Almanya’dan çok değerli bir dostun selamını aldım. Çok doğru, Atatürk Devrimi Anadolu kadınının hayatına hangi aydınlığı, hangi insanlığı getirdi. Ve tarikatlar ve cemaatler, nelerimizi alıp götürüyor? Yaşayan Anadolu kadını biliyor, ondan dinleyin, dinleyelim. Söz, Muğla Kavaklı Çıkmazı’ndan Sayın Esma Avcı’nın. Dinleyin ey iyi insanlar, devrimimizi kaybederken neleri kaybediyoruz ve devrim bize neleri kazandıracak?
Almanya’dan çok değerli bir dostun selamını aldım. Çok doğru, Atatürk Devrimi Anadolu kadınının hayatına hangi aydınlığı, hangi insanlığı getirdi. Ve tarikatlar ve cemaatler, nelerimizi alıp götürüyor? Yaşayan Anadolu kadını biliyor, ondan dinleyin, dinleyelim. Söz, Muğla Kavaklı Çıkmazı’ndan Sayın Esma Avcı’nın. Dinleyin ey iyi insanlar, devrimimizi kaybederken neleri kaybediyoruz ve devrim bize neleri kazandıracak?
Söz Esma Avcı’nın
Ben anne tarafı sosyalist, Atatürkçü, baba tarafı hepten sağcı bir ailede büyüdüm. Küçücükten bilirim “siyaset kavgası” nedir. Bir gün babam elinde bir sürü kasetle çıkageldi. Daha beş yaşındaydım öğrendiğim birkaç harfle yarım yamalak “kestane pazarı 79” diye okudum. Babam çalıştırdı teybi. Ağlayan bağıran çağıran bir adam babam da dinle dinler ağlardı. Biz de nasıl kızardık teypteki adama, babamı ağlatıyor diye.
Gel zaman git zaman evimize bir sürü ağabeyler gelmeye başladı aralarından bazıları babam gibi bağırıyorlardı, ağlıyorlardı. Ben daha çok kızıyordum teypteki adama.
Efe torunu ne hale geldi
Annem babamın “savaş çıkacak, kıyamet kopacak” vs diyerek bıraktığı bütün işleri omuzlamış, gelene gidene de ikram çabası... Doğum kontrolü günah diye anacığıma beş çocuk üst üste. Babam çalışmaktan soğumuş, içine kapanmış, herkesten nefret eden bir adam haline gelmişti. Dönüm dönüm arazileri olan, efe torunu olan, bir elinden yağ bir elinden bal akan adam hayattan soğumuş, küçücük bedenlerimizi tesettüre sokmak için bize her türlü eziyeti yapan, dirseğine kadar kazağımın kolunu sıyırıp sokakta oyun oynadığım, eteğimin altına pantolon giymediğim için arkamdan elinde kibritle “yakarım” diye koşan bir adam haline gelmişti.
Dedem o kadar gerçekti ki…
Ben yazları dedemin yanına kaçardım. Ata binmeyi doğayla iç içe yaşamayı, hayatı insanları sevmeyi, Atatürk kimdir ne yapmıştır hep dedemden öğrendim. TRT’nin TRT olduğu zamanlarda rahmetli Ayten Alpman “memleketim” demeye başladığı an dedem nasıl coşardı. Memleketim şarkısı dokuma tezgâhlarının sesine karışır, karşı tepelerden yankılanırdı. Zaten dedemin yanında olup da mutsuz, umutsuz, kindar olmak mümkün değildi.
Belki babam gibi dönüm dönüm arazileri yoktu, ama dedem çok mutlu neşeli ve namuslu bir adamdı. Herkes ona “fakir babası” derdi.
Benim çilem onun gerçeklerini yaşamak isteyince başladı. Dedem bana o kadar yakın o kadar gerçekti ki, hala bana çok yakın. Gittiğim her eylemde, baktığım her Atatürk resminde onu görüyorum. Dün Silivri’de atı “Ayaz Ali”nin üstünde yine her zamanki gibi bana bakıp “başardın evlat” diyordu. Vazgeçseydim, “hadi oradan” diye basardı küfrü. İçime dolan biber gazı, paçamdan akan su hiçbiri umurumda değildi. Erken kaybettim dedeciğimi. Zaten yaşıyor olsaydı yine dayanamazdı bu olanlara.
