İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek: AKP VE CHP’NİN ORTAK PROGRAMI MENDİLE BOZUK PARA VE TEMBELLİĞİ MAAŞA BAĞLAMAK

Deniz Baykal, ekonomi politikasında CHP’nin AKP’den farkını koydu. “Biz” diyor, “yoksullara kömür gibi mal olarak değil para olarak yardım yapacağız.”
MENDİLE BOZUK PARA
Bizim çocukluğumuzda dilencilerin torbaları olurdu; evlerdeki kuru ekmekleri toplarlardı. AK...

Tarih:

Deniz Baykal, ekonomi politikasında CHP’nin AKP’den farkını koydu. “Biz” diyor, “yoksullara kömür gibi mal olarak değil para olarak yardım yapacağız.”
MENDİLE BOZUK PARA
Bizim çocukluğumuzda dilencilerin torbaları olurdu; evlerdeki kuru ekmekleri toplarlardı. AKP dilenciye kuruyan ekmek veriyor, CHP ise daha ileri, mendile bozuk para atıyor. AKP’nin karşısındaki Ankara Belediye Başkan adayı Murat Karayalçın, Sosyal Demokrasinin bu çözümünü somutladı; 90 bin Ankaralıya ayda 600 lira vereceğini söyledi.

SADAKA DEĞİL İŞ
İşçi Partisi’nin politikası ise, kamu kaynaklarını kömür veya para olarak dağıtmak yerine, iş sağlamak, alın teri karşılığında ücret olarak vermek.
Murat Karayalçın dostumuzun örneğinden gidelim. Ankara Belediyesi’nin 90 bin insana dağıtacak 600 lirası, yani toplam ayda 54 milyon liralık bir kaynağı varsa, bu kaynağı AKP usulü sadaka olarak dağıtmak yerine, 90 bin insana yaptığı iş karlılığı vermek, biricik halkçı ve üretimci çözümdür.

AKP VE CHP’NİN ORTAK PROGRAMI:
TEMBELLİĞİ MAAŞA BAĞLAMAK
AKP’nin ve CHP’nin ekonomi siyasetleri farklı değildir. Sadaka olarak, ha kömür dağıtmışsın ha para, fark etmez. İkisi de üretime katkıda bulunmuyor. İkisi de tembelliği kurumlaştırıyor ve tembelliği aylığa bağlıyor. İkisi de toplumdaki ahlaki çözülme sürecini derinleştiriyor.

SERBEST PİYASA TANRISI
İşçi Partisi, sadaka dağıtmak yerine işsiz yurttaşı üretim ve hizmet süreçlerine sokup, aynı kaynağı ücret olarak vermesi ve avuç açan yurttaş yerine başı dik yurttaş yetiştirmeyi, üretimi artırmayı yeğliyor.
AKP ve CHP işte bunu yapamaz. Çünkü ikisinin de tanrısı aynıdır; serbest piyasa tanrısına tapmaktadırlar.
Serbest piyasa tanrısının âyetlerine göre, üretim kâr için yapılır. Piyasada var olmanın ve büyümenin koşulu, maliyeti düşürmektir.
Herhangi bir kuruma 90 bin işçi alacağınız zaman, piyasa tanrısının âyetleri içinde düşünürseniz, üreteceğiniz ürünün veya yapacağınız işin maliyetini hesap etmek zorundasınız. Teknolojisi görece geri, yoğun emek kullanan bir üretim veya hizmet faaliyeti, rekabet şansına sahip olmadığı için, kapitalizmde büyük günahtır. O nedenle günah işlemektense, işsiz bırakılanlara sadaka dağıtmak, işsizlik sigortasından yardım yapmak gerekiyor.
Kaldı ki, kapitalizm bir işin peşinde çok sayıda insanın koşmasını gerektirir. Böylece işgücünün fiyatı düşer, maliyetler düşer, kâr yükselir. Bu nedenlerle işsize iş vermektense, sadaka vermek, piyasanın kuralıdır.

CÜCELEŞEN BELEDİYECİLİK
Belediye gibi aslında piyasa kurallarının dışında oluşmuş bir kurumun bile, üretim ve hizmet yerine sadakayı yeğlemesi, piyasa tanrısının büyüklüğünü, daha doğrusu o tanrıya tapanların o büyüklük karşısındaki küçüklüğünü gösterir. Hele belediyeciliğin özelleştirilmesinden sonra, küçülen belediyecilik yok olma noktasına gelmiştir.

İŞ YOK AYETİ
“İş yok” âyeti, yine piyasanın âyetlerindendir. Oysa serbest piyasaya tapmazsanız, iş sonsuzdur. Her yerde, her zaman yapılacak sonsuz iş vardır. Üretmek doğayı dönüştürmek olduğuna göre, doğanın sonsuzluğu kadar iş de sonsuzdur.
Hele Türkiye gibi yoksulluğun kol gezdiği, toplumun çok geniş bir kesiminin en insani ihtiyaçlarının karşılanmadığı bir ülkede, yapılacak o kadar çok iş, o kadar çok hizmet vardır ki…
Ancak bu sonsuz işe girişebilmenin şartı, piyasa tanrısının hükmünden kurtulmak ve üretimde kâr amacı yerine, toplumun ihtiyaçlarını karşılamayı esas almaktır. İşte bu, halkçılık ve kamuculuk yoluyla olur.

