Ergenekon davasında İşçi Partisi Genel Sekreteri Nusret Senem'in çapraz sorgusu tamamlandı. Savcı Mehmet Ali Pekgüzel Senem'e soru sormadan önce bir itirafta bulundu. Pekgüzel, Senem dünkü savunmasında Yargıtay krokisine atfen "Bu belgeyi dosyaya koyanın kim olduğu tespit edilirse CD'leri de dosyaya kimin koyduğu ortaya çıkacaktır" şeklindeki sözleriyle ilgili "Bu el yazısı bana aittir. Aramalarda ele geçirilen belge konusunda ilgili kurumu uyarmak amacıyla benim aldığım bir karalama notudur. Dosyaya sehven girmiştir " diye konuştu.
Kahramanmaraş Katliamı, Savcı Doğan Öz'ün öldürülmesi, Sivas Olayları, Eşref Bitlis Suikastı, Şemsi Deniz'in öldürülmesi gibi Gladyo'nun Türkiye'deki faaliyetlerine karşı hukuk mücadelelerinde avukatlık yapan işçi Patisi Genel Sekreteri Nusret Senem'in çapraz sorgusu tamamlandı.
Duruşmada, Savcı Mehmet Ali Pekgüzel, sorularına başlamadan önce bir itiraf da bulundu. Pekgüzel, Senem dünkü savunmasında Yargıtay krokisine atfen "Bu belgeyi dosyaya koyanın kim olduğu tespit edilirse CD'leri de dosyaya kimin koyduğu ortaya çıkacaktır" şeklindeki sözleriyle ilgili "Bu el yazısı bana aittir. Aramalarda ele geçirilen belge konusunda ilgili kurumu uyarmak amacıyla benim aldığım bir karalama notudur. Dosyaya sehven girmiştir " diye konuştu.
Savcı Pekgüzel, bu itirafının ardından Senem'e İşçi Partisi'nde bulunmadığı arama tutanaklarıyla ispatlanan CD'lerle ilgili sorular sordu. İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek araya girerek, "Bu ne biçim yargı. CD'ler yok ama savcılar sorular soruyor. Basına propaganda malzemesi çıkarılıyor. İşçi Partisi'nde bulunmayan CD'ler hakkında sormasınlar" diyerek itirazda bulundu.
Savcı Pekgüzel ise bahse konu CD'lerin arama tutanağının 3'üncü sayfasında yer aldığını ileri sürdü ve arama tutanağını Mahkeme Başkanı Köksal Şengün'e gösterdi. Bunun üzerine sanık Senem, "Seri numaraları belirtilmiş mi? üzerlerinde imzamız var mı? Bu CD'lerden milyonlarca var" dedi. Başkan Şengün ise tutanağın üçüncü sayfasında hiçbir CD'nin seri numarasının belirtilmediğini söyledi. Savcı Pekgüzel, bu tartışmanın üzerine CD'lerle ilgili sorusular yöneltemedi.
Daha sonra Savcı Nihat Taşkın, İşçi Partisi'nde bulunan 30 Mart 2000 tarihli "Türk ve Kürt'ü Birlikte Örgütleme Tasarısı" adlı belgeden alıntılar yapılarak hazırlanan başka bir belgede, Doğu Perinçek hakkında eleştiriler bulunduğunu hatırlattı. Savcı Taşkın, bu belgenin Ergenekon'a ulaştırıldığını iddia etti. Senem de bu soru ve iddialara, "Türk ve Kürt'ün birlikte örgütlenmesine ilişkin yazı, parti çalışmasıdır. Bir dosya haline getirerek basın kuruluşlarına ve parlamentoya gönderdik. Doğu Perinçek ile alakalı eleştiriler içeren metni ise, kimin yazdığını bilmiyorum. Bu konuyu Doğu Perinçek'e sorun. Ergenekon diye bir örgütün varlığını da kabul etmiyorum" dedi.
İşçi Partisi Genel Sekreteri Nusret Senem'in çapraz sorgusunun tamamlanmasının ardından avukatların savunmasına geçildi. Senem'in avukatı Mehmet Cengiz, İşçi Partisi'nin, Siyasi Partiler Kanunu ile Anayasal güvence altına alındığını hatırlatarak, İşçi Partisi'ne atılı suçların aynı zamanda "kapatma davası" konusu olduğunu söyledi.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yürütülmekte olan incelemenin "bekletici sorun" kabul edilmesi gerektiğini belirten Avukat Mehmet Cengiz, şöyle konuştu; "İşçi Partisi yöneticileri hakkında bu dosyada ileri sürülen iddialar ve dayanılan tüm kanıtlar, Siyasal Partiler Kanunu'nun 106. maddesine göre, gereğinin takdir ve ifası için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilmiştir. İddiaların sabit görülmesi halinde, İşçi Partisi hakkında temelli kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi'nde dava açılacağı açıktır. Bu nedenle, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ile partinin diğer yöneticilerine "yüklenen suçun ispatı, ceza mahkemelerinden başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunun çözümüne bağlı" olduğundan; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na yapılan duyurunun ve yapılan incelemenin, sonuçlanmasının beklenmesini, bu konuda Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 218. maddesi gereğince "bekletici sorun kararı" verilmesini" talep ederiz".
NUSRET SENEM, DÜNKÜ DURUŞMADA SAVUNMASINI VERMİŞTİ
Duruşmada dün savunmasını yapan Senem,Ergenekon iddianamesinin emniyet içindeki "Fethullahçı kadro" tarafından yazıldığını söyleyen Senem, "bu bir iddianame değil, psikolojik harp malzemesidir" dedi. Türkiye'ye Kontrgerilla'yı İşçi Partisi'nin öğrettiğini belirten Nusret Senem, "Kontrgerilla, bütün haşmetiyle şu an iktidardadır. "Gladyonun başı Abdullah Gül, savcısı Recep Tayyip Erdoğan, polisi Fethullah Gülen'dir" diye konuştu.
İşçi Partisi Genel Sekreteri Nusret Senem, savunmasına, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in "belgeleri avukatlar sızdırıyor" şeklindeki suçlamasını değerlendirerek başladı. Senem, "Bakan davadan elini çekmelidir, bir daha davaya burnunu sokmasın. Bu açıklama, yargı ve Adalet Bakanlığı adına bir skandaldır." dedi.
Ergenekon Davası'nın emniyet içindeki Fethullahçı kadro tarafından hazırlandığını belirten Nusret Senem, "Ben 31 yıllık hukukçuyum. Bu asrın davası falan değil, asrın komplosudur. Burada anayasa babayasa yoktur. Gladyo hukuku vardır. Yaşananı başka şekilde ifade edemiyorum. Bu dava bir ceza davası, bir hukuk davası değildir. Bu dava bir psikolojik harbin davasıdır" dedi.
30 yıldır Kontr-gerilla, Gladyo ile kelle koltukta mücadele ettiğini söyleyen İşçi Partisi Genel Sekreteri, "Kontr-gerilla ve Gladyo'yu Türkiye'ye biz öğrettik. Ömrümüzü verdik Gladyo'nun faaliyetlerine karşı. Biz kontr-gerilla ile mücadelemizi devam ettireceğiz. Kontr-gerilla bütün haşmetiyle şu an iktidardadır. Başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen. Bu komployu yapanlar burada yargılanacaktır" diye konuştu.
İşçi Partisi Genel Sekreteri Av. Nusret Senem, İşçi Partisi'nin 21 Mart 2008 tarihindeki aramasında elde edildiği iddia edilen ve içinde Yargıtay krokisinin olduğu basında yer alan 4 adet CD ile ilgili olarak da savunma yaptı. CD'lerin iddianame eklerinde bulunan ve 30 sayfa olan arama tutanaklarında bulunmadığını belirterek, bu belgenin emniyet tarafından üretildiğini anlattı.
Senem, mahkemeye seslenerek, davanın TRT'nin bir kanalından yayınlanmasını yeniden talep etti. Bu konunun yasanın engelleyici maddesine dayandırılarak reddedildiğini hatırlatan Senem, mahkemenin bu kararından dönmesini istedi. Senem, "Bu karardan dönün. Mahkemeniz üzerinde şaibe yaratmıştır kararınız. Hakkımızda her gün karalama haberler yapılıyor. Dava TRT'de yayınlanırsa kendimizi anlatabileceğiz" dedi.
İşçi Partisi'nden çıkan belgeyle ilgili açıklamalarda bulunan Senem, "Karargah Evleri" belgesiyle ilgili şunları söyledi; "arama sırasında nereden bulunduğu belli değil. Ancak benim genel merkez odamda bulunduğu belirtiliyor. Ne ben gördüm ne de avukatlarımız. Çünkü aramalara katılamadık. MİT bu belge için 'delil olamaz ikaz istihbaratıdır' diyor. Delil olmayan bir konu üzerinde bugün burada yargılama yapılıyor. MİT içindeki CIA artığı Şenkal Atasagun'un hazırlatmış olduğu bir belgedir bu. Şenkal Atasagun, Türk Silahlı Kuvvetleri ve İşçi Partisi düşmanıdır. Bugün de MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin danışmanıdır. İşçi Partisi'nin Türk Silahlı Kuvvetleri içinde bir örgütlenmesi yoktur. İşçi Partisi, Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki örgütlenmelere karşıdır. Bu yapılanmaların Türk Silahlı Kuvvetleri'nin emir komuta zincirini zaafa uğratacağını düşünmekteyiz. Bu konuda karar aldık. Devletin yeniden yapılandırılması tasarımızda bu mevcuttur. "
Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis suikastı ile ilgili açıkalamalarda bulunan Senem, "Ben uçağın ikinci pilotunun avukatıydım. Dava açtık. İki üniversite ve bilirkişileri, belgeleri inceledi. Buzlanma olmadığını, pilotaj hatası bulunmadığını, teknik arıza olmadığını belirten raporlar vermesi üzerine Eşref Bitlis'in uçağının bir suikast sonucu Amerika tarafından düşürüldüğünü saptadık. Ben üst düzey komutanlarla ve dönemin savunma bakanıyla konuyu görüştüm. Onlar da biliyorlar Amerika'nın öldürttüğünü ama konuşmuyorlar." dedi.
NUSRET SENEM'İN MAHKEMEYE SUNDUĞU DİLEKÇESİ
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na
Dosya No : 2008 / 209 E.
Konu : Savunma
Açıklamalar :
“Silahlı terör örgütüne üye olmak”, “kişisel verileri kaydetmek” ve “devlete ait gizli bilgi ve belgeleri temin etmek” iddiası ile TCK’nun 314/2, 135/2 ve 334/1. maddesine göre cezalandırılmam isteniyor.
Hakkımdaki iddialara dayanak gösterilen ve “yeterli şüphe teşkil ettiği” belirtilen “deliller” şunlardan ibarettir:
-İşçi Partisi Genel Merkezinde 21.03.2008 günü yapılan aramada, sekreter odasında girişe göre sağdaki masa üzerinde elde edildiği ileri sürülen dört adet CD,
-Yapılan arama sırasında nereden elde edildiği belirtilmeyen, İşçi Partisi Genel Merkezi’nde “Ergenekon Lobi”, “Kemalist Hareket”, “Devletin Yeniden Yapılanması” vs. belgeler,
-25.03.2008 günü yapılan aramada avukatlık büromdan alınan, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş tarafından hazırlanmış “Susurluk Raporu” ile MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun imzalı yazı ekindeki “MİT Raporu”,
-Burada yargılanan Partili arkadaşlarımın cep telefonlarında ve sim kartlarında benim telefon numaramın, benim telefonum ve sim kartımda da onların telefon numaralarının çıkmış olması,
-Avukatlık büromdaki aramada el konulan iki ajandanın birer yaprağında Genel Sekreteri olduğum İşçi Partisi’nin MKK üyesi Adnan Akfırat’ın adının yazılı bulunması.
(İddianame, s. 1986–1995)
- İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ve Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Ferit İlsever ile yaptığım ve onların hakkındaki teknik takip sonucunda elde edilen telefon tapeleri (İddianame s. 1982-1989).
İddianamede, hakkımdaki üç suçlama için gösterilen deliller bunlardan ibarettir. Fakat hangi delilin, hangi suçun kanıtı olarak İddianameye konulduğu belirtilmemiştir.
25.03.2008 tarihinde Ankara’daki konutumda ve avukatlık büromda elde edilen diğer bütün belgeler, bilgisayarlarım, cep telefonum vs suçla ilgili görülmeyip iade edilmiş olmakla birlikte, İddianamede alt alta sıralanmıştır (İddianame, s. 1988–1989).
Benim bu soruşturmaya ve görülmeye başlayan davaya dahil edilmem, İşçi Partisi Genel Merkezi’nde 21.03.2008 tarihinde yapılan aramada, sekreter odasında bir masa üzerinde bulunduğu ileri sürülen ve içinde “Yargı Nusret Senem’den” başlıklı bir dosya olan CD’ye dayandırılmaktadır.
Böyle bir CD’nin içinde “Yargı-Nusret Senem’den” kelimeleri bulunmasaydı şu anda yargılanmam söz konusu olmayacaktı. Hukuken böyle olmasına karşın İşçi Partisi Genel Sekreteri olduğum için suçlama yöneltilmiştir. Yukarıda sıraladığım diğer delillerle irtibatlandırılmam, tamamen bu CD’nin devreye sokulmasıyla olmuştur.
İŞÇİ PARTİSİ GENEL SEKRETERİYİM
Aralık 2006’da yapılan İşçi Partisi Genel Kongresi’nde Merkez Karar Kurulu üyeliğine seçildim. Merkez Karar Kurulu’nun 1 nolu toplantısında da İşçi Partisi Genel Sekreterliği’ne getirildim. Bu görevimi halen sürdürmekteyim.
Biz İşçi Partililer olarak 40 yıldır örgütlü mücadele yürütüyoruz. Örgütümüz var. Başka bir örgütte yer aldığımıza ilişkin ne kanıt ne de sebep var. Olamaz da!