Sadece sorguluyordum
Ben Nuh’un çocukları gibi kâfir, İbrahim’i ateşe atan, Nemrut, Deccal, anarşist, asi bu lafları duyuyordum her gün babamdan. Peki, ne yapıyordum ben? Sadece sorguluyordum. Atatürk’e neden “Deccal, Beton Kemal” diyorsun, neden dedem Atatürk’ü bu kadar severken sen bu kadar nefret ediyorsun, nedir sebebi diye sorduğumda babam dedem gibi anlatmayı değil, şiddet uygulamayı seçiyordu. Çünkü elinde somut bir şey yoktu; doldurulmuştu sadece bir saman balyası tarla korkuluğu gibi.
Sabah namazına kalkmadığınızda, bir sure, bir ayet ezberlemediğinizde, ağlayan adamın bir kitabını şiirini okumadığınızda dayak yiyip aç bırakılmak güya ehl-i dünya gibi olmayacaktık. Bütün dünya ahlaksız cehennemlik, babam ve etrafı bir de “o ağlayan” Allah’ın sevgili kuluydu. Sürekli bu dayatılıyordu. Kardeşlerim bana verilen cezalardan korkup her istenileni yapıyorlardı. Zamanla ben kardeşlerimin gözünde korkulur oldum.
Kanadımı kırdılar
Beni okutmak istemedi babam. Annemin zoruyla İmam Hatip Lisesine kaydettirdi. Oysa ben evimizin 100 metre ötesindeki Kız Meslek Lisesine gidip anaokulu öğretmeni olmayı hayal ederdim. Babam kız evleri açılınca (85-86) okulumu bıraktırıp oraya verdi. En sonunda yola getirerek 16 yaşında benden 15 yaş büyük ağlayan adamın yurtlarında müdürlük yapan bir adamla evlendirdi, kırdılar kanatlarımı.
9 sene hayatımın en zor en aşağılayıcı yıllarını yaşadım. İki kızım oldu, belimi büktüler, hiç kıpırdayamadım. Yanına kaçacak bir dedem de yoktu artık. Dayağı yiyip yiyip oturuyordum.
Gürcistan, Azerbaycan, Orta Asya’nın değişik yerlerinde, köylerinde, kentlerinde tek tek zeki çocukları topluyorduk beyin avcılığı gibi, gibisi çok.
Bütün süreçlerini takip ediyordum bu cemaatin. Bunlar ağlayan adam ne istiyorsa yapan, hukuk-tıp okumak isteyen çocukları ısrarla gümrük memurluğuna ikna eden, çok rahat yalan söyleyen, insana ve doğaya yabaniydiler.
Zulme dur dedim
Türkiye’ye döndüğümüzde çocuklarımı alıp koşa koşa dedemin mezarına gittim. Ağladım, ağladım. Derdimi anlattım. Evine gittim duvardaki resmiyle göz göze geldim. Dedem “ne kadar kin birikmiş içinde” der gibi baktı. Nasıl birikmesin. Kendileri dışında her şeyi yakıp yıkan ayrıştıran kin dolu bir cemaat içinde geçiyordu hayatım. Bu zulme dur deme zamanım gelmişti, bitirdim evliliği.
Kocaman adamlar nasıl üstüme geliyorlar. Herkes bir şey söylüyor, “cemaatteki kadınlara kötü örnek oluyorsun, bu bize yakışmaz, sen bunu başlatırsan büyük günaha girersin”.
Hepsine kulağımı tıkadım, önüme baktım, biliyordum başımın ağrıyacağını, daha önce birkaç kadına neler yaptıklarını çaresizce görmüştüm. Anladım ki, bu cemaat kadınlardan korkuyordu. Bu topraklardaki kadınların gözü kara, yüreği güçlüydü bunu çok iyi biliyorlardı. Onlara kafa tutan, boyun eğmeyen Kara Fatmaydı, Nezahat Onbaşı, Nene Hatundu.