BELEDİYELERİN SONSUZ İŞLERİ
Hele Ankara Belediyesi… Piyasa için üretim yapan bir özel işletme değil, bir belediye, yani Batı dillerindeki adıyla komün, kökünde kamuculuğun, ortakçılığın bulunduğu bir hizmet kurumu.
Diyelim Ankara Belediye Başkanısınız, elinizde yılda 648 milyon, ayda 54 milyonluk bir kaynak var. 600 lira bugün asgari ücretin üzerinde bir aylıktır. 90 bin işsizi işe alarak, bu 600 lirayı ücret olarak yurttaşlara verirsiniz. 600 lira ücret bize yakışmaz derseniz, 54 bin insanı ayda bin lira ücretle işe alırsınız.
İş ise, Ankara Belediyesi’nin Ankara halkına hizmetteki sonsuz sorumluluğu kadar geniştir. Elbette bu iş, emek yoğun olacaktır. Aklınıza hiçbir şey gelmiyorsa, 90 bin insanın emeğiyle Ankara ve çevresinin ağaçlandırılması, orman yapılması, parklar, bahçeler, yollar, su kanalları, spor sahaları, kütüphaneler, her mahalleye kapalı spor salonu inşası gibi işleri yapabilirsiniz.

SİSTEME KUL İMAL ETMEK
Sadaka dağıttığınız zaman, üretimi ve hizmeti büyütmüyorsunuz. Üstelik tembel, miskin, kişiliği gelişmeyen, avuç açmaya alıştırılmış, boynu bükük kulları çoğaltıyorsunuz. Sistemin istediği insan tipi de budur zaten.

TEMEL SORU
Kâr için üretim mi, yoksa insan ihtiyacı için üretim mi sorusu, yalnız belediyeciliğin önündeki temel soru değildir; daha önemlisi toplam ekonomi siyasetinin temel sorusudur.

TAŞLAR SİVEREKLİLERE SİVEREKLİLER TAŞLARA BAKIYOR
Hatırladığıma göre 1990 yılıydı. Siverek Davuthanlar Kahvesi dolu, caddeye boylu boyunca yurttaşlar birikmiş. Hepsi iş istiyor, iş umudunda. Serbest piyasa ekonomisi ile halkçı-devletçi ekonomi arasındaki karşıtlığı onlara şöyle anlatmıştım:
Diyarbakır’dan Siverek’e kadar Karacadağ bölgesinde neredeyse 40 km uzunluğunda arazi bazalt taşlarıyla kaplı. İnsanlar taşlara bakıyor. Taşlar da insanlara bakıyor. O işsiz yığınlarını insanca ücret vererek seferber etsen, o taşları kaldırıp yüz binlerce dönüm araziyi üretime açabilirsin. Tarım üretimine, dolayısıyla ülke refahına katkıda bulunacak yeni değerler üretebilirsin. Ancak bu piyasa tanrısına isyandır; çünkü kârlı bir iş değildir. Hiçbir özel girişimci bunu yapmaz. Ama bu ekonomik faaliyet, halk açısından bakarsanız yararlıdır; üretimi artırır, refahı artırır, yurttaşı işe soktuğu için toplumsal ahlâkı güçlendirir.

KEMALİST DEVRİMİN TERCİHİ
Türkiye, geldiğimiz noktada, artık özel kâr için üretim sisteminden toplumun yararı için üretim sistemine geçmek zorundadır. Kemalist Devrim döneminin bütün programlarında bu temel tercih yapılmıştı. “Kemalist Devrim–6, Atatürk’ün Program ve Tüzükleri” kitabında o programları inceledim ve sizlere sundum.
Toplum için üretim dediğiniz zaman, piyasa kurallarını kamu yararı ile sınırlamak, dengelemek zorundasınız. Bunun anlamı, işletme kârının değil, tam istihdamın hedeflenmesidir. Yani çalışma çağında olan herkese iş sağlanacaktır. O zaman kaçınılmaz olarak bazı insanlarımız teknolojisi göreli geri işlerde çalışacaktır. Ancak toplam üretim daha fazla olacağı için, daha yüksek refah sağlamak yanında, daha ileri teknolojiler üretmek ve satın almak için kaynak da sağlanacaktır.

KEMALİST DEVRİME YAN BAKINCA
Serbest piyasacılık bütün dünyada iflas ederken ve Çin’den Venezüela’ya kadar her yerde halkçılık ve devletçilik yükselirken, sosyal demokratlarımızın sadakanın ötesinde bir hizmet yolu bulamayışları ibretlik oluyor.
40 yıllık Deniz Baykal dostumuzun, son 60 yılda emperyalistlerin ve gericilerin “Tek Parti Düşmanlığı”na sarılmak yerine, o büyük devrim tecrübesinden öğrenmeye çalışmasını dilerdik.
Ama dönüşü olmayan bir yola girdiği görülüyor.
Ancak Türkiye, sadaka ekonomisine mecbur değildir.
Türkiye, Kemalist Devrim’e mecburdur.

www.doguperincek.info