İddianamede “İşçi Partisi’ni perde yaparak aslında illegal Ergenekon terör örgütlenmesinde yer aldığımız” iddiasının hiçbir delili gösterilmiş değildir. Gösterilemez de!
Bugüne kadar 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerini yaşadık. O dönemlerde de Amerikancı darbelerin hedefi olduk, arkadaşlarımız yargılandı. Partimizin 40 yıllık mücadele geçmişinde terörle suçlanmış bir tek İşçi Partili yoktur.
Ben Parti yöneticiliği dışında Ankara Barosu’nun 31 yıllık üyesiyim ve ara vermeksizin mesleğimi icra ettim.
ADD ve Çağdaş Hukukçular Derneği’nin de üyesiyim.
Terör örgütü üyeliği iddiasını şiddetle reddediyorum. Bunu, şahsıma karşı yapılmış en haksız itham olarak niteliyorum.
1. İşçi Partisi ve bu davada yargılanan bizler, terör örgütlerine ve Amerika’nın örgütlediği Gladyo’ya karşı yürütülen mücadelenin öncüleriyiz. Kontrgerilla’yı-Gladyo’yu herkese biz öğrettik.
o 12 Eylül 1980 Amerikancı darbesine giden süreçteki en önemli Kontrgerilla eylemi olan Kahramanmaraş katliamı davasında müdahil vekiliyim.
o 1980 yılındaki Çorum katliamının sorumlularının açığa çıkarılması için mücadele ettim. Mağdurların vekiliyim.
o 35 aydınımız ve sanatçımızın yakıldığı Sivas Madımak Oteli katliamındaki mağdurların vekiliyim.
o Kuzey Irak’taki Kukla Devlete tavır aldığı için öldürülen Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis suikastı olayının müdahil vekiliyim.
o Türk-İş Konfederasyonu Genel Sekreteri Şemsi Denizer’in bir suikast sonucu öldürülmesi davasında müdahil vekiliyim.
o Kontrgerilla hakkında yürüttüğü soruşturma nedeniyle 1978 yılında öldürülen Ankara C. Savcılarından merhum Doğan Öz davasında, olayın açığa çıkarılmasına katkı yapan tanıklardan biriyim.
o Polis içinde yasadışı olarak örgütlenmiş bulunan Fethullahçı yapılanmayı, 1999 yılında Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’ne, 29 Ocak 2008 tarihinde de Ankara C. Başsavcılığı’na bildiren ve haklarında soruşturma yapılmasını sağlayan İşçi Partisi yetkilisiyim.
o Fethullahçı polislerle aramızda husumet vardır.
Burada yargılanan bütün Partili arkadaşlarım, Kontrgerilla’ya karşı mücadelenin göbeğinde, yıllardır büyük riskler içinde mücadele etmiş, eserler yazmış, Türkiye’yi aydınlatmış kişilerdir.
Gladyo, NATO ve ABD’nin istihbarat örgütü CIA tarafından kurulmuş bir terör örgütüdür. Bu örgütün esas işlevi, NATO ülkelerini ve elbette Türkiye’yi, ABD’nin denetimi altında tutmaktır.
Gladyo, geçmişte ülkemizde Amerikancı darbeler tezgâhlamak üzere istikrarsızlaştırma operasyonları yapmış; Kahramanmaraş, Çorum, Sivas’ta olduğu gibi büyük katliamlar sahnelemiş ve binlerce aydınımızın kanına girmiştir.
Bu olaylarda onlarca Partili arkadaşım da yaşamını yitirmiştir.
Ben bütün bu katliam ve olaylardan sonra mağdurların vekili sıfatıyla 30 yıldır, ölüm tehlikeleri atlatarak, tehditlere göğüs gererek mücadele ediyorum.
12 EYLÜL 1980 AMERİKANCI DARBESİNE GİDEN SÜREÇTEKİ EN ÖNEMLİ KONTRGERİLLA EYLEMİ OLAN KAHRAMANMARAŞ KATLİAMI DAVASINDA MÜDAHİL VEKİLİYİM
19–25 Aralık 1978’de meydana gelen Kahramanmaraş katliamında, 111 vatandaşımız hayatını kaybetti, 1000 civarında yurttaşımız yaralandı ve büyük maddi hasar meydana geldi.
Saldırganlar “İçişleri Bakanı’nın kellesini isteriz” sloganları ile vilayet binasına saldırdılar. Bu saldırı, üzerinde uçaksavar silahları olan zırhlı personel taşıyıcı araçlardan ateş edilerek son anda püskürtüldü.
Bu olayın Amerikancı Kontrgerilla tarafından sahnelendiği, dava dosyasına giren belgelerden, olayların cereyanından, olaylarda yer alan kişi ve örgütlerin bağlantılarından açıkça ortaya çıkmıştır. Yıllar önce Milliyet gazetesinin yazarlarından Örsan Öymen’in benimle yaptığı bir röportaj şimdi internette bulunmaktadır. “Nusret Senem” ismi Google’da yazıldığı zaman bu röportaja ulaşılabilmektedir (Ek: 1).
Bu röportajda olayın bir Kontrgerilla eylemi olduğunu anlatmaktayım.
Kahramanmaraş’ta katledilen insanların yakınlarının vekili olarak Haziran 1979’dan, kararın açıklandığı 08.08.1980 gününe kadar müdahil vekilliği görevini aralıksız sürdürdüm (Ek: 2).
Bu süre içinde onlarca defa, duruşma salonunda (Adana Kapalı Spor Salonu) saldırı ve linç girişimine maruz kaldım.
Müdahil vekili olarak birlikte görev yaptığım avukatlar Ceyhun Can, Ahmet Albay ve Halil Sıtkı Güllüoğlu öldürüldüler.
Adana Cezaevinde, Maraş katliamına giden süreçte planlama ve provokasyonlar yapan Kontrgerilla’nın paravan örgütü ETKO militanlarının saldırısına ve linç girişimine uğradım. 16 Mayıs 1980 tarihinde müdahil vekili olarak bulunduğum Adana Cezaevi’nde tesadüfen demir olmayan bir pencereden, kendi çabamla atlayarak kurtuldum. Bu olayı anlatan Aydınlık gazetesinin haberi eklidir (Ek: 3).
Olayı, dönemin Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Nevzat Bölügiray, televizyondan kamuoyuna açıkladı. Cezaevi koridorlarını ve avukat görüşme bölümlerini işgal eden ETKO davası sanıkları olaydan bir ay sonra silahlı çatışmaya girerek ve cezaevi jandarmasını etkisiz hale getirerek firar ettiler. Dış güvenlikten sorumlu jandarmanın cezaevi pencerelerine yaklaşamadığı, kurşunlandığı günlerdi.
ÇORUM KATLİAMINDAKİ MAĞDURLARIN VEKİLİYİM
Aydınlık gazetesindeki yazı dizisinde, yazar Doğan Yurdakul’la birlikte Çorum’daki katliamdan sonra haftalarca çalışma yaptım. Yakılan yıkılan evleri, saldırıya uğrayan insanları görüntüledim. Olaylara tanık olan onlarca kişiyi dinledim (Ek: 4, Çorum Katliamı dizisi).
4 Temmuz 1980 Cuma günü başlayan Çorum katliamının adeta iddianamesini yazdım. 13 Gün süren bu dizinin bir suretini sunuyorum. Olayın en önemli tanıklarından bir gazeteci Saygı Öztürk’tür. Kendisi kaçırılmış ve saldırının karargâhı olarak kullanılan SSK Çorum Hastanesine götürülmüştür. Bir tesadüf sonucunda hayatı kurtulmuş ve serbest bırakılmıştır. Bu olay da Aydınlık’taki dizide anlatılmaktadır.
Dizide Kontrgerilla’nın bu alçakça eylemiyle Milletimizi alevi ve suni olarak bölme tertibinin ortaya çıkardığı büyük tehlikeye dikkat çektim.
Bu katliamdan yaklaşık 1,5 ay sonra Amerikan Başkanı Jimmy Carter’ın “bizim çocuklar yaptı” dediği 12 Eylül Amerikancı darbesi oldu. Darbenin yapıldığı gün Ağır Ceza Mahkemesi’nde duruşmaları başlayan katliamın çok sayıdaki mağdurunun vekili olarak Çorum’da bulunuyordum. Darbe ve sokağa çıkma yasağı nedeniyle o günü hiçbir zaman unutmam mümkün değil. Davalar daha sonra Sıkıyönetim Mahkemelerinde görüldü.
35 AYDINIMIZ VE SANATÇIMIZIN YAKILDIĞI SİVAS MADIMAK OTELİ KATLİAMINDAKİ MAĞDURLARIN VEKİLİYİM
Bu katliam, tam bir Kontrgerilla (Gladyo) eylemidir. Bu gerici ayaklanma sırasında, Madımak Otelinde Türkiye’nin aydınları yakıldı.
Madımak yangınının Ankara 1 nolu DGM’deki davasında müdahil vekili olarak yıllarca mücadele ettim. Türkiye Barolar Birliği’nin önderliğinde yürütülen bu mücadelenin sonucunda olayın faillerinden çok sayıda militan, TCK’nun 146/1 maddesinden “Anayasa’nın ‘Cumhuriyetçilik’ ve ‘Laiklik’ ilkelerini şeriat devleti kurmak amacıyla ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan idam cezasıyla cezalandırıldılar.
“Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak” sloganları ile gerçekleştirilen, Cumhuriyetin kuruluşunda tarihsel önemi olan Sivas Kongre binasına saldırıp camlarını kırdılar ve bahçesindeki Atatürk büstünü tahrip ettiler.
Yargılama sırasında saldırgan tutumlarını sürdürdüler ve sanıklardan bazıları duruşma salonunda vekil olan bizlere saldırarak tehditlerde bulundular.
Bu konuları gösteren ve TBB tarafından kitaplaştırılan gerekçeli kararın bir bölümünü ekte sunuyorum (Ek: 5).
KUZEY IRAK’TAKİ KUKLA DEVLETE TAVIR ALDIĞI İÇİN ÖLDÜRÜLEN JANDARMA GENEL KOMUTANI ORG. EŞREF BİTLİS SUİKASTI OLAYININ MÜDAHİL VEKİLİYİM
1994 yılı Mayıs ayında Jandarma Genel Komutanımız Org. Eşref Bitlis şehit oldu. Bu olayda uçağın, “buzlanma nedeniyle düştüğü” belirtilip kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilerek kapatılan Eşref Bitlis suikastı dosyasının kapağını yargı yolu ile ilk açan kişiyim. Bu konuda açtığım bütün davalar, müvekkillerimin lehine sonuçlandı.
Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açtığım davada İTÜ ve ODTÜ/TAI’deki öğretim üyelerinin incelemeleri sonucu iki adet bilirkişi raporu hazırlandı. Her iki raporda da uçağın buzlanma nedeniyle düşmediği, pilotaj ve yapım hatası tespit edilmediği, sabotaj ihtimalinin araştırılması gerektiği vurgulanmıştır. Bu husus kamuoyuna tarafımdan açıklanmıştır (Ek: 6).
Org. Eşref Bitlis’in uçağının düşmesi, yürüttüğüm mücadele sonucunda, Başbakanlık Teftiş Kurulu’nca incelenmiş ve 01.01.1997 gün ve teftiş M:001 sayılı rapor düzenlenmiştir (Ek: 7). Raporda, olayın MSB’nca yeniden gözden geçirilebileceği değerlendirmesine yer verilmiştir.
Ayrıca, TBMM Genel Kurulu’nun 16. Birleşiminde 472 nolu karar ile kurulan (10/89, 110, 124, 125, 126 esas numaralı) Meclis Araştırma Komisyonu (Susurluk Komisyonu) Raporunda, olayın suikast olabileceği, benim yürüttüğüm davalara değinilerek soruşturulması gerektiğine vurgu yapılmıştır (Ek: 8).
Bu konuda, Susurluk Komisyonu’ndan önce kurulmuş bulunan Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu da TBMM adına yaptığı araştırmada aynı sonuca varmış ve yürüttüğüm davadaki belgeleri inceleyerek vardığı sonucu kamuoyuna açıklamıştı.
Eşref Bitlis olayının saptırılması için Ergenekon soruşturması kapsamında Fethullahçı Gladyo ve Haham Tuncay Güney’in olağanüstü bir çaba içinde oldukları görülmektedir.
İddianame ekinde “Tuncay Güney’in Mülakat Çözüm Tutanağı” başlıklı belge ve bu belgeye dayanılarak yapılan haberlerde olayın planlayıcılarından olduğu anlaşılan ABD Adana Konsolosu aklanmaya çalışılmaktadır (“Tuncay Güney’in mülakat Çözüm Tutanağı”, s.123-125).
Amerikancı Gladyo’nun ve CIA ajanlarının, 2001 yılında, suikastın oluşundan 8 yıl sonra görevlerini yaptıkları ve ABD’yi aklamak için yalanlar uydurdukları ortadadır.
Oysa uçağının düşmesinden bir ay önce de, Org. Eşref Bitlis’in bindiği helikopter, Kuzey Irak’ta ABD jetleri tarafından düşürülmek istenmişti. Bunu, aynı helikopterde Eşref Bitlis’le birlikte bulunan Org. Necati Özgen kamuoyuna açıklamıştır (Ek: 9, 17 Eylül 2002, Sabah Gazetesi).
Bu soruşturmada, Fethullahçı Gladyo’nun, yandaş ve ABD sevdalısı medyaya yaptığı servislerle 8 yıl önce üretilmiş yalanlar manşetlere taşınıp ABD’ye verilen hizmetin ikinci ve önemli aşaması ifa edilmiştir (Ek: 10, Yeni Şafak 22 Temmuz 2008).