24 yaşında iki çocuğum kucağımda cebimde beş kuruş para yokken yaşadım ben bunları.
Büyük kızımı aldılar benden. 14 yaşından beri onların evlerinde, yurtlarında. Okulunu birincilikle bitiren, badmintonda şampiyonluğu olan, gitar ve dans konusunda acayip yetenekli kızım aynı babam gibi içine kapandı, her şeyden nefret eder hale geldi. Sadece onlar ne istiyorsa onu yapıyor, onların dışında hayat yokmuş gibi davranıyordu.
Benim de bir Deniz’im vardı
Küçük kızımla ben öyle yalnız bırakılmıştık ki ne can dayanır ne vicdan. Yılmadık! Ev temizlemeye, bulaşık yıkamaya gittim. Sokakta yemek sattım. Yine de yılmadık, yılmayacağız da.
İlk yaptığımız eylem, ağlayanın kızıma koyduğu ismi değiştirmekti. Kızım “Deniz olsun benim adım” dedi. Deniz’di artık kızımın adı. Hani şu motorlarımızı maviliklere süreceğimiz deniz gibi, şu kahraman çocuk Deniz gibi. Artık benim de bir “Denizim” vardı.
Onları arıyordum
Vazgeçer mi bu anne! Daha sağlam daha dik duruyordum şimdi. Bir şeyler yapmak lazım diye herkes bağırırken, ben birilerini arıyordum. Çünkü bu zulüm bir an önce bitmeliydi. Bu da tek başına olmazdı. Ulusal Kanal’la tanıştım, TGB ile tanıştım. Şu bizim gözünü budaktan sakınmayan yiğitler, efeler aslanlarım benim güzel çocuklarım.
Doğu Perinçek beyim, konu TGB olunca işin rengi değişiyor, bu kadın gözyaşlarını tutamıyor. Biliyorum ki, artık bütün TGB’nin annesiyim, ablasıyım. Belki param yok, ama güçlüyüm, onlara yardımcı olabilirim, işin bir ucundan tutabilirim.
Artık ben yalnız değilim. Geldiğim yeri, çektiğim zulmü, gördüğüm her türlü zorbalığı bana unutturacak kadar nazik, cömert, sevgi dolu bir ailem var. Adı İşçi Partisi.
Artık yalnız değilim Doğu Perinçek beyim. Yaşayamadığım çocukluğumu, gençliğimi yeniden yaşatan, içimdeki devrim ruhunu diri tutan, samimi, coşkulu, yiğit, onurlu TGB var.
Ben doğurmadım, emzirmedim ama onlar da Deniz kadar benim evlatlarım. Onlar için canımı veririm. Her eylemde öyle güçlü olmayı arzuluyorum ki…
Gaza, copa karşı hepsini sarasım geliyor.
Onlar o kadar güçlü ben titrerken soğuktan, titremiyorlar herkesi sarıyorlar, askeri koruyor, halkı koruyor, kışkırtıcılara geçit vermiyor, aynı zamanda okuyorlar, çalışıyorlar hepsi akıl küpü ellerinden kitap düşmüyor vatanı büsbütün sarıyorlar, koruyorlar.
Biz kavuştuk artık Doğu Perinçek beyim! Selenga ve Orhun nehrinin Ergenekon ovasında kavuştuğu gibi. O kadar yeminliyim ki, daha çok, daha çok, daha çok çalışacağım. Bu adaletsizliğin hesabı bir bir sorulacak yıkılacak bu zulüm düzeni.
Sizinde dediğiniz gibi, bizle öncüyüz, kurucuyuz, yıkılan düzenin yerine iyisini kuracağımızı biliyoruz. Adaleti, emeği, bilgiyi geri getireceğiz. İnşa edeceğiz, görüyorum, ne yüreklerimizi ne de kalemlerimizi susturamayacaklar!