İran’dan dersler (4)

İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Prof. Ali Ekber Salihi’nin; bağımsızlık, kendi ayakları üzerinde durmak ve binlerce yıllık bir uygarlık birikiminin mirasçısı olmanın önemi üzerine söylediklerinden hareketle, son olarak; Türkiye ile İran’ın; ülke bütünlüğü ve mi...

Tarih:

İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Prof. Ali Ekber Salihi’nin; bağımsızlık, kendi ayakları üzerinde durmak ve binlerce yıllık bir uygarlık birikiminin mirasçısı olmanın önemi üzerine söylediklerinden hareketle, son olarak; Türkiye ile İran’ın; ülke bütünlüğü ve milli birlik açısından karşılıklı durumlarını ele alacağız.
Türkiye’nin toprak bütünlüğü bugün ciddi olarak sorgulanmaktadır. Güneydoğu’da otorite Anakara’daki iktidarda değil, Batı destekli ayrılıkçı örgüttedir. Etnik ve mezhepsel çelişmeler derinleşmektedir.
Öte yandan İran’ın toprak bütünlüğüne yönelik hiçbir ciddi tehdit sözkonusu değildir. Etnik farklılıklardan ve mezhep ayrılıklarından kaynaklanan bir çatışma bu ülkenin gündeminde yoktur. Seçimlerde sonra yapılan gösteriler ve çıkan kargaşalık çok büyümedi. Kısacası İran, Türkiye ile kıyaslanmayacak ölçüde, istikrar ve barış içinde bir ülke görüntüsü içindedir.
Oysa İran, Türkiye ile karşılaştırıldığında, etnik bakımdan çok daha fazla parçalı bir durumdadır. Ama bölünme ve Parçalanma riski altında olan İran değil Türkiye!
Neden?

ARADAKİ FARK
İran’da hakim etnik topluluk olan Farsların toplam nüfus içindeki oranı yüzde 35 kadardır. Bu kadar olmasa da buna yakın oranda Azeri nüfus söz konusudur. Bu iki büyük etnik topluluğun yanı sıra yüzde 10’a yakın nüfusuyla Araplar, yüze 7, 8 kadar Kürt nüfus ve biraz daha az oranda olmak üzere Beluciler bulunmaktadır.
Bu büyük etnik toplulukları; Ermeniler, Yahudiler ve diğer azınlıklar izlemektedir.
Buna karşılık Türkiye’de durum oldukça farklıdır.
Türkiye kavimler kapısıdır. Üç kıtaya giden yolların kavşağındadır. Tarih boyunca Asya’dan, Avrupa’dan ve Afrika’dan onlarca kavim bu köprüden geçmiştir. Ve geçenlerin bazıları burada konaklamıştır.
Onun için Anadolu; halkımızın deyişiyle 72 buçuk milletin yaşadığı bir coğrafyadır.
Ama Atatürk’ün önderliğinde, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” sözlerinde ifadesini bulan Milli Devrim başarıldıktan sonra, bu topraklarda yaşayan ve farklı etnik kökenlerden gelen bütün insanlar; kendilerini tek bir milletin bir parçası olarak gördükleri bir gelişme sürecine girdiler.
Yani bir “millet” oldular.
Bugün Kürtlerin dışında kalan ve farklı etnik kökenlerden gelen insanlarımızın hemen hemen tamamı, kendilerini Türk milletinin bir parçası olarak ifade etmektedirler.
Aynı şekilde son otuz yılda aksi yönde yaşanan gelişmelere rağmen Kürt kökenli yurttaşlarımızın da büyük çoğunluğu, kendini Türk milletinin bir mensubu olarak tarif etmektedir.
Yani toplam olarak bakıldığında Türkiye nüfusunun yüzde doksanından fazlası kendini Türk milletinin bir ferdi olarak görmekte, ama buna rağmen parçalanma ve bölünme çok ciddi olarak Türkiye’nin gündemine yerleşmiş bulunmaktadır.

BAĞIMLILIĞIN SONUCU
İran’ı, parçalı etnik yapısına rağmen bugün bölünme tehlikesinden uzak tutan bu ülkenin izlediği bağımsızlık politikasıdır.
Aynı şekilde Türkiye’nin yüz yüze olduğu tehdidin nedeni de emperyalizme bağımlılıktır.
Bilindiği üzere emperyalizmin ezilen dünya ülkelerine ilişkin politikası, özetle bu ülkelerin etnik ve dinsel farklılıklar başta olmak üzere akla gelebilecek her türlü farklılığın kışkırtılarak ayrıştırılması ve parçalanmasıdır.
Bu açıdan emperyalizme bağımlılığın ele aldığımız konu açısından iki sonucu olmaktadır.
Birinci olarak emperyalizm hedef ülkenin içinde örgütlenmekte, devlet kurumlarını felce uğratmakta, her türlü yıkıcı faaliyeti rahatça örgütleyebilmektedir.
İran’ın içinde ne Amerika, ne de Avrupa Birliği’nin örgütlenme ve faaliyet özgürlüğü yoktur. Türkiye’de ise her türlü yıkıcı faaliyete sonuna kadar özgürlük vardır.
ABD ve AB’nin elçilik görevlileri adeta düzenli bir faaliyet olarak ülkeyi dolaşmakta, özellikle Güneydoğu’ya gitmekte, Partileri, dernekleri, sendikaları dolaşmakta ve kendi görüşlerini doğrudan dayatmaktadır.
Emperyalist vakıf ve kuruluşlar milyarlarca doları, hedef ülkede aydınları, basını ve “sivil toplum örgütlerini” amaçları doğrultusunda kullanmak üzere rahatlıkla harcayabilmektedirler.
İran’da ise böyle bir olanakları elbette yoktur.

BİLİNÇLERDEKİ TAHRİBAT
İkincisi ve daha önemlisi emperyalizme bağımlılığın milletin bilincinde yarattığı tahribattır.
Her şeyden önce emperyalizm destekli ayrılıkçılığın propaganda faaliyetinin hedefi olan kitle, dönüp Ankara’ya bakmakta orada da emperyalizme teslim olmuş bir yönetim görmektedir. Bu tablodan çıkarılan sonuç, ayrışma ve bölünme şeklindeki emperyalist programın başarı kazanacağı olmaktadır.
Antiemperyalist savaş ve Ortaçağ’a karşı devrimle oluşan millet, emperyalizme ve Ortaçağ’a teslimiyetin ardından bu kez çözülme ve dağılma sürecine girmektedir.
Kısacası günümüzde bir ülkenin geleceğini, o ülkenin emperyalizme karşı duruşu belirliyor.
İşte bundan dolayı etnik bakımdan parçalı İran, birliğini ve bütünlüğünü koruma bakımından, ulusal gelişme açısından daha ilerde olan Türkiye’ye göre çok daha güvende olmaktadır.
mbgultekin@ip.org.tr