TÜRK-İŞ KONFEDERASYONU GENEL SEKRETERİ ŞEMSİ DENİZER’İN BİR SUİKAST SONUCU ÖLDÜRÜLMESİ DAVASINDA MÜDAHİL VEKİLİYDİM
Şemsi Denizer, “uluslararası tahkim”e karşı mücadelenin yükseldiği günlerde, “Tahkim Yasası kabul edilirse genel greve gideceğiz” demesinden hemen sonra bir suikast sonucu öldürüldü. Ben, bu davanın, güvenlik nedeniyle gönderildiği Burdur Ağır Ceza Mahkemesi’nde ve Yargıtay’daki duruşmalarında müdahil vekili olarak bulunan tek avukatım (Ek: 11, Karar).
KONTRGERİLLA HAKKINDA YÜRÜTTÜĞÜ SORUŞTURMA NEDENİYLE 1978 YILINDA ÖLDÜRÜLEN ANKARA
C. SAVCILARINDAN MERHUM DOĞAN ÖZ DAVASINDA, OLAYIN AÇIĞA ÇIKARILMASINA KATKI YAPAN TANIKLARDAN BİRİYİM
Ankara C. Savcısı Doğan Öz, 24 Mart 1978 günü evinden çıktıktan hemen sonra öldürüldü.
1978’de İl Başkanlığını yaptığım Türkiye İşçi Köylü Partisi’ne gelen, zanlılardan Hüseyin Kocabaş’ın bir yakınının bu konudaki ihbarını, bizzat götürerek İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı’ya makamında sunan kişiyim.
O tarihte olay faili meçhuldü. Daha sonra Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde tanık olarak ifademe başvuruldu. Sanık Hüseyin Kocabaş, yıllar sonra bu olayın faillerinden biri olarak yakalanıp yargılandı.
ABD’NİN KURDUĞU KONTRGERİLLANIN BU EYLEMLERİ MEŞRU GÖRÜLEMEZ
İddianamenin 46. sayfasında şu sözler yer almaktadır:
“Çeşitli kaynaklardan edinilen bilgilere göre NATO’nun komünizmle mücadele amacıyla birçok ülkede kurduğu bu örgütler, zaman içerisinde amaçları dışına çıkmış ve bir kısım kişi ve zümrelerin kendi amaç ve ideolojilerini gerçekleştirmek için kullandıkları birer terör örgütüne dönüşmüştür. Dünyadaki birçok ülke İtalya örneğinde olduğu gibi bu oluşumlarla gerekli mücadeleyi yapmış ve bunu başardıklarında ‘HUKUK DEVLETİ’ olabilmişlerdir.”
Oysa tamamı NATO dönemi ürünü olan yukarıdaki eylemler iddia makamınca meşru görülmektedir.
ABD’nin örgütlediği Gladyo aklanmaktadır. Onun devamı olan Fethullahçı Gladyo’ya karşı mücadele edenler iddia makamının hedefindedir. Bu yasadışı örgütün mensupları iddia makamının belki de yönlendirilmesi sonucunda davamızda tanık konumuna gelebilmişlerdir.
Eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz, 1994 yılında Çiller tarafından çağrılarak MİT’te yeniden göreve başlatılan ve kovulmuşken terfi ettirilip yasadışı Kontrterör Merkezi’nin başına geçirilen Mehmet Eymür’ün, Gladyo faaliyetlerini, Susurluk’ta ortaya çıkan yasadışı işleri uzun süre yürüttüğünü ve bu oluşumun 1997 yılında Susurluk olayı ile birlikte feshedildiğini ve söz konusu oluşumun daha sonra Emniyet içine kaydırıldığını ve Fethullahçı kadrolarca yürütüldüğünü Cumhuriyet gazetesine açıklamıştır (Ek: 12, Cumhuriyet, 28 Kasım 2008).
Ayrıca MİT Müsteşarlığı da Aralık ayında Tuncay Güney’in MİT elamanı olduğuna ilişkin bir belgenin Sabah gazetesinde yayınlanması üzerine bu kişinin, MİT elemanı olmadığını, MİT tarafından faaliyetleri izlenen bir kişi olduğunu, belgenin MİT Kontrterör Merkezi’ne ait olduğunun doğru olduğunu, kuruluş ve faaliyetleri tartışmalı olan bu merkezin 1997 yılında sorumlularıyla birlikte MİT şemasından çıkarıldığını açıkladı ( Ek: 13, MİT Açıklaması, 26 Kasım 2008).
İddia makamı işte bu yasadışı oluşumlarla birlikte, o oluşumların sorumlusu Mehmet Eymür’ü tanık yapmıştır. Bu yasadışı oluşumun Emniyet içindeki sorumluları ise Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Eski Başkanı Bülent Orakoğlu ve Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı da aynı şekilde “Ergenekon” soruşturmasında tanık olarak dinlenen kişilerdir. Susurluk’ta ortaya çıkan yasadışı oluşumun sorumlularıyla dayanışma içinde yapılan soruşturmadan da ancak bu İddianame ortaya çıkabilirdi.
ABD’nin kurduğu Gladyo, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980’de iki askeri darbe yaptı. Binlerce devrimciyi işkenceden geçirdi. İdamlar uyguladı. Fakat en büyük darbeyi 5000 Kemalist subayı TSK’dan işkenceli sorgularla tasfiye ederek gerçekleştirdi. En büyük darbeyi Orduya vurdu. Şimdi de bu soruşturma ile aynı işi TSK’yı bütünüyle hedef alarak, suç örgütü ilan ederek yapıyor.
I. “TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYELİĞİ” SUÇLAMASININ
KANITI YOKTUR
“Silahlı Terör Örgütü Üyesi” Olduğum İddiası Gerçek Dışıdır.
İddianamenin ilk 516 sayfasında, “Silahlı Terör Örgütü”nün varlığı, yapılanması, eylemleri vb gibi genel hususlar irdelenmektedir.
Böyle bir örgüt var mıdır?
Bu sorunun iddianamede somut, objektif, şüpheye yer bırakmayan bir kanıtı ya da kanıtları var mıdır?
-Genelkurmay Başkanlığı, “TSK ve Genelkurmay içinde böyle bir örgüt yoktur” cevabını vermiştir (İddianame, s. 48–49).
-MİT ise 2002 yılında kendisine ulaşan imzasız bir ihbar mektubundan bahsederek konuyu birkaç kez Başbakanlığa bildirdiğini belirtmekle yetinmekte ve bu görüşü iddianamede yer almaktadır (İddianame, s. 49–50).
-Emniyet Genel Müdürlüğü ise bu soruşturmaya kadar böyle bir örgütün varlığı konusunda arşivlerinde bilgi olmadığını, örgütün varlığından bu soruşturma ile haberdar olduğunu soruşturmayı yürüten iddia makamına bildirmiştir (İddianame, s. 50–54).
İşçi Partisi’nin esas hedef olarak belirlenmesinin nedenini, bunu planlayan Fethullahçı Gladyo’yu ve emir aldıkları merkezi, Genel Başkanımız Sayın Doğu Perinçek açıkladı. Bu nedenle ben bu konulara değinmeden İddianame somutunda hakkımdaki iddialar ve delilleri ele alacağım. Ancak bu soruşturmanın ve hakkımızdaki tertibin amacına da kısaca değinmek istiyorum:
Amerikalılar, Büyük Ortadoğu Projesi’nin “Eşbaşkanı” olduğunu 31 ayrı konuşmasında övünerek açıklayan Başbakan Tayyip Erdoğan’dan, “ulusalcılığın hakkından gelinmesini” defalarca talep ettiler ve Amerikan aleyhtarı dalgayı bastırmasını istediler.
Amerika’da ikamet eden Fethullah Gülen de “ulusalcılığın hakkından geleceğiz” fetvasında bulundu.
ABD’nin Emri Yerine Getirilmiştir.
Başı-sonu belli olmayan “Ergenekon soruşturması”, “dalga gözaltılar”; ulusalcılığı bitirme, suç olarak gösterme ve Kontrgerillanın (Gladyo’nun) geçmişteki bütün kirli işlerini, alçakça katliamlarını ulusalcılara (millicilere) mal etme girişimidir.
Esas hedef alınan millici güç ise mücadelenin en tutarlı önderi olan İşçi Partisi ve milletimizin en güvendiği güç olan Türk Silahlı Kuvvetleri’dir.
Fakat ne ABD'nin ne onun eşbaşkanının ve ne de CIA tarafından görevlendirilen Fethullahçı Gladyo’nun gücü, ulusalcıların hakkından gelmeye yeter. Önümüzdeki süreç tertipçilerin, ABD’nin proje görevlilerinin yargılanacağı bir süreç olacaktır. Hep birlikte buna tanık olacağız.
İddialara Konu Olan CD’ler Partimizde Bulunmamıştır.
Arama Tutanaklarında Bu Yönde Herhangi Bir Kayıt Yoktur.
İddianamenin şahsımla ilgili bölümünde; “terör örgütü üyeliği”nin kanıtlarından biri olarak üç adet CD gösterilmiştir. Bunlar, “girişin karşısındaki sekreter odasının sağ tarafında bulunan masa üzerinde ele geçirilen; içinde “Yargı-Nusret Senem’den' klasörü” bulunan CD, içinde “Hikmet Çiçek’e ulaşanlar” klasörü bulunan bir başka CD ve içinde dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Yaşar Büyükanıt’ın İzmir ve Balıkesir ziyaretlerine ilişkin 9 sayfalık doküman ile “İzmir’den Hayati Özcan’ın gönderdiği belgeler” isimli klasör bulunan CD’dir.
Arama tutanakları incelendiği zaman bu dört adet CD’nin İşçi Partisi’nde bulunduğu iddiasının bir tertibe dayandırıldığı açıkça görülmektedir. Tutanakta, bahsedilen klasörleri ve belgeleri içeren, seri numarası veya benzeri özellikleri tanımlanmış bu CD’lerin bulunduğuna ilişkin bir kayıt yoktur. Zaten bu CD’ler ve içindeki klasör ve dokümanların Partimizde bulunması hayatın olağan akışı ve mantıkla izah edilemez. Sözü edilen CD’ler polis içindeki Fethullahçı Gladyo’nun Partimize suç atmak için yaptığı bir tertiptir. Sözü edilen CD’ler dava dosyasına sonradan konulmuştur. Bunun önemli bir kanıtı Klasör 213, Dizi 215’te bulunan elle yazılmış, isimsiz, imza ve tarih yazılmamış belgedir. Bu belgede; 21.03.2008 tarihli aramada el konulan delillerin konulduğu torbalar açıldıktan sonra, içinden Yargıtay binasına ait kroki ve krokinin açılımı diye adlandırılan belgeleri içeren CD’nin çıktığı ileri sürülmektedir. Bu imzasız, tarihsiz belge bir tutanak değildir. İşçi Partisi’nde elde edilen CD’lerin incelendiğini göstermemektedir. Hangi gün hazırlandığı, delil torbalarının kimler huzurunda açıldığını, hangi gün ve saatte açıldığını, CD’lerin nerede ve kimler tarafından incelendiğini, içinden “Yargı-Nusret Senem’den” dosyası olan bir CD’nin çıkıp çıkmadığını kanıtlamamaktadır.
İşte bu belge, bir tertip belgesidir. Bu belgeyi dosyada unutan kişi İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde, Ergenekon soruşturması ile görevli olan kişilerden biridir. Bu kişinin kimliği kolaylıkla bulunabilir. Zira dosyada soruşturmada görevli polislerin isim listesi vardır. Bu kişilerin el yazıları ile yapılacak bir kaligrafik inceleme gerçeği ortaya çıkaracaktır.
“Yargıtay Krokisi”nin 24 Mart 2008 Tarihli Taraf Gazetesinde Yayınlanması, Partimize CD Tertibi Yapıldığının Kanıtıdır.
24 Mart 2008 tarihli Taraf gazetesinin manşetinde Yargıtay’ın elle çizilmiş krokisi ve yanında da bu krokinin açılımı olduğu ileri sürülen bilgiler yayınlanmıştır. Bu belgelerin “Yargı-Nusret Senem’den” yazılı bir dosyada bulunduğu, bu dosyanın İP Genel Merkezi’nde ele geçen bir CD’nin içinde olduğu yazılmıştır. Anılan gazetenin ilgili bölümü büyütüldüğünde bu belge üzerinde bir telefon numarası ve fakslandığı tarihin yazılı olduğu görülmektedir. Belgenin üzerindeki fakslanma tarihi, “13 Mart 2008”dir. Bu İP Genel Merkezinin aranmasından 8 gün önceki tarihtir. Telefon numarasının da Taraf gazetesi Ankara bürosuna ait olduğu, gazetenin künyesinden anlaşılmaktadır (Ek: 14). Söz konusu krokinin ve haberin yayınlanmak üzere basıma girdiği 23 Mart tarihinde henüz İstanbul’a intikal eden delil torbaları dahi açılmış değildir.
Bu tarihte söz konusu “belge” Taraf gazetesinin elinde ne aramaktadır? Soruşturmanın gizliliği ve yayın yasağı kararı İstanbul Ağır Ceza Mahkemeleri tarafından Haziran 2007 yılında verildiğine göre, daha Genel Başkan Doğu Perinçek’in ve gözaltında bulunan diğer İP yöneticilerinin Emniyette ifadesi dahi alınmadan, onlara sorulmadan, aramada ele geçirilen 584 adet CD, 400 civarında DVD ve 44 adet VHS kaset, binlerce sayfadan oluşan 1034 adet belge incelenmeden, “Yargı-Nusret Senem’den” CD’si Taraf gazetesine nasıl ulaşmıştır? Buna fiziki olarak olanak yoktur. Bunun bir tek mantıki izahı vardır. O da CD’nin tertipçiler tarafından önceden Taraf gazetesine verildiğidir. CD’yi hazırlayanlar da bunu Taraf gazetesine servis yapanlardır.
