SANAL “KAĞIT PARÇALARI” ALEMİ
Belge manyaklığı başlıklı yazı, belki hatırlarsınız. 21 Haziran 2009 günü bu sayfada yayımlanmıştı.
Şöyle deniyordu:
“Bir imzalı kâğıt parçasıyla Türkiye yerinden oynatılabilmektedir. Mülki ve askeri erkân, hararetli görüşmeler yapıyor. Devlet; yürütmesi, yasaması ve yargısıyla kan ter içinde çalışıyor. Başsavcılar, savcılar, askerisi, adlisi, hepsi sahte bir dünyada oraya buraya koşuşuyorlar. Kriminal laboratuvarlarının cümlesi harıl harıl işliyor. Cümle uzmanlar uçuşan kâğıt parçalarını havada yakalayıp incelemeye almak için fedakârca zıplıyorlar. Belgeler de, gerçek değeri olmayan Amerikan tahvilleri gibi ülkemizi sallıyor. Sanal kâğıtlar âleminden gelen dalgalar, gerçek âlemde vahimin de vahimi ihtimaller yaratıyor. ABD Ordusu’ndan korkacağımıza Türk Ordusu’ndan korkalım, ne güzel çare değil mi? O zaman ‘vahim’ olan hiçbir ihtimal kalmaz!”
Yazı, dört yerde “kâğıt parçası” saptamasını yapıyor ve kamuoyunun bu “kâğıt parçası”yla manyaklaştırılmasını ve sanal bir dünya içinde çırpınışlarını anlatıyordu.
Kafka, kâğıt parçalarıyla manyaklaştırılan kalabalıkları, Şamanın elindeki dümbeleğin ritmiyle cezbeye gelip titreyenlerin ağzından anlatamaz mıydı?
Aranıyor ilanınıza cevap tam yerinden geldi. Aranan kişi yanlıştı.
Gerçek yazar, İrfan Yalçın, o Kafka göndermesine çok aydınlıkçı, çok doğru bir eleştiri getiriyor; manyaklaşan kalabalığın içinden değil, tarihin içinden!
Burada Kafka ile İrfan Yalçın arasındaki farka gelmiş bulunuyoruz.
Usta yazarımızın mektubunun tek sözcüğüne kıyamadım, aynen alıyorum.
USTAYI DİNLEYELİM
Köyceğiz - 05. 09. 2009
Sevgili Dost, Doğu Perinçek,
Çoktandır yazışmıyoruz. İşte yaz da geçti!
Yıllar önce, İstanbul’da, sevgili Burhan Arpad’la konuşurken bir gün, “Bir Franz Kafka’dır, gidiyor,” demişti, gülümseyen bir öfkeyle. Susup kalmış, bir şey dememiştim; onun bir E. M. Remarque ve Anna Seghers çevirmeni olduğunu biliyordum.
Bundan bir ay kadar önce, sizin Aydınlık’taki başyazınızda, “Türkiye’nin bir Franz Kafka’sı yok mu? Bunları yazacak bir yazarı yok mu?” sorularınızı okuyunca, o günü anımsadım ve Franz Kafka’nın romanesk dünyasını düşünüp onu sizinle konuşmak istedim!
Franz Kafka, somut, nesnel gerçeklikleri düşte görüyormuş gibi yazan bir yazın ustası bence. Uyanık düş görmüyor, yaşamı didikleyip harmanlamıyor, gerçeği düşleştirerek yazdıklarına derin bir gizemlilik veriyor. Bunun için uykuda görülen düşün oluşum düzeneğini bilinçli ya da bilinçsiz uyguluyor. Sözgelimi, gerçekliği içimsizleştirip özünü bozuyor; gerçekliği başka bir bağlam ya da niteliğe oturtuyor; gerçekliği saçmalığa (absurdite) bulayıp öyle sunuyor ve biçimini bozduğu o gerçekliği hep bir sıkıntı ve boğuntu atmosferinde duyuruyor. Öyle ki, bir zindanın en dip hücresinde bile duyulması olası o yaşam sevincinden en küçük bir kırıntı yok. Ama öylesine mikroskobik ayrıntılara yer veriyor ki, en inanılmazı inanılır kılıyor; inandırıyor.
