İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek: AĞ GÜL’ÜN İÇLENME USTASI!

İstanbul’a Ankara’dan bağlamasıyla gelmişti. Veysel tarzı tane tane çalardı. O kadar içten, o kadar duyan ve duyuran bir edası vardı ki, “Şükrü” dedim, sen “Ağ Gül”ü Aşık Veysel’den bile daha derinimize işliyorsun. Ağ Gül’ün içlenme ustası sensin.

...

Tarih:

İstanbul’a Ankara’dan bağlamasıyla gelmişti. Veysel tarzı tane tane çalardı. O kadar içten, o kadar duyan ve duyuran bir edası vardı ki, “Şükrü” dedim, sen “Ağ Gül”ü Aşık Veysel’den bile daha derinimize işliyorsun. Ağ Gül’ün içlenme ustası sensin.

Daha çocuktum, 1950’lerin başlarıydı. İlk kez Remzi ağabeylerden dinlemiştim.

Remzi Yılmaz, Aşık Veysel, Gündüz Tüfekçi, Erdoğan Alkan
Remzi Yılmaz ağabey İliç Kuruçay’lıdır; Mustafa Sarıgül’ün köylüsü.
Bizim de akrabamızdır, Adıgüzel Ağa soyundandır. Ve aynı zamanda amcam Sami Perinçek’in kayınbiraderi, Prof. Dr. Doğan Perinçek, Gülnaz ve Civan Perinçek’in dayılarıdır. Gönül insanıydı.
O geceden beri sesi bende uçsuz bucaksızlara yana yana gitmektedir:
“Ağ gül seni cemekânda görmüşler, ağ gülüm, gülüm…”
Âşık Veysel’den de dinlemişimdir. Gurur duyarım, büyüğümüzdü ve dostumuzdur. Ankara’ya gelince konuğumuz olurdu. O doyulmaz muhabbetlerde tane tane söylerdi:
“Ürüyamda seni bana vermişler, ağ gülüm, gülüm…”
Birbirini sevip de kavuşamayanların yüreklerindeki yangındı.
Gündüz Tüfekçi Ağabeyimden de, hep dinlemişizdir:
“Acı poyraz gibi deli esmedim, ağ gülüm, gülüm…”
Bağlamanın ustasıdır. Türkülerle yaşamayı ondan öğrendim, selam olsun. Bir de Ağah Tüfekçi ve Sadık Perinçek’ten.
Şair, eski Vezir Köprü Kaymakamı, can dostum, Erdoğan Alkan da ağ Gül’ü çok güzel okur. Tezenesi, Âşık Veysel tezenesidir. Şarkışla ocağından yetişmiştir:
“Ben yârimden umudumu kesmeden ağ gülüm, gülüm…”
Kaderine küsmüş, ama umutları kesilmemiştir…

Ağ Gül’ün içlenme ustası
Ama ben, Ağ Gül’ü Şükrü Günbulut kadar derinden söyleyene rastlamadım.
O gece bizde, bir daha, bir daha çalmasını diledim.
“Beni böyle yakar kor gider misin ağ gülüm, gülüm…”
Şükrü Günbülüt bir daha o edasıyla Ağ Gül’ü söyleyemeyecektir.
O gece, Şule, Kiraz, Şükrü, Hüseyin Haydar ve Can birlikteyiz. İstanbul’a Ankara’dan bağlamasıyla gelmişti. Veysel tarzı tane tane çalardı. O kadar içten, o kadar duyan ve duyuran bir edası vardı ki, “Şükrü” dedim, sen “Ağ Gül”ü Aşık Veysel’den bile daha derinimize işliyorsun. Ağ Gül’ün içlenme ustası sensin.
Nasıl mutlu oldu.
Öyledir, her uzun havanın, her türkünün içinde saklı bir eda vardır. O edayı belki şu dünyada bir tek âşık keşfedilebilir. Ağ Gül’ün “içlenme ustası” da (Cemal Süreya’nın deyişiyle) Şükrü Günbulut’tu.

Başımı ne zaman pare pare dumanlar sarsa
O akşam Ağ Gül’ü Hüseyin Haydar kameraya almıştı.
Başımı ne zaman pare pare dumanlar sarsa, bilgisayarda bulurum Şükrü’nün sesini, Şule’yi çağırırım:
“Ağ gül seni…”
Ağ gül, nağmesi ve anlamıyla sonsuza doğru giden bir özlemdir. Şükrü Günbulut’un sesinde derin bir oyuktan, büyük bir mağaranın içinden uğuldayarak gelir.
Dün gece uyumak istemedim, uykusuz kalmayı sevdim. O’nun gibi söylemek istedim Ağ Gül’ü. Hayır, olmuyor!

Ağ Gül’ü terkedip gitti
Günbulut’la geçen akşamların tadı bambaşkadır. Bir daha yaşanmayacak olması, insana ıssız bir hüzün veriyor.
Hep Ağ Gül, Günbulut’u “yakar, kor giderdi”. Bu kez ve son kez Günbulut Ağ Gül’ü bırakıp gitmiştir.

Bozkır ve Cumhuriyet güneşiyle
Günbulut, bozkırın acıları ve yoksullukları içinde yana yana büyümüştü. O büyük kültür ocağında pişmişti. Şarkışlalıydı. Âşık Veysel’lerden, İzzeti’lerden, Ali İzzet’lerden, Şenoğlu’nun sevdalı dedesi Devrani’lerden el almış, edep erkân öğrenmişti. Muhabbet adamıydı. Âşıktı. Bozkır güneşiyle ısınmış ve Cumhuriyetle aydınlanmış, Cumhuriyeti aydınlatmıştı. İçtendi. Sonsuz dürüsttü. Erdemliydi. Gönüldeşti.
Eşi Hürüz de öyledir, çok içtendir, niteliklerini hep saklamıştır.

Yalnız vermeyi öğrenmişlerdir
Şükrü’nün annesi Mevlüde Günbulut da ozandı. Deyişleri kaleminden değil yüreğinden dökülmüştür. Deniz Gezmiş yakalanınca, “Şarkışla’ya düşürmesin Allah sevdiği kulunu” diye başlayan o deyişi söyleyen odur. Herkes Zülfü Livaneli’nin diye bilir, sözleri de nağmesi de Günbulut Anne’nindir. Olsun, onların terbiyesi böyledir; özel sahiplenme yoktur. Yalnız vermeyi öğrenmişlerdir.

Hepimizin Gül’ü
Onların ürettiği her şey, o an hepimizin olur.
Sofraları da öyledir, hepimize bir yer vardır.
“Gül ile gülün tartıldığı” bir dünyanın insanlarıdır. Gül alıp, gül verirler.
Günbulut, yüksek mimardı. Türkiye’nin Aydınlanma kitaplığına bilinç ve insanlık yüklü eserler bıraktı.
Arkasından yanılacak, ağlanacak bir aydınımızdır.
Toplum olarak, şu yıkılası özel çıkar düzeninde kaybettiklerimizi bir ömür kan ter içinde yarınlara taşımıştır. Arkasında gülen gözlerini, içtenliğini ve bir de Ağ Gül’ü bırakmıştır.

Birbirimize verelim diye
O “Ağ Gül” hepimizindir.
Elden ele birbirimize verelim diye bırakmıştır.
Karşılığı olmayan bir gül!