Taraf gazetesinde yayınlanan belgeyle ilgili olarak, gazete yetkilileri, faksın üzerindeki tarihin 23.03.2008 olduğunu ileri sürmektedirler. Ancak bu iddia doğru olsa dahi, tertip yapıldığı gerçeğini değiştirmez. Çünkü faks 23 Mart günü, yani İşçi Partisi Genel Merkezindeki aramadan iki gün sonrasıdır. Arama 21 Mart günü akşam saatlerinde bitmiştir. El konulan dokümanlar Ankara’dan İstanbul’a 22 Mart günü karayoluyla gönderilmiştir. En iyi ihtimalle 22 Mart akşamüstü İstanbul’a gelmiştir. Taraf gazetesinin eline 23 Mart öğlen 12’ye kadar geçmişse bile dokümanların incelenmesi için polise kalan süre yarım gündür. Polisin 21 Mart günü yaptığı baskınlarda el koyduğu binlerce belge, binlerce CD ve bilgisayar hard disklerinin içinden, “Yargı-Nusret Senem’den” yazılı olan CD’yi yarım günde bulması imkânsızdır. O halde, bu “Yargıtay krokisi” İşçi Partisi’nde el konulan belgeler arasından bulunup Taraf gazetesine nasıl ulaşmıştır? Bu olgu, söz konusu delilin tertibi yürüten merkez tarafından imal edildiğinin kanıtıdır. Kaldı ki İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün sorgulama ile görevli olan ekibi bunu hiçbir şekilde bir gazeteye servis etmediklerini, ekip olarak bu belgelere birlikte baktıklarını bana açıklamışlardır. Bu açıklama 26 Mart 2008 günü yapılmıştır.
Dikkat çekici olan bir başka husus; İP Genel Merkezinde yapılan aramalarda el konulup paketlenerek İstanbul’a gönderilen CD’ler arasında bulunduğu iddia edilen bu CD içeriğinin, adı geçen gazetenin Ankara bürosundan fakslanmış olmasıdır. Çuvalları açılıp tespitin yapıldığı İstanbul’dan Ankara bürosuna değil, tersine Ankara bürosundan İstanbul’a!
İçeriğinde “Yargı- Nusret Senem’den” isimli klasör bulunan ve Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanı Ramazan Akyürek ve ekibi tarafından hazırlandığı anlaşılan bir CD’nin Fethullahçı basın tarafından yayınlanacağını gazeteci Ufuk Akaya, 23 Mart 2008 akşamı saat 21.00’de Nusret Senem’e bildirmiştir. Ufuk Akkaya, bu bilgiyi kendisine Taraf gazetesi muhabirinin verdiğini ve muhabirin 24 Mart 2008 günü gazetelerinde Yargıtay’a yönelik suikast planı ve krokilerin yayınlanacağını anlattığını söylemiştir. Bu esnada Nusret Senem’le birlikte bulunan Av. Mehmet Cengiz ve İP İstanbul İl Başkanı Erkan Önsel de bu beyanlara tanık olmuşlardır.
Failin, Suç Kanıtının Üzerine İmzasını Koyup,
“Gelin Beni Yakalayın” Demesi Mantıkla Bağdaşmaz.
“Yargı-Nusret Senem’den” klasörünün yer aldığı CD ile Nusret Senem’in bağlantısı kuruluyor. CD’nin Nusret Senem’e ait olduğunu onun tarafından hazırlandığını gösteren başkaca bir kanıt veya emare yoktur.
İddiaya göre CD, “İP Genel Merkezindeki sekreter odasında, girişe göre sağdaki masada” bulunmuştur. Nusret Senem’in makam odasında ele geçmemiştir. Nusret Senem’in evinde, avukatlık bürosunda, el konulan bilgisayarlarında, CD’ler içinde ya da yazılı belgeler arasında bu tertibe malzeme yapılan Yargıtay krokisinin hiçbir emaresi yoktur. Kaldı ki, böyle bir belgenin bana ait olduğunu, tarafımdan tanzim edildiğini gösterir, örnek vermek gerekirse el yazım, parmak izim, yazı vs gibi illiyet bağı oluşturacak bir kanıt da yoktur. Böyle bir CD’yi benim bilgim dışında her isteyen düzenleyebilir, böyle de olmuştur.
Nusret Senem, 30 yıllık avukattır. Bunca tecrübenin içinden gelen bir avukat, ancak tertipçilerin akıl edebileceği bir suikast planının üzerine kendi adını yazmaz. Bu iftira mantıkla bağdaşmaz. Bu, olsa olsa İşçi Partisi’ne yapılan tertibin önemli bir kanıtı olarak kabul edilebilir.
Nusret Senem, Hikmet Çiçek ve Hayati Özcan’a Atfedilen
CD’lerin Aynı Bilgisayardan Çıkmış Olma İhtimali Vardır.
Bunun yanı sıra, “Hikmet Çiçek’e ulaşanlar” ve “İzmir’den Hayati Özcan’ın gönderdiği belgeler” yazılı dosyaların bulunduğu CD’ler de aynı amaçla üretilmiştir.
Nusret Senem’e ait olduğu iddia edilen CD içindeki dosyanın adı “Yargı- Nusret Senem’den”, Hikmet Çiçek’e ait olduğu iddia edilen CD içindeki dosyanın adı “Hikmet Çiçek’e ulaşanlar”, Hayati Özcan’a ait olduğu iddia edilen CD içindeki dosyanın adı da “İzmir’den Hayati Özcan’ın gönderdiği belgeler”dir. Bu, adam öldürüp, tabancanın üzerine adını yazmak gibi bir iştir. Bu üç ifadenin de aynı bilgisayardan çıkmış yazılar olması ihtimali mevcuttur. Bunun incelenmesini talep ediyorum.
Tertibin Zamanlaması Dikkat Çekicidir
ve Tertipçileri Ele Vermektedir.
Fethullahçı örgütlenmenin Emniyetteki etkin elemanları listesinin tarafımdan Ankara C. Başsavcılığı’na suç duyurusu yoluyla verilmiş olması, benim de “Ergenekon tertibine” dâhil edilmeme ve hakkımda “Yargı-Nusret Senem’den” dosyasının hazırlanmasına sebep olmuştur.
F Tipi örgütlenmenin etkin elemanları hakkındaki suç duyurusunu, İşçi Partisi Genel Sekreteri sıfatıyla 29 Ocak 2008 günü yaptım.. İşçi Partisi hakkında telefonların dinlenmesine ilişkin teknik takibin talep ve karar tarihi 2 Şubat 2008’dir. İddianamede, “Yargı-Nusret Senem’den” CD’sinin 5 Şubat 2008 günü hazırlandığının teknik incelemeyle belirlendiği yazılıdır. Tarihlerin dili, duyulan husumet karşısında Nusret Senem’e karşı bir komplo yapıldığını söylemektedir.
“Hard Diskleri Yaktı” Yalanı,
CD Tertibini Yapan Odağı Açığa Çıkartmıştır.
Nusret Senem’in avukatlık bürosu 25 Mart 2008 akşamı saat 18.25’te aranmaya başlanmıştır. Aramada Cumhuriyet Savcısı, Ankara Baro Başkanı’nı temsilen iki baro yöneticisi avukat ve Nusret Senem’in vekili Av. Mehmet Cengiz hazır bulunmuşlardır. Aramada Nusret Senem yoktur. Avukatlık bürosu akşam saati olması nedeniyle, kimse olmadığı için çilingir vasıtasıyla açılmıştır. Aramadan Nusret Senem’in haberi dahi olmamıştır.
Oysa aramayı yapan Emniyet mensuplarından kaynaklandığı açıkça anlaşılan ve basına Emniyet kaynak gösterilerek verilen haberlere göre; Nusret Senem, bürosunda 6 adet bilgisayarı tahrip ederken suçüstü yakalanmış, polis tahrip edilen hard diskleri zapt ederek götürmüş, Yargıtay’a suikast planlarının bulunduğu ve yakılmaya çalışılan hard disk, İstanbul polis laboratuarlarında kurtarılmaya çalışılıyormuş!
Zaman gazetesinin 27 Mart 2008 tarihli nüshası, “Hard disk yakmaya çalışmışlar”; Yeni Şafak gazetesinin 28 Mart 2008 tarihli nüshası, “Polisin el koyduğu hard diskler yanık”; Bugün gazetesinin 27 Mart 2008 tarihli nüshası, “Gözaltı öncesi 6 bilgisayar yaktılar”; Taraf gazetesinin 27 Mart 2008 tarihli nüshası, “Ergenekon delillerini yaktı”, Akşam gazetesinin 27 Mart 2008 nüshası, “Hard diski yakamadan kıskıvrak yakalandı” manşetleri ve birinci sayfa haberleriyle yayınlanmıştır (Ek: 15-16-17-18-19). Bu haberlerin tamamı kaynak olarak polisi ve soruşturmayı yürüten İstanbul. C. Başsavcılığı’nı göstermektedir. Haberlerin mahiyeti aynı kaynaktan servis edildiğini kanıtlamaktadır.
Nitekim Bugün gazetesi aleyhine açtığımız davada, İstanbul 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne verilen cevap dilekçesinde; “Gözaltına alınan Senem’in bilgisayar hard disklerini yakmaya çalıştığı ifade edilmiştir ki söz konusu ifadeler Emniyet birimleri tarafından basına verilen bilgiler dâhilinde yayınlanmıştır” denilerek bu gerçek kabul ve itiraf edilmiştir (Ek: 20).
Haber tamamen gerçek dışıdır. Arama tutanağında böyle bir tespit yoktur. Aramaya ilişkin el konulan bütün CD’ler ve hard diskler aramaya katılan Av. Mehmet Cengiz tarafından imzalanmıştır.
Ankara Barosu Başkanı Av. Ahsen Coşar basına yaptığı açıklama ile hard disk yakılması haberlerini yalanlamıştır. Bu açıklama, Milliyet gazetesinin 29 Mart 2008 tarihli nüshasında yayınlanmıştır (Ek: 21).
Açıklamada: “Arama öncesinde veya sırasında avukat Nusret Senem’in bürosundaki bilgisayarların hard disklerini yaktığı/yakarken yakalandığı yönündeki bilgiler gerçek dışıdır. Kaldı ki, arama sırasında avukat Nusret Senem bürosunda olmamakla, hard diskler yakması veya yakarken yakalanması fiilen ve maddeten mümkün değildir” (Ek: 22).
Nitekim, vaki şikayet üzerine bu yayını inceleyen Basın Konseyi Yüksek Kurulu, ekte örneği sunulan kararında soruşturmayı yürüten “Emniyet birimleri”ne atfen yayımlanan bu haberlerin yalan olduğu saptanmış ve bu yalan haberleri yayınlayan Zaman, Bugün ve Yenişafak gazetelerinin kınanmasına oybirliği ile karar verilmiştir (Ek: 23).
Görüldüğü gibi Nusret Senem’in ve İşçi Partisi’nin aleyhine bir iftira kampanyası yürütülmüştür. Bu haberin kaynağı soruşturmada görevli olan Emniyet mensuplarıdır. Yalan haberin basına Emniyet tarafından verilmesi ile neyin amaçlandığı yukarıda isimlerini verdiğimiz gazetelerdeki yalan haber okunduğu zaman açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu yalan haberlerle, “Yargıtay’a suikast yapılacağına ilişkin düzmece CD’deki krokiler ve bilgileri Nusret Senem’in yok etmeye çalıştığı” yalanı üretilerek, tertip CD’sindeki “Yargı-Nusret Senem’den” yazılı dosyanın gerçek olduğu gibi bir intiba yaratılmaya çalışılmıştır.
Bu yalan haberler Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi’nden basına servis edilmiştir. Tertibi yapan ve CD’leri hazırlayan yer burasıdır. Bu iftirayı basına servis eden Emniyet İstihbarat Dairesi’nin başındaki Ramazan Akyürek’in sicil raporuna, zamanın İstanbul Valisi Erol Çakır, “Fethullahçı, dikkat edilmelidir” notunu düşmüştür.
FETHULLAHÇI YAPILANMAYI, 1999 YILINDA
MİLLİ GÜVENLİK KURULU GENEL SEKRETERLİĞİ’NE ve
C. BAŞSAVCILIĞI’NA BİLDİREN, HAKLARINDA SORUŞTURMA YAPILMASINI SAĞLAYAN İŞÇİ PARTİSİ YETKİLİSİYİM
Polis içinde yıllardır örgütlenmekte olan Fethullahçı Gladyo ve bu yasadışı tarikat mensuplarının nerelerde yuvalandığına ilişkin 57 kişilik bir listenin Partimize gelmesi üzerine, bu belgeyi 29 Ocak 2008 tarihli bir suç duyurusu dilekçesi ekinde yetkili Ankara C. Başsavcılığına sundum.
Şikâyetim üzerine Ankara C. Başsavcılığı tarafından Hz. 2008/10913 sayılı dosya üzerinden işlem yapıldı (Ek: 24).
Olay, bir ay geçmeden yankı yaptı ve Hürriyet gazetesi ile Tempo dergisinde 21 Şubat 2008 tarihinde “Emniyeti Karıştıran Rapor” başlığı ile gazeteci Saygı Öztürk tarafından haber yapıldı. O haberde, 57 kişilik yasadışı Fethullahçı örgütlenmeyi içeren listeyi ve raporu hazırlayan kişinin Emniyet Genel Müdür Vekili Necati Altıntaş olduğu açıklanıyordu.
İddianamenin 133. sayfasında 57 Fethullahçı polisle ilgili belgenin, Genel Merkezimizde yapılan aramada elde edilen “Elba M4-C524- B- R2-0940” seri numaralı CD içinde bulunduğu, içeriğinde Necati Altıntaş’ın 2006 yılında Ankara C. Başsavcısı’na hitaben düzenlediği raporun bulunduğu ve imhasını istediği resmi yazısının olduğu belirtilmektedir.
Savcılık ifademde, aleyhimde CD tertibi düzenleyen kişinin Ramazan Akyürek isimli Fethullah sicilli Emniyet Müdürü olduğunu tanıklar göstererek açıkladım. Tertip amaçlı olarak soruşturma evrakları arasına konan bu CD’nin içine 57 Fethullahçı polis hakkındaki liste de eklenmiştir. Bu yöntemle tertibi güçlendirmeyi amaçladıkları anlaşılmaktadır. Aslında bu bile CD tertibini düzenleyenlerin polis içindeki Fethullahçı yapılanmanın elemanları olduğu gerçeğini göstermektedir.
