Bugün 29 Ekim, 23 Nisan 1920’de kurulan Cumhuriyet’in ilan edildiği gün. Artık korunacak bir Cumhuriyetimizden çok kurtulacak bir Cumhuriyetimiz var. Türkiye, yeniden bir vatan savunması pratiğinin içindedir. Bu vatan savunması bizi yeniden Kemalist Devrim rotasına götürecektir. Teorik tıkanmaların yolunu açacak pratik budur.
TEORİ DERGİSİNİ OKUYUNUZ
Teori dergisinin üç gün sonra çıkacak Kasım 2006 sayısını mutlaka okuyunuz. Orada Doğu Perinçek ve Prof. Dr. Semih Koray’ın yazıları, Bilimsel Sosyalizmin bugün karşılaştığı sorunu, hangi pratikle aşacağı tartışılıyor.
Teoriyi hiçbir zaman teori ile kurtaramazsınız. Teori ölümle karşılaştığı zaman, pratikten kuvvet alarak hayat bulur. Bilimsel Sosyalizmin bütün çıkmazları doğru devrimci pratikle aşılmıştır. Ve o devrimci pratik, 20 yüzyılın başından beri Asya pratiğidir; emperyalizme karşı milli ve demokratik devrim pratiğidir.
KAYNAKTAKİ DEMOKRATİK DEVRİM
Bilimsel Sosyalizm, 19. yüzyılın ortasında, burjuva demokratik devrimlerin bilimsel birikimini kaynak alarak ortaya çıktı. Ekonomide İngiliz burjuva iktisatçılarına, Felsefede Alman burjuva felsefesine ve sosyalizm programında Fransız burjuva sosyalizmine dayandı. Sınıf mücadelesi teorisini keşfeden Marks değildir; burjuvazinin bilim adamlarıdır. Marks, bütün bu teorik temele, bu tarihsel sürecin proletarya diktatörlüğüne gittiği tezini ekledi. Marks’ın öğretisi, Avrupa merkezli idi. Çünkü gelişmiş kapitalizm ve işçi sınıfı Avrupa’daydı ve dünya devriminin merkezi o zaman Avrupa idi. Buna rağmen Marks, Avrupa’nın gericiliği zayıflatan millî devrimlerini destekledi; 1871’de Almanya’nın birliğinden yana tavır alınca, onun Bismark’ın uşağı olduğunu söyleyenler çıktı. Yine Marks, Avrupa’da 19. yüzyıl devrimlerinin başarısızlığını incelerken, köylü kitlelerinin devrime kazanılmamış olmasına dikkat çekti. Köylü, Marks için hâlâ önemliydi. Çünkü Avrupa’da demokratik devrimler ile Paris Komünü gibi sosyalist devrim deneyimleri iç içeydi.
TEORİYİ KURTARAN EZİLEN MİLLET PRATİĞİ
Eğer Bilimsel Sosyalizm, 20. yüzyılda Avrupamerkezli kalsaydı, ölecekti. Çünkü artık Avrupa, dünya devrim ocağı olmaktan çıkmıştı. Avrupa’da devrim, uzun bir süre için sönmüştü.
19. yüzyıl sonunda kapitalizmin emperyalizme dönüşmesi sonucu dünya Ezen ve Ezilenler olarak iki kampa ayrıldı. Buna bağlı olarak devrimin merkezi de Doğu’ya, Asya’ya kaydı. Bu koşullarda Bilimsel Sosyalizmi, yine Asya’nın demokratik devrimleri zemininde, Lenin ve Mao Zedung geliştirdiler, bir bakıma yeniden inşa ettiler. Denebilir ki, Marksizm bu kez Asya’da yeniden filizlendi. Bu kez Asya’nın millî demokratik devrimleri zemininde. Bilimsel Sosyalizmin öncülüğü ve öğretiye katkılar da, Asya’ya kaydı. Lenin’den Mao’ya doğru bir gelişme süreci izlendi.
