İP Genel Başkan Yrd. E. Korg. Yaşar MÜJDECİ: ERDOĞAN'IN YUNANİSTAN ZİYARETİ ve ÇÖZÜLMESİ GEREKEN SORUNLAR

İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı E. Hv. Korgeneral Yaşar Müjdeci, partisinin İzmir İl Merkezinde yaptığı basın toplantısında, Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan ziyaretini değerlendirdi. Müjdeci, açıklamasında şunları söyledi:

1. EGE DENİZİ BİR BARIŞ DENİ...

Tarih:

İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı E. Hv. Korgeneral Yaşar Müjdeci, partisinin İzmir İl Merkezinde yaptığı basın toplantısında, Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan ziyaretini değerlendirdi. Müjdeci, açıklamasında şunları söyledi:

1. EGE DENİZİ BİR BARIŞ DENİZİ OLSUN
Bunun için Türkiye ile Yunanistan arasındaki aşağıdaki sorunların çözülmesi gerekir.
A. KIBRIS SORUNU B. EGE SORUNLARI
- Adaların silahlandırılması, - Karasuları, - Hava sahası, - Kıta sahanlığı, - Fır hattı, - Münhasır ekonomik bölge,
C. AZINLIKLAR SORUNU
- Batı Trakya’daki Türk azınlığa yapılan baskılar, - Fener Rum Patrikhanesi’nin siyasi faaliyetleri, - Heybeliada Ruhban Okulu’nu yeniden açma girişimleri,
D. PONTUS DEVLETİNİ DİRİLTME ÇABALARI
2. UÇAKLARIN EGE’DE SİLAHSIZ UÇMALARI
3. EKÜMENİK PATRİKLİK MESELESİ
4. RUHBAN OKULU’NUN YENİDEN AÇILMASI
5. KONUŞMALARDA AÇIKLANMAYAN, FAKAT TÜRKİYE İLE YUNANİSTAN ARASINDAKİ ASIL SORUN OLAN SAHALAR
- KIT’A SAHANLIĞI
- MÜNHASIR EKONOMİK BÖLGE KONULARI
6. PONTUS VE İYONYA SOYKIRIM İDDİALARI