Emniyet içine yuvalanmış olan Fethullahçı yapı hakkında bir diğer listeyi de 1999 yılında İşçi Partisi avukatı sıfatımla Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’ne resmi yazı ekinde sunmuştum. Bu liste 30 Mayıs 1999 tarihli Aydınlık dergisinde yayımlanınca 82 Fethullahçı polis hakkında soruşturma yapılmıştır. Bu soruşturma neticesinde yasadışı Fethullahçı odak çok ciddi darbe yemiştir. Konuyu, 2002 yılında basılan kitabında kendisi de eski bir Polis Akademisi öğrencisi olan Zübeyir Kındıra “Fethullahın Copları” kitabında ayrıntısı ile anlatmaktadır (Ek: 25).
FETHULLAHÇI POLİSLERLE ARAMIZDA
HUSUMET VARDIR
29 Ocak 2008 tarihli suç duyurusu dilekçesinin ekinde Ankara C. Başsavcılığı’na verdiğim “Emniyetteki F Tipi Örgütlenmenin Etkin Elemanları” başlıklı 57 kişilik listenin başında 1. sıradaki kişi Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi’nin Başkanı Ramazan Akyürek'tir. Bu şahıs Ergenekon soruşturmasında soruşturma evraklarını yasaları hiçe sayarak basına servis eden odağın da başındadır.
Soruşturma evraklarını bu kişiden alarak kitaplaştıran bazı kişiler, kitaplarında İstihbarat Dairesinden brifing aldıklarını, bilgi aldıklarını övünerek yazmışlardır.
Ramazan Akyürek’in şikâyeti üzerine açılan 2008/43742 sayılı hazırlık dosyasında, şüpheli sıfatıyla Ankara C. Başsavcılığı’na ifade verdim (Ek: 26).
Aynı listede ismi bulunan dört polisin şikâyeti üzerine de Ankara C. Başsavcılığı’nın 22.04.2008 gün ve 2008/59462 Sorgu sayılı talimat evrakı uyarınca Tekirdağ C. Başsavcılığı’nda ifadem alındı. Kamu davası açıldı. İddianame eklidir (Ek: 27).
Görüldüğü gibi yürüttüğüm mücadele nedeniyle Fethullahçı polislerle aramızda ciddi bir husumet mevcuttur.
Fethullahçı Grubun Emniyet İçindeki Örgütlenmesi
1970’li Yıllara Uzanıyor.
1979 yılından itibaren Fethullahçı grubun “ışık evleri” vasıtasıyla yürüttüğü örgütlenmeyi yazar Zübeyir Kındıra, kendisi de bir emniyet mensubu olması dolayısıyla kendi tanıklığına dayanarak kitaplaştırdı (Ek: 28).
1999 yılına gelindiğinde ise bu örgütlenme Polis Akademisi, Polis Koleji, Polis Okulları, Emniyet Genel Müdürlüğü Personel Daire Başkanlığı, İstihbarat Daire Başkanlığı ve taşra birimlerini ele geçirmiş durumdadır.
Gelişmelerin vahim boyutlara varmış olması nedeniyle Emniyet içinde Fethullahçı gruba karşı soruşturmalar açılmakta, raporlar düzenlenerek bu grubun etkisi kırılmaya çalışılmaktadır.
Ankara eski Emniyet Müdürü Cevdet Saral’ın imzasını taşıyan bu belgeler, 19.02.1999 gün ve 973-99, 20.03.1999 gün ve 1820-99, 19.02.1999 gün ve 2691-99 sayılı yazılar ve eklerindeki soruşturma raporlarıdır.
Başka bir soruşturma, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürü olduğu dönemde Emniyet Müdürü Adil Serdar Saçan’ın görevlendirildiği soruşturmadır.
Devletin çeşitli birimleri tarafından hazırlanmış olan ve basın mensupları tarafından Partimize ulaştırılan iki rapor, bu grubun bugün emniyet teşkilatını ele geçirdiğinin kanıtı niteliğindedir.
Bu raporlardan biri İşçi Partisi adına Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’ne resmi yazı ekinde verilmiştir. Bu rapor 10.01.1999 tarihli haftalık Aydınlık dergisinde yayınlanmıştır. İkinci rapor ise tarafımdan 29.01.2008 tarihinde bir suç duyurusu dilekçesinin ekinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na verilmiştir. Her iki rapor hakkında da idari soruşturmalar açılmıştır.
Konu ile ilgili olarak Fethullah Gülen hakkında Genelkurmay Başkanlığı’ının, MİT’in ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün daha kapsamlı raporlarını Ankara 2 nolu DGM’de açılan dava dosyasında görmek mümkündür. Polis teşkilatı içinde örgütlenmiş olan Fethullahçı grup, hedef seçtiği herkese karşı, hile tertip yıpratma, sahte belge üreterek suçlama yöntemleri uyguluyor.
Ankara Emniyet Müdürü olarak görev yaparken yaptığı soruşturma sonucunda Sayın Cevdet Saral şöyle demektedir:
“Tarikat mensupları da başimam Fethulah Gülen’den aldıkları fetvalar doğrultusundaki davranışları ile kendi düşüncelerinin zıddı olanlara karşı ‘hile mubahtır’ yöntemi ile tedbirler geliştirmektedir” (Cevdet Saral 20.03.1999 gün ve 1820-9 sayılı Fethullah Gülen ve Işık Tarikatı konulu yazı).
Emniyet içindeki Fethullahçı polisler hakim hale gelmişlerdir. Hile, tertip, belge üreterek suçlama yöntemlerini artık son derece etkili ve sık kullanılan bir silah haline getirerek sonuçlar almaya başlamışlardır.
Bu olaylar, tek tek bakıldığı zaman çok önemli görülmeyebiliyor. Oysa çeşitli operasyonlara ilişkin bu hile, tertip, elektronik belge üretip insanları suçlama yöntemleri birleştirilip incelendiği zaman son derece vahim bir tablo ile karşılaşıldığı görülebilmektedir/görülecektir.
Nitekim bu ekip, 1999 yılında Ankara Emniyet Müdürü olan Cevdet Saral ve yardımcısı Osman Ak hakkında “Telekulak Skandalı” diye bilinen olaya neden olan bir tertip bandı hazırlayıp görevden alınmalarını sağlamıştır.
Bu konuya açıklık getiren bir belge, İddianamenin ekinde şüpheli Ergun Poyraz’a ilişkin klasörde bulunmaktadır.
Cevdet Saral-Osman Ak vekilleri Av. Neşet Ömer Yıldırım’ın 20.04.2000 tarihli dilekçesinde:
“Konuya ilişkin maddi delil olarak ortaya konan ve Naci Ünver’e ait olduğu söylenen tarihsiz ve numara bilgilerinde yoksun telefon dinleme kasetinin müvekkillerimizle, dolayısıyla da Ankara Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi ile bir ilgisi yoktur.
“Çünkü anılan kasetin 11.06.1999 tarihinde İstihbarat Şube Müdürlüğü’nün 9. katında bulunan depoda ele geçirildiği beyan edilmektedir. Oysa müvekkillerimiz, 16 Nisan 1999 tarihinde istihbarat hizmetlerinden ilişkileri kesilmiş ve 6 Mayıs 1999 tarihinde başka birimlere atanmışlardır.
“…
“Hedef aramada hazır bulunan ve aynı zamanda resen atanan bilirkişinin M. Fevzi Yıldız olması hususunu dikkatinize sunuyoruz. (Fethullah Gülen ve yandaşları ile ilgili olarak müvekkillerimizce yürütülen çalışmalarda anılan şahsın ismi geçmektedir.) Emniyet birimleri içerisine de sızma ihtimali bulunan takkiyeci zihniyetlerce geliştirilen bir komplo temelinde bu kasetin bir başka kaynakta hazırlanmak suretiyle söz konusu yere konmuş olabileceği ihtimalinin varlığının detaylı ve dikkatli bir şekilde araştırılması gereklidir”.
Bu dilekçe, tertipçiler hakkında soruşturma açılması talebiyle 20.04.2000 günü Emniyet Genel Müdürlüğü’ne verilmiştir.
Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral ve istihbarattan sorumlu yardımcısı Osman Ak, 1999 yılında Fethullahçı grubun ve “Işık Tarikatı”nın emniyet içindeki faaliyetini ve yasadışı örgütlenmesini araştırıp raporlar halinde yetkililere sunmanın bedelini, görüldüğü gibi bir komplo ile ödemişlerdir. Fethullahçı grup, amiri durumundaki İl Emniyet Müdürü’nü yerinden edebilecek kadar örgütlü ve becerikli olduğunu kanıtlamıştır.
Atabeyler Operasyonu’nda TSK Özel Kuvvetler’de
Görevli Subaya da Kroki Tertibi Yapıldı.
“31 Mayıs 2006 tarihinde Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi ekipleri Ankara-Eraman’da bir eve düzenledikleri baskında Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda görevli iki yüzbaşı, iki astsubay ve emekli bir binbaşı dahil olmak üzere 9 kişiyi gözaltına aldılar” (Ankara’da Gölge Oyunları, s.125).
“Atabeyler Çetesi’ni deşifre etme amacıyla operasyonlar devam ederken; Genelkurmay’dan aradığını iddia eden bir kişi…Gazetecilere ‘Eryaman’daki operasyondan haberiniz var mı? Bu konu ile ilgili isminize ayrılmış bir dosya var. Genelkurmay’ın önüne gelirseniz size ulaştırırız’ mesajını verdi” (Aynı eser, s. 130).
“…Sarı zarfın içinde elle çizilmiş krokiler, doküman ve fotoğraflar…Başbakan Erdoğan’a, danışmanı Cüneyd Zapsu’ya, İçişleri Bakanı’nın oğluna ve bir sanatçıya suikast yapılacağı iddiaları ve krokiler bulun(uyordu)” (Aynı eser, s.131).
“Atabeyler çetesi soruşturmasında 3 Haziran 2006 tarihinde Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ne çıkarılan 7 sanıktan dördü TCK’nun 314. maddesinde tanımlanan ‘ülke bütünlüğünü bozmaya yönelik örgüt kurma’ ve ‘patlayıcı madde bulundurma’ suçlarından tutuklandı” (Aynı eser, s.131).
“İddianamede sanıkların, ‘ülkenin yönetim biçimi itibariyle felakete götürüldüğü hissine kapıldığı, gidişi durdurmak için bir şeyler yapmaya karar vererek bir araya geldikleri’ belirtildi… Bu nedenle de darbe planladıkları öne sürülen sanıklar için TCK’nun 316. maddesinden ceza istendi.” (Aynı eser, s.132).
“15 Eylül 2006 tarihinde yapılan ilk celsede sanıklar tahliye edildi” (Aynı eser, s.131).
Bu satırların yazarı, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanı iken Genelkurmay’ı dinlediği iddiası ile yargılanan Bülent Orakoğlu’dur.
Genelkurmay Başkanlığı önünde gazetecilere, daha operasyon devam ederken Başbakan’ın, Cüneyd Zapsu’nun hakkında suikast krokisi dağıtan kişinin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi’ne bağlı bir polis olduğunu gizliyor. Oysa bu konuda basında çok sayıda haber yer aldı ve polisin Fethullah grubundan olduğu yazıldı.
Aynı şekilde operasyonu yapan Ankara Emniyet Müdürlüğü TEM Şube de Fethullahçıların kontrolündedir. Orakoğlu, doğal olarak buna da değinmemektedir. Olayın tertip olduğu kısa sürede açığa çıktı ve tüm sanıklar tahliye edildiler.
Başbakan’a, danışmanına, İçişleri Bakanı’nın oğluna, bir sanatçıya suikast krokilerinin palavra olduğu da bir celsede ortaya çıktı. Böylece Özel Komutanlığı’nın yıpratılması amacı bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmış oldu.
F tipi basında yürütülen TSK aleyhtarı bu psikolojik harbin, davamızla benzerliğine dikkatinizi çekiyorum.
Sauna (Küre) Operasyonunda, TSK Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda Görevli Binbaşı’ya da CD Tertibi Yapılmıştı.
Bu konuda 18 Şubat 2006 günü Ankara Emniyet Müdürlüğü ekipleri tarafından operasyon yapıldı. Eski Emniyet Genel Müdür Yardımcılarından Ertuğrul Çakır, Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda görevli Arama Kurtarma Timi Komutanı Yüzbaşı Nuri Bozkır, eski Başkomiser Tamer Köksal ile birlikte 11 kişi tutuklandı. Yüzbaşı Nuri Çakır hakkındaki kararı Askeri Yargıtay bozdu.
Operasyonda “…İnfaz listelerinden bakan ve milletvekillerinin fişlendiği dosyalara, psikolojik çalışmalardan gerilla faaliyetlerine, sabotajdan taarruza kadar bir dizi eylem planının yer aldığı 68 adet CD’ye el konuldu” (Bülent Orakoğlu, Ankara’da Gölge Oyunları, s. 81).
“Gizli bilgileri içeren bu CD’ler nedeniyle Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nca duruşmalarda gizlilik kararı alındı… Darbe senaryosunda hedef, hükümet olarak gözükmekte. Yine iddialara göre bombalı suikast planlanan kişiler arsında önemli siyasetçiler, bazı emniyet görevlileri bulunuyor. Bu eylem ve infaz listesinin bulunduğu CD de Yüzbaşı Bozkır’ın elinde” (Aynı eser, s. 82-83).
Görüldüğü gibi. “Ergenekon operasyonu”nda da kendisine servis edilen bilgilerle kitap yazan, TSK aleyhine istihbarat yapmaktan yargılanan eski Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Bülent Orakoğlu, Özel Kuvvetler’in yıpratılmasında da özel bir görev ifa etmektedir. Operasyonun amacı böylece bir kez daha ortaya çıkmış ve Fethullahçıların CD tertibinin bir örneği daha yaşanmıştır. Şimdi bu operasyondan da tek bir tutuklu bulunmuyor (Saygı Öztürk, Belgelerle Ergenekon, s. 89).