Lenin’in Bilimsel Sosyalizme katkılarını iyi tahlil edelim. Hepsi de Asyalılık temelindedir ve demokratik devrimler zeminindedir.
Birincisi, Dünyanın Ezen ve Ezilen ülkeler diye iki kampa ayrılması, Asya’daki millî uyanışları teorileştirir. Üç ülke sürekli örnek verilir: Türkiye, Çin ve İran. Üçü de millî demokratik devrim aşamasındadır.
İkincisi, Lenin, Marks’ın Avrupamerkezli devrim teorisinin artık geçersiz olduğunu saptar. Devrim, proletarya ile burjuvazi arasındaki mücadelenin ürünü değil, emperyalizme karşı mücadelenin ürünü olacaktır; yani Asya ülkelerinde emperyalizmin zayıf halkasında olacaktır. Lenin, devrim teorisinde millî demokratik devrim pratiklerine dayanır ve o pratikleri teorileştirir.
Üçüncüsü, Lenin, işçi köylü ittifakını eksen aldı. Leninizmi, köylülüğe verdiği önemle tanımlayanlar olmuştur. Yanlış değildir. Lenin, 1921 Yeni Ekonomi Politikasıyla (NEP) burjuvaziye de bir süre alan açtı. Demokratik devrim devam ediyordu. Nitekim Sovyet Devrimi, 1929 yılına kadar köylük alanlarda kolektifleştirmeye gitmedi. 1929 yılındaki atılım ise, devrimin önderleri, Stalin ve arkadaşları tarafından olağan sayılmadı. Henüz kolektifleştirme için zaman erkendi. Ancak dünya savaşının yaklaşması ve zengin köylülerin şehirleri aç bırakması üzerine kolektifleştirme zorunlu ve olağanüstü bir uygulama olarak başlatıldı. Köylerde toprak üzerindeki özel mülkiyeti tasfiye eden bu uygulama, zorunluydu, ama aynı zamanda Sovyetler Birliği’nde tarım üretiminde yarattığı zayıflıklar yüzünden geri dönüşün zeminini yaratan yönleriyle de ele alınmıştır.
TEORİNİN DAHA ASYALILAŞMASI
Bilimsel Sosyalizmin üçüncü büyük atılımı, Sovyetler Birliği’nin de daha doğusunda, Asya’da gerçekleşti. Bu kez Mao, başı çekiyordu. Mao Zedung’un katkıları da, hep millî demokratik devrim eksenlidir. Bir Asya ülkesinde Lenin’in devrim teorisini geliştirdi. Köylülüğün önemi, hatta esas güç olması, işçi köylü ittifakı, şehirlerin köylerden kuşatılmasını içeren uzun süreli halk savaşı; bu teorinin önemli başlıklarıydı.
Daha önemlisi, Mao, sosyalizm pratiklerini değerlendirerek, kolektif mülkiyete geçişin esas olarak tamamlanmasından sonra da kapitalizme, hatta Ortaçağ koşullarına geri dönüşün mümkün olduğunu ortaya koydu. Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa deneyimleri bunu kanıtlamıştı. 20. yüzyılın sosyalizmi kurma girişimleri, görece geri ülkelerde gerçeklemişti. Bu nedenle bu çabalar, demokratik devrim görevleriyle iç içe geçmişti. O kadar ki, bu ülkelerde geri dönüş sonucu kurulan sistemi kapitalizm denmesi de zordu. Yarı ortaçağlı mafya rejimleri ortaya çıkmıştı. Bu olgular da gösterdi ki, aslında dünya proleter devrimleri çağını değil, millî kurtuluş savaşları ve sosyalist devrimler çağını yaşıyordu. Sosyalist devrimler ise, adı sosyalist olmakla birlikte çoğunlukla demokratik devrim görevlerini yerine getiriyordu.
