de okuyor. Şimdi üniversitede ekonomi öğreniminde.
Bir de Farsların hempa kavramı var. Farsçadan Türkçemize de girmiştir hem-pa, aynı ayak, ayakdaş, yani birlikte yürüyenler, karanlık işleri birlikte yapanlar için kullanılır.
Yoldaş ile yol arkadaşını birbirine karıştırmak, hele devrimciler ile Cumhuriyet ve vatan düşmanlarını birbirine karıştırmak nedir? Hadi karıştırdınız, diyelim ki gaflettir, ama siz bunun bir açıklamasını yapmazsanız, buna ne denir?