Fethullah Gülen Hakkında Ankara DGM’de Açılan Davada Görev Yapan İki Savcıya da Fethullahçı Polisler Tarafından Tertip Yapıldı.
“Ankara Adliyesi nelere tanık olmadı ki.. Fethullah Gülen ile ilgili soruşturmayı yürüten dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Savcısı Nuh Mete Yüksel bir kadınla birlikte uygunsuz vaziyette görüntülenmişti. Görüntüler başta Adalet Bakanlığı olmak üzere değişik makamlara ulaştırıldı. Amaç Nuh Mete Yüksel’i DGM’den uzaklaştırmaktı. Ve beklenen oldu. Nuh Mete Yüksel, DGM Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan alınıp Ankara Adliyesi’ne Cumhuriyet Savcısı olarak geldi” (Saygı Öztürk, Belgelerle Ergenekon, s.6).
“Fethullah Gülen ile ilgili dava, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam etti. Davanın değişik aşamalarından sonra Mahkeme, Gülen hakkında beraat kararı verdi. İşte bu karar, Cumhuriyet Savcısı Salim Demirci tarafından temyiz edildi. Savcı Demirci, beraat kararına karşı çıkmış, konuyu Yargıtay’a taşımıştı.
“İlginçtir…Gülen hakkında beraat kararı verilmesinden sonra bunu temyiz eden Cumhuriyet Savcısı Salim Demirci’nin de ona ait olduğu iddia edilen Başbakan ve valiye küfürler içeren konuşmalarını Youtube’da yayınladılar” (Aynı eser, s. 71).
“…Bu konuşmaların, Demirci’nin yanlarında rahat konuştuğu kişiler, büyük ihtimalle Emniyet mensupları tarafından kaydedildiği iddialar arsında yer aldı. Yargıtay’ın Fethullah Gülen ile ilgili beraat kararının verildiği gün, beraat kararına karşı olan savcıya ait olduğu öne sürülen küfürlü sözlerin aynı gün servise konulması ayrı bir ilginçlik” (Aynı eser, s.71).
Bu alıntıları uzun uzun aktarmamızın sebebi konunun anlaşılabilmesi içindir.
Fethullah Gülen’in örgütsel faaliyetlerine karşı duran herkes, Fethullahçı Emniyetçilerin hedefidir. Fethullah Gülen davasını açan, temyiz eden savcılar AKP Hükümeti döneminde mesleklerinin en olgun yaşlarında hedef olmuş ve etkisizleştirilmişleridir.
Şimdi Fethullahçı Emniyetçilerin hedefinde Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu vardır. Kendisinin AKP kapatma davasındaki iddianameyi hazırlayan savcılar arasında olması, görevini yapması, hedefe konulmasının, komplolara uğratılmasının nedenidir. Askerlik hayatı ile ilgili raporların servise konularak Fethullah’ın Zaman azetesinde, Samanyolu TV’sinde ve AKP medyasında son bir ayda neredeyse her gün yayınlanması bu nedenledir. Fethullahçı Emniyetçilerden oluşan operasyon ekibi bu davanın soruşturmasında da başrolü oynamıştır.
Adalet Bakanı M. Ali Şahin, Ankara’dan tecrübeli bir ekibin getirilerek soruşturma için görevlendirildiğini açıklamıştır. Tertiplerin hazırlanmasında, bilgi kirliliğinin yaratılmasında, bu ekibin rolü kilit önemdedir.
Tertipçiler, Yargıtay Krokisi ile Danıştay Suikastı Arasında İrtibat ve Paralellik Kurmak İstemişlerdir.
CD hazırlayıp içindeki dosyanın üstüne “Yargı-Nusret Senem’den” yazarak, İşçi Partisi Genel Merkezi’nde bulunmuş gibi gösterenler, Danıştay’a saldırı olayı ile paralellik kurmak istemişlerdir.
İddianamede yer alan, bu irtibatlandırma çabasına yönelik açıklamalar, herhangi bir kanıta dayalı olmayan çıkarsamalardan ibarettir.
Zaten böyle olduğu, iddianamede yer alan sevk maddelerinden de anlaşılmaktadır. Bu iddia bir kanıta dayanmış olsaydı, hakkımda “suikast teşebbüsü” vb eylemlere ilişkin ceza maddelerinden de uygulanması istenirdi. Oysa anılan CD nedeniyle kişisel verileri kaydetmek ve devlete ait gizli bilgileri elde etmek suçlarından ceza tayini talep edilmiştir.
İşçi Partisi’nde 21 Mart 2008 Günü Yapılan Aramada, Arama Kararının Kapsamı Dışına Çıkılmıştır.
Arama kararında, şüphelilerin ve suç eşyalarının yakalanabilmesi, suç eşyası ve delillere el konulması amacıyla arama yapılmasına karar verildiği belirtilmiştir.
Arama sırasında İşçi Partisi’nde bulunan CD, disket ve kütükleriyle birlikte bilgisayarlara el konularak götürülmüştür. Oysa arama kararında CD, disket ve bilgisayarlara el konulması konusunda bir hüküm yoktur. Arama kararında hüküm olmadığı gibi, savcılığın arama talep yazısında da, CD’lere, bilgisayarlara el konulması, CD ve bilgisayarlarda arama yapılması talebi yoktur. CD ve bilgisayarlara kütükleri ile birlikte el konulabilmesi için CMK’nun 134/1. maddesinde belirtildiği üzere, arama kararında hüküm bulunması gerekmektedir. Bu sebeple İşçi Partisi Genel Merkezi’nde yapılan aramada CD, disket ve bilgisayarlara el konularak götürülmesi hukuka aykırıdır. Arama kararının kapsamı dışına çıkılmıştır.
Bir başkasının eline geçen bilgisayarlara, CD ve disketlere, sahibinin arzu etmediği bilgilerin yüklenmesi mümkündür. Bunu önlemek için CMK’nun 134/1. maddesi ile yeni bir düzenlemeye gidilmiştir.
CMK’nun 134/1. maddesine göre; “Cumhuriyet Savcısının istemi üzerine şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bu kayıtların çözülerek metin haline getirilmesine hâkim tarafından karar verilir”. Ortada böyle bir karar yoktur. CD, disket ve bilgisayarlar kütüklerine el konularak götürülmüş olması yasaya aykırıdır.
İşçi Partisi’nde Yapılan Aramalarda, İlgili Yasa ve Yönetmelik Hükümleri Hiçe Sayılmıştır.
CD, disket ve bilgisayar kütüklerine el konulmasına ve götürülmesine ilişkin bir arama kararı olması halinde dahi CD, disket ve bilgisayar kütüklerinin içeriğinin belirlenmesi ve tutanağa yazılması, birer örneğinin çıkarılması ve hazır bulunan zilyede verilmesi yasa gereğidir.
Arama tutanağında, bulunan CD ve disketlerin sadece markası yazılmıştır. Aynı marka altında piyasada milyonlarca CD satılmaktadır. Bunların üzerinde hazır bulunan bizlerin imzası yoktur. Suç delili olarak belirtilen CD’lerle aynı markadan çok sayıda CD’ye el konulmuştur. Seri numarası belirtilmeden sadece markaya dayanılarak, el konulan CD’ler içinde, suç delili kabul edilen CD’nin de olduğunu kabul etmek mümkün değildir. CMK hükümleri gereğince bu “yasaya aykırı delil”e dayanılamaz, bu yasak delile dayanılarak hüküm kurulamaz.
Gece arama yapılmasını haklı kılacak bir sebep yoktur.
Aramada hazır bulunması gerekenler binaya alınmamıştır. CMK’nun 120/1-2-3. maddesi gereğince aramada hazır bulunması gereken kişilerin ve vekillerinin aramaya katılması ve binaya girmesi engellenmiştir. İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcıları Servet Bora, Bülent Esinoğlu, Hasan Basri Özbey, Genel Sayman Hasan Aşken ve diğer yöneticiler binaya alınmamıştır. Yine, İşçi Partisi’nin avukatları Hüseyin Gökçearslan, Ayhan Sarıhan, Ali Cafer Baş aramayı duyarak bina önüne gelmişler, fakat içeri alınmamışlardır. İşçi Partisi binası, 7 katlıdır 57 bağımsız bölümden oluşmaktadır. Aramaya vardiyalı olarak ve ara vermeksizin 15 saat süreyle 100’ün üzerinde polis katılmıştır.
Binaya, arama tutanağında ismi bulunan Genel Sekreter Avukat Nusret Senem ve Genel Başkan Yardımcısı Avukat Mehmet Cengiz, Emniyet kuvvetlerinin binaya girmesinden 30-40 dakika sonra gelmişlerdir. Nitekim 21.03.2008 tarihli tutanağın 2. sayfasında arama devam ederken geldikleri yazılıdır. Yani, Genel Sekreter Nusret Senem ve Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Cengiz’in uzun uğraşlar sonucu katılması mümkün olmuş ise de onlar katılmadan önce aramaya başlanmış ve aramanın sağlıklı yapılmasına, neyin nereden alındığına nezaret etmelerine fiziken ve fiilen imkân tanınmamıştır. Aramada hukuka uygun davranıldığını gözlemlememiz mümkün olmamıştır.
Belgelerin ve malzemelerin götürülmesinde, dökümün yapılmasında, CMK’nun 122/2. maddesi hükmüne uyulmamıştır. Aramada bulunan malzemelerin nerede, kim tarafından, hangi yetkilinin gözetiminde alındığı belli değildir. Zira binada aynı anda bütün birimlerde onlarca Emniyet görevlisi arama yapmıştır.
Aramaya hiçbir Parti yetkilisi çağrılmadan başlanılmıştır.
Binaya ısrarlı çabalar sonucunda zorlayarak giren ben ve Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Cengiz, belgelerin, CD ve disketlerin nereden alındığını görmediğimizden hiçbirinin üzerine imza atmadık. Delil torbalarının kapatılmasına nezaret edemedik ve delil torbalarının üzerinde imzamız yoktur. Delil torbaları kapatılmadan alınıp Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Delil torbaları açılırken çağırılmadık. Bu hususlar arama tutanağından anlaşılmaktadır.
Bu sebeple binada bulunduğu iddia edilen CD, disket ve belgelerin İşçi Partisi ile irtibatlandırılması mümkün değildir. Suç delili olarak ileri sürülen hiçbir belgeyi, CD’yi, disketi ve bilgisayar çözümünü kabul etmiyorum.
Konutumda ve Avukatlık Büromda Yapılan aramalar, CMK’nun 130. ve Avukatlık Kanunu’nun 58. Maddelerine Açıkça Aykırıdır.
Avukat olmam, 25 Mart 2008 günü büromdaki aramanın C. Savcısının denetiminde ve iki Baro yöneticisi avukat ve şahsımı temsil eden vekilimin bulunması, hukuka aykırı şekilde gerçekleşmesini engelleyememiştir.
Evimdeki arama ise saat 18.00 civarında Savcı ve Baro yöneticileri olmadan, eve zorla girilerek, avukatımın itirazlarına aldırmadan bitirilmiş ve gece saat 24.00 civarında tutanak bitmek üzere iken, C. Savcısı ve Baro yöneticileri çağrılabilmiştir. Onlar da, bitmiş arama hakkında sadece bu durumu tespit eden itirazlarını tutanağa yazarak imza etmekle yetinmişlerdir.
Bilgisayarlara, CD’lere, disketlere talebe rağmen, Parti Genel Merkezi’nde olduğu gibi yedekleme yapmayı reddederek el koyup götürmüşlerdir.
Avukatlık büromda aynı saatte yapılan aramada ise CMK’nun 130/2. maddesine aykırı olarak, dava dosyalarımdaki belgelere el konulmuş vekilim ve Baro temsilcisi avukatların itirazları dikkate alınmamıştır.
Dava dosyalarından alınan “Susurluk Raporu” ve Şenkal Atasagun imzalı “MİT Raporu” İddianameye hukuk tanımazlığın bir örneği olarak delil diye konulabilmiştir (İddianame, s. 1987-1988)
Duruşma günlerini ve mesleki notlarımı kaydettiğim geçmiş yıllara ait ajandalarıma itirazlara aldırmadan el konulmuş ve bilgisayarlarım da el konularak götürülmüştür.
Şahsıma duyulan husumetin bir sonucu olarak Fethullahçı polislerden kaynaklanan asılsız ihbarlar ile konutum, İddianame mahkemeye verildikten sonra, ikinci kez aranmıştır
25 Mart 2008 günü konutumda arama yapıldığı dosyadaki arama tutanağından anlaşılmaktadır. Aramada el konulan bütün dokümanlar daha sonra suçla ilgili görülmeyerek iade edilmiştir.
Fakat soruşturma savcılığı İddianamesini mahkemenize sunduktan sonra, “evime koliler geldiği” ihbarını gerekçe gösterip ikinci kez arama yapılması için karar aldırmış ve 18 Temmuz günü hukuk dışı bir arama daha yapılmasını sağlamıştır (Ek: 29-30, Ev arama tutanakları).
İhbarı yapan şahısların Fethullahçı polisler olduğunda şüphe yoktur. Zira 20 Temmuz 2008 günü Milliyet gazetesinde; “Oğlunun evinde Ergenekon soruşturmasıyla bağlantılı olduğu iddia edilen belgeler ve dokümanlara el konuldu” şeklinde polis kaynaklı haber yayınlanmıştır (Ek: 31, Milliyet, 20.07.2008).
Bu hukuk dışı aramaları yapan sorumlular hakkında Ankara C. Başsavcılığı’na başvurarak, şikâyette bulundum. 02.06.2008 tarih ve Hz. 2008/97349 ve 03.04.2008 gün ve 2008/68574 sayılı soruşturmalar sürmektedir (Ek: 32-33-34).