KONUNUN AÇIKLANMASI

1. Uçakların Ege’de silahsız uçmaları ile Karasuları ve Hava Sahası konuları birbirlerinin içindedir.
- Karasuyu: Açık deniz ile kara ülkesi arasında kalan deniz parçasıdır. Bu bir ada için, etrafındaki tespit edilen ve adanın kıyısından başlayan uzaklığı ifade eder.
- Hava Sahası ise kara suyunun kenarlarındaki dikine yükselen sahadır.
- Burada Türkiye ile Yunanistan arasında meydana gelen sorun; Yunanistan’ın 6 deniz mili (1852 m) olan karasularının üstünde yükselen hava sahasının genişliğini 10 deniz mili olarak kabul ettirmek istemesidir.
Bu iddia, Dünya’da benzeri olmayan bir uygulama başlatmak isteğidir.
- Yunanistan kabul ettiği 1931 tarihli bir kraliyet kararnamesi ile karasularının genişliğini 6 deniz mili ve hava sahasının genişliğini 10 deniz mili olarak kabul etmiş ve fakat bunu, Türkiye, 1964 yılında ve Kıbrıs sorunu olarak ortaya çıktıktan sonra görmüştük.
Bu haliyle, Yunanistan 6 numara olan başına 10 numara şapka giymiş kişiye benzemekte ve etrafını görememektedir!
Daha açık ki misal verelim: 6 millik Yunan karasularında seyreden bir Türk gemisinden bir helikopter kalksa, bu helikopter Yunan hava sahasını ihlal etmiş olmaktadır!
Ege’de 6 deniz milinin üstünde bir karasuyu tespiti, bu denizi bir Yunan gölü haline getirir. Bu da; Türk Hava Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetlerinin şimdiye kadar Ege’nin uluslar arası sularında yaptıkları uçuşlar ile seferler, Yunanistan’dan izin alınmadan yapılamaz hale gelir.
İşte bunun içindir ki, Türkiye böyle bir hareketi, yani, Yunanistan’ın Ege’de karasularının 6 deniz milinden 10 deniz miline çıkarma teşebbüsünü 1976 yılında, “Savaş Nedeni” sayacağını ilan etmiştir.
Bu savaş ilanı hareketinin nasıl bir neden ve sonuca bağlı olduğunu zamanın Genel Kurmay Başkanı olan Org. Hilmi Özkök şöyle özetlemiştir:
“12 deniz mili uygulamalarının Savaş Nedeni sayılması bir tehdit değil, şeffaf bir biçimde, Türkiye’nin tahammül sınırının vurgulanmasıdır!”
Bize göre bu, sadece Ege’de değil, Kıbrıs ve K. Irak için de aynı şekilde geçerlidir.
Şimdi gelelim Ege’de yapılan “Köpek Dalaşlarına” ve tabii ki, uçakların neden silahlı olarak uçtuklarına!..
Türkiye, Yunanistan’ın hava sahasının 10 deniz mili olduğunu kabul etmiyor. Bu nedenle de, özellikle uluslararası sulardan, Yunan Adalarının 6 deniz mili yakınlarına kadar uçuyor.
Yunanistan ise, bu haksız iddialarında, ısrar ediyor ve 10 deniz milinin içinde uçan Türk uçaklarına, kendi uçaklarını kaldırarak önleme yapıyor ve Türk uçaklarını 10 deniz milinin dışına çıkmaya zorluyor.
Yunanistan, kıta Yunanistan’daki hava meydanları uzak olduğu için, adalardan ve “Hava Savunma Görevinde” olan standart NATO görevi yükü ile yüklü uçaklarını kaldırıyor bu görevlere! Hava savunma yükü, genellikle füze ve top mermisidir.
Tabii bu yük ile kalkan Yunan uçakları, yüksüz görev yapan Türk uçaklarına nazaran, daha ağır olduklarından, manevra kabiliyetleri de düşmektedir. İşte bu uçakların görev yaparken girdikleri çeşitli pozisyonlara ve yaptıkları manevralara İngilizcedeki “Dog Fighting” karşılığı olan “Köpek Dalaşı” denilmektedir.
Burada vurgulanmak istenen şudur:
Türk uçakları, Türkiye’nin Ege’deki hak ve çıkarlarını korumak maksadıyla uluslararası sularda ve silahsız olarak, verilen görevleri, planlara uygun olarak yapmaktadırlar.
Yunan uçakları ise, ansızın Ege’ye çıkan Türk uçaklarına karşı, birazda zorunlu olarak, silahlı uçaklarıyla önleme yapmakta ve Köpek Dalaşına girmektedirler.
Tabii bazen sert manevralar nedeniyle, bazen de Yunan pilotlarının sakarlıkları nedeniyle ve füzelerinin ateşlemeleri yüzünden kazalar olmaktadır, uçaklar düşmektedir.
Böyle kazalara önlem alınabilir mi?
Tabii Türk uçaklarının uçmalarına mani olmak düşünülemeyeceğine göre, tek önlem Yunan uçaklarının silahsız olarak uçmalarının temin edilmesi ve/veya Yunan uçaklarının bu haksız önleme görevlerinin iptal edilmesidir!
Böyle bir durumda Yunanistan’ın dayanağı olmayan, 10 deniz mili hava sahası iddiasından vazgeçmesi en köklü önlem olacaktır.

