Önce son birkaç ay içinde basında yer alan İran ile ilgili bazı haberlere bakalım:
- İran uzaya, kendi olanaklarıyla ve kendi yapımı haberleşme uydusu fırlattı. Uzaya uydu gönderebilmek, uzun menzilli füze teknolojisine sahip olunduğunu gösteriyor.
- Amerika başta olmak üzere Batılı ülkelerin bütün karşı çıkmalarına rağmen İran nükleer santral inşasını sürdürdü. Kendi ifadesiyle İran, bugün artık “Nükleer Kulüp” üyesi…
- İran, üçüncü nesil uçak üretimine başladı. Üçüncü nesil uçak üretimi yapabilmek, teknolojik olarak en modern savaş uçaklarına, kendi olanakları ile sahip olması anlamına gelir.
- İran tamamen kendi imalatı olan otomobil ihracına ise geçen yıl başladı.
- Komşumuz ilaç üretimini de kendisi yapıyor. Hatta İran’ın AIDS tedavisinde etkili olan ilacı da ürettiği ve el altından Amerikan pazarına ihraç ettiği haberleri gazetelerde yer aldı.
- Tarım ürünleri üretiminde tamamen bağımsız. İhtiyacı olan tohumu kendisi üretiyor.
- Bütün dünyayı kasıp kavuran kriz öyle görünüyor ki İran’ı gerçekten de “teğet geçiyor.”
- Uluslar arası ilişkilerde İran’ın itibar grafiği hızla yükseliyor. Önümüzdeki dönemde yeniden şekillenecek Ortadoğu coğrafyasında etkili olacak büyük güçler arasında İran’ın adı da geçiyor.
Rusya, Çin ve Latin Amerika ülkeleri ile gelişen ilişkileri bulunuyor. Hatta Almanya başta olmak üzere AB ülkeleri ile de iyi ilişkiler içinde.
İran, Şanghay İşbirliği Örgütünün gözlemci üyesi. Örgütün yakında yapılacak
toplantısına tam üyelik başvurusunda bulunacak. Üyeliğe derhal kabul edileceği konusunda bir şüphe yok.
TÜRKİYE
Şimdi yukarda İran ile ilgili olarak sıraladığımız konular ile ilgili olarak Türkiye’nin durumuna da kısaca bir göz atalım:
- Türkiye’nin uzaya kendi olanaklarıyla uydu fırlatması söz konusu değil.
- Nükleer santral konusunda daha yolun başındayız.
- Uçak ve otomobil üretiminde ise montaj sanayine mahkûm durumdayız. 1940’lı
yıllarda uçak üretiyorduk. Daha sonra “Büyük Müttefik” bize, “uçak üretmekle uğraşmayın, ben size ucuza veririm” dedi biz uçak üretmekten vazgeçtik.
- Gümrük Birliği anlaşmasını imzalayana kadar ihtiyacımız olan ilacın büyük çoğunluğunu kendimiz üretiyorduk. Şimdi ise neredeyse tamamına yakınını ithal ediyoruz.
- Tohum alanında İsrail’in genetiği değiştirilmiş tohumlarına tam bağımlı durumdayız.
- Artık Tayyip Erdoğan da dahil olmak üzere herkes, ekonomik krizin en ağır şekilde vurduğu ülkelerin başında Türkiye’nin geldiği konusunda hemfikir.
- Uluslar arası ilişkilerde Türkiye, yöneticileri omuzlarından dürtülen ülke konumunda. Avrupa Birliği kapısında sürünen ve her türlü dayatmaya boyun eğen bir ülkeyiz. Atatürk döneminde dünya devletleri arasında saygın bir konuma sahip olan ve davetle Milletler Cemiyeti’ne üye olan Türkiye’sinin yerini AB kapısında durmadan tekmelenen Türkiye almış bulunuyor.
İKİ ROTA, İKİ SONUÇ
2009’un İran’ı ve Türkiye’si kaba hatlarıyla böyle. Oysa 1950’lere gelindiğinde durum şimdikinin tam tersi idi. Hatta 1980’lere kadar, Türkiye lehine olan durumun devam ettiğini söyleyebiliriz.
1980’li yıllarda iki komşu ülkede, farklı yönlere doğru önemli gelişmeler yaşandı.
Türkiye, Turgut Özal’ın “Serbest Piyasa Devrimi” ile emperyalist ekonomilere eklemlenme rotasına girdi. Özelleştirmelerle Cumhuriyet ekonomisi adım adım tasfiye edildi. 1995 yılında girilen Gümrük Birliği ise deyim yerindeyse ulusal ekonominin ölüm fermanı oldu.
Türkiye ekonomisinin bugünkü tablosu bu şekilde ortaya çıktı.
Öte yandan İran “Humeyni Devrimi” ile bir yandan Ortaçağ ideolojisinin egemenliğine girdi. Öte yandan emperyalist ekonomilerle bağını kopardı ve ulusal ekonominin inşasına girişti.
Ortaçağ ideolojisinin bütün sınırlayıcılığına rağmen günümüz dünyasında belirleyici olan emperyalist merkezlerden bağımsızlık olduğu için İran, zaman içinde kaynaklarını ulusal ekonomisinin geliştirilmesi yönünde kullanabildi.
Bugün İran kendi ayakları üzerinde durmaktadır ve önü açıktır.
Türkiye ise kendi ayakları üzerinde durma olanağını kaybetmiştir. Kaderi emperyalist mali merkezlerin elindedir. 2001 krizinin bir Batı bankasının para hareketleriyle gerçekleştiği hatırlardadır.
Gören gözler ve anlayan zihinler için İran ve Türkiye’nin son 30 yıllık pratikleri öğretici derslerle doludur.
ÇIKIŞ YOLU
Atatürk döneminde uyguladığımız ve sonuçlarını derlediğimiz halkçı devletçi ekonomi politikası, şimdi İran ve diğer Asya ülkelerinde hayata geçirilmektedir.
Batı’nın Serbest Piyasa sistemi Türkiye’ye yıkım getirdi. Türkiye’yi, Batı ile birlikte batmaktan kurtaracak olan Program, hem kendi tarihinde, hem de bugün ait olduğu Coğrafya’da vardır.
Şimdi yeni bir dünya kuruluyor.
Yeni kurulan dünyanın baş aktörleri, halkçı devletçi ekonomilerdir. Türkiye, ancak ait olduğu Dünya’ya yüzünü dönerek ve kendi tarihinin ürünü olan tam bağımsızlık zeminindeki ekonomi politikası ile çıkış yolumu bulabilecektir.
mbgultekin@i.org.tr