Kafka’nın “Dava”sı gibi, hemen hemen aynı kamusal haksızlığı vurgulayan bir romanı, Heinrich Böll’ün “Katharina Blumm’un Kırılan Onuru”’nu düşünelim bir de! Bilincimize ilk çarpan, yoğun bir tarihsellik ve toplumsallık. H. Böll, “İşte kapitalizm, azgın, faşist kapitalizm bu”, diyor sanki. Oysa Kafka’da tarihselliğin ve toplumsallığın zerresi yok. Kafka, insanoğlunun başına gelenleri, bozulmuş yaşamları “formülleştirerek” sonsuzlaştırıyor. Sanki şöyle diyor: “Bu bozulmuş yaşamlar işinin alınyazısıdır; insanoğlu var oldukça sürüp gidecektir.” Bir tür kavramlaştırma ve insansızlaştırma yanı; haksız “dava”, sonsuza dek sürecek, insanlar sonsuza dek acı çekecek; sabah uyandığında kendini bir hamamböceği olarak bulan Gregor Samsa’nın hamam böcekliği, yani, insanoğlunun onurunun, ezilmişliğinin, bitmişliğinin sonu bir türlü gelmeyecek! Görüyoruz ki, “Bir insanla bir bataklık yüzeyinde oluşan kabarcıklar arasında ayrım yok”, diyen Samuel Beckett’in insansızlaştırması neyse, bu da o. Kapitalizm vahşetinin yarattığı yırtılmış ve bozulmuş iki kere iki dört gibi ya da Newton’un yerçekimi yasası gibi gösteren tarihsellikten ve toplumsallıktan uzak bu dünya görüşünün ve buna bağlı olarak oluşmuş estetik bilincin sanat ürünlerini, Kafka’yla hemen aynı coğrafyada ve aynı yüzyılın birbirine yakın dönemlerinde yaşamış olan “Musil”de, (Niteliksiz Adam) ve “Elias Canetti”de de (Körleşme) görüyoruz nedense. Üçünde de içerik (öz) biçimin bir türevi gibi.
Sevgili Perinçek, sözünü ettiğiniz, “sistem” den kaynaklanan o tarihsel-toplumsal olgu, (Ergenekon Türkiyesi dönemi) elbet bir gün romanlaştırılacaktır.
Kimi romancı, zamanı donduran, yaşamın diyalektiğini bozan “alegori” yöntemiyle;
kimi romancı, Kafka ve benzerlerinin yaptığı gibi, imgeleri formülleştirerek (içeriği biçimden türeterek) ve bozulmuş yaşamları tarihselliğin dışında bir alınyazısı gibi göstererek, kimi romancı da tarihselliğin ve toplumsallığın ışığında, öznel ve genelin diyalektik sarmalında yazacaktır belki. Ama önce içeriğin iyice özümsenme, sonra imgeleşme, daha sonra da sözcüklere indirgenme süreçlerinden geçmesi gerekecektir bence. Bilmem, ne dersiniz? Yanılıyor muyum?
Sevgili Dost, günlerinizin yoğun bir çalışmayla geçtiğini, durmadan okuyup yazdığınızı biliyorum. Her kitabınızı beğeniyle okuyoruz Özden’le. Sizi yürekten kutluyor, sağlık dileklerimizle kucaklıyoruz.
İrfan Yalçın
P.K. 21 Köyceğiz
CEVAPSIZ KALMAYACAK
“Ölümün Ağzı”, “Fareyi Öldürmek”, “Pansiyon Huzur”, “Genelevde Yas” gibi büyük eserleriyle Türk romanının köşe taşlarından olan İrfan Yalçın’ın bu mektubu, bana sevinç verdi. Ona duyduğum bağlılık, daha bir güzelleşti. İrfan Yalçın, aynı zamanda umutlarımı ateşledi. Ergenekon Türkiyesi’nin romanı kesinlikle yazılacak.