İddia makamı, yürüttüğüm mesleki faaliyetimi; büromdan, dava dosyaları içinden hukuka aykırı olarak alınan belgeleri inceleme yetkisine dahi sahip değildir. CMK’nun 130/2. maddesi uyarınca, soruşturma evresinde dava dosyalarımı Sulh Ceza Mahkemesi dışında kimse inceleyemez. Oysa bırakalım bu hukuki yönteme uyulmasını; büromdan, dava dosyalarından alınan belgeler alınmış ve hatta bunlar İddianamenin ekine konulmuştur. CMK’nun 130/2. maddesine açıkça aykırı olarak İddianamede, ilgili dava dosyalarından alındığı açık olan “Susurluk Raporu” ve “MİT Raporu”, hakkımdaki örgüt üyeliği ve devletin gizli belgelerini elde etmek suçunun delili olarak gösterilmiştir. Müvekkilim Selco Ltd. Şirketi ile MSB arasında olan davalarımın belgeleri İddianame ekine konulmuştur. Hatta, bununla da yetinilmemiş, basına servis edilerek yayınlanması sağlanmıştır (Ek: 35).
“Hukuk departmanı” Mensubu Olduğum İddiası
Mesnetsiz Bir İddiadır.
“Hukuk Departmanı” başlığı altında İddianamede şöyle denilmektedir:
“Şüpheli Kemal Kerinçsiz, Nusret Senem ve Fuat Turgut’un avukat oldukları ve örgütün tüm faaliyetlerini hukuk kuralları çerçevesinde yapması için gerekli yasal zemini oluşturmaya çalıştıkları, örgütün amacı doğrultusunda gerçekleştirilen, tüm eylem ve faaliyetlere ilişkin davaları meccanen takip ettikleri anlaşılmıştır” (İddianame, s. 116).
Bu iddia, hiçbir delil gösterilmeden, mesleğimin avukat olmasından yola çıkılarak oluşturulmuş bir faraziyeden ibarettir.
Doğru olup olmadığı kanıtlanmamış “Lobi” isimli düzmece belgede belirtilen amaçlara avukatlık mesleğinin uygun düşmesi nedeniyle “Hukuk Departmanı” uydurulmuş ve İddianameye yazılmıştır.
Av. Kemal Kerinçsiz ve Av. Fuat Turgut’u şahsen tanımam, hiçbir zaman karşılaşmadım. İsimlerini basından duydum.
Örgütün hangi faaliyetine yasal zemin oluşturmak için çalışmışım? Örgütün hangi davalarını, nerede ne zaman meccanen takip etmişim? Bu soruların İddianamede ne cevabı, ne de bu soruları sormaya neden olabilecek bir belge vardır.
İddianamenin şahsımla ilgili 1983-1999. sayfaları arasında ise böyle bir iddia hiç yer almamaktadır. “Akıl yürüterek iddiada bulunmak” hukuk dışı bir yöntem olması itibariyle herhalde yaptıklarının hukuk dışı olduğunun farkına vararak gerek görmemişlerdir.
Partide Bulunduğu İleri Sürülen CD İçindeki Belgelerin
Benimle Hiçbir İlgisi Yoktur.
İddianamenin 1985- 1986. sayfalarında sayılan ve Genel Merkezimizdeki 21.03.2008 günü yapılan aramada bulunduğu iddia edilen, fakat partinin hangi biriminden elde edildiği belirtilmeyen bu belgeler şunlardır.
“İP Karargah evleri”
“Kemalist Model – Ulusal Gençlik Hareketi-Dinamik”
“Eylemci hat”, ”Öncü Gençlik 5. Genel Kongresinde Türkiye’nin enel gündemine ilişkin militan eylemler yapması”
“Osmanlıdan günümüze Masonik Bilderberk Çetesi ve örgütlü faaliyetler”
“Son bilgi sağlam”
“Teoman’dan gelen”
“Ergün Poyraz’ın aldığı para”
“Fırat Üniversitesi’nde rrticai kadrolaşma”
“Devletin Yeniden Yapılandırılması- Dinamik Antitez”
“Dinamik, Ulusal Güçbirliği, Birleşik Komüm”
“İP-Türk ve Kürdü Birlikte Örgütleme Tasarımı”
“Lobi oluşumu”
“Ulusal Medya 2001”
“Ergenekon” ile
Bir CD içerisinde; “Hikmet Çiçek’e Ulaşanlar” isimli klasör ve bu klasörde bulunduğu iddia edilen Ege Ordu Komutanlığına ait olduğu söylenen belgeler ve Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın Balıkesir ve İzmir gezi programları.
Bu belgelerin İddianamede yeralış şeklinden benimle ilgili bir birimde bulunduğu izlenimi verilmiştir. Fakat şahsımla ilgili hukuki değerlendirme bölümünde bu belgelerle ilgili bir suç isnadı bulunmamaktadır.
İddianame eklerinin 294. klasöründeki “Doküman İnceleme Tutanakları” incelendiği zaman, bu belgelerin tamamının üç adet CD içinde bulunan belgeler olduğu ve Genel Merkezimizin 4. katında sekreter odasının girişe göre sağ tarafında bulunan masa üzerinde bulunduğu ileri sürüldüğü görülmektedir.
Partimizde bu ve benzeri CD’ler bulunmamıştır. 21 Mart 2008 tarihli arama tutanağında bu CD’lerin bulunduğunu gösteren hiç bir ifade yer almamaktadır.
Ben Partinin Genel Sekreteriyim, Partimize günde yüzlerce belge, CD, mektup, kargo, faks, bilgisayar çıktısı gelmektedir. Bunlar görevliler tarafından, Özel Kalem Müdürü ve Genel Sekreter Yardımcıları tarafından ayrıştırılıp ilgili olanlar bana sunulmaktadır.
Bu belgelerin hiç biri benim makam odamda bulunmamıştır. Avukatlık büromda ve evimde bulunmamıştır.
Bulunmuş olsaydı bile bunların suç oluşturduğunu asla kabul etmiyorum. Bir siyasi partiye konusu suç olan belgeler de gelebilir. Biz bunu gördüğümüz zaman ilgili adli ve idari makamlara iletmekle görevliyiz ve bunu her zaman yapmaktayız. Nitekim Fethullahçı polislerin Emniyet içinde gizli örgüt kurduklarına ilişkin gelen bilgi ve belgeyi zaman geçirmeden Ankara C. Başsavcılığına ilettiğimi yukarıda anlattım.
“Karargah evleri” belgesi, iddiaya göre bir bilgisayar çıktısıdır. Belgenin MİT’e ait olduğu ve Genelkurmay Başkanlığı’na “ikaz istihbaratı” olarak sunulduğu anlaşılmaktadır. İddianamenin 49 ve 50. sayfalarında açıklanan MİT Müsteşarlığı yazısına göre bu bilgi işlenmemiş ham bilgidir. Nitekim Genelkurmay Başkanlığı ve Hava Kuvvetleri Komutanlıkları bu belgelerin “Ergenekon soruşturması”yla ilgili olmadığını ve bazı subaylarla ilgili başka bir soruşturma konusunda olduğunu ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından Askeri Savcılığa soruşturma emri verildiğini dava dosyamıza bildirmiştir.
Partimizin “Karargah Evleri” gibi bir örgütlenmesi yoktur. Bu kesinlikle Partimize karşı Fethullahçıların bir uydurması ve iftirasıdır. Fethullahçılar, polis içindeki örgütlenmeyi “Işık Evleri” vasıtasıyla yapmaktadırlar. Bu konuda yoğun iddialar, açılmış soruşturmalar ve iddialar mevcuttur. Bu nedenle “Bakın, İşçi Partisi de Ordu içinde örgütleniyor, bu örgütlenmenin adı da ‘Karargah Evleridir“ denilmek istenmiştir.
Fethullahçılar, TSK içine adam sızdırmak için yoğun bir çaba içindedirler. YAŞ toplantılarında, irticai faaliyetler nedeniyle çok sayıda militan subay ve astsubayın ihraç etmesi karşısında TSK’na ağır saldırılarda bulunmaktadırlar. TSK’ya alınacak öğrencilerin Fethullah’ın okullarından mezun olanlar arasından seçilmemesine yoğun eleştirilerde bulunmaktadırlar.
Bu şeriatçı ve Cumhuriyet düşmanı grup, Ordu içinde sinsi şekilde örgütlenmek için uzun yıllardır mücadele yürütmektedir. Kendi suçlarını gizleme çabası ile İşçi Partisi’ne iftira atmışlardır. Bu iftira ile TSK’nın kendilerine karşı aldığı tedbirleri zayıflatmayı, meşruluğuna gölge düşürmeyi hedeflemektedirler.
İşçi Partisi’nin TSK içinde bu isimle veya başka bir isimle örgütlenmeyi kesinlikle yanlış bulmakta ve böyle bir çalışmayı kesinlikle yürütmemektedir. Kim yaparsa yapsın buna karşıyız. TSK’nın birlik ve bütünlüğü ve komuta birliğini her şeyin üzerinde görüyoruz.
Telefon Görüşmeleri, Parti Faaliyetleri ve Mesleki Çalışmalarımla İlgilidir.
“Terör Örgütü Üyeliği” İddiasını Kanıtlayacak Tek Kelime Yoktur.
Hakkımdaki örgüt üyeliği iddiasının delili olarak İddianamede 8 adet telefon görüşmesine yer verilmiştir (İddianame, s. 1989–1991).
Bunlar; İşçi Partisi Genel Başkanı Sayın Doğu Perinçek’le üç, İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Sayın Ferit İlsever’le yapılan şu beş telefon görüşmesinden oluşmaktadır:
1) 04 Şubat 2008 Ferit İlsever - Nusret Senem
2) 06 Şubat 2008 Doğu Perinçek - Nusret Senem
3) 08 Şubat 2008 Ferit İlsever - Nusret Senem
4) 09 Şubat 2008 Ferit İlsever - Nusret Senem
5) 13 Şubat 2008 Doğu Perinçek - Nusret Senem
6) 26 Şubat 2008 Doğu Perinçek - Nusret Senem
7) 03 Mart 2008 Ferit İlsever - Nusret Senem
8) 10 Mart 2008 Ferit İlsever - Nusret Senem
Bu görüşmelerin tamamı doğrudur.
İlk dört telefon görüşmesi, 9 Mart 2008 günü, Ankara-Sıhhiye Meydanında Partimizin ve çok sayıda kitle örgütünün birlikte düzenlediği, türbanı üniversitelerde serbest bırakma konusundaki Anayasa değişikliğine karşı yapılan miting hazırlığı hakkında yapılmıştır. Partimizin bu mitinge yönelik faaliyeti Genel Başkan ve Genel Başkan Yardımcılarımızla görüşülmüş ve değerlendirilmiştir.
Mitingin yasal zeminde kalması için Meclis’e yürünmesi konusunda sorumsuz grupların provokatif önerilerinin yanlışlığına değinilmiştir. İddia edildiği gibi kaos, darbe kışkırtıcılığı veya darbeye zemin yaratmak isteyen bir parti böyle hareket etmez.
Diğer dördü ise avukatlığını yürüttüğüm Ulusal Kanal’ın işleri ve bazı dava dosyaları hakkındaki telefon görüşmeleridir.
Siyasi parti faaliyetleri ve avukatlık mesleğine ilişkin çalışmalar yerel savcılıklarca incelenemez, takip edilemez, denetlenemez. Buna yetkili değildirler.
Anayasa 68 ve 69 maddesi ile 282 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 101,103,104 ve 106. maddeleri uyarınca, siyasi partilerin faaliyetlerini yalnızca Yargıtay C. Başsavcılığı izleyebilir, denetleyebilir. Mahalli C. Savcılarının görevi, siyasi partiler hakkında öğrendiği bilgi ve belgeleri Yargıtay C. Başsavcılığı’na bildirmekten ibarettir.
Oysa telefon görüşmelerinin parti faaliyetine ilişkin olduğu açıkça belli olduğu halde, örgüt üyeliği iddiasına delil olarak gösterildiği görülmektedir. Bu hukuka aykırı bir durumdur. Yetki gaspıdır. Görevi kötüye kullanmaktır.
Aynı şekilde, avukatlık görevim ile ilgili diğer dört görüşmenin de İddianameye konulması, Avukatlık Kanunu’nun ihlali niteliğindedir.
AKP Hükümetinin, türban konusunda MHP ile birlikte gerçekleştirdiği Anayasa değişikliği, Cumhuriyet’in temel niteliklerinden olan laiklik ilkesine aykırı bulunup Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edilmiştir.
Böylece, değişiklik girişiminin gayri meşru olduğu yargı kararı ile kesinleşmiştir.
9 Şubat 2008 tarihinde, yeni Anayasa değişikliğinin TBMM’de ikinci kez görüşmesinin yapıldığı gün, Sıhhiye Meydanında toplanan 150.000 kişi, Cumhuriyet’i savunmuştur ve Anayasa Mahkemesi kararıyla haklı çıkmıştır. Bu mitingin yapılmasında İşçi Partisi’nin katkısı tayin edici olmuştur.
Sayın iddia makamı, Cumhuriyet’in savcısıdır. Görevi Cumhuriyet’i savunmaktır. Fakat o mitinge ilişkin yürüttüğümüz faaliyeti suçlayarak, bu görevini yerine getirmediğini kanıtlamış olmaktadır.
Sayın Ferit İlsever’le yaptığım telefon görüşmelerinde, 9 Şubat 2008 tarihli mitinge katılan örgütleri yönlendirdiğim iddia edilmiştir. Buradan hareketle, “Ergenekon” belgeleri içindeki “Lobi” belgesinde de kitle örgütlerini yönlendirmekten söz edildiğine göre, ‘Nusret Senem Ergenekon örgütünün üyesidir’ gibi bir sonuç çıkarılmaya çalışılıyor.
Şahsımla ilgili “Hukuki Durumun Değerlendirilmesi” bölümündeki bu mantıkla, suçlanamayacak, örgüt üyesi olarak nitelenemeyecek hiç kimse yoktur.