İşte bu pratiklerin teorisini Çin geliştirmektedir. Çin Komünist Partisi, sosyalizmin alt basamaklarında olduğunu saptamaktadır. Uygulanan ekonomi, Çin gerçekleri temelinde planlı ve karma ekonomidir. Kamu mülkiyeti ile özel mülkiyet yan yanadır ve hatta rekabet halindedir. Çin, demokratik devrimi tamamlamak ile sosyalizmi kurmak görevlerini birlikte yürütmektedir ve bu dönemin daha uzun zaman devam edeceğini saptamaktadır.
Diğer sosyalist ülkeler, Vietnam ve Küba da, Çin’i örnek alıyorlar. Vietnam, Çin çizgisindedir. Küba ise, sağlık ve eğitim alanı dışında sosyalizm mevzilerinden büyük ölçüde geri çekilmiş ve demokratik devrim mevzilerine yerleşmiştir. Kore DHC de, benzer süreçlerin eşiğindedir.
ÇAĞIMIZI TANIMLAYAN PRATİK
Bütün bu gerçekler, dünyamızın 1917 Ekim Devrimi’nden sonra söylendiği gibi, proleter devrimleri çağında değil, millî kurtuluş devrimleri ve sosyalist devrimler çağında olduğunu kanıtlamaktadır. Bugün Bilimsel Sosyalizm, dünyanın bütününe baktığımız zaman, 1848 Komünist Partisi Manifestosu’ndan bu yana 158 yıl geçmesine rağmen, hâlâ o günkü gibi, demokratik devrim pratiklerinde geliştirilmektedir. Avrupa’nın gelişmiş denen ülkelerine baktığımız zaman, Haçlı seferlerinin, hurafenin, mafyalaşmanın vb alıp başını yürüdüğünü görüyoruz. ABD, İngiltere, Fransa, Almanya gibi gelişmiş denen ülkeler bile, yer yer demokratik devrimlerin gerisine düşmüştür.
Bu durumda çağ, hâlâ esas olarak emperyalizm ve millî demokratik devrimler çağıdır. Teoriyi, yaşanan millî demokratik devrimler zemininde geliştirmek dışında yapılabilecek fazla bir şey yoktur. Bilimsel Sosyalizm, 1848 Manifestosu gibi, yine insanlığın demokratik devrimler birikimi üzerinde yükselmektedir. Hayatın belirlediği bu yerde, bu aşamada bulunuyoruz. Bilimsellik, insanlığın pratiğiyle sınırlıdır. Geçmiş Avrupa’da proletarya-burjuvazi çelişmesi ekseninde üretilmiş teoriler, bugün geçerliymiş gibi bakanlar var dünyamıza. Bu yüzden demokratik devrimler ile sosyalizm arasına kalın duvarlar çekiliyor. Oysa hayatın fırtınaları ve yaşanan çağın dalgaları, hep o duvarı yıkıyor ve bilim de ve elbette bilimin doruğunda üretilen Bilimsel Sosyalizm de, bu gerçeklik zemininde gelişiyor.
ANTAİOS’UN TOPRAĞI
Yunan tanrılarından Antaios, kuvvetini topraktan alıyordu. Yere düşecek olsa topraktan kuvvet alarak ayağa kalkardı. Herakles, onu havaya kaldırıp ayaklarını yerden keserek boğdu.
Bilimsel Sosyalizm de, her krizini demokratik devrim dalgasından kuvvet alarak çözmüştür. Bilimsel Sosyalizmin kuvvet aldığı zemin, hep demokratik devrimler oldu. Kuruluşunda, Lenin’le ve sonra Mao’yla hep demokratik devrimlerden beslenerek büyük ataklarını gerçekleştirdi. Çünkü dünya hâlâ o çağda yaşıyor. Dünya devriminin merkezi olan Ezilen Dünya, millî demokratik devrim çağındadır. Gelişmiş olduğu söylenen Batının kapitalist ülkeleri, devrim coğrafyasının kenarına düşmüştür ve Ezilen Dünya’nın yükselişi onu devrimin merkezine çektiği zaman, bu çürümeyi, öncelikle emperyalizme ve mafya düzenine karşı bir tür demokratik devrimle aşacaktır. Sosyalizm orada da daha sonraki aşamadır. Bu ayama, hızla geçilebilir ve geçilecektir, ama yine de aşamadır.