2. EKÜMENİK PATRİKLİK VE RUHBAN OKULU
Türkiye, AB üyeliği uğruna verdiği tavizlere ilave olarak yenilerine hazırlanmaktadır. Görüldüğü kadarıyla:
a. Fener Rum Patrikhanesinin Ekümenik Patriklik sıfatı kabul edilecek ve Patrikhane, yerli işbirlikçilerinin de katılımıyla, civardaki tüm gayrimenkulleri satın alarak, maddi ve manevi gücü arttıracak ve sonunda da Patrikhanenin “Vatikanlaşmasına” göz yumulacaktır.
Vakıflar Yasası’nın 19 Temmuz 2003’de değiştirilmesiyle “Dini Vakıfların” Türkiye’de taşınmaz mal edinmeleri kolaylaştırılmıştır.
Ayrıca, ABD de, Rusya’daki Ortodoks nüfusu kendi etkisine alabilmek için, Fener Rum Patrikhanesini “Eşitler Arasında Birinci” esasına göre Moskova Patrikliğinin üstünde görmek istemektedir. Yani ABD, Türkiye’yi dinler arasındaki bir savaşa sürmek istemektedir.
b. Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasıyla “Grek yayılmacılığının Harp Okulu sayılan Ekümenik Patriklik Uluslararası Rahipler Özel Yüksek Okulu’nun” tekrar açılması imtiyazı verilecektir.
Lozan Antlaşmasına ve Anayasamıza (Md. 24-130) aykırı olan bu iki girişimde reddedilmelidir.
Anayasayı değiştirme sürecinde bu konuya kolaylık sağlayacak “kaçamak maddelere” çok dikkat edilmelidir.
Bugün ülkemizi saran dış olayların ve içimize giren PKK gibi bölücü ve kanlı hareketlerin oluşmasında bunlar ve bunları destekleyen; başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere, aynı güçler bulunmaktadır.
Lozan Antlaşmasına göre, yalnız İstanbul’da olmak üzere, 3000, bazı kaynaklara göre 1750 Ortodoks Rum yaşamaktadır. Türkiye’de Müslüman din adamlarının oranına göre 1000 kişiye 1 din adamı düşmektedir. Ortodoks Rumlar için bu sayı 2 veya 3 din adamı demektir! Halen Patrikhane’de 50’den fazla Ortodoks din adamı bulunmaktadır. Bu durumda Heybeliada Ruhban Okulunda yetiştirilecek din adamları hangi cemaate ve niçin hizmet edecektir?
Ayrıca, Ruhban Okulunda okuyacak öğrenciler; nereden, nasıl ve ne maksatla bulunacaktır?
Yani, cemaat yok, din adamına ihtiyaç çok az, ama Patrik, ABD ve AB destekli olarak Okulun açılmasını istiyor!
Aslında bizimkiler buna evet demeye hazırlar, ama bunu Türk halkına nasıl anlatacaklarını bilemiyorlar.
Başbakan’ın, Atina’ya giderken, “Ekümenik Patriklik” konusu beni rahatsız etmiyor. Ruhban Okulu’nun açılmasıyla ilgili çalışmaları Milli Eğitim Bakanı yapmaktadır. “Batı Trakya Türkleri kendi müftülerini kendileri seçsin” şeklindeki açıklamaları konuların yumuşatılması ve yutulmaya hazır hale getirilmesi içindir. Başbakan bilmelidir ki, AB makamlarının çeşitli kararları Yunanistan tarafından uygulanmamakta ve buna AB makamları ses çıkarmamaktadır.

3. TÜRKİYE İYİ DÜŞÜNMELİDİR
Rahipler Yüksek Okulu ile Ekümenik Patriklik Statüsünün tanınması, Megali İdea’nın yarattığı:
- Ege sorunları,
- Kıbrıs sorunu,
- Batı Trakya sorunu,
- Pontus sorunu,
- Patrikhane sorunu,
- Ruhban Okulu sorunu,
- İyonya sorunu,
Gibi sorunların çözümünde, Türkiye’nin kullanabileceği “son iki kozdur!” Bu iki koz da harcandığı taktirde Grek yayılmacılığının önünde bir engel kalmayacaktır.
Kendimize soralım bakalım:
Bu kozların karşılığında Türkiye ne kazanacaktır?
AB’ye üye mi yapılacaktır?
Birileri Türkiye’ye bir şeyler mi verecektir?
Bunlar olmayacağına göre Türkiye elindeki bu kozları neden versin?
Hem bu şekildeki kayıplar;
- Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği,
- Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönmesi,
- Fransa’nın NATO’ya dönmesi gibi de değildir. Çünkü bu sefer Patrikhane; uluslararasında, Moskova Patrikliğiyle Fener Rum Patrikliği arasındaki, görünüşte dini, ama temelde ABD’nin 120 milyon Rus Ortodoksunu, bu yolla siyasi egemenlik altına alınması gibi siyasi bir oyunun çarkları arasına girecek ve Türkiye’yi de buna izin verdiği gerekçesiyle Rusya’nın önüne atacaktır!
Bunda Türkiye’nin bir çıkarı yoktur. Türkiye bu işi ABD istediği için yapıyor. Bu iş ABD’nin istediği şekilde yapılırsa Türkiye büyük hata eder, ama, bilinmelidir ki bunun telafisi de yoktur!
Adım adım, teker teker elindeki tüm maddi ve manevi varlıkları alınan ve alınmaya da devam edilen Türkiye Cumhuriyeti ve Türk ulusu, ordusu da dahil olmak üzere, tüm kurumlarıyla ABD’ye biat etmeye hazırlanmaktadır!
Şimdi ey devletliler size bir sorum var!
Türkiye’de bir de Türk Ortodoks Patrikliği vardır! Neden biz bu Patrikliği yok sayıyoruz da, Bartolomeos’un ağzına bakıyoruz? Eski Türk Ortodoks Patriği Papa Eftim, Atatürk’ün de taktirini kazanmış olan bir din adamıydı.
Şimdi ki duruma göre tahterevallinin bir ucuna Fener Rum Patrikhanesi oturmuş, öteki ucu boş ve havaya kalkmış bekliyor. Neden bu tahterevalliyi dengelemiyoruz? Bize kim mani oluyor?