Bütün Türkiye’yi “Ergenekon sanığı” yaparak varılmak istenen “korku imparatorluğu”dur, faşizmdir.
Bu mantığın hukukla bir ilgisi bulunmamaktadır
Aynı hukuk dışı mantığın bir başka örneği de “Hukuki Durumun Değerlendirilmesi” bölümünde yer verilen, Ferit İlsever’le 10.03.2008 tarihli telefon konuşmasında, “Ergenekon soruşturması”ndan kamuoyuna yansıyan hukuk dışı uygulamaya ilişkin bilgi ve belgeleri CHP ve DSP’li milletvekillerine ulaştırmayı konuşmamızın suç kanıtı olarak gösterilmesidir. Sayın iddia makamı bizim siyasi faaliyet yapmamızı suç saymakta ve hukuk dışına çıktığını İddianameye yazarak perçinlemektedir. Yetkisini aşmıştır.
İddianamenin 1996. sayfasında şöyle deniliyor:
“Şüphelilerin Ergenekon terör örgütü ile irtibatlı oldukları, soruşturma kapsamına kendilerinin de dahil edileceklerini tahmin edip bekledikleri ve bunun öncesinde Ergenekon terör örgütüne yönelik yapılan soruşturmanın akamete uğraması, sonuçsuz kalması ve kamuoyunda gereksiz ve mesnetsiz bir soruşturmaymış gibi algılanması için kara propaganda (dezenformasyon) çalışması yürüttükleri, bu konuları Aydınlık dergisinde ve Ulusal Kanal’da bu şekilde gündeme getirdikleri, örgütsel faaliyetlerine legal İşçi Partisi ve medya kuruluşlarını perde yaparak, bunların arkasına saklanarak her türlü illegal faaliyetlerini yürüttükleri, mensubu oldukları Ergenekon terör örgütünün deşifresini önlemek için her türlü yola tevessül ettikleri, telefon görüşmelerine de yansıdığı şekliyle ana muhalefet partisine Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Ergenekon terör örgütü soruşturması ile ilgili soru önergesi vermeleri için taslak hazırladıkları, ana muhalefet partisinden bazı milletvekilleri ile temas kurarak bu faaliyetlerini yürüttükleri anlaşılmıştır”.
Savcıların bir telefon konuşmasından çıkarak ileri sürdüğü bu iddialar ve yorumları, muhayyilesinin ne kadar güçlü olduğunu, hayal kurarak ne “önemli” tespitler yapılabildiğini ispat edebilir! Ancak, bu hayallerini İddianameye yazmaları hukuka aykırıdır. Yetkilerinde değildir.
Kaldı ki telefondaki konuşmamıza konu olan Ergenekon soruşturmasındaki hukuksuzluğa karşı çıkmak, bu hukuk dışı soruşturmayı TBMM’ye taşımak, dosya hazırlamak suç değildir. Siyasi parti olarak görevimizdir. Siyasi faaliyettir. Anayasal haktır.
İddianamede Yer Alan “Diğer Şüpheliler ve Tanık Beyanları”
Başlığının Altı Doldurulamamıştır.
İddia makamı, örgüt üyesi olduğum iddiasının kanıtları arasında hiçbir tanık beyanına yer verememişken iddianamenin ilgili bölümünün başlığında “tanık beyanı”ndan söz etmektedir (İddianame, s.1993). Bu, hakkımdaki iddianın ve iddianamenin ne kadar ciddiyetten uzak olduğunu göstermektedir.
Hakkımda örgüt üyeliği iddiası konusunda değinilen şüpheli beyanları olarak;
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in suç ve iddialarla ilgim olmadığına ilişkin emniyet ve savcılık beyanları,
İP Genel Başkan Yardımcısı Sayın Ferit İlsever’in emniyet ifadesinde yer alan ve benimle yaptığı yukarıda değindiğim 5 adet telefon görüşmesine dair açıklamaları,
İP Basın Bürosu Başkanı Sayın Hikmet Çiçek’in emniyet ifadesinde yer alan iddia ve suçlarla ilgim olmadığına ilişkin beyanı,
Ulusal Kanal İzmir temsilcisi Sayın Hayati Özcan’ın emniyet ifadesinde benimle uzun yıllardır görüşmediğine değinen beyanına yer verilmiştir (İddianame, s. 1993-1995).
Bu beyanların tamamı doğrudur. Hepsini kabul ediyorum. Bu beyanların, atılı suçla bir bağlantısı yoktur.
İrtibatım Olduğu İddia Edilen Diğer Şüpheliler İşçi Partisi Yöneticileri ve Üyeleridir.
İddianamenin 1992–1993. sayfalarında örgütsel irtibatta bulunduğum diğer şüpheliler şöyle sıralanmaktadır:
-İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek,
-İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ferit İlsever,
-İşçi Partisi Basın Bürosu Başkanı Hikmet Çiçek,
-İşçi Partisi Merkez Karar Kurulu üyesi M. Adnan Akfırat
-İşçi Partisi üyeleri Yusuf Beşirik, Aydın Girgin, Yusuf Tuncer, Aykut Tokak.
Görüldüğü gibi hepsi, Genel Sekreteri olduğum İşçi Partisi’nin diğer yönetici ve üyeleridir. Kendileriyle irtibatlı olmamdan daha doğal bir şey olamaz. Bunun için Fethullahçılardan izin mi alacağız?
Benim cep telefonumda ve sim kartımda bu arkadaşlarımın, onlarınkinde de benim telefon numaramın çıkmış olmasını “örgütsel irtibatın en önemli delili” olarak ileri sürmek akıl ve izanla bağdaşmaz.
İddia Makamının CD’ler Hakkında Yaptığı Yorumlar Gerçeğe Uymamakta ve Bana Karşı Taraf Olduğunu Ortaya Koymaktadır.
“Darbe yapmak için zemin oluşturulması, amacıyla kaos ve karışıklıklar çıkarılması” başlığı altında;
“Yapılan aramalarda, örgüt mensuplarından, Yargıtay Başkanlığı’na ve İzmir NATO tesislerine, Genelkurmay Başkanlığı önündeki üst geçide suikast yapılacağına dair fotoğraflar, krokiler ve notlar ele geçirilmiştir” denilmektedir (İddianame, s. 70).
Peki, neden bu iddiaya dayanılarak bir cezalandırma talebinde bulunulmamıştır?
İddia makamının bir başka yorumu ise şöyle:
“Örgütün kısa süre içerisinde gerçekleştirmeyi planladığı eylemlere bakıldığında amaçlarına ulaşmak için gözlerini ne kadar kararttıkları, acımasızca kanlı eylemlerine ne şekilde devam ettikleri, Danıştay saldırısı ile elde edemedikleri kaos ve anarşi ortamını Yargıtay saldırısı ile ulaşmayı amaçladıkları görülmüştür” (İddianame, s. 70).
Soruyorum; bu korkunç iddiaların, Yargıtay’a saldırının delilleri nerededir?
Delili yoksa neden bu yorumlar yapılmış, hakkımızda böylesine ağır bir linç kampanyası yürütülmüştür? Bunun Savcılık görevi ile bağdaşır bir yanı var mıdır?
Savcılar bizim siyasi muarızımız mıdırlar ki, böylesine mesnetsiz, delili olmayan iddiaları, yorumları yapabilmektedirler? Bu tutum görevini kötüye kullanmak değil midir?
Danıştay saldırganları Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinde cezalandırılmışlar, o zaman olayı İşçi Partisi’ne bulaştırma tertibi tutmamıştır. Şimdi Ergenekon tertibi ile tekrar aynı komploya başvurulmuştur. Ancak bu da boşa çıkacaktır. Danıştay saldırısından iki kez ağırlaştırılmış müebbet cezası alan bir sanığı, vaadlerde bulunup yönlendirerek sonuç alma gayreti boş bir gayrettir.
İddianamede şöyle deniliyor:
“Aynı parti merkezinde ele geçirilen diğer krokilerle birlikte düşünüldüğünde… akıllara örgütün dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Yaşar Büyükanıt’a da suikast hazırlığında olduğu gibi korkunç ve canice planlardan başka bir şey gelmemektedir” (İddianame, s. 71).
Savcı, “aklına gelen” ile değil “delil”le konuşur.
Savcılar akıllarına gelen her şeyi, delile ihtiyaç duymadan iddia edemezler.
Savcılar, sanıklar hakkında iddiada bulunabilir. Karalama yapamazlar. Onları yıpratma amacında olamazlar.
Bizim 40 yıllık bir mücadele geçmişimiz var. Tek bir İşçi Partili’nin terörden yargılandığı görülmemiştir.
II. DEVLETE AİT GİZLİ BİLGİ VE BELGELERİ ELDE ETMEK SUÇUNUN DELİLİ YOKTUR
İddianamede “devlete ait gizli bilgi ve belgeleri elde etmek” suçunun delili/delilleri olarak somut bir belgeden söz edilmemektedir.
İddianamenin çeşitli yerlerine serpiştirilen ve şahsımla ilgili bölümde değinilen bu suç isnadına delil olarak gösterilebilecek belgeler, 21.03.2008 günü Partimizin Genel Merkezi’nde yapılan aramada elde edildiği ileri sürülen üç adet CD ve 25.03.2008 günü avukatlık büromda yapılan aramada elde edildiği belirtilen, zamanın Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın hazırladığı “Susurluk Raporu” ile MİT müsteşarı Şensal Atasagun imzalı yazının ekindeki “MİT Raporu” olabilir. Bu belgelerin hiçbiri “devlete ait gizli bilgi ve belgeleri elde etme suçu”nun delili olmaz. Bu belgeler, kamuya mal olmuş, gizlilik niteliği kalkmış; pek çok gazetecinin, yazarın yazısına, kitabına konu olmuş metinlerdir.
İP Genel Merkezi’nde 21.03.2008 tarihinde yapılan aramada elde edildiği ileri sürülen CD’ler, yukarıda ayrıntılarıyla açıkladığım gibi İşçi Partisi’nde bulunmamıştır.
Kutlu Savaş Raporu ve MİT Raporu, Dava Dosyasından Alınan ve O Dosyaya Başbakanlık Tarafından Resmi Olarak Gönderilmiş Belgelerdir. C. Savcısı Bu Belgeleri İnceleyemez ve İddianameye Koyamaz.
İddianamede, “Aramada Elde Edilen Deliller” başlıklı bölümde (İddianame s.1996), avukatlık büromda yapılan aramada bulunan belgelere değinilerek bunlar sayılmaktadır.
Arama hukuka aykırı yapılmış olmakla birlikte, bu konudaki şikâyet ve benzeri haklarım saklı olmak kaydıyla bulunan belgelerin tamamı bana aittir ve doğrudur.
Avukatlık büromda yapılan aramada bulunduğu belirtilen ve suça kanıt olarak gösterilen belgeler; “101 sayfadan ibaret önsöz ile başlayıp Bakanlarla ilgili soruşturmaların sonucu için yasal düzenleme yapılması karara bağlanmalıdır” diye biten doküman olarak nitelenen (İddianame, s. 1987), Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş tarafından hazırlanan “Susurluk Raporu” ve “60 sayfa, üzerinde ‘Gizli-çok gizli- günlüdür’ kaşesi bulunan Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı Milli İstihbarat Müsteşarlığı başlıklı 06.11.1998 tarihli Şenkal Atasagun (Müsteşar) imzalı doküman” (İddianame, s. 1988) olarak nitelenen belgedir.
Her iki belge de avukatlık büromdaki bir dava dosyasından alınmıştır. Mahkemesi ve dosya numarası, Şenkal Atasagun imzalı belgenin üzerinde yazılıdır. Bu belgeler Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1998/103 E. sayılı dosyasına gönderilmiştir.
Mesleki faaliyetime ilişkin belgelerimin aramada alınması ve el konulması, buna arama sırasında itiraz edilmesine karşın, ayrı bir delil poşetine konarak Sulh Ceza Yargıcı tarafından incelenmeksizin iddianameye konulması suçtur. Bu suçla ilgili olarak Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na vekillerim tarafından başvurulmuştur. Bu belgeler delil olarak kullanılamaz. Savcılık ifademde bu hususu açıklamama karşın, ilgili belgelerin iddianameye konulmuş olması, hakkımdaki taraflı ve hasmane tutumunun örneğidir.
III. “KİŞİSEL VERİLERİ KAYDETMEK” İDDİASI
DOĞRU DEĞİLDİR
İddianamede; “Her ne kadar şüpheli Nusret Senem ifadesinde söz konusu CD’nin kendisine ait olmadığını beyan etmiş ise de; CD’nin bulunduğu yerde çalışıyor olması, ayrıca içindeki klasörde şüphelinin ad ve soyadının bulunması, ayrıca avukatlık yapması ve CD içinde yüksek yargıda görev yapan kişilere ait özel istihbari bilgilerin bulunması dikkate alındığında savunması samimi bulunmamıştır” (İddianame, s. 1998- 1999) deniliyor.
İçinde “Yargı-Nusret Senem’den” yazılı olan söz konusu CD İşçi Partisi’nde elde edilmiş değildir. Bu hususu yukarıda açıkladığım için tekrar etmeyeceğim. Bu CD ve içinde “Yargıtay ile ilgili notlarım” başlıklı dosya, polis içindeki Fethullahçıların istihbarat notlarıdır. Kendi suçlarını, bölücü faaliyetlerini bize mal etmek gibi alçakça bir tertip yapmışlardır.
Yöneticisi olduğum İşçi Partisi’nin mücadele geçmişi ve yaşamım, yöneltilen soyut iddia ve iftiralarla bağdaştırılamaz.
Fethullahçı Gladyo’nun kendi yasadışı eylemlerini ve işledikleri suçları bizlere atması nafile bir çabadır.
Mahkemenin bu tertibi boşa çıkaracağına inanıyorum.
Sonuç ve İstem : Açıklanan nedenlerle beraatıma karar verilmesini talep
ediyorum.
Saygılarımla.
Nusret Senem