Marks’tan başlayarak Bilimsel Sosyalizmin bütün başlangıç ve ileri atılımları, dikkat ederseniz, demokratik devrimlerin yeniden keşfinden başka bir şey değildir. Marks’ın kendisi Bilimsel Sosyalizmin demokratik devrimlerdeki kaynaklarına dikkat çekerek bunu açıkça belirtmişti. Bunu anlamayanlar, sosyalist devrimcilik adına Menşevik olurken ve burjuvazinin ve gericiliğin safına yuvarlanırken, Lenin, 20. yüzyıl başında demokratik devrim gerçeğini Doğu’nun dünyasında yeniden keşfederek teoriye can kattı. Bu kez Lenin’i anlamayanlar oldu ve Türkiye’de görüyorsunuz, ÖDP, EMP, TKP ve diğerlerinin özelliği Lenin’i, daha doğrusu 20. yüzyılın Ezen-Ezilen Dünya gerçeğini anlamamış olmalarıdır. Bu durumda Mao’yu hiç anlayamazlardı. Bu yüzden Sovyetler Birliği yıkılınca hepsi ters tosbağa oldular. Aslında Mao’nun yaptığı iş de, Asya’nın millî demokratik devrim gerçeğini keşfetmesidir. Hepsi bu kadar basittir.
Küreselleşme sürecinde dünya daha da geriye düştü. Biz, yaptığımız her işi, programlarımızı, strateji ve taktiklerimizi hep o geriye düşen dünyada ve Kemalist Devrim’in yıkıldığı Türkiye koşullarında üretmek durumundayız. Ama bakıyorum bazı arkadaşlarıma Paris Komünü’nün barikatlarında zafer sarhoşluğu içindeler. Avrupamerkezliler. Demokratik devrimlerin bilimi ile Bilimsel Sosyalizm arasına duvar çekmelerinin nedeni, pratikten değil, teoriden hareket etmeleridir. Bu durumda metafiziğe saplanmaları ve hurafeler üretmeleri kaçınılmazdır.
Daha basitini söyleyeceğim: 20. yüzyılın ilk çeyreğinde nasıl Lenin ve Mustafa Kemal, yalnız devrimci pratiklerde değil, teoride de buluştular. Bugün de demokratik devrimlerin bilimsel verileri ile Bilimsel Sosyalizmin teorik kazanımlarını buluşturmak zorundayız. Daha doğrusu, bu buluşma hayatın kendisinde vardır. Bizim meselemiz, hayatta olan buluşmayı, kafamızda da gerçekleştirmektir.
Kanımca en doğru formül şudur: Bilimsel Sosyalizm bilimin doruğudur. Ancak bu dorukta olmayı, Tanrı tarafından bağışlanmış bir paye olarak görmek, metafiziğin doruğudur. Bilimsel Sosyalizmi, demokratik devrimlerin mirasından koparanlar, aslında işte o metafiziğin doruğuna tırmanmaktadırlar. Çünkü yükselebilecekleri başka bir basamak bırakmıyorlar. Kendi beslenme kaynaklarını yok ediyorlar.
Bu durumda bilimin doruğunu iyi tanımlamamız gerekiyor. Bunun anlamı, bilimsel kaynaklar ve veriler, bizim üzerinde teori kuracağımız birikimdir. O birikimin tek bir ölçüsü vardır, o da hayattır; olgulardır.
(Aydınlık Dergisi Başyazı, 29 Ekim 2006 Sayı:1006)