Ve romanın kahramanı kendisini Gregor Samsa gibi bir sabah hamamböceği olarak bulmayacak!
Peki nasıl bulacak?
Merakla bekliyoruz. İrfan Yalçın birikiminde yazarları olan bir toplum, bu soruyu cevapsız bırakmayacaktır.
31 YILLIK HAMAMBÖCEĞİ NOTU
30 Kasım 1978 günü Partimizin Gani Bozarslan Sanat Eğitim Kursu’nda Kafka konusunda şunları söylemişim:
“Bir su damlası nedir ki! Öte yandan selleri düşünün. O coşkun, köpükler taşıyarak akan selleri ve ırmakları düşününüz. Dağları taşları deliyor, yatağını oyuyor, çevresini değiştiriyor. Su damlası ile sel suyu arasındaki fark, tek insan ile birleşmiş insanlar arasındaki farktır. Sel suyuna katıldığı zaman devrim yaparsın, yalnız kaldığın zaman ise Kafka gibi kendini bir sabah hamamböceği olarak bulabilirsin. Gerçekten de yalnız kalan insanın, dünyanın şu büyük akışı içinde, hamamböceğinden veya tahtakurusundan fazla bir olabileceğini sanmıyorum. Kafka da bir gerçeği yansıtmıştı. Onun gerçeği de bir hamam böceği olmaktı.” (bkz. Doğu Perinçek, Parti ve Sanat, genişletilmiş 2. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul Eylül 1995, s. 105)
DALDAN DALA
1962 yılında Goethe Enstitüsü’nde Kafka incelemeleri ve tartışmalarına katılmıştım. 20 yaşında ateşli bir devrimciydim, bugünkü gibi. Kafka elbette bir yazın ustası ve ayrı bir tadı var. Ama uyuşturan bir tat diyelim.
Hasan Yalçın’la Mamak Cezaevi’nde aylarca Kafka tartıştık. Hatta uzun uzun İrfan Yalçın tartışmaları da yaptık. Mektuplar geldi gitti, dışarıdaki arkadaşlardan onlarca sayfa. Ne ilginç rastlantı bir tarafta Kafka vardı, bir tarafta İrfan Yalçın. Erkan Yücel, bir İrfan Yalçın hayranı idi. O mektupları keşke yayımlasak.
Hasan Yalçın Kafka konusunda farklı düşünürdü. Hasan, hem Kafka hayranı, hem de Kafka uzmanıydı. Ondan çok etkilendim. “Devlet ve Ben” kitabı Hasan’ın bir edebiyat ziynetidir.
Edip Cansever de Kafka hayranıydı. Kapalı Çarşı Bedesten’de antikacı dükkanı vardı. Benim o sıralar, (1960’lı yılların başları) çiziktirdiğim “Yarım Kalmış Hititistan Destanı” başlıklı uzun denemelerimi okumuş, Kafka incelememi salık vermişti. Hatta adını da verdi, Kafka’nın Şatosu. Hatırladığıma göre Kamuran Şipal çevirmişti. Güzel bir çeviridir.
Edip Cansever’in “Tragedyalar” ve “Çağrılmayan Yakup” gibi eserlerine bakınca Kafka etkisini kuvvetle görürüz.
“Ne çıkar siz bizi anlamasanız da” diye başlar. Sonra:
“Ne gelir elimizden insan olmaktan başka
“Hiçbir şey” diye sürdür.
Bu dizeler de bir hamamböceği durumu değil mi? Ama çaresizliği çok etkili anlatıyor.
Cansever usta şairlerimizdendi.
Kafka deyince, daldan dala atlamak mı gerekirdi?
Siz bu gevezelikleri nasıl olsa unutursunuz.
Ama İrfan Yalçın’ın Kafka değerlendirmesini zihnimizin “Yangından Kurtarılacak Değerler” bölümüne güzelce yerleştirelim.